TARİHİ: 06.10.2007
Ramazan ayında, ramazanın 25.gününü 26.gününe bağlayan gece; bu gece Kadir Gecesi’dir. Allaha Tealâ Kadir Gecesi için, “Sen Kadir Gecesi nedir bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan daha değerlidir. Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirdik.” diyor.
Allah'ın kudreti, bir kitap olarak Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ramazan ayının 25.gününü 26.gününe bağlayan gece indirilmiştir. İnsanlar sevap kazanmak için çok şeyler yaparlar. Ve de derecat kazanırlar. Namaz kılarlar; derecat kazanırlar. Oruç tutarlar; derecat kazanırlar. Sadaka verirler; derecat kazanırlar. Zekât verirler; derecat kazanırlar. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu kazanılan derecata baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de söylediği söz hepinizin dikkatini çekmelidir. Kadir Gecesi bin aydan daha değerlidir, daha hayırlıdır.
Hayır; biliyorsunuz ki insanın kazandığı derecattır. Demek ki Kadir Gecesi’ni insanlar ibadetle geçirirlerse, özellikle bu gece, bütün gece zikrederlerse, Allah'a dua ederlerse, yalvarırlarsa, Kadir Gecesi talep ettikleri şeyleri Allahû Tealâ’ya söylerlerse, Allahû Tealâ’nın onlara çok güzel sonuçları oluşturacağına Kur’ân-ı Kerim önderlik ediyor. Öyleyse Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirin.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir gececik uyumayın. Sabah şafak sökene kadar, sabah namazını kılana kadar uyumayın. Uyumamaya çalışın. Ne kadar başarabilirseniz o kadarı kârdır. Allahû Tealâ değerlerini hükme bağlarken, herkesin derecatıyla ve herkesin yapabileceği en güzel şeyi devreye sokarak hesaplarını yapar. O Allah’tır. Veren eldir.
Sevgili kardeşlerim! Kadir Gecesi muhtevasında Allahû Tealâ’nın bizlere verdiği (bu devirde verdiği) büyük ni’meti düşünelim. Allahû Tealâ ne öğretti bize? 7 safha ve 4 tane teslimi öğretti. Ne olmuş? Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve O’nun sahâbesi Kur’ân’da farz olan 7 safha ve 4 teslimi gerçekleştirmişler. Hepsi ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim etmişler. Öyleyse bizler için de aynı şey söz konusu olmasın mı sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, Allah'a ulaşmayı dilemekle başlayan bir cehennemden kurtuluş reçetesi veriyor. Allah'a ulaşmayı dilemek, her dileyen kişiyi 1.kat cennete mutlaka ulaştırır. O kişi diledikten sonra ölse, onun gideceği yer mutlaka Allah'ın cennetidir. Peki, bir insan Allah'a ulaşmayı dilemezse ne olur? Dilemezse dalâlette kalır. Dilemezse gideceği yer cehennem olur. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde diyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“Onlar ki kesinlikle, muhakkak surette Bize mülâki olmayı dilemezler. Yani ruhlarını hayattayken Bize ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibâriyle ateştir, cehennemdir.”
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de “Allah'a ulaşmayı dilemek” diye bir kavram var. Ama bu kavram 14 asırda unutulmuş. Allah'a ulaşmayı dilemek farz mı? Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde diyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allahû Tealâ bir sonraki âyet-i kerimede diyor ki:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindeki ile ferahlanır.”
“Allah'a ulaşmayı dile, Allah'a yönel” bir emir olarak tecelli ediyor burada. Ve Allah'a mülâki olmayı dilemeyi üzerimize farz kılıyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Ve Rabbine yönel! Ve O’na teslim ol. Üzerine azap gelmeden önce.”
Allah'a yönelmek, sonra da teslim olmak. Teslim olmak deyince 4 teslim birden akla geliyor; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a teslimi.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Kadir Gecesi sohbeti sahâbeyi birinci derecede alâkadar eden bir konu. Onların zamanında gelmiş âyet-i kerime. Ve de onların hayatına bakıyoruz. Ne yapmışlar? Ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim etmişler.
İslâm, Allah'a ulaşmayı dilemekle başlar. Sahâbe dilemiş mi? Hepsi. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde diyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bütün sahâbe için Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar taguta kul iken Allah'a yöneldiler, Allah'a ulaşmayı dilediler. Ve Allah'a kul oldular.”
Bütün sahâbe taguta kul imişler. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
vellezînectenebût tâgûte: ve Onlar taguta kul olmaktan içtinap ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar
en ya’budûhâ: ona kul olmaktan
ve enâbû ilâllâhi: ve Allah'a yöneldiler, Allah'a münîb oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi): onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele
Bütün sahâbe taguta kul olmaktan kurtulmuşlar ve Allah'a kul olmuşlar. Herkes başlangıçta tagutun kuludur. Demek ki kim Allah'a ulaşmayı dilerse taguta kul olmaktan kurtuluyor. Ne gördük? Allah'a ulaşmayı dileyen kişi Allah'ın âyetlerinden gâfilken, Allah'ın âyetlerinden haberdar oluyor. Gideceği yer cehennemken cehennemden kurtuluyor, cennete gidecek.
Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi Allahû Tealâ için birçok hüküm koymuştur. “Onlar kâfirlerdir.” diyor ve Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde kâfirlerden ve mü’minlerden bahsediyor.
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Burada sadece iki tür insanın var olduğu anlaşılmaktadır. Allahû Tealâ diyor ki: “Kıyâmet günü şeytan insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.”
Mü’minleri oluşturanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir; bir tek fırka. Her iki âyette de tek bir fırka söz konusudur. Geri kalanlar? Allahû Tealâ: “Geri kalanlara kâfirlerdir.” diyor.
Öyleyse Allah'a ulaşmayı dileme faslı konunun başlangıcıdır. Sonra ne olur? Allah'a ulaşmayı dileyen kişiye Allah yardım eder. O kişinin irşad makamını, irşad makamı olarak görmeyen gözlerini, öyle gören gözler haline getirir. İrşad makamına bakma hassasını, basar hassasını, onu irşad makamı olarak görecek hüviyete getirir. Kulaklarını dizayn eder. İşitme hassasını (sem’î hassasını) dizayn eder. Kalbini dizayn eder ve idrak etme hassasını dizayn eder. Ve o kişi Allahû Tealâ’dan bu istikametteki yardımlarını alarak hacet namazını kılar ve Allah'tan mürşidini sorar. Ama bunu gerçekleştirmeden evvel Allah o kişinin kalbine ulaşır. Kalbinin nur kapısını Kendisine çevirir. İşte böyle bir dizaynın sonunda o kişinin Allah'a ulaşmayı dileyen kişi olarak, Allah'tan aldığı bu ni’metlerin arkasında hacet namazını kılarak mürşidini Allah'tan sorması var. Ve soruyor kişi. Mürşidine ulaşıp tâbi oluyor. Tâbiiyet farz mıdır? Allahû Tealâ diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve sizi Allah'a ulaştıracak olan vesileyi Allah'tan isteyin. Mürşidinizi Allah'tan isteyin.”
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
“Allah'tan istianeyi isteyin; sabırla ve namazla. Şüphesiz ki bu büyük bir iştir, zor bir iştir. Ama huşû sahipleri için zor değildir.”
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
“Onlar sabırla Rablerinin vechini dileyenlerdir. İbtiga edenlerdir. O’na ulaşmayı, Rablerinin vechine ulaşmayı dileyenlerdir.”
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
“Ve onlar kesin şekilde dilerler, talep ederler. Muhakkak ki onlar, Rablerine mülâki olacaklardır. Rablerine mülâki olacaklarına kesin şekilde inananlardır.”
Allah'a ulaşmayı dileyen insanlar, hacet namazını kılıp Allah'tan mürşidlerini sorar. Bunlar kesin şekilde bu hedefe yönelenlerdir. Öyleyse Allah'a mülâki olmayı dilemişler. Dilemenin yolu hacet namazını kılarak Allah'tan sormak, istiane istemektir.
14 asır evvel bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbi oldular. İşte Allahû Tealâ’nın söyledikleri: “Orada Akabe’de, ağacın altında Sana tâbi oldukları zaman onların ellerinin üzerinde Allah'ın eli vardı.” diyor. Öyleyse tâbiiyet farz mıdır? Gördük ki farz. Bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbi olmuş; Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Tâbiiyet, 14.basamakta gerçekleşen bir olaydır. Tâbiiyetle beraber ruhumuz vücudumuzu terk eder. Ve Rabbine doğru bir yol edinir. Ve o ruh Allah'a ulaştığı zaman sığınakların en güzeline ulaşmıştır. Allah, o kimse için en güzel sığınaktır. Ahsen-ül Hüsna’dır. Allahû Tealâ mürşidine tâbî olan kişinin bundan sonra ruhunu Allah'a ulaştırmak üzere harekete geçeceğini (tâbiiyetle beraber vücuttan ayrılan ruhun Rabbine doğru bir yolculuğa çıkacağını) ve Allah’ın o ruh için en güzel sığınak, Ahsen-ül Hüsna olduğunu söylüyor.
Öyleyse bütün sahâbe mürşidlerine ulaştıktan sonra ruhlarını da Allah'a ulaştırmışlardır. Hepsi hidayete ermişlerdir. Allahû Tealâ hidayete ermenin; insan ruhunun Allah'a ulaşması olduğunu söylüyor. “İnnel hudâ hudâllah.” Buyuruyor. Bakara 120:
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
“Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır.”
Âli İmrân-73’de de Allahû Tealâ söylüyor:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
“Muhakkak ki Allah'a ulaşmak işte o hidayettir.”
Ve Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar ki; (sahâbe için söylüyor) sözün ahsen olanına tâbi olurlar. Onlar hidayete erdiler.”
Allahû Tealâ, sözün ahsen olanına tâbî olan sahâbenin hidayete erdiğini söylüyor. Hidayet de insan ruhunun Allah'a ulaşmasıdır. Öyleyse bize hangi devirde yaşarsak yaşayalım; Kur’ân-ı Kerim’in muhtevasını öğreten bizâtihi Kur’ân’dır. Kur’ân, son derece özel bir statü gösterir bu konuda. Çünkü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) ile sahâbe arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin Kur’ân’daki emirleri nasıl beraberce gerçekleştirdikleri sonucuna ulaşmasını bize bildirir. Bütün sahâbe demek ki hidayete ermişler. Ruhlarını Allah'a hayattayken ulaştırmışlar. Sonra? Ruhun Allah'a teslimi, bildiğiniz gibi Allah'ın bütün insanlara verdiği bir garantidir. Bu teslim, onlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah dilediğini kendisine seçer ve onlardan kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır.”
Demek ki ulaştıran Allah. Bütün sahâbeyi de Allah Kendisine ulaştırmış. Açık bir şekilde hidayete erdikleri kesinleşiyor. Peki, fizik vücutların teslimi? Ne zaman biz fizik vücudumuzu Allah'a teslim ederiz? Zikrimiz günün yarısını değil dörtte üçünü aştığı zaman. 18 saati aştığı takdirde, günün dörtte üçünü zikirle geçirdiğimiz zaman; işte o zaman fizik vücudumuzu Allah'a teslim ederiz. Fizik vücudun teslimi de Allahû Tealâ tarafından üzerimize farz kılınmıştır. Allahû Tealâ diyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlere şeytana kul olmayın demedim mi? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ey Âdemoğulları! Ben sizlere Bana teslim olun demedim mi?”
Ya benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne): Ey Âdemoğulları! Şeytana tâbî olmayın.
Ve eni’budûnî: Ve Bana tâbi olun.
Hâzâ sırâtun mustekîm: İşte bu Sıratı Mustakim’dir. Ben size böyle demedim mi?
Öyleyse Allahû Tealâ’nın söylediği şey açık ve kesin: “Şeytana kul olmaktan kurtulun ve Bana kul olun.” diyor. “Ey fizik vücutlar!” Âdemoğulları, Âdem (A.S)’ın sülbünden gelen fizik vücutlarımız. 25.basamakta vücut bulan fizik vücutlarımızın teslimi Allahû Tealâ tarafından farz kılınmıştır. Ve bu fizik vücudun farz kılınan kesimini bütün sahâbe gerçekleştirmiştir. Allahû Tealâ bütün sahâbe için diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
“Habibim! O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve Bana tâbi olanlar! Biz hepimiz vechimizi Allah'a teslim ettik. Sor bakalım, onların aralarında da teslim olanlar var mı? Varsa onlar da hidayete ermişlerdir. Onlar da kurtulmuşlardır.”
Öyleyse Âli İmrân Suresinde Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olan bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiğini kesinleştiriyor.
Ne görüyoruz? İslâm’ın 7 safhasının 4’ünden bahsettik. Allah'a ulaşmayı dilemeyi söyledik; Allahû Tealâ farz kılmış, bütün sahâbe gerçekleştirmişler. Mürşide tâbiiyeti gördük; Allahû Tealâ farz kılmış, bütün sahâbe gerçekleştirmişler ve böylece ruhları vücutlarından ayrılmış. Ne gördük? Ruhun Allah'a ulaşması, 21.basamak; Allahû Tealâ farz kılmış, bütün sahâbe gerçekleştirmiş; Allah'a kul olmuşlar. Sonra 4.safha. 22.basamakta Allah'ın Zat’ında yok olan ruhun arkasından 25.basamakta fizik vücudun teslimi söz konusu. Nefsin kalbinde 18 saatlik bir zikirle biriken nurlar, kişiyi fizik vücudun teslimine ulaştırır. Ne gördük? Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allahû Tealâ’ya teslim etmişler. Sonra? Fizik vücutlarının tesliminden sonra daimî zikre ulaşmak ve ulûl'elbab olmak söz konusudur. Lübblerin sahipleri olmak söz konusudur. Allahû Tealâ Âli İmrân-191’de diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“Ulûl'elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.”
İşte böyle bir dizaynda tüm sahâbenin Allah’ı daim olarak zikrettiğini görüyoruz. Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor; “Onlar ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'ı zikrederler.”
Peki onların zikrettiğini nereden biliyoruz? Allahû Tealâ sonsuz bir şekilde, kesintisiz bir şekilde 24 saat boyunca devamlı Allahû Tealâ’yı zikredenlerin ulûl'elbab olduğunu söylüyor. Ama sahâbenin ulûl'elbab olduğunu nereden biliyoruz? Gene Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi sahâbenin hidayete erdikten sonra ulûl'elbab olduklarını da belirtiyor.
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar sözü dinlerler. Sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler. Sonra da ulûl'elbab oldular.”
Bütün sahâbe ulûl'elbab olmuşlar. Nefslerinin kalbinde hiç afet kalmamış ve kalp gözleri açılmış, kalp kulakları açılmış. Allah ile devamlı konuşmak yetkisinin sahibi olarak ehli tezekkür olmuşlar. Kesintisiz zikrettikleri için ehli hayır olmuşlar. Ve Allah'ın hikmetine ulaşmışlar. Ve bir hakem veya hâkim olarak karar vermek yetkisinde oldukları zaman Allah'tan sorarak bu kararları gerçekleştirmeyi sağlamışlar. Hepsi bu sebeple ehli hüküm olmuş. Ve de bir de ehli hikmet olmuşlar. Kur’ân-ı Kerim âyetlerinden hangisine baksalar, 28 basamaktan hangisine ait olduğunu bir bakışta tespit eder hale gelmişler.
Öyleyse tüm sahâbe için bu hedefe ulaşmak söz konusudur. Bu ulûl'elbab olmak, daimî zikre ulaşmak son nokta mı? Hayır. Sahâbe bunun ötesine geçmişler mi? Geçmişler. Allahû Tealâ tarafından Tövbe-i Nasuh’a davet edilmişler ve muhlis olmuşlar. Tövbe-i Nasuh Allah'ın huzurunda yapılan ve mensuh olması mümkün olmayan, bozulması mümkün olmayan bir tövbe. Nasuh Tövbesi. Allahû Tealâ bütün sahâbenin muhlis olduğunu söylüyor. Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştiren herkes muhlis hüviyetine bürünür. Allahû Tealâ, bütün sahâbenin bu hedefe ulaştığını söylüyor. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesinde sahâbe için diyor ki:
2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”
“Onlara deyin ki: Allah sizin de Rabbiniz, bizim de Rabbimiz ama biz O’na muhlis olanlarız. Biz Allah'a karşı muhlis olanlarız. İhlâs sahibi olanlarız.”
nahnu: biz
lehu: O’nun için, O’na
muhlisûn; ihlâs sahibi kullarız
Burası 27.basamaktır. Bütün sahâbe bunun ötesine de geçmiştir. 28.basamağa geçip iradelerini de Allah'a teslim etmişlerdir. Ve Allah bu aşamada evvelâ onların günahlarını örtmüştür. Günahların örtülmesinden sonra onlara salâh nuru vermiştir. Sonra o örttüğü günahları sevaba çevirmiştir. Ondan sonra bütün sahâbenin iradesini teslim almıştır. Ve “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle hitap ederek, onların irşad makamına tayin edildiklerini, yani salâh makamının 5.kâdemesine ulaştıklarını ifade etmiştir. Bütün sahâbe irşad makamını sahibi olmuşlardır. İşte Allahû Tealâ Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya! Onlardan bir kısmı ensardandı (evvelki sabikûnlar, hayırlarda yapılan müsabakalarda, yarışmalarda hep önde olanlar; hayırlarda yarışanlardır. O evvelki sabikûnlar, ensar ve muhacirînden oluşuyor. Onların bir kısmı ensardandı. Yani Medine’deki yardımcılardandı). Bir kısmı muhacirîndendi. Yani Mekke’den Medine’ye göç edenlerdendi. Bir de onlara ihsanla tâbi olanlardandı.”
Öyleyse ensar ve muhacirîne tâbî olmuşlar, onlara “tâbiin” deniyor. Sonra tâbiine de tâbi olmuşlar. Onlar da tebe-i tâbiîndir.
İşte bu Kadir Gecesi’nde çok önemli bir konuyu bir defa daha tezekkür etmek imkânını bulduk sizlerle. Kadir Gecesi’nin bu hayırlı ufkunda sizlere sahâbenin 7 safha ve 4 teslimi gerçek anlamda tahakkuk ettirdiklerini ifade ediyoruz. Ve ibretle bugünlere bakmanızı istiyoruz. İnsanlar İslâm’ı, İslâm’ın 5 şartına indirgemişler. Demişler ki: “Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şehâdet getirmek. Bunları gerçekleştirdiğiniz zaman mutlaka cennete girersiniz.” Ve İslâm âlemi, bu uydurma lâf salataları yüzünden bu hale düşmüş. Dünyadaki en geri ülkeleri oluşturmuşuz. Esir ülkeler ve mutsuz insanlar. Bir insanı mutlu edecek olan şey zikirdir. İslâm 5 şarta indirgenmiş ve aralarında zikir yok. Bakıyoruz ki zikir farz. Çok zikir de farz. Daimî zikir de farz ve yok. İslâm’ın 5 şartı arasında zikir yok. Zikir farz mıdır? Allahû Tealâ Muzemmil-8’de diyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah'ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah'a ulaş.”
Demek ki Allahû Tealâ zikri üzerimize farz kılmış. Peki, günün yarısından daha fazla zikir farz mıdır? Evet farzdır. Ahzâb Suresi 41.âyet-i kerime:
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
“Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle zikredin. Günün yarısından daha çok zikredin.”
Peki daimî zikir farz mıdır? Evet. Nisâ Suresi 103. âyet-i kerime:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“Namazı kıldıktan sonra ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.”
Demek ki daimî zikir de farzdır ama 14 asır sonra bugün zikir farzların arasında mevcut değil. Ne 54 farzın arasında ne 32 farzın arasında zikir yok. Bütün sahâbenin zikir sahibi olduğunu görüyoruz. Hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar. Çok zikir sahibi olduğunu görüyoruz; hepsi fizik vücutlarını Allah'a teslim etmişler. Daimi zikrin sahipleri olduklarını görüyoruz; ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamlarını işgâl etmişler.
Öyleyse Kadir Gecesi bize çok şeyler söylemeli. Bizi düşündürmeli. Bu muhteşem gecede, Allahû Tealâ’nın bize verdiği bu büyük ni’meti, bu Kadir Gecesi’ni Allah'ın zikriyle geçirelim. Allah'ın üzerimize farz kıldığı zikriyle. Artık bize unutturulan zikirle.
İslâm’ın bir de 7.şartı var: Allah'a ulaşmayı dilemek. Dilemezsek ne olur? Dilemezsek, sözümüzün başında gördük; gideceğimiz yer cehennemdir. Ve Allah'ın âyetlerinden gâfiliz demektir. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde bunu söylüyor. Ayrıca Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin takva sahibi olmadığını söylüyor ve müşrik olduğunu söylüyor. Sohbetimizin başında söyledik. Rûm Suresi 31 ve 32. âyetler. Sonra Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin kâfir olduğunu, sadece dileyenlerin mü'min olduğunu söylüyor. Bu kadar mı? Hayır! Allahû Tealâ Bakara Suresinin 257.âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
“Allah âmenû olanların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır. Onlar mü'minlerdir. Kâfirlere gelince, onlar da tagut tarafından nurdan zulmete götürülürler.”
Ne olmuş? Nura ulaşmışlar. Mürşidlerine tâbi olmuşlar. Nefs tezkiyesini yapmışlar ve nefslerinin kalbi %51 nurla dolmuş. Fakat sonradan tekrar düşmüşler. Devam ettirmemişler zikirlerini. Devam ettirselerdi hep aynı seviyede kalacaklardı. Sonra? Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
Allahû Tealâ, Allah'a mülâki olmayı inkâr edenlerin (onların da dilemeleri tabiatıyla mümkün değil) hidayette olmadıklarını söylüyor ve hüsranda olduklarını söylüyor. Hüsranda olan kişinin ise gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ bu muhteva içerisinde bize nasihatlerin en güzelini yapıyor; “Allah'a ulaşmayı dileyin.” diyor. “Sonra mürşidinize tâbi olun. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılsın. Ruhunuzu böylece Bana ulaştırın. Sonra 18 saat zikir yaparak fizik vücudunuzu Bana teslim edin. Sonra daimî zikre ulaşın, nefsinizi Bana teslim edin. Sonra muhlis olun. Sonra iradenizi de Allah'a teslim edip irşad makamının sahibi kılının.” diyor. Ve de diyor ki: “Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirdi.”
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir Kadir Gecesi’nde sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu bizlere yaşattığı için Allah'a sonsuz hamd ve şükrederek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Sonsuz mutluluklar sizlerin olsun. Hem cennet saadetinin hem dünya saadetinin sahibi kılınmanızı Yüce Rabbimizden niyâz ederek, bu Kadir Gecesi’ndeki sohbetimizi burada tamamlıyoruz inşaallah. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R