TARİHİ: 17.10.2007
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Sizleri çok ama çok seviyoruz!
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Birbirinizi çok sevin! Biliniz ki; mutluluk, sevginin arkasındadır. Seven insan mutlu olabilir. Nefret eden, mutluluğu hiçbir zaman yaşayamaz. Nefret, şeytanın kalbimize koyduğu bizi mutsuzluğun en uçlarına taşıyabilecek olan çok kötü bir duygudur. Başkaları size karşı yanlış davranışlarda bulunabilir. Ama bunun hesabını size vermeyecekler, Allah’a verecekler. Eğer biz insanlar, bize kötü davrananlara bile güzel davranışlar sergileyebilirsek, o zaman Allah’ın emrettiği boyutlarda bir insan olabiliriz.
Herşeyden evvel sevmeyi öğrenmelisiniz. Sevmek, başkalarını sevmek, onları yüceltmektir. Eğer severseniz o kişiyi kıramazsınız. Onun hep mutlu olmasını istersiniz. Etrafınızdaki herkesi severseniz, o zaman etrafınızdaki herkesin mutluluğunu isteyeceksiniz demektir. Eğer böyleyseniz tam Allah’a lâyık bir kul olursunuz. Sizden etrafınızdaki herkese muhteşem bir dizaynda sevgi dalgaları yayılır. Siz onları severseniz, onlar da sizi seveceklerdir. Sizi sevmeyenleri de sevmeye çalışın! Severseniz yücelirsiniz.
Sevmek, Allah’tandır. Ruhun bir hasletidir. Nefretse şeytandandır. Nefsinizin bir afetidir. Öyleyse nerede bir afetinize yenik düşerseniz, arkasından mutlaka onun huzursuzluğunu yaşarsınız. Ve nefsinizin bir afetine uyarak yaptığınız her davranış size mutlaka bir derecat kaybettirir. Önemli mi? Evet sevgili kardeşlerim, önemli. Çünkü kaybettiğiniz dereceler kazandığınız derecelerden fazla çıkarsa, hayatınız boyunca yaptığınız bütün güzel davranışların kazandırdığı derecelerle bütün yanlış davranışlarınızın, başkalarına huzursuzluk verdiğiniz her davranışınızın ve kendinize zarar verdiğiniz her davranışınızın kaybettirdiği negatif dereceler kıyâmet günü fazla olursa o zaman gidilecek yerin cehennem olduğunu biliyorsunuz.
Öyleyse hayat geçiyor sevgili kardeşlerim. Birde bakıyorsunuz ki yaşlanmışsınız. Ne mutlu yaşlandıkları zaman geriye baktıklarında, herkese iyi davrandıklarını, herkesin mutluluğu için çalıştıklarını hatırlayanlara. Ömür boyunca kendisini başkalarına vakfedenlere. İşte onlar başkalarının mutluluğu için yaşayanlardır. Hayatlarını insanları mutlu etmeye adamışlardır. O istikamette bir gayretin sahipleridir. Bütün ömürleri bunu tahakkuk ettirmek gayretiyle geçer. Onlar Allahû Tealâ'nın kendilerine verdiği hayatı, başkalarına mutluluk vermek için verdiğini idrak edenlerdir. Allah'ın yakınlarıdır. Allah onlara sevmeyi öğretir. Onlar daimi zikre ulaştırılırlar. Bunun manası nefslerinin kalbinde zaten afet kalmayacaktır. Afet yoksa hiç kimse hakkında kötü bir şeyler düşünemezler. Yorumlarını negatif istikamette gerçekleştirmezler. İnsanlara olan davranışları hep buram buram sevgiyle oluşur. Sevdikleri için başkalarını yaralayacak davranışlar yapmaları söz konusu olmaz.
Sevgili kardeşlerim! İnsanları severseniz ne kaybedersiniz ki? Ama çok şeyler kazanırsız. Sevgi, size ufukları kazandırır. İşte ufukların efendisi Osmanlı’ya dikkatle bakın! Sevginin aydınlığında yaşamışlar. Hepsi tasavvuftandı. “Tasavvuftan olmak” ne demektir? Tasavvuftan olmak demek; nefs tezkiyesini ve tasfiyesini gerçekleştirmek demektir. Nefs tezkiyesi, o kişi kim olursa olsun herkesin mutlaka gerçekleştirebileceği bir husustur. Yeter ki; o kişi ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilesin.
Dilerse ne olur? Dilerse, Allahû Tealâ derhal onun şeytanla olan ilişkisini keser. Şeytan o kişiye tesir edemez. Şeytanın tesirini Allahû Tealâ önler. Ne zamana kadar? Ta ki o kişi ruhunu Allah’a ulaştırsın. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi bu sebeple önce mürşidine ulaştıracaktır. Tâbiiyetini gerçekleştirecektir. Sonra kişi zikrine başlayacak ve zikrini giderek arttıracaktır. Bu kişinin nefsinin kalbindeki durum, nefsinin kalbinin %100 afetlerle dolu olmasıdır. Ruhu ise %100 hasletlerle doludur ve bir denge (nefsi ile ruhu arasında denge) o kişinin doğuşundan itibaren sağlanmıştır. Nefsi ne kadar kötülükleri (kötü şeyleri) yapmayı, güzel şeyleri de yapmamayı isterse, ruhu da kötü şeyleri yapmamayı ister ve iyileri de mutlaka işlemek ister. Öyleyse, ikisi de %100 dolu (bir tanesi %100 afetlerle, bir tanesi de %100 hasletlerle dolu) olduğuna göre; %100 bir denge sağlanmıştır.
Nefs, kötülüğü emreder ama ruh da hayrı emreder. Ruh hayrı emreder ama nefs de kötülüğü emreder. Ve eşitlik söz konusudur. Terazinin 2 kefesi de birbirine eşittir. Ve kişi bu minval üzere Allah’a ulaşmayı diler. Dilerse ne olur? Dilerse bu kişi nefs tezkiyesi için hazır hale gelecektir. Ne zaman? Allah onda birtakım değişiklikler yapacaktır. Evvelâ o kişinin görme hassasını ve gözlerini irşad makamını tanıyabilecek olan bir vasfa ulaştırır. İşitme hassasını ve kulaklarını irşad makamının sözlerini izleyecek, dinleyecek ve işitebilecek yani mânâsına varabilecek bir hüviyete ulaştırır. Ve Allahû Tealâ işittiklerini kalbine indirecek ve kalpte onların idrakini sağlayacaktır.
İşte Allahû Tealâ bunları yaparken o kişinin kalbine ulaşır. Kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Ondan sonra da o kişiyi mürşidine ulaştırır. Önemli mi? Çok önemli. Kim mürşidine ulaşırsa, onun ruhu vücudunu terk edecektir. Tâbiiyetiyle beraber ruh vücudu terk edecektir. O kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelecektir. Ve o kişinin ruhuna: “Senin Allah’a mülâki olma günün geldi!” diyecektir. Allahû Tealâ Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesin de: “Onların başlarının üzerine ruh göndeririz. Onlara Allah’a ulaşmayı dileme gününün geldiğini bu sebeple oraya ulaştığını, tâbiiyet üzerine oraya geldiğini.” Ve o kişinin ruhuna: ‘Senin ulaşma günün geldi.’ diyerek insan ruhunun bir tebliğde bulunmasını sağlar.
40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Ne olur? O gelen ruh, devin imamının ruhudur. “Senin bu vücuttaki görevin tamamlandı. Vücudu terk et ve ana dergâha ulaş!” der. O ruh, vücudu terk eder ve ana dergâha ulaşır. Allah’ın katından gelen ruh (devrin imamının ruhu) o kişinin başının üzerinde yer alır. Allahû Tealâ zikir yoluyla nefsin kalbinde %51 nur oluşana kadar o kişiye şeytanın tasallut etmesine müsaade etmez. Allahû Tealâ şeytanı, o kişiyi koruyucu kalkana alarak etkisiz hale getirir. Şeytan kudurur. O kişiye hiçbir şey yapamamanın aczi içerisinde şeytan, 7-8 aylık bir süre geçirir ve bu işe feci şekilde kızar. Ama Allah, şeytan kızsa da kızmasa da bu kişinin (Allah’a mülâki olmayı dileyen kişinin) ruhunu Kendisine ulaştırır.
İşte burası mutluluğun yarısıdır. Ruh, Allah’a ulaştığı noktada nefsin kalbi %51 fazıllarla dolmuştur ve afetler %100’den, %49’a düşmüştür. Başlangıçta %2 rahmet nurundan sonra gelen fazıllar, Allah’ın o kişinin kalbine, mürşidine tâbî olduğu zaman yazdığı imân kelimesinin manyetik alanı sebebiyle fazılların manyetik alanıyla, Allah’ın nefsin kalbine yazdığı imân kelimesinin manyetik alanlarının birbirine ters olduğu için 2 kutup birbirini çeker ve kişinin kalbi zikirle Allahû Tealâ’dan gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarından fazılları toparlamaya başlar. Nefsin kalbindeki nurlar arttıkça karanlıklar kapı dışarı edilmek mecburiyetindedir. Çünkü yer kaplanmaktadır ve yer sağlam bir şekilde kaplanmaktadır. İmân kelimesi yapışarak kopması mümkün olmayan bir tarzda yerleşmektedirler. Ve de nefsin kalbindeki afetler için kapı dışarı edilmekten başka çözüm kalmamaktadır. Onlar vücudu (kalbi) terk ettikçe nefsin kalbi giderek aklanır. Bu aklanmanın her %7’lik bölümünde ruh, Allah’a doğru yaptığı seyr-i sülûk isimli yolculukta bir gök katı yükselir. Burada 7 kademelik bir yükselme söz konusudur. 7 tane gök katı aşılır.
Bir ruhun Allah’a ulaşabilmesi için 7 tane gök katını aşması gerekir. Allah’ın 7 rakamı burada da geçerlidir. Nasıl dünya adı verilen bu gezegenin içinde 7 kademe varsa, 7 tabaka söz konusuysa, merkeze kadar geçen devrede merkezdeki tabakaya 1 dersek, 2. tabaka genişleyerek çevresini kaplar. 3., 4., 5., 6. ve 7. tabaka… 7. tabaka, yer kürenin kabuğunu da ihtiva eden en üstteki bölümdür. Bu nasıl 7’li bir sistemse, dünyamızın çevresinde başlayan gök katları da 7 tane katman gösterir.
Allahû Tealâ herşeyi 7’li bir dizayn içerisinde oluşturmuştur. Ve nefsimizin kalbinde de 7 tane %7 nur birikimi gerçekleşecektir. Nefs-i Emmare’de nefsimizin kalbine %7 fazl nuru gelip başlangıçta gelen %2 rahmetin arkasından nefsimizin kalbine yerleşir.
• Burası Nefs-i Emmare’dir.
Nefs-i Emmare, nefsin şerri emrettiği kademedir. Hz. Yusuf diyor ki: “Yarabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem (temize çıkartamam). Çünkü nefs, şerri emreder. Ama Allah’a ulaşmayı dileyen insanların nefsleri hariç.” Afetlerle dolu olan nefs, şerri emreder. Hz. Yusuf daha yolun başındadır.
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Nefsin kalbinde ilk %7 nur, bu Nefs-i Emmare kademesinde gerçekleşir. Ve de mürşide tâbiiyetle vücuttan ayrılarak ana dergâha ulaşan ruh, oradan (zemin kattan) 1. kata kadar çıkmaya ve açıktaki secdede (1. katta çimenlerin üzerinde yapılan secdede), orada hazır bulunur. Diğerleri, 2. kata çıkarlar. Ama o çıkamaz. O, 1. kata kadar çıkabilecektir.
• Ne zaman artan zikriyle nefsinin kalbinde 2. defa bir %7 fazl bikrimi gerçekleşirse burası Nefs-i Levvame’dir. Kişi nefsini levm etmektedir. Allahû Tealâ: “Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti: O levvame nefse kasem ederim.” diyor.
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
Ruh 2. gök katındadır. Sonra bir daha %7 fazl birikimi, Nefs-i Mülhime’dir. Kişi Allah'tan ilham almaya başlar. Allahû Tealâ Şems suresinin 8. âyetlerinde buyuruyor ki:
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
Allahû Tealâ: “Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O nefse takvası da fücuru da ilham edilir.” diyor. Burası Allah’tan ilham almaya başlayan kademedir.
• Sonra ki kademe 4. gök katı, Nefs-i Mutmainne’dir. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!
Allahû Tealâ: “Ya eyyuhûtel nefsul mutmayinnetûh: Ey! Mutmain olan (doyuma ulaşan) nefs!” diyor. Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 28. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
Allahû Tealâ aynı zamanda diyor ki: “e lâ bi zikrillâhi tatmainnulkulûb: Dikkat edin ki; kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!”
• Sonra 5. gök katı, Nefs-i Radiye. Kul Allah’tan razı olmuştur.
• 6. gök katı, Nefs-i Mardiyye. Allah da kulundan arzı olmuştur.
• 7. Kademe, Nefs-i Tezkiye. Kişinin nefsi tezkiye olur.
7 defa %7 fazıl birikimi, o kişinin %100 afetlerle dolu olan nefsinin kalbini %49 fazl nuruyla donatır. %2 rahmet nuru da ilâve olarak gelince nefsin kalbindeki nurlar karanlıklardan öteye geçer. İşte buraya kadar olan nefsin karanlıklardan aklanmasını Allahû Tealâ garanti etmiştir. Kişi, burada, buraya ulaşana kadar hayatın en mutlu devresini geçirir. Neden? Çünkü Allahû Tealâ o kişinin şeytan tarafından rahatsız edilmesini kesinlikle önlemiştir. Şeytanla o kişinin arasına sanki bir duvar örmüştür. Şeytanın kolu kanadı kırıktır. O kişiye hiçbir şey yapamamanın aczi içerisinde (sıkıntısı içerisinde) iblis kudurur. Ama hiçbir şey de yapamaz. Bu devre 7-8 aylık bir devredir. İnsan hayatının en mutlu devresidir. Kişinin pencereleri açıp “Mutluyum!”diye içinden bağırmak gelir.
Sevgili kardeşlerim! Şeytanın insanlar üzerinde ne kadar büyük tesiri olduğunu anladınız mı? İşte Allahû Tealâ’nın mutluluk dediği müessesenin en güzeli o 7-8 ay içerisinde yaşanır. Kişi çok mutlu bir devre geçirir. Ta ki; ruhu Allah’a ulaşsın! Ulaştı, nefsinin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleşti? Allah’ın koruyucu perdesi kalkar. O zaman şeytan o kişiden intikam almak üzere şiddetle harekete geçer. Bir tek gayesi vardır. Kişiyi oradan düşürmek. İşte sevgili kardeşlerim, bu süre 7-8 aylık bir süredir. Ve Allahû Tealâ garanti veriyor. Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ: “Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediği kişiyi Kendisine seçer.” diyor. Ve insanların %95’den fazlasını seçer. Allahû Tealâ: “Ama onlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Kendisine ulaştırır.” diyor. Onlar da çok az sayıda insandır. Şeytan, her an insanların düşüncelerine, sanki onların kendi düşünceleriymiş zannını vererek tesir etmek imkânının sahibi olduğu ve son derece kurnaz bir mahlûk olduğu için insanların büyük bir kısmını Allah’a ulaşmayı dilemekten men edecektir.
Sevgili kardeşlerim bir düşünün! Biz 32-33 yıldır: “Allahû Tealâ’ya ulaşın! Ulaşmayı dileyin! Bu, kurtuluştur. Ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren cehennemden kurtulursunuz.” diyoruz. Allah’ın büyük bir ni’meti ayaklarınızın altında. Ama insanlarda tıs yok. Sadece işte bizim kardeşlerimiz, Allah’a ulaşmayı diliyorlar. Geri kalanlar Allahû Tealâ’nın kendilerine herşeyi âyetlerle açıklanmasına rağmen, Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, sadece bir tek dilek olmazsa, gidecekleri yerin cehennem olduğu da o insanlara anlatılmasına rağmen insanlar kör, sağır ve dilsizler. Gözümüzün önünde şu anda 70 milyondan fazla insan cehenneme doğru gidiyor. Ve onlara hiçbir şey yapamamanın ızdırabını yaşıyoruz.
Biz, Allah’ın Resûl’üyüz. Allahû Tealâ’nın bize verdiği emir herkesi kurtarmaktır. Herkese Kur’ân âyetleriyle, sadece bu kadar basit bir yolla, bir tek dilekle o insanın cehennemden kurtulacağını garanti ediyoruz. Ama insanlar bir kulaklarından giren bir kulaklarından çıkan bir dinleyiş içerisindeler. Kurtarılması lâzımgelen bizim hayatımız değildir. Onların hayatıdır. Allahû Tealâ bize bu görevi vermiş, ilmi öğretmiştir. Herkesin bir tek dilekle kurtulabileceğini bu güne kadar onlara yüzlerce defa, binlerce defa söylemişizdir. Sonuç mu? Sonuç, hiç iç açıcı değil. Öyle bir ilim taassubu dîn adamlarımızı sarmış ki; onlar insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşmasını kesinlikle reddediyorlar. Çünkü ağa babaları (dînin ileri gelenleri) onlara demiş ki: “ Ha! ruh mu? Ruh Allah’ındır. Kimin ruhu vücudundan ayrılırsa o ölür.” Ve insanlar buna inanmışlar. Allahû Tealâ da tam aksine herkesten ruhunu Kendisine ulaştırmasını istiyor. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
Allahû Tealâ ruha: “İrciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et!” diyor. Rücû etmek; geri dönmek demektir. Geri dönerek ulaşmak demektir. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Allahû Tealâ: “Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu: Rabbine geri dön! O’na ulaşmayı dile ve Ona teslim ol!” diyor. Bu; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi, iradenin teslimi 4 tane teslim içeriyor. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de hidayetin tarifini veriyor:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
Allahû Tealâ: “innel hudâ hudallâhi.” diyor.
el hudâ; hidayet
hudallâhi; Allah’a ulaşmaktır.”
Yani ruhun, o kişinin dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmasıdır. Ruhun Allah’a ulaşmasını insanlar: “Ruh vücuttan çıkınca insan ölür.” safsatasına dayalı olarak gerçekleştirmiyorlar. Oysaki; ruhun vücutlarından her an, dilediği an ayrıldığını tekrar oraya girdiğini, onların bunu asla hissetmediklerini onlar bilmiyorlar.
Sevgili dostlarım, can dostları, gönül dostlarım! İşte Allahû Tealâ bütün insanlara mutluluğun yarısını garanti ediyor. Dünya mutluluğun yarısı ne demek? Allahû Tealâ’nın emrini yerine getirip de kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman Allah, onun ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırıyor. Bu olayın gerçekleşebilmesi içinse kişinin nefsinin kalbindeki afetlerin %51’inin yok olması lâzımdır. Allah bunu gerçekleştiriyor. Gerçekleştirince ne oluyor? Nefsin kalbi %51 nurlarla doludur. Mutluluk oranı %51’dir. Geri kalanı (%49) afetlerle dolu, mutsuzluk.
Kişi, eğer o noktada Allah’a ulaştığı zaman devam ettiği zikir seviyesi, meselâ günde 3 saatse ve bu 3 saat içerindeki zikirle ne kadar zikir yapabiliyorsa o zikir seviyesini devam ettirdiği sürece, bu yarım mutluluğu (dünya mutluluğunun yarısını) yaşar. Ama bu kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman 1. kat cennetin sahibi olmuştur. 14. basamakta mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman 2. kat cennetin sahibi olmuştur. Ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman 3. kat cennetin sahibi olmuştur. Ve eğer bu zikir seviyesinin devam ettirebilirse, ömür boyunca dünya mutluluğunun yarısını yaşar. Ve kıyâmetten sonra gideceği yer, 3. kat cennettir. Şeytan asla bunu engelleyemez. Kişi sıkı bir disiplinle bu zikir seviyesini devam ettiriyorsa, dünya da mutluluğu yarı yarıya yaşayan ama neticede mutlaka cennette 3. kat cennetin sahibi olacak olan bir kişidir.
Ve sözümüze dikkat edin! O kişi kendisi başarmamıştır. Sadece Allah’a mülâki olmayı dilemiştir. Geri kalan herşey, Allahû Tealâ tarafından yapılmıştır. Âyet-i kerime (Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesi) çok açık. Allahû Tealâ diyor ki:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Allahû Tealâ: “Allah dalâlette olanları bırakır. Onlarla meşgul olmaz. Ama o dalâlette olanlardan her kim Allah’a mülâki olmayı (ruhunu Allah’a ulaştırmayı) dilerse Allah, onları Kendisine ulaştırır.” diyor. Ve de bu ulaştırmayı Allahû Tealâ 7-8 aylık bir devre içerisinde mutlaka gerçekleştiriyor. Ve ondan sonra kişi o zikir seviyesini düşürmezse ömrü boyunca dünya mutluluğunun yarısını yaşar. Kıyâmetten sonra gideceği yer mutlaka 3. kat cennet olur.
Peki, kişi: “Bana bu kadarı yetmez. Ben daha ötesini istiyorum. İrademi de kullanacağım, Allahû Tealâ’dan da yardım isteyeceğim. İnşaallah daha ötesini başaracağım. Fizik vücudumu da Allah’a teslim edeceğim.” diyorsa o dik yokuşu tırmanmaya hazırlanmalıdır. Evvelâ zikrinin günü yarısından daha öteye çıkaracak ve zahid olacaktır. Zühd makamının sahibi yani günün yarısından daha fazla zikreden birisi olacaktır. Sonra? Sonra daha öteye geçecektir. Daha ötede ne vardır? Daha ötede bu kişi, 18 saat zikre ulaştığı zaman fizik vücudunu da Allah’a teslim edecektir. Bu, her baba yiğidin başarabileceği bir iş değildir. Ama bütün sahâbenin başardığını da unutmayalım. Ve de bu noktaya ulaşan kişi zaten mutluluğu, tamamına yakın bir şekilde yaşayacaktır. Ve gideceği yer 4. kat cennettir. Sonra bu kişinin zorlanmadan bu noktaya ulaşması zordur. Dik yokuş budur. Oraya ulaştıktan sonra zaman açısından günün %80’den fazlasını zikirle geçiriyorsa, o kişi çok kısa bir zamanda daimî zikre ulaşacaktır. Ulûl’elbab olacaktır. Sonra muhlis olacaktır. Bu kişi Tövbe-i Nasuh’la, tövbe ederek Allah’a yaklaşacaktır. Artık bu değişmez bir tövbedir.
Şeytanın o kişiye tesir etmesi kesinlikle mümkün değildir. Bundan sonra da Allah onu irşad makamın sahibi kılacaktır. Allahû Tealâ iradesini de teslim alacaktır. Ve kişi mutlulukların en büyüğüne ulaşacaktır. İradesini de Allah’a teslim eden kişi, nefsinin kalbinde hiçbir afet kalmamış olan, Allah ile her an konuşabilen, Allah’ın kendisini kalp gözüyle gösterdiklerini gören, ehli hüküm, ehli hikmet, ehli hayır bir insan olacaktır. Kalp gözü açık, kalp kulağı da açık olan bir insandır. İşte mutluluğu asıl yaşayanlar onlardır. Mutluluğun hası onlarındır.
Bundan 14. asır evvel bütün sahâbe bu hedefe ulaştılar. İrşad makamına yükseldiler. Ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim ettiler. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesi, onların bu muhteşem mutluluğunu anlatıyor:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Allahû Tealâ: “Sakûn-el evvelîn var ya onlardan bir kısmı ensardandı (yani Medine’deki yardımcılar), bir kısmı da muhacirîndendi (Mekke’den Medine’ye göç edenler). Bir de onlara ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor. Kime tâbî olmuşlar? Sahâbeye. Kime tâbî olmuşlar? Tâbiîne tâbî olmuşlar. Sahâbeye tâbî olmuşlar. Onlara “tâbiîn” deniyor. Tâbiîne tâbii olanlara da “tebei tâbiîn” deniyor.
Öyleyse Allahû Tealâ böyle bir dileğin sahibini mutlaka Kendisine ulaştıracağına göre demek ki; Allahû Tealâ herkes için bu garantiyi vermiş. O zaman bir kişi düşünün! Açlığa dayanamıyor, oruç tutamıyor. Allahû Tealâ onun oruç tutmasını sağlar. Açlığa dayanıklı olmasını sağlar. Başka bir kişi, namaz denilen şeyi sevmiyor. “Ben, namaz kılamıyorum.” diyor ve kılmıyor da. Allahû Tealâ onu, namazı seven bir insan haline getiriyor. Namaz onun için artık huzur verici bir faktör oluyor. Allahû Tealâ zikri sevmeyen insana zikri sevdiriyor. Ve de o kişide eksiklik neyse, o kişini ruhunun Allah’a ulaşması sadedinde yapması lâzımgelen görevlerde onu engelleyen ne varsa hepsini Allahû Tealâ o kişinin kalbinden söküp alıyor. Ve kişi hangi şartların içinde olursa olsun eğer ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemişse Allahû Tealâ o kişinin bütün engellerini kaldırıyor ve bunu garanti ediyor. Ondan sonra da kişi için namaz kılmak bir zevk oluyor. Oruç tuttuğu zaman açlık hissetmiyor. Zikir yapmak, huzur verici bir faktör olarak devreye giriyor. Ve Allah’ın bütün ibadetleri o kişi için bir sevgili oluyor. Kişi ibadet etmekten zevk almaya başlıyor. “Aman! Şu namazı da kılayım, omuzlarımdan atayım.” Değil. “Hah! Tamam öğle namazın vakti girdi. Hadi gelin! Namazı kılalım şu büyük zevki beraber yaşayalım.”
Sevgili kardeşlerim! Bu kişi zikir yaptığı zaman Allah ile olan ilişkisi öyle hüviyete konulur ki; o kişi zikir yaparken Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarının kalbine geldiğini neredeyse hissedecektir. O büyük haz içerisinde zikrini yapacaktır. Oruç tutacak, açlık hissetmeyecektir. Muhteşem bir mutluluk yaşayacaktır. Hamdolsun, Allahû Tealâ’nın Peygamber Efendimiz (S.A.V) kanalıyla bütün sonra gelenlere, sünneti seniyesi olan haftada bir gün (perşembe günleri) oruç tutmayı kişi, büyük bir zevk haline getirecektir. Bu kişi, 52 hafta hep bir gün oruçlu olacaktır. Zikir, onun için bir zevk olacaktır.
Sevgili kardeşlerim! Herşey o kadar güzel ki! Sevgili kardeşlerim! Mutluluğunuza engel olan siz değilsiniz. İçinizdeki şeytandır. Her an sizin tesir ettiği cihetle “içinizdeki şeytan” diyoruz. Yoksa kimsenin içinde şeytan yoktur.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte mutluluğu Allahû Tealâ ayaklarınıza sermiş. Kim ceht eder de fizik vücudunu, nefsini, iradesine teslim etmeyi dilerse Allah onlara ona göre yardım eder. Onlar da mutlaka bu hedeflere ulaşır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte bir sohbetimiz daha tamamlandı. Sizleri o kadar çok seviyoruz ki; huzurunuzdan ayrılmak içimizden geçmiyor. Hep birlikte olmak istiyoruz. Hep sizlere bir şeyler anlatabilmek, sizin kalbinize bir şeylerle ulaşabilmek, sizleri mutlu edebilmek, bunun için yaşıyoruz.
Allahû Tealâ hepinizi hem cennet saadetine, hem dünya saadetine ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R



