}
Furkanlar 27.07.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111419

SOHBETİN ADI: FURKANLAR

TARİHİ: 27.07.2007



El Fâtiha meassalâvât…

Es selâmu aleykûm ve rahmetullahi ve berekâtuhû!

Euzûbillâhimineşşaytanirracîm Bismillâhirrahmanirrahîm.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz; furkanlar.

Allahû Tealâ Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

“Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olun ki, Allah size furkanlar versin ve günahlarınızı örtsün. Daha sonra da günahlarınızı sevaba çevirsin.”

Allahû Tealâ’nın furkanlar adıyla dizayn ettiği sisteme beraberce bakıyoruz: Bunlardan bir tanesi; hicab-ı mesture.

Allahû Tealâ’nın koyduğu engeller… Bu engellerin kaldırılması; herbiri, ayrı bir furkanı oluşturuyor.

Herkese tebligat yapılır. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemesi, dilemenin farz olduğu herkes tarafından öğrenilir. Allahû Tealâ böyle olduğunu ifade ediyor.

Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde herkese tebliğ edenin geldiği ve Allah’a ulaşmayı dilemediği takdirde, gideceği yerin cehennem olduğunun, kendisine işaret edildiği kesinleşiyor. Mutlaka bir tebliğ eden ve arkasından tebliğ…
 

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).

Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, o kişi Allah’a inanıyorsa mü’min olmakta devam eder. Ama bu mü’min olmak; “hak mü’min” olmak demek değildir. O kişiyi cehennemden kurtaramaz.

İşte o mü’min olanlardan, Allah’a inananlardan, kim Allah’a ulaşmayı dilerse, dileyen kişi hak mü’min olur. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, bu 7 tane furkanı almaya hak kazanır.

Kendisine tebliğ yapılan insanların, “Allah’a ulaşmayı dile, yoksa gideceğin yer cehennem olur.” tarzında bir hitaba muhatap olan insanların;

1. davranış biçimi; hiç ilgilenmemeleri konuyla.

2. davranış biçimleri; kabul etmek.

3.’sü de; reddetmek.

 

Bu kabul etmeme standardında, ilgilenmemek de kabul etmemek demektir. Kabul etmeyip ses çıkarmamak, ilgilenmemeyi ifade eder.

Ama bir de hem ses çıkarmadan durmamak yani kendisine tebliğ yapıldığı zaman karşılık vermek, hatta kavga etmek şeklinde tecelli edebilir.

Tepkisiz kalan bir insanda Allahû Tealâ’nın oluşturduğu engeller farklı, karşı çıkan, niza çıkaran, kavga eden insanların üzerlerinde oluşturduğu engeller farklı:

* Birinde hassalara engel konuluyor; ses çıkarmayan tepkisiz kalan bir insan için.

* Diğerinde; uzuvlara engel konuluyor.

 

Hassalar: Görme hassası, işitme hassası, idrak etme hassası.
Uzuvlar: Görmeyi gözle sağlıyoruz; gözler. İşitmeyi kulakla sağlıyoruz; kulak. İdrak etme kalple sağlıyoruz; kalp.

 

Öyleyse böyle bir dizayn oluşmuşsa, baştan kabul etmeyen kişi, bu sistemleri Allahû Tealâ onun üzerinde tatbik ettiği cihetle, görmeyen, işitmeyen, idrak etmeyen bir hüviyette ise ama sonradan Allah’a ulaşmayı dilerse ne olur? O zaman Allahû Tealâ’nın bu kişiye, 7 tane furkan vermesi söz konusudur.

Bunlardan bir tanesi; hicab-ı mesturenin alınmasıdır. İsrâ-45 ve 46’da Allahû Tealâ diyor ki:


17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

“ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ.”

ve izâ kara’tel kur’âne: Sen Kur'ân'ı okuduğun zaman,

cealnâ: Biz kılarız.

beyneke ve beynellezîne: Seninle onlar arasına,

lâ yu’minûne bil âhıreti: Ahirete inanmayanlar (arasına),

hicâben mestûrâ(mestûren): Hicâben mestûrâ (koyarız).

 

Ahirete inanmamak; ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve aynı zamanda kıyâmet gününe inanmamak mânâsına geliyor.

Burada hicab-ı mesture, onların görmelerini engelleyen bir engel olarak çıkıyor ortaya ve devam ediyor Allahû Tealâ:
 

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten: Ve onların kalplerinin üzerine ekinnet koyduk (engel koyduk),

en yefkahûhu: Onların fıkıh etmesine (engel olan),

ve fî âzânihim vakrâ: Onların kulaklarının içine, kulaklarına vakra koyduk.

(Göz de uzuv, kulak da uzuv. Bu uzuvlardan gözlerinin üzerine hicab-ı mesture, kalpleri üzerine ekinnet, kulakları üzerine vakra koyuyor Allahû Tealâ.)

 

“ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nu
fûrâ:
Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler.”


ve izâ zekerte:
Ve sen zikrettiğin zaman,

rabbeke: Rabbini,   

fîl kur’âni: Kur’ân’da,

vahdehu: Allah’ın tekliğini

vellev alâ edbârihim nufûrâ: Onlar nefretle arkalarını döndüler.

 

En’âm Suresinin 46. âyet-i kerimesi, bu engellerin alınması konusundaki birinci furkanı ifade ediyor: Hicab-ı mesturenin alınması.

6/EN'ÂM-46: Kul e raeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârakum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bihî, unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).

(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.

kul e reeytum: De ki: ‘Gördünüz mü?

in ehazallâhu sem’akum: Allahû Tealâ işitme hassanızı ahzetseydi, alsaydı,

ve ebsârekum: Ve sizin basar hassanızı, görme hassanızı (Allahû Tealâ alsaydı),

ve hateme alâ kulûbikum: Kalpleriniz üzerine mühür koysaydı, kalplerinizi mühürleseydi,

men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî): Allah'tan başka hangi ilâh onları geri getirir?

unzur: Bak, nazar et.

keyfe: Nasıl,  

nusarrifu: Açıklıyoruz

el âyâti: Âyetlerimizi. (“Nasıl açıklıyoruz âyetlerimizi?”)

summe hum yasdifûn (yasdifûne): Sonra onlar yüz çeviriyorlar.

 

Öyleyse burada birinci faktör; hicab-ı mesturenin alınması, Allah’ın irşad makamıyla kavga edenlerin gözlerinin üzerine koyduğu hicab-ı mesturenin alınması.

Görme özelliğinin alınması, kalplerin mühürlenmesi…

Basar hassasının üzerindeki gışavetin alınması: Gene aynı âyet-i kerimede En’âm-46’da Allahû Tealâ:

“Allah sizin görme özelliğinizi alsa (önce “sem’akum” sonra da “ebsârekum”) basar hassanızı alsa, görme hassanızı alsa, görme özelliğinizi alsa…”

O zaman basar hassasının üzerine gışavet adlı engeli koyuyor Allahû Tealâ. Kalpleri mühürlüyor. İşitme hassasını ahzediyor.

İsrâ-45, 46’daki vakra, ekinnet ve hicab-ı mesturenin herbirinin birer birer alınması, bunların ayrı ayrı bir hüviyet taşımasını ifade eder.

İnsanlık için söz konusu olan; eğer o insanlar işitmiş olsalardı, idrak etmiş olsalardı, irşad makamının sahibini gerçek anlamda irşad makamı olarak kabul etmiş olsalardı, o zaman zaten bunları kabul ettikleri cihetle, hiçbir engel konmayacaktı. Bu engeller sadece kabul etmeyenler için geçerlidir.

İki tür engelden bir tanesi; sadece kabul etmeyenler için geçerlidir. Allahû Tealâ onların görme, işitme, idrak etme hassalarını mühürlüyor. Bunlar, hassadır. Görme hassası, işitme hassası ve idrak etme hassası…

İnsanlar için söz konusu olan, tebliğler ve arkasından gelen muhteva.

Allahû Tealâ,  İsrâ Suresinin 45. ve 46. âyetlerinde bu ifadeyi kullanıyor:

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

“Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin zaman, seninle ahirete yani ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe inanmayanlar arasına hicab-ı mesture koyarız.” diyor Allahû Tealâ. “Onların gözlerinin üzerine ve kulaklarının üzerine engeller koyarız.” diyor Allahû Tealâ. “Gözleri üzerine hicab-ı mesture isimli bir perde çekeriz. Kulaklarına da vakra koyarız.” diyor.
(Burada olay açık bir şekilde dile getiriliyor.)
“Ve onlar nefretle arkalarını dönerler.” diyor Allahû Tealâ.

Her bir uzvun alınması, ayrı bir konu olarak, 7 tane faktör oluşturacak:

1- Gözlerdeki hicab-ı mesturenin alınması.

2- Görme hassasının üzerindeki gışavetin alınması.

3- Kulaklarındaki vakranın alınması.

 

Allahû Tealâ’nın buradaki dizaynı, ayrı ayrı davranış biçimlerine bağlı. Bu İsrâ-45 ve 46’daki muhteva uzuvlarla alâkalı. Kalp bir uzuv, kulaklar bir uzuv, gözler bir uzuv. Kalplerinin üzerine ekinnet, kulakların üzerine vakra ve hicab-ı mesture...

İsrâ-45’te hicab-ı mestureden bahsediyor Allahû Tealâ. (Gözlerine konulan perde.)
İsrâ-46’da kalpler üzerine ekinnet ve kulaklarının üzerine vakra konulmasından bahsediyor.

3 tane ayrı unsur, herbirisi açık bir şekilde itirazlı bir dizaynda, bir kavganın oluştuğu bir ortamda, Allahû Tealâ onların uzuvlarına engeller koyuyor.

Öbür taraftan Bakara Suresinin 6. ve 7. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

innellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum: Sen onları uyarsan da uyarmasan da onlar için eşittir, onlar muhakkak ki kâfirlerdir.

lâ yu’minûn(yu’minûne): Îmân etmezler.

 

Öyleyse bunlar uyarılmaya karşı sessiz kalanlar. İtiraz etmiyorlar. Kavga da etmiyorlar. Ama hiçbir tesir de almıyorlar.

Allahû Tealâ devam ediyor:

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.

hatemallâhu alâ kulûbihim: Onların idrak hassalarının üzerine mühür vurur. (diyor Allahû Tealâ, onların kalplerindeki idrak etme hassasının üzerine.)

ve alâ sem’ıhim: Onların işitme hassalarının üzerine.

ve alâ ebsârihim: Basar etme, görme hassalarının üzerine (engeller koyduğunu söylüyor).

 

Kalpleri üzerine (yani idrak etme hassalarının üzerine) “hatem” yani “mühür.”  Hitam bulmak; sona ermek, mühürlenmek demek. Onların kalplerindeki idrak hassasının üzerine Allahû Tealâ mühür vuruyor. Onların işitme hassasının üzerine mühür vuruyor. Hem idrak etme hem işitme hassasının üzerine mühür... Ama görme hassasının, basar etme hassasının üzerine gışavet adlı bir perde çekiyor. Görme hassasının üzerine perde, işitme ve idrak hassalarının üzerine mühür vuruyor Allahû Tealâ.

Öyleyse bu insanların hatası ne? Hatası, sadece tebliği kabul etmemeleri. Bunların da kaldırılması söz konusu, eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilerse. En’âm Suresinin 46. âyet-i kerimesine göre, hassaların üzerindeki engellerin kaldırılması söz konusu:

6/EN'ÂM-46: Kul e raeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârakum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bihî, unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).

(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.

Câsiye-23’te Allahû Tealâ diyor ki:

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

“Hevalarını, nefslerini kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (Habibim)? Allah onları bir ilim üzere dalâlette bırakır. Onların kalplerindeki sem’î (işitme) hassasını ve kalplerini mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet isimli bir perde çeker. Öyleyse, artık Allah’tan sonra bu kişiyi kim hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?”

Öyleyse burada, bir mühürlenme olayı var. Ve böyle bir noktadan sonra gene En’âm Suresinin 46. âyet-i kerimesi, mührün açılmasını da ifade ediyor.
“Sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size geri getirir?”
Bu işi yapan sadece Allah.
Ve kalpteki ekinnetin alınması söz konusu. Allahû Tealâ’nın kalbe koyduğu engel; ekinnet engeli ve bu engelin de alınması, yok edilmesi söz konusu. Gene En’âm-46’da bu husus yer almış.

Ekinnetin yerine ihbatın konulması söz konusu oluyor. Allahû Tealâ Hûd-23’te buyuruyor ki:

11/HÛD-23: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul cenneti, hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Muhakkak ki; âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenler), ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Rab’lerine huşû duyanlar (kalplerine ihbat konulanlar, razı ve itaatkâr olanlar), işte onlar, cennet ehlidir. Onlar, orada ebedî kalanlardır.

“innellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn.”

innellezîne âmenû Muhakkak ki; âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenler), ve amilûs sâlihâti: Islâh edici amel (nefs tezkiyesi) yapanlar,

ve ahbetû ilâ rabbihim:  Rab'lerine huşû duyanlar (yani kalplerine ihbat konulanlar),

ulâike ashâbul cenneh(cenneti):  İşte onlar, cennet ehlidir.

hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne):  Onlar, orada ebedî kalanlardır.

 

Allahû Tealâ Hacc-54’te diyor ki:

22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtûl ilme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.

“ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin): Ve kendilerine ilim verilenlerin onun (yani irşad makamının, Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri ve onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (yani kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.”

Öyleyse Hûd-23’te ve Hacc-54’te Allahû Tealâ’nın koyduğu ekinnet isimli engelin yani kalpteki idrak etmeyi engelleyen sistemin, oradan alınması ve kalplerinin tekrar idrak etmesini sağlaması, onu idrak etmesi olarak geçiyor.

“fe tuhbite lehu kulûbuhum: Kalplerinin onu ihbat etmesi için, idrak etmesi için.”

 

Ki, onlar âmenû olanlar yani Allah’a ulaşmayı dileyenler.

Öyleyse dilemeyen bir kişi, dilediği zaman engellerin hepsi ortadan kalkıyor.

Öyleyse kişisel standartlarda bir insanın, Allahû Tealâ’nın tebliğine bakış açısı önemli.

Allahû Tealâ bu tebliği dikkate almayanların sadece hassalarına engel koyuyor. Tebliğ edilmiş, ilgisiz kalmış; onun görme hassası olan basar hassasının üzerine Allahû Tealâ engel koyuyor. Onun işitme hassası olan, sem’î hassasının üzerine engel koyuyor. Onun idrak hassasının üzerine Allahû Tealâ engel koyuyor.

Kalp iki anlamda kullanmış iki âyet-i kerimede: Birinde kalp; “uzuv”, ikincide gene kalp ama “idrak etme hassası”.

Bir problem olmadan sadece kabul etmeyenler için, sadece hassalarına engel koyuluyor. Görme, işitme ve idrak etme hassaları engelleniyor.

Ama eğer niza edilirse, irşad makamıyla kavga edilirse, arkasını dönerek nefretle oradan uzaklaşılırsa, o zaman Allahû Tealâ gözlerine, kulaklarına ve kalbine engel koyuyor. Bu sefer uzuvlar söz konusu.

Öyleyse kişinin suç muhtevasına göre, Allah’ın koyduğu sistemler değişiyor:

* Ya o kişi sessiz kalır; o zaman sadece hassalarına engel koyar Allahû Tealâ,

* Ya da kişi hem kabul etmez hem de karşı çıkar, belki de kavgaya varan bir sonuç oluşur; o zaman onun uzuvlarına Allahû Tealâ engeller koyuyor.

 

Peki, sonra o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, aklı başına gelirse? Allahû Tealâ ister hassalarına ister uzuvlarına koysun,  engelleri, tümünü kaldırıyor.

İşte burada ayrı ayrı engeller:

* Sem’î, basar ve kalp; işitme, görme ve idrak etme hassası…

* Hicab-ı mesture, vakra ve ekinnet… Gözler üzerine hicab-ı mesture, kulaklar üzerine vakra ve kalbin üzerine ekinnet.

 

Üç ayrı isim… Uzuvlar üzerine ayrı isimleri kullanıyor, hassalar üzerine ayrı isimler kullanıyor. Ne var ki, bir yerde sonuç değişmiyor. O sonuca bakıyoruz:

Kalbin idrak etme hassası için de Kur’ân-ı Kerim “kalp” kelimesini kullanıyor. Kalbin kendisi için de idrak etme merkezi olan bizatihi kalbin kendisi için de gene “kalp” kelimesini kullanıyor.  

 

İşte Allahû Tealâ’nın 7 tane furkanı bu standartlarda gerçekleşiyor.
 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikte olduk.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.


El Fâtiha meassalâvât…

Es selâmu aleykûm ve rahmetullahi ve berekâtuhû!

                                                                                    

                                                                                      İmam İskender Ali  M İ H R