}
Yarenlik Sohbeti 07.12.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111780

SOHBETİN ADI: YÂRENLİK SOHBETİ
TARİHİ: 07.12.2007

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir yârenlikte birlikteyiz. Sizleri çok seviyoruz. Çok ama çok seviyoruz. Ve istiyoruz ki hepiniz birbirinizi çok sevin.

Allahû Tealâ’nın insanı yaratarak ona verdiği emir, 7 safha ve 4 teslimdir. Bunların her birisi mutluluğun daha büyük bir boyutunu temsil eder. Bir defa bir insan Allah'a ulaşmayı diledikten sonra, ruhunu Allah'a ulaştırdığı güne kadar o kişi muhteşem bir mutluluğu yaşayacaktır. Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde bu kişi mutluluğu üst boyutta yaşayacak olan birisidir. Allahû Tealâ bütün insanları mutlu kılmak istediği için 7 safhayı da şart kılmıştır, farz kılmıştır.

7 safhayı biliyorsunuz. 1.basamakta bir şey yok. 2.basamakta bir şey yok. Yani mutlulukla alakâlı bir olay yok. Ama 3.basamakta insan, Allahû Tealâ tarafından seçiliyor (İnsanların %95’den fazlası). O seçilenlerden kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o kişi dilediği anda 1.safhadadır. Ve cehennemden de kurtulmuştur. Evet, sevgili kardeşlerim! Bir tek dilek. “Ya Rabbi! Ben ruhumu Sana şu dünya hayatında yaşarken ulaştırmak istiyorum.” demek, bir tek dilek bir insanı mutlaka cehennemden kurtarır. Kurtarır, mutlaka cennet ehli yapar. Neden? Bakınız Allahû Tealâ en basit anlatımı içerisinde ne diyor? Rûm Suresi 31. âyet -i kerime:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“Allah'a yönel, ruhunu Allah'a ulaştırmayı dile. Ve O’na karşı takva sahibi ol.”

Ne olur kişi takva sahibi olursa? Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetlerine bakıyoruz:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


“Cennet takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte vaad olunduğunuz cennet budur.”

ve uzlifetil cennetu lil muttekîne: cennet takva sahiplerine yaklaştırıldı

“Takva sahipleri için” deniyor Arapça’da. Türkçe’de de aynen bunu söyleyebiliriz.

li: için
muttekîne: takva sahipleri
“Cennet takva sahipleri için yaklaştırıldı (takva sahipleri yaklaştırıldı).”
haza: işte bu
mâ: şey
tûadûne: vaad edildiğiniz şey.
“İşte vaad olunduğunuz şey budur. İşte vaad olunduğunuz şeyi size teslim ettik.”
li: için
kulli: bütün
evvâbin hafîz: evvab olanlar için ve hafîz olanlar için.

Evvab demek, meâba sığınmış olan demektir. Meâb da Allah'ın Zat’ı olan sığınağın adıdır. Allahû Tealâ  Âli İmrân-14’de diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.


Allah'ın Zat’ı en güzel sığınaktır. En güzel sığınak Allah'ın Zat’ıdır. Öyleyse bütün ruhların ister ölümle ister hayatta iken nefs tezkiyesi yaparak Allah'a ulaşma olsun, her ikisinde de sığınağa sığınmaları bütün insanlar için sonuçtur. Başka türlüsü mümkün değildir. Cehenneme gidecek olan insanların da cennete gidecek olan insanların da ruhları mutlaka Allah'ın Zat’ına ulaşacaktır; bir farklılıkla. Cehenneme gidecek olan insanların ruhları Azrail (A.S) tarafından Allah’ın Zat’ına ulaştırılır. Cennete gidecek olan insanların ruhları onlar tarafından Allah'a ulaştırılır.

Ruh, seyr-i sülûk yoluyla Allah'a ulaşır. Bunun için kişinin mürşidine ulaşıp tâbî olması gerekir. Tâbiiyet sırasında mutlaka ruh vücuttan ayrılır ve Allah'a doğru yola çıkar. İşte tâbiiyet sırasında, devrin imamın ruhu gelip kişinin başının üzerine yatay şekilde yerleşir. Ve o kişinin ruhuna der ki: “Senin Allah'a mülâki olma günün, yevm’et telâkın geldi. Hadi Allah'a geri dön!” Ruh, bu noktada vücuttan ayrılır. Devrin imamının dergâhına ulaşır. Oradan diğer bütün seyr-i sülûkta olan ruhlarla birlikte 1.gök katına, 2.gök katına, 3., 4., 5., 6., 7.gök katına yükselecektir. Ve 7.gök katında 7 tane âlemden geçecektir. Sidretül Münteha’yı aşacaktır, Allah'ın Zat’ına ulaşacaktır. Böyle bir ruh Allah'ın katında yok olur. Ve o kişinin fizik vücudu kıyâmetten sonra cennetin 3.katına ulaşır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’ya hamd ederiz şükrederiz ki, bu hakikatleri bizlere öğretmiş. Böyle bir dizaynda hepiniz için söz konusu olan şey Allah'a ulaşmayı mutlak olarak dilemektir. Mutlaka dilemelisiniz. İşte mutluluğun başlaması bununladır. Eğer dilemezseniz o zaman Allah'ın cennetine asla giremezsiniz. Kim olursanız olun, ne yaparsanız yapın. İşte size mutluluğunuz için Allah'ın Kur’ân-ı Kerim’ini getirdik. Allah 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Kur’ân’ı getirmiş.  Mutluluğun şartlarını sıralamış. Seviyelerini de sıralamış. Ve sahâbenin bütün bunları kademe kademe gerçekleştirdiğini de gene Kur’ân-ı Kerim’in içine koymuş.

İşte bu minval üzere olaylar dizisine baktığımız zaman ne görüyoruz? Kur’ân âyetlerinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’nun sahâbesinin İslâm’ın 7 safhasını da yaşadıklarını, ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz. Yeter mi? Yetmez. Bunların hepsinin üzerimize farz kılındığını da görüyoruz. Açık ve kesin bir muhtevada bunların hepsi var. Öyleyse gerçekten böyle mi? Evet gerçekten böyle. Allah'a ulaşmayı dilemek üzerimize farz mı? İşte Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“Allah'a yönel ve böylece takva sahibi ol. Ve namaz kıl. Ve müşriklerden olma.”

Peki mademki böyle, üzerimize farz. Sahâbe de mademki kurtuluşa ulaşmışlar. Öyleyse onların hepsi, sahâbe adını verdiklerimiz Allah'a ulaşmayı dilediler. Öyle mi? Evet aynen öyle. İşte Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde diyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Allahû Tealâ sahâbe için diyor ki: “Ve onlar tagutun dostu iken taguttan içtinap ettiler, kaçındılar. Kendilerini kurtardılar. Ve Allah'a yöneldiler. Allah'a ulaştılar. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.”
 
Sahâbe tagutun kulu iken Allah'ın kulu oluyorlar, bir. Dalâlette iken hidayette oluyorlar, iki. Cennetle müjdeleniyorlar. Allahû Tealâ: “Kullarımı müjdele.” diyor. Hem Allah'a kul olmak (şeytanın kulu iken Allah'ın kulu olmak) hem de (sahâbeden bahsediyoruz) cennetle müjdelenmek. Sahâbenin 1.kat cenneti hak ettikleri yer burası. Allah'a mülâki olmayı diledikleri nokta. Hepsi dilemişler.

Sevgili kardeşlerim! O zaman ne ile karşı karşıyayız? Kur’ân bu asrın hidayet güneşidir; 21.asır. Bu asırda bütün dünya hidayete kavuşacaktır. İşte 14 asır evvel gördük ki üzerimize farz. Allahû Tealâ: “Allah'a yönel ve takva sahibi ol.” diye emir veriyor. Gördük ki bütün sahâbe bunu gerçekleştirmişler. Geçelim. Bundan sonra ne olur? Allah, Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyle bizatihi meşgul olur. Onların gözlerini, kulaklarını ve kalplerini irşad makamına karşı hazırlar. İrşad makamını gördükleri zaman, onu herhangi bir kişi olarak değil irşad makamı olarak tanımlamaları için o kişilerin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır. Kulaklarındaki vakrayı alır. Kalplerindeki ekinneti alır. Allahû Tealâ sonra ne yapar? Sonra onların görme, işitme, idrak etme hassalarını değiştirir. Bu hassaları çalışır vaziyete getirir. Görme hassasını harekete geçirir. İşitme hassasını harekete geçirir. İdrak etme hassasını harekete geçirir. Hem hassalarıyla hem uzuvlarıyla kişi irşad makamını irşad makamı olarak görmeye başlar. Bunun sonu tâbiiyettir. 2.safha tâbiiyeti ifade eder. Bu noktaya gelebilmek için bir kişi 14.basamağa gelecektir. 3.basamakta Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi, Allah 14. basamağa ulaştırır. Ona zikri sevdirir. Ona namazı sevdirir. Ona orucu sevdirir. O kişinin oruç tutarken açlık hissetmesini önler. Namaz kılarken namazı bir zevk haline getirir. Bütün ibadetlerini severek yapan bir insan hüviyeti belirir karşımızda. Böyle bir insan mürşidine ulaşıp tâbî olacaktır. Tâbiiyet farz mı? Mâide-35’de Allahû Tealâ diyor ki:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


Allahû Tealâ: “Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olun (2.takva). Ve sizi Allah'a ulaştıracak olan vesileyi Allah'tan isteyin.” diyor. Arkasından da diyor ki: “Ve zikir yapın. Allah yolunda zikirle cihad edin.” Demek ki irşad makamını istemek bu âyet-i kerime ile üzerimize farz. Bu kadar mı? Hayır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.


“Sabırla ve namazla yani hacet namazıyla Allah'tan mürşidinizi isteyin.”

vesteînû: istiane ile
bis sabri ves salât(sâlâti): sabırla istiane edin, Allah'tan isteyin
“Sabırla ve namazla Allah'tan istiane edin. Allah'tan isteyin.”

innehâ le kebîretun: muhakkak ki bu büyük bir iştir, kebîretün bir iştir

Neden? Niçin Allahû Tealâ böyle demiş? Çünkü eğer bir insan başlangıcı gerçekleştirmemişse; Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilememişse, o kişi 24 saat her gün mürşidini Allahû Tealâ’dan istese, bunun için istiane namazı kılsa Allahû Tealâ ona hiçbir zaman mürşidini göstermez. O kişinin önce Allah'a mülâki olmayı dilemesi lâzım. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlere, Allahû Tealâ’nın hediyesi var. Bir insan Allah'a ulaşmayı dilerse ve istiane ederse, işte onlar için kapılar açık.  Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “İllâ alel hâşiîn(hâşiîne): Ama huşû sahipleri üzerine, huşû sahipleri hariç. Onların üzerine böyle bir korku, mürşid bulamama korkusu yoktur. Gelmez.”
illâ alel hâşiîn(hâşiîne): ama huşû sahipleri hariç

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


“Onlar kesin şekilde inanırlar ki.”

yezunnûne; kesin şekilde inanmak.
ellezîne: onlar ki
“inanırlar kesin şekilde”
ennehum: muhakkak ki onlar
ileyhi râciûn: O’na, Allah'a rücû edeceklerdir. Ruhlarını Allah'a ulaştıracaklardır.

Öyleyse kim bu insanlar? Allah'a ulaşmayı dileyenler kesin şekilde inanırlar ki Allah'a ulaşmayı diledikleri için, Allah onların ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Sadece huşû sahipleri. Kimdir huşû sahibi?  Allah'a ulaşmayı dileyen. Dilediği anda kişi 1. huşûnun sahibi olmuştur. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes 1. huşûdadır. Sonra bu kişi Allahû Tealâ’dan mürşidine ulaşmayı diliyor. Ve nefsinin kalbinde %2 nur birikimi, onu 2. huşûya ulaştırıyor. O kişinin kalbine Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesi gereğince Allahû Tealâ, %2 rahmet nuru gönderiyor.

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.


Ve o kişi %2 rahmet nuruyla huşû sahibidir. Huşû sahibi olan kişi Allahû Tealâ tarafından kendisine mürşid gönderilmesini, mürşidin kendisine beyan edilmesini talep ediyor. O zaman Allah ona mutlaka mürşidini gösteriyor. Neden gösteriyor? Çünkü bu kişi Allah'a ulaşmayı dilemiş, zikir yapmış. Kişi bu muhtevayı aştıktan sonra, Allah kişinin görmeyen gözlerini irşad makamını görür hale getirdikten sonra, işitmeyen kulaklarını irşad makamının söylediklerini işitir hale getirdikten sonra, onda bütün bu güzellikleri tahakkuk ettirdikten sonra, o kişiyi ilk huşûnun sahibi yapıyor (o kişinin kalbine %2  rahmet nuru göndererek). Bu kişi huşû sahibi oldu, o zaman onun mürşidini Allah'tan sorma hakkı doğuyor. Ondan evvel de sorabilirdi. Sormasına bir engel yok. Cevap alamayabilir. Ama bu noktada, Allah’a ulaşmayı dilediği noktadan itibaren o kişi mutlak olarak Allah'tan cevabı alır.

İşte Hadid-16’daki kalbine %2 rahmet girmiş huşû sahibi, bir evvel söylediğimiz âyetteki huşû sahibidir (Bakara-45). Allahû Tealâ böylece bu iki âyet arasındaki irtibatı kurmuş. Allahû Tealâ: “Sadece huşû sahipleri buna ulaşabilir.” diyordu. Yani mürşidini Allah'tan sorarak, istiane ile o mürşide ulaşmaya sadece huşû sahipleri kaadir olur; Allahû Tealâ bunu böyle nasip ettiği için, kanun olarak koyduğu için. Ve Allahû Tealâ o kişiye mutlaka mürşidini gösterir. Allah'ın gösterdiği mürşide kişi ulaşacaktır. Kimi göstermişse mutlaka o, kişinin ulaşabileceği bir yerdedir. Ve kişi o mürşide ulaşır, tâbî olur. Gözyaşlarıyla yaptığı tâbiiyet o kişi için bir dönüm noktasıdır. Çünkü tâbiiyetle ruh vücuttan ayrılır. Tâbî olduğu mürşidin dergâhından ayrılır. O dergâhtan, devrin imamının dergâhına ulaşır. Seyr-i sülûk devrin imamının dergâhından başlar. Onarlık sıralar halinde ruhlar (erkekler sırası ayrı, hanımlar sırası ayrı olmak üzere) dizayn edilir. Son sıra her zaman 10 olmayabilir. Değişik rakamlar da olabilir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte bu noktadan sonra mürşide tâbiiyet asıldır. Ve gördük ki farz. Kişinin ruhu, vücudundan mürşide tâbî olduğu an ayrılmıştır. Devrin imamının dergâhını aşmıştır. Bu kişinin Allah'a ulaşması yapacağı zikirle kesin olarak ilişkilidir. Zikrini adım adım arttıracaktır. Arttırınca o kişinin ruhu diğer ruhlarla beraber önce 1.kata yükselir. Sonra sırasıyla 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. katlara ulaşacaktır. Zikir de giderek artacaktır ki bu olaylar tahakkuk etsin. Ve nihayet ruh 7.gök katına ulaşacak, 7 tane âlemden geçecek. Zikir hücrelerinde zikrini tamamlayıp Sidretül Münteha’ya, oradan da Allah'ın Zat’ına ulaşacaktır. Bu vuslattır; ruhun hayattayken Allah'a ulaşması. Üzerimize farz mı? Allahû Tealâ ruhumuzun Allah'a ulaşmasını defaatle üzerimize farz kılmıştır. Muzemmil-8’de diyor ki:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Ve Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek, herşeyden ayrılarak Allah'a ulaş. O’na, Allah'a ulaş.”

Üzerimize farz. Sadece bununla mı? Hayır. Zumer-54 de Allahû Tealâ buyuruyor ki:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


“Rabbine yönel ve O’na teslim ol. Ruhunu, vechini, nefsini ve iradeni Allah'a teslim et.”

Böyle bir dizaynda teslimler söz konusu olur. Ruhun Allah'a teslim olması gerçekleşir. Ruh, 7 tane gök katını diğer ruhlarla birlikte aşarak Sidretül Münteha’ya, oradan da Allah'ın Zat’ına ulaşır. Demek ki üzerimize farz. Peki, bütün sahâbe ulaşmış mı? Bütün sahâbe Allahû Tealâ’ya ulaşmış. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin ulaştığını söylüyor.

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


Allah'a ulaşan kişi, hidayet eren kişidir. Allahû Tealâ Zumer-18’de bütün sahâbe için: “Onlar hidayete erdiler.” diyor. İfade şöyle: “Onlar sözü dinlerler ve sözün en güzeline tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler.” Gördük ki hidayet üzerimize farz ve bütün sahâbe de hidayete ermişler; ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar.

Sonra fizik vücut teslimi gelir. O da üzerimize farz kılınmıştır. Allahû Tealâ diyor ki: “Ey insanlar! Fizik vücutlarınızı, vechlerinizi Allah'a teslim edin.” Bunu şu tarzda anlatıyor:

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı? Bana teslim olacağınıza dair.”
İşte bu bir farzdır.

“İnnehu lekum aduvvun mubîn: O (şeytan), size apaçık düşmandır.”

Şeytana kul olmak değil; bütün insanlar doğuşlarından itibaren şeytana kuldurlar. İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde gördük ki bütün sahâbe şeytana kul iken, şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul oluyorlar. Birinci bölümde bunu söylemiştik; birinci safhada. Bütün sahâbe şeytana kul iken kul olmaktan kurtulmuş, Allah'a kul olmuşlar. Burada da  “Âdemoğulları” diyor. Birincisinde ruhları Allah'a ulaşarak Allah'a kul oluyor. Bunda da fizik vücutları. “Ey Âdemoğulları!” diye geçiyor âyette. Âdemoğulları bizim fizik cesetlerimizdir. Allahû Tealâ: “Ben sizlerden ahd almadım mı, Bana kul olacağınıza dair.” diyor. Fizik vücutlarımızın Allah'a kul olacağına dair, Allah'a ahd vermişiz. Bütün sahâbenin fizik vücutları Allah'a kul olmuş. Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


“Habibim! De ki o ümmîlere ve kitap sahiplerine; ‘Ben ve Bana tâbî olanlar biz hepimiz  vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.’ Sor bakalım onlara onlar da teslim etmişler mi? Eğer ettilerse onlar da hidayete ermişlerdir.”

Sonrası nefsin teslimi. Zumer  Suresinin 18. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin nefslerini de Allah'a teslim ederek ulûl'elbab olduğunu söylüyor. “Onlar sözü dinlerler. Sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler ve onların hepsi ulûl'elbab oldular.”

Kimdir ulûl'elbab? Âli İmrân 190 ve 191 bunun cevabını veriyor:  

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).

Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


“Ulûl'elbab için ayakta iken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.”

Ayaktayken, otururken ve yatarken zikredenler daimî zikrin sahipleridir. Bütün sahâbe daimî zikre ulaşmış. Daimî zikre ulaşınca nefslerinde hiç afet kalmamış bu insanların. Ve lübblerin sahipleri olmuşlar. Allah'a tezekkür etmek imkânının sahibi olmuşlar. Bütün sahâbe ulûl'elbab olmuş. Ulûl'elbab ise daimî zikrin sahipleri olduğuna göre, bütün sahâbe daimî zikrin sahibi olmuş. Yani nefslerini Allah'a teslim etmişler. Sonraki makam İhlâs makamı. Farz mı? Allahû Tealâ Beyyine Suresinin 5.âyet-i kerimesi ile farz olduğunu söylüyor.

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).

Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.


“Onlar emrolunmadılar. Allah'a hanif kul olmakla emrolundular. Allah'a hanifler olarak kul olmakla, Allah'a abd olmakla, kul olmakla emrolundular. Ve muhlisler olarak.”  

Öyleyse bu farz emrin karşılığında bütün sahâbe acaba muhlis olmuşlar mı? Evet. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).

De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”


“Onlara deyin ki o kitap sahiplerine ve ümmîlere, Allah sizin de Rabbinizdir, bizim de Rabbimizdir. Ama biz Allah'a muhlis olanlarız.”

Bütün sahâbe Allah'a muhlis olmuşlar. Konunun daha sonrası salâh makamına geliyor. Günahların örtülmesine, salâh nurunun verilmesine, günahların sevaba çevrilmesine arkasında da iradenin Allah'a teslim edilmesine kadar uzuyor konu. İradesini Allah'a teslim eden kişi ise “irşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamının sahibi kılınıyor. İşte 7 safha ve 4 teslimlik muhtevada bütün sahâbenin ruhlarını da vechlerini de (fizik vücutlarını da) nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz.

Öyleyse mutluluk mu? Huzur mu? Nefsinizin kalbinde afetlerin azalması ile sağlanan bir müessesedir. Kişi ruhunu Allah'a teslim ettiğinde nefsinin kalbinde %51 nur birikimi oluşmuştur. Fizik vücudunu teslim ettiğinde %81’e ulaşmıştır bu. Nefsini teslim ettiğinde %100’e. İhlâs makamında %100 devam eder, salâh makamında da devam eder. Nefsinin kalbinde hiç afet kalmayan bir insan, Allah'ın bütün emirlerini onlardan büyük zevkler alarak yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen insanlardır.

Allahû Tealâ’nın hepinizi bu standartlar içinde Allah'ın bütün güzelliklerine ulaştırmasını  dileriz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ediyoruz, şükrediyoruz, Allahû Tealâ bizlere bu sohbetleri yapmayı nasip kıldığı için. Hepinizi çok ama çok sevdiğimizi belirterek huzurlarınızdan ayrılıyoruz.

İmam İskender Ali  M İ H R