SOHBETİN ADI: GÖNÜL SOHBETİ
TARİHİ: 11.08.2007
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; sizlerle birlikteyiz. Sizler bizim için çok kıymetlisiniz. Sizlere hitap ettikçe o iç huzurunu yaşıyoruz, mutluluğu yaşıyoruz, sizlerle birlikte olmanın mutluluğu.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Yüce Rabbimiz bizleri birlikte kıldı. Sizlerle birlikte kalp kalbe, gönül gönüle bir zaman parçasını kat edeceğiz. Küçücük bir zaman parçası ama bizleri mutluluğa taşıyacak.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Mutluluğu arayanlar bilsinler ki; mutluluk onların elindedir. Ne zaman kendinizi başkalarına adarsanız, başkaları için yaşamaya başlarsanız, onlara huzur vermek için herşeyinizle seferber olursanız, o zaman mutluluğu her açıdan yaşamak imkânının sahibi olacaksınız. Sevgili kardeşlerim! Herkesin herkese ihtiyacı vardır. Hiç kimse herşeyi kendisi öğretemez, herkes birbirine muhtaçtır. Öyleyse, birbirine muhtaç olan insanların asıl muhtaç oldukları Allah’tır. Allah’la iyi ilişkiler kurmaksa, başka insanlara kendini adamakla en üst mertebeye ulaşır.
İşte öyle bir gün gelir ki; başkaları için yaşayan, hayatını kendinin dışındaki bütün insanlara adamış olan bir insan olmak hüviyetine ulaşırsınız. İşte mutluluk oradadır. Bu ulaşılamaz gibi zannedilen, erişilemez zannedilen mutluluk oradadır. Karşılıksız vermek, karşılıksız sevmek… İnsanlar vardır, sizi severler, siz de onları seversiniz. İnsanlar vardır, sizi sevmezler, siz de onları sevmezseniz o zaman Allah'ın size emrettiğini yerine getirmemiş olursunuz.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) ve sahâbesi insanları sevdiler. Sahâbeden sonra tâbiîn, tâbiînden sonra tebe-i tâbiîn insanları sevdiler. Birbirlerini sevdiler. Nefslerindeki bütün afetleri yok ettikleri zaman gördüler ki; ufukları kapatan karanlıklar hep nefslerinin afetleriymiş. Dünyadaki en büyük sevgi seli onlar tarafından vücuda getirildi. Birbirlerini en çok sevenler oldular. Sevgi deyince; hep Allah'ın bize yazdırdığı o cümleyi hatırlayın. Sevgili kardeşlerim, o cümleyi herhangi bir insanın kurması bize mümkün görünmüyor. Biz mi? Bizim de kurmamız mümkün değil. Şöyle diyor Allahû Tealâ: “En çok seni seveniz. Seni en çok seveniz!” Lütfen dikkat edin sözüme! “En çok seni severiz. Seni en çok severiz.” değil. “En çok seni seveniz.” N harfiyle. R harfiyle, rızadaki ‘r’ harfiyle değil, nusretteki ‘n’ harfiyle. ‘Seveniz.’ “En çok seni seveniz. Seni en çok seveniz!”
İşte Risalet Nurları’nda Allahû Tealâ bunu yazdırdı bize. Baştan mânâsına varamadık. Sorumuz üzerine: “Hayır ‘r’ ile değil, ‘n’ ile. Doğrudur yazdığın.” dendi. Sonra mânâsını izah etti Allahû Tealâ. Eğer Allahû Tealâ bize “En çok seni severiz. Seni en çok severiz.” deseydi ne olurdu? İkisi de aynı şey olurdu. En çok seni severiz; Bizim sevdiklerimiz var ama onların arasında en çok seni severiz. Seni en çok severiz; gene Bizim sevdiklerimiz var ama onların arasında en çok seni severiz. Ama sevgili kardeşlerim, “En çok seni seveniz.” ile “Seni en çok seveniz.” arasında büyük farklılık var. En çok seni seveniz; Biz pek çok insanı severiz ama onların arasında, o sevdiklerimizin arasında en çok seni severiz. Allahû Tealâ “Seni en çok seveniz.” dediğimiz zamansa; “seni sevenler çoktur ama o sevenlerin arasında, en çok seni Biz severiz.” demek.
• Birinde Allah'ın sevdikleri, o sevdiklerinin arasında en çok sevilmemiz.
• İkincisinde de bizi sevenlerin çokluğu ama sevenler arasında en çok Allahû Tealâ tarafından sevilmemiz söz konusu.
Öyleyse, bir tek r harfinin, n harfine dönüşmesi, ra’nın nun’a dönüşmesi. Ne çıkıyor ortaya? Ayrı ayrı iki cepheden bir mânâ değişikliği.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bize sonsuz ve kesintisiz bir mutluluk nasip etti Yüce Rabbimiz. Katında kendimizi lâyık göremediğiniz bir makama oturttu bizi. Huzur namazının imamı kıldı. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ adım adım dünyamızı sevgiyle ördü. Bugün, sevmediğimiz nefret ettiğimiz insanlar mevcut değil. En çok sevdiğimizden en az sevdiğimize kadar bir sevdiklerimizin topluluğu oluştu. Hiç kimse bunun dışında değil.
İnsanlar vardır, büyük suçlar işlemişlerdir. Ama bu, onlarla Allah arasında bir ilişki. Allahû Tealâ onları sever, sevmez Allahû Tealâ’nın bileceği şey ama biz, o en çok suç işleyenleri de onları da sevmemiz sebebiyle çok acırız. “Keşke olmasaydı. Keşke bu büyük hataları işlemeselerdi. Allah inşaallah onları af buyurur.” Deriz. İçimizden bu geçer. Ama sevgili kardeşlerim, insanların hayat filmi var. Her an hayatınızın her saniyesi, filme çekiliyor. 3 boyutlu bir film. Ne yaparsanız, her saniye kazandığınız derecat ve kaybettiğiniz derecat amel defterinize kaydolunuyor. Amel defteri dediğiniz şey; bir defter değil, bir kitap değil. O, hayat filminiz. 3 boyutlu olarak çekiliyor. Üstelik hem düşünceleriniz var, neyi tasarlayıp ne yaptığınızın ispatı olarak. İki grup melek, kiramen katibîn melekleri.
1. grup; Sizin aksiyonlarınızı, davranış biçimlerinizi, neler yaptıysanız fiillerinizi ef’alinizi filme alıyor, 3 boyutlu olarak.
2. grup; Düşüncelerinizi filme alıyor, ne tasarladınız onun filmi.
Öyleyse tasarladıklarınızla yaptıklarınız arasında bir illiyet rabıtası var. İnsan neyi tasarlarsa onu yapmaya çalışır. Yapabilir veya yapamaz ama tasarladığı şey önemlidir. Çünkü taammüd bununla ölçülür. Bir konuda birisine kötülük yapmak isteyen birinin, hangi ölçüde bunu istediği, nasıl planladığı, onun düşünce sistemindeki 3 boyutlu filmde belli olur.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Eğer mutlu olmak isterseniz, o zaman başkalarına kalbinizden hep güzel bir bakış açısıyla bakmayı Allahû Tealâ sizlere nasip etsin. İnsanların hatalarını, yaptıkları yanlışları görmezlikten gelseniz ne olur sevgili kardeşlerim? Ne kaybedersiniz ki? Eğer mutlu olmak istiyorsanız, o zaman insanların güzel taraflarını görerek bunu başarabilirsiniz. Sevgili kardeşlerim! Öyle bir davranış biçimleri dizisinin sahibi olun ki; size sizinle kavga etmek için gelen kişi, geriye dönerken arkasında çok güzel bir hatırayla dönsün, sizi idrak etsin. Sizin Allah'ın dostu olduğunuzu ona ispat etmeniz, nefsinizin afetlerini yok etmenize bağlı. Nefsinizin afetleri yok olursa öfke, kin, kıskançlık, düşmanlık, haset, gayz… Bu negatif faktörlerin hepsi, nefsinizin daimî zikirle bütün afetler olarak yok olmasını sağlar.
Daimî zikrin ötesi insanın huzurudur, mutluluğudur. Daimî zikir, bir gün tesbihe dönüşecektir. İradenizi de Allah’a teslim ettiğiniz zaman o zaman irşad makamına tayin olacaksınız. “İrşada memur ve mezun kılındın!” cümlesiyle Allahû Teala sizi irşad makamına tayin edecek. O zaman, o noktadayken insanları ne kadar çok sevdiğinizi hissedeceksiniz. İnsanlar başkalarına kötü davrandıkları zaman onlara sadece acıyacaksınız. Neler kaybettiklerini fark edemedikleri için.
Sevgili kardeşlerim, hiç unutmayın! Hayatınızın her saniyesi filme alınır. Kaybettiğiniz ve kazandığınız dereceler her saniye kayda geçer. Öyleyse neden kaybedenlerden olacaksınız? Neden günahları sevaplarından fazla olup cehenneme gidecek olan insanlardan olacaksınız?
Sevgili kardeşlerim! Eğer sevmeyi öğrenirseniz, o zaman kıyamazsınız insanlara, onlara kötülük yapamazsınız. Unutmayın ki; bizler Osmanlıyız! Ceddiniz şu dünyada bütün dünyaya en üstün örnek olan bir 600 yıl yaşadılar. 600 yıl boyunca hep tasavvufu yaşadılar. Tasavvufu yaşamak Kur’ân’ı yaşamaktır. Kur’ân, tasavvufu hayata geçiren muhtevayı taşır.
Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman Kur’ân-ı Kerim’de 7 safha ve 4 tane de teslim görürüz. Bunların hepsinin farz olduğunu unutmayın! Eğer farzsa, yaşamak mecburiyetinde değil misiniz sevgili kardeşlerim? Yaşadıkça daha üst boyutlarda, daha üst zikir seviyelerinde mutluluğunuzun adım adım yükseldiğini, yükseldiğini, yükseldiğini göreceksiniz. En sonda daimî zikre ulaşacaksınız. O zaman nefsinizin kalbinde hiç afet kalmayacak. Afet yoksa kin yok, düşmanlık yok. Herkes dostunuz olacak. Size ve çevrenizdekilere zarar vermek isteyenlere sadece acıyacaksınız ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediğini söyleyeceksiniz: “Yarabbi, onları bağışla çünkü onlar bilmiyorlardı.”
İşte sevgili kardeşlerim, insanlar hem nefs sahibidir hem de ruh sahibi. Allahû Tealâ ruh adı verilen emanetini, hasletlerle doldurup sadece hasletleri oluşturan bir dizaynda insana vermiştir, dengeyi sağlasın diye. Neden? Çünkü aynı kişinin nefsi var. Nefsinde sadece afetler var. %100 afetle dolu bir nefs kalbi, %100 hasletlerle dolu bir ruh kalbi. Denge tamam. Hani ne diyordu Allahû Tealâ: “Biz herşeyi zıttıyla kaim kılarak çift yarattık.”
51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.
Sıfır noktası, sıfır noktasından şu kadar aşağıda bir çizgi, sıfır noktasıyla aynı miktarda yukarda ikinci bir çizgi. Daima karşıtıyla herşey dengede. Ne kadar elektron varsa o kadar karşıt elektron var. Ne kadar nötrino varsa o kadar anti nötrino var. Herşey zıttıyla kaim kılınarak çift yaratılmış. Böyle bir denge içersinde, insanları düşünün! Neden mutsuz insanlar? Başka birisi ona bir kötülükte bulununca intikam almaya çalışıyor, intikam alamadığı sürece huzursuz. İntikamını alsa, o kişiye bir kötülükte bulunduğu için kalbi yeniden sızlayacak, gene huzursuz.
Sevgili kardeşlerim! Biz böyle bir toplum değildik. Bu dünyadaki en yüce soy, sizlerin soyunuz; Osmanlılar. Neden Osmanlı’ya hayranız? Çünkü Osmanlı’da yükselme devresi boyunca en üstteki sınıf tasavvuftandı, orta sınıf tasavvuftandı, esnaf ve zanaatkâr tasavvuftandı, asker tasavvuftandı. Herkes tasavvuftandı. Mahalledeki herkes birbirini çok yakından tanırdı. O mahallenin imamı, aynı zamanda o mahallenin muhtarıydı. Herkesle ayrı ayrı yakınlığı söz konusuydu. Herkesi tanırdı, herkesle en iyi ilişkiler içindeydi ve saygı görürdü. Herkesin birbirine sevgi duyduğu, hayranlık duyduğu, zayıfları koruduğu bir güzel statü hâkimdi.
Sevgili kardeşlerim! Ceddiniz Osmanlılar, 600 yıl şu dünyadaki örnek insanlar olmayı başardılar. Toplumun bütün kesimleri, belki ayrı ayrı tarikatların ama hepsi tarikatların o insanları sonsuz huzura ulaştıran mutluluğu içinde yaşadılar. Üst kademelikler, Mevlevî idi. Asker Bektaşî idi. Arada da diğer tarikatlar yer alırdı. Herbirinin bol taraftarı vardı. İnsanlar dostluğu öğrendiler tarikatlarda, sevmeyi öğrendiler, birbirlerine yardım etmeyi öğrendiler. Hercümerç içinde insanların büyük haksızlıklara maruz kaldığı koskoca Avrupa’da ortaçağda Osmanlı, bir insanlık numunesiydi.
Sevgili kardeşlerim! Konumuz mutluluktu. Mutluluğun bir tane yolu var; sevmek! Seveceksiniz, onlar sizi sevmese de siz, sizi sevmeyenleri de seveceksiniz. Sevmeyi öğrendiğiniz zaman bunun hiç de zor olmadığını göreceksiniz. O zaman bütün insanlar sizin dostunuz olacak. Herkes sizi sevecek. Herkes tarafından sevileceksiniz. Herkese yardım etmek için çırpınacaksınız. Çünkü siz o zaman başkaları için yaşayan bir insan olursunuz. İşte Allah’ın bütün insanlara hedef gösterdiği son hedef; bu odur. Başkaları için yaşamak!
İşte mutluluğun doruğuna orada çıkılır. O zaman Allahû Tealâ sizi başkalarından daha çok sever çünkü siz, Allah’ın size öğretisinin o üst noktasına ulaştınız. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim ettiniz. O zaman siz de başkaları için yaşayan bir insan olursunuz. Nefsinizin sadece afetlerinin kalmamasından değil, daha ötelere geçtiğiniz için; 7 kat yerleri, 7 kat gökleri gördüğünüz için, 7 kat cehennemi 7 kat cenneti gördüğünüz için, Allah’ın cemalini gördüğünüz için… Allah’ın Zat’ıyla birlikte sırlar âlemi sona erer.
Sevgili kardeşlerim, daha büyük bir mutluluk olur mu? Allahû Tealâ’nın cemalini, -hayır, bu gözlerle değil- şuradaki gözünüzle, kalp gözlerinizle görürsünüz. Yunus:
“Dostu gördü gönül
Gel dosta gidelim gönül.” diyor başlangıçta. Sonunda da:
“Dostu gördü.” diyor. Yani iradesini de Allah’a teslim ettiği kesinleşiyor Yunus’un.
Sevgili kardeşlerim! Herşey o kadar güzel ki! Öylesine güzel bir hayat vermiş ki Allahû Tealâ, nefsiyle ruhuyla dengede bir insan vücuda getirmiş. Ama o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse farklı bir dizaynı hemen Allahû Tealâ vücuda getiriyor. O kişinin nefsinin kalbinin yarısını nurlarla doldurunca o kişinin ruhunu alıyor, Allahû Tealâ Kendisine. O kişinin ruhunu demekle, herkes öyle söyler onun için biz de öyle söyledik ama aslında doğru değil. Allah'ın ruhunu Allah’a iade ediyor. Ruh var bütün insanlarda nefs var, fizik vücut var; bir üçlüyle yaratılmış insanoğlu.
Sevgili kardeşlerim! Ruhunuz sizin ruhunuz değildir, Allah’ın ruhudur. Allahû Tealâ Secde Suresinde şöyle buyuruyor:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
“Ve nefeha fîhi min rûhihî: Ona, onun insanın içine ruhumdan üfürdüm.” diyor Allahû Tealâ. Sevgili kardeşlerim, Allah ruhundan üfürüyor. Allah’ın ruhu. İşte o ruh hepinizde var ya da bir kısmınızda vardı. Çünkü siz, o bir kısmı ruhunu Allah’a gönderdiği için ruhsuz.
Sevgili kardeşlerim! O mutlu olmayanlara yaklaşmalısınız. Onların da mutlu olmasını sağlamalısınız. Onlar bilmiyorlar. Bu söylediklerimin hiçbirinden haberleri yok. İçinde yaşadıkları dünyada nefret var, kin var, düşmanlık var, haset var, isyan var Allah’a. Neden öyle diyoruz? Allah ile bir sevgi bağı kurmak istikametinde gayreti olmayan toplumun büyük kısmı. Osmanlı’dan bu tarafa neler kaybetmişiz, görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Onun için sizlere gece gündüz onu söylüyoruz. “Seviniz. Atalarınız gibi olun. Osmanlı gibi olun.” diyoruz. Osmanlı ne yaptı? Onlara ne söylendi? “Sahâbe gibi olun.” dendi. Biz sizlere: “Hem sahâbe gibi olun.” diyoruz “Hem Osmanlı gibi olun.” diyoruz. İkisi de aynı kapıya çıkıyor. Çünkü sahâbe de ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmişler. Osmanlı’da da toplumun büyük kısmı, hatta çok büyük bir kısmı ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmiş.
Sevgili kardeşlerim! Her teslim sizi mutluluğa biraz daha götürür. Ruhunuzu Allah’a teslim mi ettiniz? Mutluluğunuz %50’dir. Fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiniz, %80’i aştı mutluluğunuz. Nefsinizi teslim ettiniz, %100 oldu. Ondan sonra iradenizi teslim ettiniz. %100’ün üstüne çok daha güzel bir şeyler ilâve ettiniz. Rakamsal değer değişmedi ama sizin mutluluğunuz arttı. İnsanları daha çok sevdiniz. Daha çok insanın mutluluğu için kendinizi seferber ettiniz. Başkaları için yaşamayı öğrendiniz. O zaman sevgili kardeşlerim, siz de aynı suali soracaksınız kendinize: “Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?” Neden? Çünkü o zaman siz etrafınızdaki herkesi mutlu etmeye çalışan, özel bir hüviyetin sahibi olacaksınız. Bunu yaptığınız zaman hayatınızın her saniyesi dolu geçecek. Her saniye siz insanları sevmek konusunda yarışta olacaksınız.
Herkesin bir açıdan sevilmesi, mutlaka imkân dâhilindedir. İnsanlar ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, bir taraflarında onları sevebileceğiniz bir zemin bulabilirsiniz. Peki, bu Allahû Tealâ tarafından zorlandığınız bir husus mu? Hayır, Allahû Tealâ zorlamaz. Allahû Tealâ emreder, kanunlarını koyar. İnsanlar ya akıllarını başlarına toplarlar, itaat ederler ve böylece Allah’a ulaşmayı dilerler. Allah onları mürşidine ulaştırır, ruhlarını Allah’a teslim ederler, dünya mutluluğunun yarısına kavuşurlar. İsterlerse bir ömür boyu bunu devam ettirebilirler. İşte o zikir seviyesi 33 bin ise 40 bin ise her ne kadarsa o seviyeye ulaştılar mı? Ruhlarını Allah’a teslim ettiler mi? O noktada, ruhun Allah’a teslim olduğu noktada o kişi dünya mutluluğunun yarısına ulaşmıştır. Öyleyse? Dünya saadetinin yarısı. Peki cennetler?
• Allah’a ulaşmayı dilediği zaman, 1. kat cennet.
• 14. basamakta mürşidine ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirdiği zaman, 2. kat cennet.
• 21. basamakta ruhunu Allah’a ulaştırıp teslim ettiği zaman, emaneti o emanetin sahibine tevdî ettiği zaman, teslim ettiği zaman…
Allahû Tealâ ne diyor? “Allah emanetleri, o emanetlerin (sahiplerine değil), sahibine tevdi etmenizi, iade etmenizi, vermenizi, teslim etmenizi emreder.” diyor.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
“İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ.”
İnnallâhe: Muhakkak ki Allah, şüphesiz ki Allah,
ye’murukum: sizlere emreder,
en tueddûl: tevdi etmeyi, teslim etmeyi
el emânâti: emanetleri
ilâ: onlara
ehlihâ: onun ehline.
ilâ: Arkadaki, sonradaki. “e” eki. Ahmet’e Mehmet’e derken. Allahû Tealâ ‘ya’ kelimesini kullanıyor. “Allah emanetleri, o emanetlerin sahibine ehline tevdi etmenizi, vermenizi, iade etmenizi emreder.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, sizleri o kadar çok seviyoruz ki; buradan sizlere hitap ederken öylesine içimiz sevgiyle doluyor ki! Hiç karşınızdan ayrılmak istemiyoruz. Keşke günün 24 saatinde sizlerle beraber olabilsek. Ama o kadar çok işimiz var ki, sevgili kardeşlerim…
Sizler için yaşıyor, insanları cehennemden kurtarmak için. Allahû Tealâ bizim hayatımızı ona vakfettirdi. Biz O’nun dünya üzerindeki telefonuyuz. O’nun sesiyiz. Onun için herkesi severiz ve bu sevgi, bir hayat boyunca bizi hep Allahû Tealâ bize bunu öğrettiğinden beri nasıl kapladıysa, nasıl tepeden tırnağa kuşatmışsa, her tarafımızı Allahû Tealâ sevgiyle doldurmuşsa, bu sevgi bir ömür boyu devam edecek. Nereden biliyoruz? Çünkü ipin ucu bizde değil, O’nda sahibimizde. Nefsimizdeki bütün afetleri aldı. Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in elini öpmeyi nasip kıldı bize.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Herşey öylesine güzel ki! Biz O’na âşık değiliz, O’na hayranız. Aşkların çok daha ötesinde bir olay, hayran olmak. Biz O’na hayranız. Biz Allah’a hayranız.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir gönül sohbeti daha burada sona eriyor. Hepinizi öylesine çok seviyoruz ki! Aslında huzurlarınızdan ayrılmak istemiyoruz ama süremiz doldu ve sizi çok ama çok sevdiğimizi bir defa daha belirterek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırması dualarımızla, huzurlarınızdan ayrılıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R