}
Fizik Vücut ve Nefsin Allah'a Teslimi (Ramazan Sohbetleri) 16.09.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111543


SOHBETİN ADI: FİZİK VÜCUDUN ALLAH’A TESLİMİ

TARİH: 16.09.2007


Esselâmû aleykum ve rahmetullâh ve berekâtuhu.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde Yüce Rabbimiz bizleri birlikte kıldı. Ramazan sohbetlerinin dördüncüsündeyiz: Fizik vücudun ve nefsin Allah'a teslimi.  Dün akşamki sohbetimizde ruhun Allah'a teslimine kadar olan bölümü anlatmıştık;
Allah'a ulaşmayı dilemekten ruhun Allah’a teslimi. Ruhun tesliminden sonraki fizik vücudun ve nefsin teslimi ve iradenin teslimi de bu standartlar içerisinde.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a ulaşmayı dilemekle başlayan bir manevî hayatımız var. Bir insan Allah'a mülâki olmayı dilemedikçe cehennemden kurtulması mümkün değildir. Dilerse bir süre sonra Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştırır. Mürşidine ulaşınca vücudundan ayrılan ruhu, neticede mutlaka Allah'a ulaşır. O kişinin 7-8 aylık bir ömrü varsa bu konu mutlaka gerçekleşir. Fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi ve neticede iradenin teslimi bundan sonraki kademeleri ifade eder.

 

Fizik vücudun teslimi bir dik yokuştur. Ruhun teslimi Allahû Tealâ’nın bütün insanlara verdiği bir ni’mettir; sunduğu bir ni’mettir. Ama insanların pek azı bu ni’metten faydalanmak için harekete geçerler. Aslında sevgili kardeşlerim, sadece bir tek dilekle -Allah'a ulaşmayı dilemekle- Allah bütün insanların ruhlarını Kendisine ulaştırmayı garanti eder ve de mutlaka ulaştırır. Eğer o kişi Allah'a ulaşmayı diledikten sonra Allah'a ulaşamadan ölmüşse; Allah'a ulaşmayı dileyip hemen arkasından ölmüşse 1. kat cennetin sahibidir. Mürşidine tâbî olup da ondan sonra ölmüşse 2. kat cennetin sahibidir. Ruhu Allah'a ulaştıktan sonra ölmüşse 3. kat cennetin sahibidir. Allahû Tealâ bir insanı sadece bir dileğiyle 3. kat cennetin sahibi kılar. O kişinin özel gayret sarf etmesi gerekmez. Allah o kişiye namazı, orucu, zikri, Allah'ın bütün güzelliklerini sevdirir. Zevkle kişi ibadetlerini yapar. Mutlaka ruhunu Allah'a ulaştırır.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerde Allahû Tealâ her şeyin en güzelinin insanlara verilmesini hedef ittihaz etmiştir. Ve biz insanlar ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah'a teslim etmekle vazifeli kılınmışız.

 

Biliyorsunuz ki nebîler sadece insanlardan, insanlar arasından Allahû Tealâ tarafından seçilir. Resûller cinlerde de vardır, insanlarda da vardır ama nebîler sadece insanların muhtevasındadır; peygamberler.

 

Biz insanlar Allah'a ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi teslim etmekle mükellefiz. Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin ruhunu Allah mutlaka Kendisine ulaştırır. Bundan sonra ne olur? Bundan sonra kişi zikrini arttırmak ama çok arttırmak mecburiyetindedir. O noktada kişi 33 bin zikirle 47 bin zikir arasında hızlı zikir veya yavaş zikir yapmasına göre bir zikir sayısıyla ruhunu Allah'a ulaştırmıştır; 3. kat cennetin de sahibi olmuştur. Bundan sonrası dik yokuştur diyoruz. Neden dik yokuştur? Çünkü bu ibadetini (zikir ibadetini) 3 saatte, bilemediniz 4 saatte bitirebilen bir insan günde 18 saat zikir yapmak mecburiyetine ulaşacaktır. Bu mecburiyette kalacaktır. Ve de bu, dünyadaki en zor işlerden birisidir. Ondan sonrası zor değil; ondan sonra daimî zikre ulaşmak zor değil. 18 saatlik bir zikri gerçekleştirebilen kişi, bundan sonra daimî zikre ulaşacaktır. Ama ruhun tesliminden fizik vücudun teslimine kadar geçecek olan safhadaki zikrin günde 3-4 saatten; 5-6 saatten 18 saate çıkması gerçekten güç bir olaydır.

Bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’nun sahâbesi, hepsi fizik vücutlarını Allah'a teslim ettiler. Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

 

“O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve Bana tâbî olanlar, Biz hepimiz vechimizi Allah'a teslim ettik.”

 

Bütün sahâbe gerçekleştirmişler fizik vücut teslimini. Bu fizik vücut teslimine çok güç şartlar altında ulaşılmasının ikinci bir sebebi daha var. Ruhumuzu Allah'a ulaştırırken biliyoruz ki Allah ruhumuzu Kendisine ulaştırdı. Ve bu süreç içerisinde şeytanın bir insanın nefsine ulaşması ve o nefsi kontrolü altına almasını Allahû Tealâ engelliyor. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes, ruhunu Allah'a ulaştırana kadar Allah'ın muhafazası altındadır; korunması altındadır. Şeytanın müdahalesi kesin şekilde engellenmiştir. Ama bu işlem tamamlandıktan sonra yani ruhun Allah'a ulaşması tamamlandıktan sonra Allah'ın koruyucu kalkanı devre dışı kalıyor. Ve şeytan, kişiye başlangıçta -Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel- nasıl tesir ediyorsa aynı standartlarda bir tesir alanının sahibi oluyor. İşte böyle olduğu için; şeytan bir taraftan yüklendiği için diğer taraftan da zikir 3 kat, 4 kat, 5 kat arttığı için bu hedefe ulaşmak dünyadaki zor işlerden bir tanesidir. Fizik vücudun teslimi bu standartlar içinde gerçekleşir. Ve gerçekleştiği zaman o kişi muhsinlerden olur. Allahû Tealâ bu konuda diyor ki Âli İmrân Suresinin 134. âyet-i kerimesinde:

3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).

Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.



“ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi: Onlar ki bollukta da darlıkta da infâk ederler.”


“vel kâzımînel gayza:
Ve gayzlarını (öfkelerini) yutarlar.”


“vel âfîne:
Ve affederler.”


“anin nâs(nâsi).”

“Nâsı (insanları) affederler.”

“İnsanlardan affederler (yani insanları).” Türkçemizde: “İnsanları affederler.” şeklinde.

“vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne): Ve Allah, mukakkak ki muhsinleri sever.”

 

Fizik vücudunu Allah'a teslim eden kişinin adı Kur'ân-ı Kerim'de “muhsin” olarak geçer. Kim fizik vücudunu teslim etmişse o kişi muhsin olmak şerefine ermiştir.

 

Nisâ Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).

Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.



“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun.”

“O kişi ki; o kişiden dînde daha ahsen olan kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiştir.”

“ve huve muhsinun: Ve muhsinlerden olmuştur.”

“vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen):
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur.”

Hz. İbrâhîm’in hanif dîni İslâm dîni yani bütün peygamberlerin tek dîni.

“vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen): Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost (halîl) ittihaz etmiştir.”

Öyleyse fizik vücudu ahsen olan bir kişidir fizik vücudunu Allah'a teslim eden kişi. Bu o kişiyi -bu olay- ahsen kılar. Allahû Tealâ “muhsin” deyince ruhlarını Allah'a teslim ettikten sonra fizik vücutlarını da Allah'a teslim edenleri kastediyor.

 

Mâide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ başlangıçtan muhsin olanlara kadar kademeleri ayırmış, diyor ki:

5/MÂİDE-93: Leyse alâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mâttekav ve âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).

Âmenû olanlar ve salih amel yapanlar (ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi yapanlar) üzerine, takva (1. takva) sahibi olmadıkları zaman yediklerinden dolayı bir günah yoktur. Âmenû olun ve amilûssâlihat yapın! Sonra da takva sahibi olun (3. takvaya ulaşın)! Âmenû olun sonra da takva sahibi olun (4. takvaya ulaşın) ve ahsen olun! Allah muhsinleri (ahsen olanları, 4. takvaya ulaşanları) sever.

 

“leyse alâllezîne âmenû: Âmenû olanların üzerine değildir.”

“ve amilûs sâlihâti: Ve nefsi ıslâh edici amel işleyenlere.”

“cunâhun: Günah değildir.”


“fîmâ taimû izâ mâttekav.”

“Takva sahibi olmadan evvel yediklerinden dolayı bir günah yoktur." diyor Allahû Tealâ.

“ve âmenû: Ve âmenû olun.”

“ve amilûs sâlihâti: Ve nefsi ıslâh edici ameller yapın.”

“summettekav: Sonra da takva sahibi olun.” Bu 2. takva


“Âmenû olun, sonra da takva sahibi olun (3. takva). Ve ahsen olun. Allah muhsinleri (takva sahibi olanları) sever.”

 

Allah'a ulaşmayı dilemek 1. takvadır. Bu âmenû olanlar ifadesi, zaten 1. takvayı ifade ediyor. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi 1. takvanın sahibidir. O, 3. basamaktadır. Allah'a yönelmiştir yani Allah'a ulaşmayı dilemiştir. Bu kişi 14. basamakta mürşidine ulaştığı zaman 2. takvanın sahibi olur; tâbiiyet takvası. Bu kişi vücudundan ayrılan ruhunu Allah'a ulaştırdığı zaman, daha doğru bir ifadeyle Allah o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırdığı zaman 3. takvanın sahibi olur. Fizik vücudunu teslim ettiği zaman 4. takvanın sahibi olur.

Öyleyse âmenû olan kişi 1. takva sahibidir. Onlardan bahsediyor ‘âmenû olanlar’ diye. Sonra mürşidine ulaşıp tâbî olanlar 2. takvanın sahipleri. Sonra amilüssalihat yapanlar; mürşidine ulaşıp tâbî olup amilüssalihat yapanlar 3. takvanın sahipleri. Ve sonra da: “Takva sahibi olun (yani fizik vücudunuzu Allah'a teslim edin).” Sonra da: “Takva sahibi olun ve ahsen olun. Allah muhsinleri sever.” diyor.

Buradaki muhteva: Allah'a ulaşmayı dileyen 1. takvanın sahibidir. 14. basamakta bu kişi mürşidine ulaşıp tâbî olur; 2. takvanın sahibidir. Sonra ruhunu Allah'a ulaştırır; 3. takvanın sahibidir. Ve fizik vücudunu Allah'a teslim eder; 4. takvanın sahibidir. Burada Allahû Tealâ muhsin olanlardan bahsediyor.

 

Bir insanın mürşidine tâbiiyetiyle nefsinin kalbine başlangıçta %2 rahmet nurunun girmesi söz konusudur. Allahû Tealâ kişinin göğsünü yarıyor, göğsünden kalbine nur yolu açıyor. Bu göğsün yarılmasından sonra kişi zikir yaparsa Allah'ın katından gelen %2 rahmet nuru, o kişinin göğsünden kalbine ulaşır ve kalbindeki ilk nur birikimini gerçekleştirir. Bu rahmet nurları öncü kuvvet olarak girerler. Fonksiyonel değildirler. Fonksiyonel olan fazl nurlarıdır. Nefsin kalbinde %7, %7 yerleştikçe kişinin nefs tezkiyesi adı verilen olayı gerçekleştirir.

Kişi mürşidine tâbî olduğu zaman, onun kalbinde sadece %2 rahmet birikimi vardır. Tâbiiyete kadar, bu Allah'ın gönderdiği %2 rahmet nurunun dışında bir şey o kişinin kalbine giremez. Bu noktadan sonra kişi mürşidine ulaşacaktır, tâbî olacaktır. Tâbiiyetini müteakip zikir yapmaya başladığı zaman nefsinin kalbine nurlar (fazıllar) yerleşmeye başlayacaktır. Bu fazıllar %7’yi bulduğu zaman ruh, zemin kattan 1. gök katına yükselecektir diğer ruhlarla beraber. Ama o, orada kalacaktır. 2. defa %7 fazl birikiminde ruh 2. gök katına çıkacaktır. Aynı olay 3. defa gerçekleştiği zaman kişinin ruhu 3. gök katına çıkacaktır. Nefsle bunların ilişkisini karşılaştırdığımız zaman, Nefs-i Emmare’de nefsin kalbinde %7 fazl nuru vardır. Bu ilk %7 nur birikimidir (fazl birikimidir), başlangıçtaki %2 rahmet girişinden sonra. Nefs henüz hedeflere ulaşamamış durumda. Sadece ruhun 1. kata kadar çıkmasına imkân veren bir nefs temizliği söz konusu. Nefsin temizliğiyle ruhun gök katları çıkması arasında bir ilişki söz konusudur. Nefs tezkiye oldukça ruh Allah'a doğru yaptığı yolculukta yükselir, yükselir ve yükselir.

“O levvame nefse yemin ederim ki.” diyor Allahû Tealâ, “ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.”

 

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.

Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.

           

Nefs-i Levvame ikinci defa %7 nur birikimi gerçekleştiği zaman oluşur. Kişi Nefs-i Emmare’den Nefs-i Levvame’ye ulaşır. Sonra Nefs-i Mülhime gelecektir. Nefs-i Mülhime, kişinin Allah’tan ilham almaya başladığı noktadır.

Şems Suresi 8. ve 9. âyetler, Allahû Tealâ diyor ki:

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

 

“fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ, kad efleha men zekkâhâ.”

 

“O nefse takvası da fücuru da vahyedilir. Kim tezkiye olursa (nefsinin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleştirirse), o felâha erer.” diyor Allahû Tealâ.


Burası 2. gök katıdır. Sonra 3. defa nur birikiminin gerçekleştiği yeni bir nokta söz konusudur. Bu yeni noktada farklı bir hüviyet söz konusu oluyor. Allahû Tealâ kişinin nefsinin kalbinde nurlar attıkça onun kademelerini yükseltiyor. 3. defa nur birikimi Nefs-i Mülhime’yi; Allah’tan ilham almayı ifade ediyor. 4. defa nur birikimi Nefs-i Mutmainne; kişi doyuma ulaşır.

Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde şöyle söylüyor:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.

Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.

(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.

Ve cennetime gir.

 

“yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain olan nefs!”

 

Mutmain olan nefs, 4. gök katına ulaşmış olan bir ruhu ifade eder.

 

“râdıyeten mardıyyeten.”

“Allah’tan razı ol.” Nefs-i Radiye, 5. gök katını ifade eder.

Mardiyye, Allah'ın da kuldan razı olması; 6. gök katını ifade eder. Ruh Nefs-i Mardiyye’de 6. gök katına ulaşmıştır.

“irciî ilâ rabbiki.” diyor Allahû Tealâ ruha, “Rabbine geri dön.”

Ve mardiyyeden sonra yani Allah da kuldan razı olduktan sonra tezkiye kademesi gelir. Kişinin ruhu Allah'a teslim olur.


Sevgili kardeşlerim, Allah ile olan ilişkilerinizde Allah'a ruhunuzu ulaştırmanız tezkiye kademesinde gerçekleşir. Nefsinizin kalbinde %2 rahmet birikimi oluşmuştur başlangıçta. 7 defa %7 de fazl birikimi oluşmuştur. %51 nur birikimiyle ruhunuz Allah'a ulaşır. Bu ruhun teslimidir. Sonra dik yokuşu çıkacaksınız. Dik yokuşu çıkacaksınız; zikriniz günde 18 saate ulaşacak ve fizik vücudunuzu Allah'a teslim edeceksiniz. Fizik vücudun teslimi mutlaka bunu ifade eder. Nefsinizin kalbinde %80’den fazla nur birikimi tahakkuk ederse fizik vücudunuz Allah'a teslim olur. Bu 2. tesliminizdir; fizik vücudunuzun teslimi. Ama Allahû Tealâ burada bırakmıyor olayı. Nefsinizin de teslimini farz kılmış. Ve nefsimizi de Allah'a teslim etmek durumundayız. Zikrimizi giderek arttıracağız. Ve artan zikir bir gün daimî zikre ulaşacak. Fizik vücudun tesliminden sonra daimî zikre ulaşabilmek zor değildir. Önemli olan dik yokuşun aşılmasıdır. Ve Allahû Tealâ ulûl’elbab olanların daimî zikrin sahipleri olduğunu söylüyor.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

 

“li ulîl elbâb(ulîl elbâbı), yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim.” diyor.

 

“O onlar ki; ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'ı zikredenler, işte onlar ulûl’elbabtır.” diyor Allahû Tealâ.

 

Bir insan 3 halde bulunabilir; 3 halin de sahibi olan kişi daimî zikrin sahibidir. Kim bu noktaya ulaşırsa o kişi nefsini Allah'a teslim etmiştir. Ama manevî yükselme burada tamamlanmıyor. Bundan sonra kişi Allahû Tealâ tarafından Tövbe-i Nasuh’a davet edilecektir. Ve Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirecektir ve yeni bir takvanın sahibi daha olacaktır. Bu muhlisler takvasıdır, kişi muhlis olacaktır.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, ihlâs makamının sahibi olmak Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirmekle mümkündür. Tövbe-i Nasuh, geri dönülmeyen bir tövbenin sahibi olmak demektir. Bu sebeple Allahû Tealâ şeytana: “Sen, Benim muhlis kullarımı yoldan çıkartamazsın.” diyor.

15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).

“Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.”

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde her şeyin en güzelinin insanlar için vücuda getirilmiş olduğunu hiç unutmayın. Çünkü muhlis olmak da bir son değildir. Daha ötesi salâh makamının sahibi olmaktır. İşte böyle bir dizayn içerisinde salâh makamının sahibi olması kişinin, Allahû Tealâ ona Tahrim Suresinin 8. âyet-i kerimesine göre bir takım ni’metler vermesiyle tahakkuk eder.

Bir, o kişinin günahları bu noktada bir defa daha örtülür. Sonra o kişiye salâh nuru verilir.

Sonra o kişinin örtülen günahları sevaba çevrilir. Bu, salâh makamının üç kademesidir. Dördüncü kademede Allah, o kişinin iradesini teslim alır. Beşinci kademede de o kişiye “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad yetkisi verilir.

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.

 

Kişi Allah'ın izniyle, Allah'ın kendisine verdiği yetkiyle irşad makamının sahibi olur. Bedavadan hiç kimse mürşid olamaz. Mürşid olabilmek, Allah'ın bu kademelerinden geçmekle mümkündür. Sadece onlar hakiki mürşidlerdir. Ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim edenler; işte onlar salihlerin 5. kademesidir. Allahû Tealâ tarafından irşada memur ve mezun kılınırlar. Bu o kişinin ruhunu, o kişinin fizik vücudunu, o kişinin nefsini, o kişinin iradesini Allah'a teslim etmesini kesin olarak ispat eder.

Kim bu hedeflere ulaşmışsa; ihlâs makamından sonra salâh makamının 5. kademesine ulaşmışsa o kişi Allah'a iradesini de teslim etmiştir. Allah ona “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad yetkisi vermiştir. Bu yetkinin sahibi olmayan insan, Allah tarafından tayin edilen bir mürşid olamaz. Mürşid vekilleri, gerçek mürşide tâbî olup da onun tarafından el öptürmekle vazifeli kılınanlardır. Onların iradelerini de Allah'a teslim etmeleri şart değildir. Onlar vekâleten tövbe verirler. Asaleten tövbe gene Allah'ın irşad makamına getirdiği kişi tarafından gerçekleşir. Tövbeden murat zaten cereyanın alınmasıdır. Allah'ın cereyanı insanda cezbeyi oluşturan o cereyandır. Ve kişinin Allah ile olan ilişkilerinde ruhun da teslimi, fizik vücudun da teslimi, nefsin de teslimi, iradenin de teslimi üzerimize farz kılınmıştır.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem de dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimiz inşaallah burada tamamlıyoruz.

Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını diliyoruz ve huzurlarınızdan burada ayrılıyoruz inşaallah.

Esselâmu aleykum ve rahmeullâh ve berekâtuhu.

 

İmam İskender ALİ M İ H R