}
Felâh 23.07.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111404

SOHBETİN ADI: FELÂH
TARİHİ: 23.07.2007


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Kavramlardan felâh.

Felâh, bildiğiniz gibi kurtuluş demektir yani cehennemden kurtuluş. İflâh olmak, engelleri aşmak, başarıya ulaşmak, nefsi tezkiye etmek ve özellikle cehennemden kurtulmak. Felâh müessesesi de yani cehennemden kurtuluş da 7 ayrı safha içerir:

1. safha Mu’minûn Suresinin 102. âyet-i kerimesinde veriliyor:  
           

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).

O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

           
“O zaman (kıyâmet günü) kimin mizanı ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.”     Bu bir insanın cennetle cehennem arasındaki dengesini sağlıyor. Bir sonraki âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.


Allahû Tealâ: “Kimin günahları ağır gelirse, onların gideceği yer cehennemdir. Onlar hüsranda olanlardır.” diyor. Demek ki; felâh ve hüsran birbirinin karşılığı olan iki tane unsur. Felâh, cenneti müjdeliyor, hüsran cehennemi işaret ederek cehennemle korkutuyor.

Öyleyse kalın çizgilerle, felâha ermenin matematik ifadesi; sevap tartılarının günah tartılarından ağır basmasıdır. Bildiğiniz gibi kiramen katibîn melekleri ömrünüz boyunca bütün olayları kaydedeceklerdir. Her saniye ya derecat kazanırsınız ya da kaybedersiniz. Eğer bir insan düşünürse ki: “Ben şu anda namaz kılmıyorum, bir ibadet de yapmıyorum. Tamam, derecat kazanmıyorum. Ama şu anda kimseye de bir kötülüğüm yok. Öyleyse derecat da kaybetmiyorum.”

Yanlış, sevgili kardeşlerim. Çünkü Allahû Tealâ zikri, daimî zikri de farz kılarak bütünlemiştir. Hem Allah’a verdiğimiz sözün gereği olarak Allahû Tealâ’yı ara sıra zikretmek farzdır. Allah’ı günün yarısından daha fazla zikretmek farzdır ve Allah’ı ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de daima zikretmek farzdır. Öyleyse bu üç zikir farz kılınmış mı üzerimize? Elbette. Allahû Tealâ az zikir için buyuruyor ki:    
 

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Rabbine ulaş.” Bu, günün bir kısmında zikretmektir, günün yarısından daha az zikretmektir. Allahû Tealâ bu muhtevayı önümüze koymuş. Sonra Ahzâb Suresinde Allahû Tealâ diyor ki:
 

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.


Ve sonra da Allahû Tealâ buyuruyor ki:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” ‘Allah’ı günün yarısından daha fazla zikredin.’ muhtevasındaki âyet-i kerime: “vezkurûllahe zikren kesîrâ: Öyleyse Allah’ı çok zikirle zikredin (yani zikriniz günün yarısından daha çok olmalı).” diyor.

İşte bu, üç farzın üçü de ayrı ayrı cennetlere ulaştırır, kişinin öldüğü zikir seviyesine göre ve günahlara göre şekillenir herşey. Bu Mu’minûn Suresinin 102. âyet-i kerimesi: “Kimin sevapları fazlaysa onların gideceği yer cennettir.” muhtevası Allah’a ulaşan herkesin sevapları mutlaka günahlarından fazladır. Allah’a mülâki olmayı dileyen kişi, cenneti Allahû Tealâ tarafından hak etmiştir ve onun günahları örtülür. Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:    

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar, takva sahibi olun! Takva sahibi olun ki; Allah günahlarınızı örtsün.” Âmenû olan kişi Allah’a inanan kişidir, mü’mindir ama Allah’a ulaşmayı dilemediyse Allah’a inanması, onu cehennemden kurtaramaz. Gideceği yer cehennemdir. Ama Allah’a ulaşan kişi, Allah’a bu âmenû olan kişi, îmân eden kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilerse o zaman takva sahibi olur. O zaman Allahû Tealâ da Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre onun günahlarını örter.

Eğer Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişi Allah’a inanıyorsa, onun cehennemden kurtulması mümkün değildir. Allah’a ulaşmayı dilemediği takdirde gideceği yer mutlaka cehennemdir.

• Felâh müessesesinin 2. safhası Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesinde veriliyor. Allahû Tealâ diyor ki:
 

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi: Allah’a âmenû olan kavmi bulamazsın
vel yevmil âhıri: Allah’a îmân eden ve yevmil âhire îmân eden kavmi
yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu: Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere sevişir bulamazsın.
ve lev kânû âbâehum: onların anne babaları olsa
ev ebnâehum: çocukları olsa
ev ihvânehum: kardeşleri olsa da bu geçerlidir.
ev aşîretehum: veya onların aşiretinden olsa
ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne: onların kalplerinin içine îmân yazıldı.
ve eyyedehum bi rûhin minhu: ve Allah’ın katından, ondan Allah’tan bir ruh ile yed edildiler, desteklendiler.

Bu Allah’tan bir ruh, devrin imamının ruhu. Allahû Tealâ kimi devrin imamı kılmışsa, mürşidine tâbî olan herkesin başının üzerine devrin imamının ruhu mutlaka ulaşır. Allahû Tealâ diyor ki:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Onların başlarının üzerine Allah’ın katından ruh gönderilir. Onlara yevm-et talâkı, Allah’a mülâki olma gününün geldiğini haber versinler diye.” diyor.  

ve yudhıluhum cennâtin: Ve onları Allahû Tealâ cennetlerine koyar.
tecrî min tahtihel enhâru: altından nehirler akan,
hâlidîne fîhâ: orada ebediyyen kalacaklardır.
radıyallâhu anhum: Allah onlardan razıdır.  
ve radû anhu: onlar da O’ndan
ulâike hızbullâh: işte onlar Allah taraftarıdırlar.
e lâ inne hızballâhi humul muflihûn: o Allah taraftarları var ya; onlar felâha erenlerdir.

Ne yapmışlar? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in elini öpmüşler, O’nun tarafından olmuşlar. O zaman Allah’a ve Resûl’üne îmân edenler oluyor onlar. Resûl’üne inanıp da O’na tâbî olanlar, Allah’a ve Resûl’üne îmân edenlerdir. Bu îmânlarını kâinatın en büyük mürşidine tâbî olarak pekiştirmiş olanlardır.  Burada da Allahû Tealâ felâha erenlerden bahsediyor. Kim bunlar? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlar.

Onların sahip oldukları vasıflar hakkında; işte ruhlarını Allah’a ulaştırdılar, fizik vücutlarını teslim ettiler, nefslerini teslim ettiler filan gibi bir açıklama gelmeden evvelki durum. Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesinde, orada felâha erenlerden bahsediliyor. Onlar daha düşmanlarla mücadele halinde tâbî olmuşlar, ruhları vücutlarından ayrılıp Allah’a doğru yola çıkmış ama henüz tezkiye olmamışlar, henüz ruhlarını Allah’a ulaştırmamışlar.

3. safha tezkiye olma müessesesi, bir insanı tezkiyede felâha erdirir.

Mürşidine tâbî olan kişi nefs tezkiyesine başlar. Allahû Tealâ onun kalbine ulaşır, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir ve kişinin göğsünü yarar, göğsünden kalbine nur yolunu açar. O kişi mürşidine ulaşır, 2. safhada tâbî olur ve bu noktadan sonra kişi zikir yapmaya başlar. Mürşide tâbiiyet, nefs tezkiyesinin başlangıcıdır.

• Nefsin kalbinde ilk %7 nur birikimiyle o kişi Nefs-i Emmare’ye ulaşır.
• 2. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame’ye ulaşır. Nefs-i Emmare’de zemin kattan 1. gök katına kadar ulaşır ruh; Nefs-i Levvame’de 2. gök katına ulaşır. Nefsinin kalbinde başlangıçtaki %2 fazl birikiminden sonra ilk %7 nur birikimi, o kişiyi Nefs-i Emmare’ye ulaştırır. 2. defa %7 nur birikimi, Nefs-i Levvame’ye ulaştırır. Bunun mânâsı; 1. gök katı ve 2. gök katına ruhun ulaşmasıdır.
• 3. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime. Kişi Allah’tan ilham almaya başlar. Ruhu 3. gök katına ulaşır.
• 4. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmaine. O kişinin nefsinin kalbinde %28 fazl; 7, 14, 21, 28 %7’den 4 defa, %28 fazl birikimi gerçekleşir.
• 5. defa %7 fazl birikimiyle kişi, Allah’tan razı olur. Nefs-i Radiye.
• 6. defa %7 fazl birikimiyle Allah da ondan razı olur. Nefs-i Mardiyye.
• Ve bir defa daha %7 nur birikimi, Nefs-i Tezkiye’dir.

7. defa o kişinin nefsinin kalbi Allah’ın fazıllarıyla dolarsa (7 defa 7; %49 eder) başlangıçta %2 de rahmet nuru girmişti kişinin kalbine. Toplam %51 eder. Bu toplam %51 nur birikimi neyi sağlar? O kişinin ruhunun Allah’a ulaşmasını sağlar. Neyle sağlanmıştır bu? Nefsinin tezkiye edilmesiyle. 7 defa %7 nur %49 eder, bu fazılların ötesinde %2 başlangıçtaki rahmet nuru ile 49+2 %51 eder. İşte bu kişi, ruhunu Allah’a ulaştırmıştır, nefsini tezkiye etmiştir. Allahû Tealâ Şems Suresinin 9. âyet-i kerimesinde nefs tezkiyesi açısından meseleye bakıyor:  

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.


Kad: Andolsun ki;
efleha: felâha erer.
men: o kişi ki,
zekkâhâ: onu, nefsini tezkiye etmiştir.

Bu, 3. safhadır.
4. safhada bu tezkiyenin ötesi, fizik vücudun Allah’a teslimi gelir.
5. safhada nefs, %100 afetlerden kurtulur.
6. safhada kişi muhlis olur.
7. safhada da iradesini Allah’a teslim eder.

Allahû Tealâ, 3 safhada felâha ermenin muhtevasını:

• Mu’minûn-102’de 1. Safhayı.
• Mucâdele-22’de 2. Safhayı.
• Şems-9’da da 3. safhayı veriyor.

Şimdi 4. safhaya geçiyoruz yani fizik vücudun teslimi noktasındaki felâh müessesesi. Tevbe Suresinde Allahû Tealâ diyor ki:  
 

9/TEVBE-88: Lâkinir resûlu vellezîne âmenû meahu câhedû bi emvâlihim ve enfusihim, ve ulâike lehumul hayrâtu ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).

Fakat Resûl ve âmenû olanlar, malları ve nefsleri (canları) ile onunla beraber cihad ettiler. Ve işte onlar; (bütün) hayırlar, onlarındır. Ve işte onlar; onlar, felâha (kurtuluşa) erenlerdir.


Lâkin: Fakat
er resûlu: resûl
vellezîne âmenû: ve onunla beraber âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyen îmân sahipleri
meahu: o ve onunla beraber olan âmenû olanlar.
câhedû: cihad ettiler.
bi emvâlihim: mallarıyla,
ve enfusihim: ve nefsleriyle. (Yani canlarıyla cihad ettiler, kimisi şehit oldu kimisi gazi.)  
ve ulâike lehumul hayrâtu: ve onlar ki; onlar için hayırlar vardır.
ve ulâike humul muflihûn: işte onlar felâha erenlerdir.

Öyleyse buradaki muhtevaya baktığımız zaman Allahû Tealâ mallarıyla, nefsleriyle resûl ile birlikte cihad edenlerden bahsediyor. Bu cihad bir evvelki kademede nefsin tezkiyesi gerçekleştiği için onun ötesinde bir muhteva taşır. Allah’ın Resûl’ü ile birlikte fizik vücudunu Allah için veren sahâbe.Fizik vücutlarını Allah’a teslim ederek Allah’ın emrini yerine getiren, savaşa iştirak ederek şehit olan sahâbe. Savaşa iştirak eden ama şehit olmayan, gazi olanlar. Bu, fizik standarttaki muhteva ama “Ve nefsleriyle cihad ettiler.” diyor Allahû Tealâ. “Hayırlar onlarındır.” diyor. Nefsleriyle cihad ettiler, hayırlar onların oldu.

Öyleyse Allah yolunda cihad etmek söz konusu, bir de Allah yolunda hem mallarıyla hem canlarıyla cihad etmek. Bu ikisinin beraberliği Allahû Tealâ: “Bütün hayırlar onlarındır.” dediği cihetle, hayrın normal müessesede nefsini tezkiye eden bir insandan üstünlüğünü kesin olarak ifade eder. Allahû Tealâ: “Hayırlar onlarındır.” diyor. Diğerleri nefsini tezkiye etmiş ve felâha ermişler. Allahû Tealâ’nın zaten garantisinde olan bir iş. Ama burada olayın Allah’ın garantisinin dışına çıktığı kesin. Çünkü bunlar Allah için ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Herkes ulaştırır, orada kimsenin bir problemi olamaz. Ama onun ötesine geçtiğimiz zaman orada Allahû Tealâ kişinin cihadında işaret koymuş: “Hayırlar onlarındır.” diyor. Diğerlerinden çok farklı bir hüviyetleri var. Belli ki nefsleriyle, canlarıyla ve fizik vücutlarıyla, fizik vücutlarını teslim ettiği için tam bir cihadın içine girmişler.
 
5. safhada kişinin daimî zikre ulaşması, ulûl’elbab olması ve bu seviyede bir felâhı elde etmesi söz konusu. İşte bu 5. safha için Allahû Tealâ Haşr Suresinde diyor ki:
      

59/HAŞR-9: Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).

Ve onlardan önce (Medine’yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.


“Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim: Onlardan önce yerleşmiş olan îmânlı kişiler (îmânı kalplerinde; hem kişiler îmânlı hem de yerleşmiş olan.)”

Allahû Tealâ Medine’de yerleşmiş olan yardımcılardan bahsediyor. Medine’deki yardımcılar, Mekke’dekileri Medine’ye çağırdılar bildiğiniz gibi orada iskân ettiler. “Îmânlı kimseler, îmânı göğüslerine yerleştirmiş olanlar.”

yuhıbbûne: Muhabbet duyarlar,
men: kişilere
hâcere ileyhim: onlara hicret eden kişilere muhabbet duyarlar.
ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtûve yu’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah: onlara ihtiyaçları olsa bile, onları (Mekke’den Medine’ye göç edenleri) nefslerinden önde tutarlar. Onlara verilenlerden dolayı Medine’dekilerin Mekke’den gelenlere verdiklerinden dolayı, onların gönüllerinde, göğüslerinde bir haset bulamazsın.

Allahû Tealâ: “Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile onları yani göç edenleri (Mekke’den Medine’ye gelenleri) muhacirîni kendi nefslerinden önde tutarlar.” diyor.

ve men yûka şuhha nefsihî: Kim nefsini cimrilikten korursa,
fe ulâike humul muflihûn: işte onlar felâha erenlerdir.

Burada    gördüğümüz şey; Mekke’den Medine’ye göç edenleri, kendi nefslerinden önde tutanlar. Öyleyse bunlar mutlaka nefs tezkiyesinin ötesine geçmiş olanlar. Fizik vücutlarını teslim ettikten sonra öyle bir noktaya gelmişler ki; onlara verdikleri şeyler sebebiyle hiçbir şekilde haset duymazlar, bundan büyük mutluluk duyarlar. Öyleyse onların kalplerine îmân üst boyutta yerleşmiş olanlar yani Medine’de yerleşmiş olup da Mekke’den gelenleri misafir edenler. Öyleyse îmânlı kimseler ki; misafirlerini kendi nefslerinden üstün tutuyorlar. Üstün tutabilmeleri, bu nefs tezkiyesinin ötesinde bir olgunun sahibi olduklarını gösterir. Tezkiyenin ötesinde, fizik vücutlarını Allah’a teslim ettikten sonraki bir safha bu.

Öyleyse o zaman fizik vücudun tesliminden sonra ulaşılan yer, nefsin Allah’a teslim edildiği daimî zikir safhasıdır yani ulûl’elbab makamıdır. Burada ulûl’elbab makamındakilerin, ulûl’elbab makamındaki ensarın hüviyetini Allahû Tealâ veriyor.Gönüllerinden haset ve buna benzer bütün muhteva tamamen Allahû Tealâ tarafından alınmış. Demek ki; daimî zikrin sahipleri. “Haset bulamazsın. Onların gönüllerinde haset yoktur, haset yok edilmiş.” diyor.

6. safha kişinin muhlis olması hali. Bu noktadaki Allahû Tealâ’nın dizaynında, 6. safhadaki felâha bakıyoruz:

5/MÂİDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a’cebeke kesretul habîs(habîsi), fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

De ki; “Habisin (haram, murdar ve fesadın...) çokluğu senin hoşuna gitse bile, habis (haram ve kötü olan) ile tayyib (helâl ve temiz olan) bir değildir.” Ey Ulûl Elbâb! Artık Allah’a karşı takva sahibi olun! Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu: De ki: “Habîsle tayyib bir olmaz.”
ve lev a’cebeke kesretul habîs: habîsin çokluğu senin hoşuna gitse bile,
lâ yestevîl: eşit değildir.
habîsu vet tayyibu: habîsle tayyib eşit olmaz.
Fettekullâhe: öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun.

Kime diyor bunu? “yâ ulîl elbâbi” Ulûl’elbab olmuş kişiler 5. safhada ulûl’elbab olmayı tamamlamışlar. Burada 6. safhada: “Yâ ulûl’elbab! Allah’a karşı takva sahibi olun.” Ulûl’elbab makamının, Allah’a karşı takva sahibi oldukları yer, salâh makamı ve ihlâs makamı. Burada 6. safha ihlâs makamını gösteriyor. Kişinin Tövbe-i Nasuh’a çekildiği yer. “Umulur ki siz felâha eresiniz.” Bu felâh, ulûl’elbaba söyleniyor. “Ey ulûl’elbab! Siz umulur ki felâha erersiniz.”

Ulûl’elbabın ulaştığı, ereceği felâhın adı; ihlâs makamının felâhıdır. Allahû Tealâ âyet-i kerimede açık bir şekilde ulûl’elbaba hitap ediyor: “yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn: Umulur ki; felâha erersiniz.” Ulûl’elbabın felâha ermesi, bir üstteki kademeye geçmesi demek. O kademe muhlisler kademesi. Bildiğiniz gibi Allahû Tealâ sahâbeye hitap ediyor. Bütün sahâbenin salâha erdiği de muhlis olduğu da bir vakıa. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).

De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”


“Onlara deyin ki, o kâfirlere ve ümmîlere deyin ki: Allah sizin de Rabbinizdir bizim de Rabbimizdir. Ama biz Allah’a muhlis olanlarız.”

7. safhaya ulaşıyoruz. Allahû Tealâ’nın felâh konusundaki son safhası yani ihlâs makamının ötesi salâh makamı, iradelerini Allah’a teslim edenlerin durumu.

3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).

Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.


“Sizden hayra çağıran, ma’ruf ile emreden, kötülüklerden alıkoyan bir ümmet, mürşidler oluşsun. İşte onlar felâha erenlerin ta kendileridir.” Burada hayra çağıran irfanla emreden, münkerden nehyeden tam bir mürşid tarifi. Allahû Tealâ: “Bir ümmet bulunsun. İşte onlar felâha erenlerdir.” diyor.

Burada Allahû Tealâ’nın dizaynında bu âyetle bir sonraki âyeti biraraya getirirsek Allahû Tealâ bütün sahâbenin münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir hüviyete kavuştuğunu Âli İmrân-110’da ifade ediyor. Allahû Tealâ diyor ki:
 

3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).

Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.


“Siz ey sahâbe, münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir toplum oldunuz.” diyor. Öyleyse onlar münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir toplum olarak Âli İmrân Suresinin 104. âyet-i kerimesinde felâha ermiş olanlar şeklinde vasıflandırılıyor.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde, Yüce Rabbimiz bizleri birlikte kıldı. Her zamanki gibi sizlerle birlikte olmak bir büyük huzur, mutluluk…

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hepinizi çok ama çok sevdiğimizi bir defa daha belirterek huzurlarınızdan muhabbetle ayrılıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
   
İmam İskender Ali  M İ H R