}
Sevmek 18.10.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111650

SOHBETİN ADI: SEVMEK
TARİHİ: 18.10.2007

Sevgili kardeşlerimiz, can dostlarımız, gönül dostlarımız! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ın huzurunda birlikteyiz. Sizlere “Seviniz!” diyoruz. Seviniz ki; sevilesiniz. Bu akşam sizlerle sevmek üzerine bir konuşma yapıyoruz.

Hayatın mutluluğa götüren en sağlam merdiveni sevgidir. Eğer seviyorsanız, sevilirsiniz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! şu anda Allah ile birlikteyiz. Ne zaman başka insanların mutluluğu için bir gayretin içinde olursanız bilin ki; o zaman Allah ile birliktesiniz. İşte biz sevgili ve değerli kardeşlerimiz, sizleri çok seviyoruz.

Allahû Tealâ bize bu yolda önce sevmeyi öğretti. Sevmeyi bilmiyorduk. Bu sevgi, karşılıksız sevmektir. Sevgide karşılık aramayın. Ararsanız ve de bulamazsanız, kendinizi boşuna huzursuz etmiş olursunuz. Ama sevgi öyle bir pınardır ki; ne kadar karşılıksız verilirse o kadar çok çağlar. Sonra mı? Sonra karşılıksız verdiğinizi zannettiğiniz sevginiz, size karşılık olarak o karşılığı hiç ümit etmediğiniz kişilerden geri dönecektir. Neden mi? Onlar da sevgiyi öğreneceklerdir.

Allahû Tealâ’nın bize ilk öğrettiği şey sevgi oldu. Sevgili kardeşlerim, sevmeyi öğretti. Bu sebebe dayalı olarak hepinizi çok ama çok seviyoruz! Sevmek bir ayrıcalıktır, sevmek bir mazhariyettir, bir güzelliktir; sevenlerce yaşanır. Öyleyse nereye götürdüğüne bakalım sevginin. Sevgi mutluluğa götürür. Nefretin nereye ulaştırdığına bakalım. Nefret, kine dayanır, kine dönüktür. Kin, nefretin yerleşmiş halidir.

Sevgili kardeşlerim! Herşeyin öylesine güzel olduğu bir ortamda neden nefretle ufuklarınızı karartıyorsunuz ki? O düşündüğünüz kişi mi? Tamam, o sizi sevmesin. Öyle kabul edelim bir an için biz de. Ama sizin elinize çok sağlam bir koz vermiş olmuyor mu? Eğer siz, o sizi sevmeyen kişiyi sevmeyi başarırsanız -madde 1- ve bu sevginizi ona çekinmeden belli ederseniz, açıklarsanız; o zaman o kişiyi bir düşünce alacaktır: “Yahu, ben bu adamı sevmiyorum. Hatta ondan nefret ediyorum. Ama şimdi onun davranışlarından, bütün bunlara rağmen, benim ondan nefret etmeme rağmen onun beni sevdiğini görüyorum. Bu işte bir bit yeniği var. Dur bakayım, şunu bir inceleyeyim.”

İncelediği zaman eğer sizin sevginiz halisse, kalptense, tertemiz bir sevgiyse o zaman diyecek ki: “Yahu, ben bu adamı hiç sevmezken, nefret ettiğimi de her olayda ona davranışlarımla izhar ederken onun beni sevdiğini görüyorum. Bu nasıl iş?” İnceleyecektir. O zaman sizin sevginizin size ait olmadığını, Allah'ın size o sevgiyi yaşattığını görecektir. Nefret eden bir kişiyi sevebiliyorsanız, bu ancak Allah'ın yardımıyla gerçekleşen bir vetiredir. Ve Allah'a yaklaşırsınız. Hayatınız boyunca sadece bir tek şey için çalışın; insanlarla olan ilişkinizde onları sevmeye çalışın. Ha, onlardan bir kısmı size düşmanmış, olur ya! O, onunla Allah arasındaki bir ilişki. Nefret eden, hep kaybedendir.

Nefretin gıdalandığı yer, nefsin afetleridir.  Sevginin gıdalandığı yer, ruhun hasletleridir. Öyleyse neden nefret mutsuzluğu, sevgi mutluluğu doğuruyorsa seçimizin nefret olsun ki? A benim sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ bize ömrümüz boyunca insanları sevmeyi öğretti. Ve bize emretti ki: “Sen de onlara sevmeyi öğret. Sevdikleri zamanki mutluluğu yaşadıkları zaman, Bize çok şey borçlu olacaklar.” diyor. Hepimiz Allah'a herşeyimizi borçluyuz sevgili kardeşlerim. Hayatımız, O’nun yed-i kudretinde. Dilediği anda hayatımızı sona erdirebilir.

İşte bir an için ölümü düşünün! Öldünüz. Öyle bir kişi olsun ki; sevmeyi bir türlü öğrenemeden ölmüş kişi. O kişi:

Madde-1: Şu dünya hayatında mutsuz yaşamıştır. Mutluluğu yaşaması mümkün değil sevgisiz bir ortamda.
Madde-2: Sevmemişse, başkalarıyla hep takışmalı olmuştur. Hep karşı çıkmışlardır birbirlerine. Hep birbirlerini kıracak davranışlarda bulunmuşlardır. İkisi de devamlı sadece kaybetmiştir, iki taraf da.

Terazinin bir tarafında kazanç var; seven kişi derecat kazanır. Diğer tarafında kayıp var; nefret eden kişi derecat kaybeder. Peki, nefret eden kişi sadece nefret ettiği için derecat kaybeder mi? Hayır, kaybetmez. Nefret etmek, onun içindeki bir duygudur. Duygu sebebiyle kimse derecat kaybetmez. Ama sevgili kardeşlerim, nefret eden kişi bir defa kendisi mutsuzdur. Nefret, mutsuzluğun yüze vuran ifadesidir. İnsan mutsuzsa, arkasında hep başkalarını sebep olarak görür. “Falanca bana böyle davrandı. Ben onun için mutsuzum, huzursuzum, sıkıntılıyım. Benim canımı sıktı.”

Güzel, bunun bir vakıa olduğunu kabul edelim. Gerçekten sizin canınızı sıkacak olan bir söz söylemiştir o kişi size. Ama bir sualimiz var: “Siz ona ne yaptınız da o size kötü davrandı?” Hep filmin size ait olan tarafını gündeme getirirsiniz. Yani karşınızdaki size bir şey yapmıştır ve siz buna kızmışsınızdır, ona kötü davranmışsınızdır. Güzel ama onun size o şeyi, o kötü davranışı sergilemesinde acaba sizin hiç dahliniz yok mu? Ne haber? Olmaması mümkün olabilir mi? İnsan tabiatı kendisini hep haklı görür ve başkaları hep haksızdır. Kendisi de her zaman haklıdır. Herkese dert yanar: “İşte ben ona o kadar iyi davranmama rağmen o bana kötü davrandı.” Bu ikincisi, vaziyeti daha da vahim hale getirir. Çünkü bu bir dedikodudur. Dedikodu, mutlaka kaçınmanız lâzımgelen bir vetiredir.

Sevgili kardeşlerim! Ne olur etrafınızdaki insanlarla bir başkasından bahsettiğiniz zaman onu rencide edecek olan yani hakkında koşuştuğunuz kişiyi rencide edecek olan, onun kötü taraflarını konuşmasanız? Ne olur onun iyi taraflarını görmeye çalışsanız? Başka insanları mutlu edecek, onlara huzur verecek davranışlar.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Biliyor musunuz ki; başka insanları mutlu etmek, hepinizin elinizde. Onlara bir güler yüz, bir tatlı söz bunu mutlak olarak gerçekleştirir. Diyelim ki; birisi size kötü davrandı. Farkında değilsiniz ne yaptığınızın. Ona kötü bir şey yapmışsınızdır ki; o size kötü davranıyor. Çok kolay. Hemen gidin, ona sorun: “Ben seni çok seviyorum. Bu son günlerde, bana karşı olan davranışında biraz kırıklık hissettim. Belki de benim hissiyatım yanlış. Öyledir veya değildir ama benim tarafımdan sana yapılan bir yanlış davranış varsa Allah'ın huzurunda ben senden af diliyorum, sevgili kardeşim. Hiç kimsenin, kimsenin kalbini kırmaya hakkı olmadığını Allahû Tealâ bize öğretti. Eğer ben senin kalbini kırdıysam ki; böyle bir şeyin farkında olmadım. Eğer farkında olsaydım, buna asla müsaade etmezdim. Ben seni çok seviyorum. Senden istediğim şey, senin sevgini kazanmak. Ne yapabilirim? Ben seni çok seviyorum. Senin de beni sevmen için ne yapabilirim? Ben, her güzel şeyi gerçekleştirmek üzere harekete geçmeye hazırım. Eğer seni kıracak olan bir şey yaptıysam, Allah'ın huzurunda Allah'ı şahit tutarak söylüyorum ki; ben senin kalbini kıracak olan herhangi bir hareketi bilerek yapmış değilim. Böyle bir şeye tevessül etmedim. Bunu hiç istemedim. Ama şimdi görüyorum ki; sen biraz bana karşı kırıksın. Öyleyse mutlaka bir şey yapmışımdır. İşte o yaptığım yanlış her neyse, ben o konuda evvelâ senden birinci madde olarak af dilerim. Beni affetmeni diliyorum senden. İkincisi de eğer yaptığım yanlışı bana bildirmek lütfunda bulunursan, bundan sonraki davranışlarımda o yanlışın bir daha işlenmediğini mutlaka göreceksin. Seni kıracak olan bir davranışı hiçbir zaman yapmak istemem. Eğer bana hatamı söylersen, ben o zaman o hatamı bir daha tekrar etmem. Yetmez, evvelâ senden o hatam sebebiyle af dilerim. Beni affetmen için herşeyi yaparım.”

Şimdi sevgili kardeşlerim, böyle bir konuşma, sizin hüsnü niyetinizi gösterir. Samimisiniz. Gerçekten kalbini kırmak istememişsiniz ama bir yanlış cümle sarf etmişsiniz. Nasıl yaptığınızı anlayamadan bir de bakmışsınız ki; karşınızdakinin kalbi kırılmış. Onun yerine kendinizi koyduğunuzda, belki de o size hatanızı söylediği zaman siz böyle bir söze muhatap olduğunuzda belki de kırılmazdınız. Ama önemli olan sizin kırılmamanız değil ki! Size bu söz söylendiğinde sizin kırılmamanız, onun da kırılmamasını gerektirmez. Kırılmaması lâzımgeldiğini de ispat etmez. Herkes farklı bir görüş açısının sahibidir. Öyleyse başkalarını kıracak davranışlardan sakının, sevgili kardeşlerim. 
 
Diyelim ki; başka birisi sizi kıracak bir davranışta bulundu. Genel olarak insanlar ne yaparlar? En kötü şeyi yaparlar. Başkalarının kendisini üzen davranışı konusunda o kişiyle konuşup bu meseleyi anında halletmek varken hayır, öyle yapmazlar. Giderler bir başkasına: “Bak, bana falanca böyle, böyle, böyle söyledi. Benim kalbimi kırdı. Olur, mu yani? Böyle olur mu? Böyle olmaması lâzımdı. Cart, curt…”

Sevgili kardeşlerim! Hayır, bunu yapmayacaksınız! Bir başkası tarafından eğer size kötü bir davranışta bulunulmuşsa bunu başkalarına ulaştırmayacaksınız! Bu mesele, sizinle o kişi arasındaki bir meseledir. Ve aranızda çözülmelidir. Hatalı da olsanız hatasız da olsanız, siz af dileyeceksiniz! Bu büyüklüğü göstermenizi emrediyoruz size! Siz Mihr Vakfı’nın mensuplarısınız! Şu dünya üzerinde en güzel davranışları sergilemekle vazifelisiniz. Çünkü Bu devrin imamı, sizin imamınız.

Öyleyse bu çatı altında, dünyadaki en mütekâmil insanlar yaşar. Siz nefs tezkiyesi yapıyorsunuz. Siz nefs tasfiyesi yapıyorsunuz. Bunun aydınlığı içinde düşünün. Bunun aydınlığı içinde davranın. Davranış biçimleriniz sizi, hiçbir zaman başka birinin gönül koyduğu, başka birinin sizden gocunduğu, sizin davranışlarınızdan huzursuz olduğu, sıkıldığı bir noktaya ulaşmamalısınız. Siz hep örnek olmak mecburiyetinde olanlarsınız, Mihr Vakfı’nın Değerli Mensupları! Başkaları hata yapabilirler. Ama siz yapmamak mecburiyetinde olanlarsınız. Burası ana dergâh. Bu devrin bütün nurları bu dergâhtan çıkar.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Birisi size kötü davranmışsa, bu sizin yeni bir dost kazanmanız için yeni bir fırsattır, diye telakki edin. Fırsat telakki edin bunu, onun dostluğunu kazanmak için. Hemen ona yaklaşın ve ona deyin ki: “Ben acaba seni kıracak olan bir yanlış davranışın sahibi miyim diye kendimi yokluyorum. Bir şey bulamadım ama mutlaka ben, seni kıracak bir şey yapmışımdır. Ne olur azîz kardeşim, bana o hatamı söylesen de ben senden onun için özür dilesem? Böyle bir şey mümkün mü senin için? Lütfen hatamı bana söyle ki; pişmanlığı kalbimde hissedeyim. Hatamı bana söyle ki; senden ve Allah’tan af dileyeyim. Hatamı bana söyle ki; senin kalbini yeniden kazanayım.”

İşte o kalbini yeniden kazanacağınız kişi var ya; bunu söylediğiniz zaman olay bitmiştir. O size kırgın olsa da bu sözleriniz, onun kırgın kalbini yumuşatacaktır. Öyle bir insan olun ki; çevrenizdeki insanlar sizin için desinler ki: “Ha, o mu? O Mihr Vakfı’ndandır. Onun ayrıcalığı var. O, Allah'ın Resûl’ünün terbiyesiyle terbiyelenmiştir. Güneşten nur almıştır. O camiadan olanlar, başkalarına kötü davranışta bulunamazlar. Men edildikleri için değil, yasaklandıkları için değil, Allahû Tealâ onlara öyle bir kalp güzelliği verir ki; onlarda etraflarına karşı sadece sevgi saçmak sonucuna ulaştırır onları. Onlar evvelâ sevmeyi öğrenirler. Farkına bile varmadan da kalp kırmış olabilirler, buna dikkat etmelerine rağmen. O zaman derhal karşısındakinin gönlünü almak üzere harekete geçerler. Hiç kimsenin kalbinin kırılmasına onların yürekleri müsaade etmez. Bundan büyük hüzün duyarlar, mutsuzluk duyarlar. Başkalarının mutsuzluğuna sebebiyet vermek, onlar için Allahû Tealâ’nın mutlak olarak yasakladığı bir muhtevadır. İşte sizin hakkınızda bunlar söylenecek.   

Sevgili kardeşlerim! Unutmayın ki; sizler sadece mutlu olmak mecburiyetinde olanlar değilsiniz. Bu, ikinci adım. Sizler başkalarını mutlu etmek üzere bu dergâhta vazife aldınız. Göreviniz, etrafınızdaki herkese mutluluk lodos rüzgârını ulaştırmanız. Onları sıcacık bir sevgiyle sevmeniz. Onlar size karşı yanlış davranışta mı bulundu? Bunun için onlara kızmayacaksınız, küsmeyeceksiniz. Onları sevdiğinizi söyleyeceksiniz. Ve diyeceksiniz ki: “Ben sende, seni kırmışım da bana biraz gücenmişsin gibi bir şeyler hissediyorum. Belki de sadece benim hissim ama her hâlükârda benim görevim, seni mutlu etmek. Biz dergâhımızda bu terbiyeyi aldık. Sende böyle bir kırgınlık başlangıcı da olsa, eğer bu varsa bu mutlaka benim hatamdan kaynaklanan bir olaydır. Peşinen biliyorum ki; ben seni kıracak olan bir davranışta mutlaka bulunmuşum. Ne olur azîz kardeşim! Beni affeder misin bu kötü davranışım sebebiyle? Bir şey daha rica edebilir miyim senden? Acaba bana hatamı söylemek büyüklüğünde bulunur musun? Söyle ki; hatamı tamir edeyim. Söyle ki; bir daha aynı hayatı başkalarına yapmayayım.”

Sevgili kardeşlerim! İnsanları öyle bir sevgiyle sevmelisiniz ki; onlar için sizi sevmekten başka bir alternatif kalmamalı. İnsanlık, başka insanları mutlu etmeye kendisini adamasıdır, insanoğlunun. Öyleyse, etrafınızdaki insanlar sizi seviyor mu? Dikkatle bakın sevgili kardeşlerim! Eğer seviyorlarsa, siz görevi başarıyla sürdürüyorsunuz demektir. Siz başkalarından nefret ediyor musunuz? Eğer nefret ediyorsanız bu, başkalarının size karşı yanlış davranışından kaynaklanmıyor. “Sizin onlara yaptığınız yanlışlardan kaynaklanıyor.” tezine sahip olmak mecburiyetindesiniz. Diyelim ki; aslında başkalarından kaynaklanıyor. Ne yazar ki?

Eğer siz hatayı kendinizde ararsanız, onun size olan bir yanlış davranışı sebebiyle siz de ona sert bir cevap vermiş olabilirsiniz. Bir yanlış davranışta bulunmuş olabilirsiniz. Evet, başlangıç sizde değildir. Ne yazar ki? Başkasıyla aranız açıldıktan sonra, belki farkına bile varmadan bir insanı kırdıktan sonra burada kalacak mısınız? O zaman suçlu mevkiindesiniz. Her kırdığınız kalp, sizin için bir suçluluk müessesesidir. Mihr Vakfı’nın mensupları için geçerli olan parola budur. Siz bizdensiniz. Devrin İmamı’nın kanatları altındasınız. Öyleyse sevgili kardeşlerim, herbiriniz örnek insan olmak mecburiyetindesiniz. Bütün insanlara mutluluk veren, mutluluğu haykıran, her davranışıyla örnek insan olan.
 
Örnek insan olmak hiç de zor değil. Sadece kendinizi başka insanların kalplerini kazanmaya adayacaksınız. Onlar size kızabilirler. Ama siz onlara kızamazsınız. Kızmamak zorundasınız. Hatalı olan onlar olsa da sizler buna rağmen af dilemek mecburiyetinde olanlarsınız. Üçüncü adamı hatırlayın! Hani bir delikanlı mürşidinin emri üzerine merdivenler iniyor. Gidiyor, birinci odaya giriyor. Oradaki adamın ensesine bir tane tokat atıyor. Adam da kalkıyor yerinden. O da onun ensesine bir tane tokat atıyor. Delikanlı ensesini ovuşturarak geliyor mürşidine diyor ki:
 
-Efendim, gittim. Ona bir tokat attım.
 
Mürşidi de diyor ki:
 
-Peki, ne yaptı evlâdım sana o adam?
 
-O da benim enseme bir tane tokat attı.
 
-Tamam, işte böyle. Şimdi ikinci odaya gideceksin. O kişinin de ensesine bir tane tokat atacaksın. Birinci de şu anda Kur’ân okuyordu, ikincide göreceksin ki; aynı işi yapıyor şu anda. Hadi, şimdi git ikinci kişinin ensesine bir tane tokat at bakalım, ne olacak? Delikanlı gidiyor. Bir tokat da onun ensesine vuruyor. Bu adam yerinden kalkmıyor. Yukarıya bakıyor. Göz kırpıyor. Gülümsüyor. Okumaya devam. Delikanlı bekliyor, bir tokat gelsin de tokat gelecek mi? Gelmeyecek mi? Anlatacak mürşidine durumu. Ama tokat gelmiyor. 5-6 dakika bekledikten sonra bakıyor ki; tokat yok. Geri dönüyor, anlatıyor mürşidine. Mürşidi diyor ki;
 
-Tamam yavrum. Burada tamamlandı bu konu. Şimdi merdivenin sağındaki odaya gireceksin. Oradaki zatın ensesine gene bir tokat atacaksın. Delikanlı gidiyor. Bir tokat da onun ensesine patlatıyor. Ama bu sefer kalkmış adam yerinden. Üstelik de ona doğru yürüyor. Yürümüş, yanına gelmiş. Şöyle demiş:
 
-Evlâdım, enseme bir tane tokat attın. Hay Allah senden razı olsun!
 
Şimdi delikanlı, gözleri açılmış durumda, hiç anlamıyor durumu. Ensesine tokat attığı hem de ensesini kızartacak kadar tokat attığı kişi, kalkmış “Hay Allah senden razı olsun!” diyor.
O yaşlı adam devam ediyor. Diyor ki:
 
-Yavrum, enseme bu tokatı attığına göre farkında değilim ama mümkündür, seni kıracak bir şey yapmışımdır muhakkak. Ama benim üzüldüğüm bir şey var. Enseme tokat attığın zaman benim ensem mutlaka senin elini acıtmıştır. Tokat vuran elin, mutlaka bir acı duymuştur. İşte o acı var ya ben şimdi senden Allah huzurunda ensemin, enseme tokat attığında eline verdiği, hissettiğin, elindeki acı sebebiyle ben senden Allahû Tealâ’nın huzurunda af diliyorum; madde-1.
 
Delikanlı gözleri böyle şaşkın, dinliyor:
 
-Madde-2: Sen bugün bir dost kazandın. Biz hayat yolunda hayli ilerledik. Artık sonumuz da yakındır. Ama hep tecrübe kazandık. Ne zaman bir dar duruma düşersen, bir şey sorman gerekliyse, bir şeye ihtiyacın varsa, meselâ; paraya, meselâ başka bir şeye o zaman bana gel. Artık sen bir dost kazandın, bu tokatı atmakla. Bir ömür boyu ben sana yardım etmeye hazırım.
 
Delikanlı donup kalmış, bir şey söyleyemiyor. Dönmüş anlatmış mürşidine. Mürşidi ona demiş ki:
 
-Bak evlâdım, birinci gittiğin kişi, normal bir insandı. Daha tasavvufa yeni girdi. Ve de hâlâ nefsi, afetlerin sahibi. O, Kur'ân-ı Kerim’deki “Sana yapılanın aynını, karşındakine yapabilirsin.” emrine ya da müsaadesine dayalı olarak sen onun ensesine tokat attığın için o da sana tokat attı. Çünkü o, henüz kısas uygulayan birisidir. Nefsindeki afetler var olduğu için kendisine bir tokat atıldığında yaptığı şey kısas yani aynı şiddette bir tokatı karşındakine vurmak. Bu, Kur'ân-ı Kerim’de hak olarak geçiyor.

Sonra mı? İkinci kişi fizik vücudunu Allah'a teslim eden bir kişiydi. O, kendisine bir tokat atıldığında Allahû Tealâ’ya bakıyor: “Anladım, beni imtihan ediyorsun. Ama artık ben eski kişi değilim. Artık sana şu fizik vücudumu teslim ettim. Ben kısas uygulamam. Kötülüğe mukabele de etmem.” Bu, Allahû Tealâ’nın dizaynında ikinci kademedeki insan. Vechini Allah'a teslim etmiş. Ama 3. kişi, iradesini Allah'a teslim eden kişi. İradesi Allah'ın elinde.
 
Birincisi nefsinin afetleri ağırlıkta olan, ikincisi fizik vücudunu Allah'a teslim etmiş değil, afetleriyle hasletleri dengede olan, %50 oranında nefsinin kalbi hedefe ulaşmış birisi. Ama üçüncüsü iradesini Allah'a teslim eden birisi. O, kötülüğe iyilikle mukabele eden.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Demek ki; insanları seveceksiniz. Severseniz sevilirsiniz ve dünyadaki en mutlu insanlardan birisi olursunuz. Herkesin sizi sevdiği, çok sevdiği bir ortamda sevilmenin ve sevmenin o muhteşem güzelliğini yaşarsınız. Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ bileceksiniz ki; hepinizin sadece mutlu olmasını ister. Ve mutlu olmanız da hiç de zor bir şey değil. Bu nasihatleri yerli yerine oturtun ve kendinize mâl etmeye çalışın. Hepiniz, Mihr Vakfı’nın örnek insanları, örnek temsilcileri olmalısınız. Mihr Vakfı, International Mihr Foundation, bu devirde bütün dünyaya nur ulaştıracak olan, Allahû Tealâ’nın en üst seviyedeki dergâhıdır. Devrin İmamı’na aittir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Herşey öylesine güzel ki! Buradan öyle görünüyor. Acaba oradan da sizin bulunduğunuz yerden de öyle mi görünüyor? Herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor?

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrediyoruz ki; bir sohbetimiz daha burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R