TARİHİ: 10.12.2007
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım gönü dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Mutluluk.
Allahû Tealâ, insanları mutlu olsunlar diye yaratmış. Gerçekten mutluluk dizaynına baktığımız zaman bir insan, Allah’a mülâki olmayı dilemedikçe mutluluğu yaşayamaz. Mutluluk onun için geçerli değildir, çünkü nefsi şeytanla işbirliği halinde devamlı o kişiyi rahatsız edecektir. O kişi başka insanların kendisine olan davranışları sebebiyle sık sık üzülecektir. Ve aslında bilmeyecektir ki, kendisi nefsanî davranışların sahibi olduğu için, nefsinin tesiriyle başka insanlara karşı davranış biçimleri sergilediği için, bir başka ifadeyle hep kendisinden tarafa olduğu için başkaları onu pek sevmiyor. O da başkalarını çok sevmiyor. Başkaları tarafından sevilmeyen diğer insanları sevmeyen bir insan, belki şöyle müdafanın arkasına saklanabilir: “Onlar beni sevmiyorlar ki, ben onları seveyim.” Onlar dediğinizin bir kısmı birbirini seviyor ama sizi sevmiyorlar. Düşünün bakalım arkasında ne olabilir?
Sevgili kardeşlerim! Davranış biçimlerinin başında başkaları değil, siz varsınız. Siz başkalarına nasıl davranırsanız, başkalarından ona paralel davranışlar size ulaşacaktır. Öyleyse insanlar vardır, etraflarındaki herkes onları sever. O sevilen insanlara dikkatle bakın! Arkasında ne olduğunu araştırın. Arkasında şunu göreceksiniz; sevilen insanlar, başkalarını sevdikleri için sevilmektedir. Sevgi, mutluluğun azığıdır. Olmazsa olmaz şartıdır. Evvelâ Allah'ı seveceksiniz. Ne kadar çok severseniz, O’na o kadar yakın olursunuz. Allah’a en yakın olan kişi, onu en çok sevendir. O sevgi Allahû Tealâ tarafından o kişinin kalbine konulur.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir sualimiz var. Sevmeyenlere bu sualimiz: ‘Ne kaybedersiniz ki? Sevmediğiniz insanları bir an için sevdiğinizi düşünelim! Ne kaybedersiniz ki? Nefsinizin kibir afeti, nefsinizin gurur afeti yara mı alır?’
Sevgili kardeşlerim! Nefsiniz sizin dostunuz değildir. Nefsler afetlerle hangi ölçüde doluysa, şeytanın o kadar esiridirler. Şimdi sizinle beraber insanın yaratılışındaki, başlangıçtaki dengeyi görelim. Biliyorsunuz bir nefsimiz var, bir ruhumuz var bir de fizik vücudumuz var. Ruhumuz bizim değil. Ruhumuz var diyoruz ama aslında Allah'ın bizden istediği bir emanet, sahibine onu iade edeceğiz. Ama başlangıçta ruh bir denge unsurudur. Neden? Ruh muhtevasında %100 pozitifleri taşır. Yani, sevgi onlardan bir tanesidir. Nefs de başlangıçta %100 negatifi temsil eder. Çünkü nefsin kalbi %100 afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilalar… Her nev’î kötü alışkanlıklar. Bunların hepsi nefsin afetleridir. Nefsiniz bu afetlerle %100 dolu olarak yaratılırsınız. Ruhunuz da onların tam zıddı olan hasletlerle dolu olarak mevcuttur. Zaten Allah'ın ruhudur. Öyleyse, elbette onun kalbi tamamen güzelliklerle dolu olacaktır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Böyle bir dizaynda hepiniz için bir ibret yok mu? Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz herşeyi zıddıyla kaim kılarak çift yarattık.”
51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.
İşte afetler, işte hasletler. İşte nefsiniz, işte ruhunuz. Yani işte nefsinizin kalbindeki afetler, %100 afet. İşte ruhunuzun kalbindeki hasletler %100 haslet. Bir de fizik vücudunuz var. Aslında fizik vücudunuz bir yaratıktır. Nefsiniz de bir yaratıktır. İkisi birbirinin zıddı olarak ama aynı görüntüde yaratılmıştır. Fizik vücudunuz da hangi değişiklikler olursa nefsinizde de otomatik olarak aynı değişiklikler oluşur. Şimdi Allahû Tealâ’nın denge unsurlarına bakın. Nefsiniz ve ruhunuz arasındaki dengeyi nasıl kurmuş, Allahû Tealâ? Nefsinizi %100 afetlerle donatmış. Ruhunuz zaten %100 hasletlerle dolu. Ve ne olmuş? 100 ünite negatife karşılık, 100 ünite pozitif. Allah'ın bütün emirlerine karşı çıkan, yasak ettiklerini işlemeye çalışan nefsinizdeki tüm afetler, ruhunuzda da Allah'ın bütün emirlerini gerçekleştirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri asla yapmak istemeyen bir özellik taşır ruhunuzun kalbi.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu, dengenin yok olması söz konusu olabilir mi? Ruhunuzu Allah’a ulaştırmak mecburiyetinde olduğunuza göre pozitifleri Allahû Tealâ sizden ayıracak demektir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi buna hazır olmalıdır. Çünkü Allah’a ulşamayı dileyen kişi mutlaka mürşid sevgisine ulaşacaktır. Hacet namazını kılacak, Allah’tan mürşidi soracak ve ona mutlaka ulaşacaktır. Bu ulaşma neticesinde ne olur? Bu ulaşma el öpme ile noktalanır. Peki, kişi Allahû Tealâ’nın hacet namazını kılıp da kendisine gösterdiği mürşide ulaşıp ve onun önünden el öptüğü zaman ne olur? O kişinin ruhu vücudunu terk eder ve Allah’a doğru yola çıkar.
İşte sevgili kardeşlerim, ortada sadece nefsinizin ve fizik vücudunuzun kaldığı bir noktaya ulaştık. Ruhunuz yok artık. Hacet namazını kılıp mürşidinizi sorup da ona ulaştığınız zaman Allahû Tealâ: “ Onların kalplerinin içine imanı yazarız ve Allah'ın katından bir ruhla destekleriz” diyor.
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
O ruh devrin imamının ruhudur. Kim Allah’a ulaşmayı dilemişse onun başının üzerine tâbiiyet sırasında ulaşır. Ve onun ruhuna der ki: “Senin Allah’a ulaşma günün, yevm’et talâk’ın (Allah’a mülâki olma, Allah’a ulaşma günün) geldi. Vücudu terk et!” Ruh vücuttan ayrılır ve hangi mürşide tâbî olmuşsa onun bulunduğu yere ulaşır. Oradan da devrin imamının dergâhına ulaşır.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın bu standardı içerisinde ruhunuz vücudunuz terk edecektir. İşte bu, terk etme devresi içinde nefsiniz var, %100 afetlerle dolu. Fizik vücudunuz var, onun fizik vücudunuzun kalbi Allah'ın size ulaştığı yerdir. O, fizik vücudunuz ne afetlerle ne hasletlerle dolu değildir. Muhteva nefsinizin kalbinde teşekkül eder. Nefsinizi köle etmeniz demek, nefsinizin kalbindeki bütün afetleri Allah'ın zikriyle yok etmeniz demektir.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Nefsiniz %100 afetlerle doluyken Allahû Tealâ, sizi (ruhunuzu) Allah’a ulaştırmak üzere (tâbiiyetiniz) vücudunuzdan ayrıldığı zaman nefsinizin kalbi %100 afetlerle dolu olarak ortadasınız. Seyr-i sülûk adlı bir yolculuğa çıkarsınız. Ruhunuz Allah’a ulaşıncaya kadar geçen devrede nefsinizin kalbi, %51 hasletlerle dolar. Ne olmuştur? Nefsinizin kalbi %100 afetlerle, ruhunuzun kalbi %100 hasletlerle dolu olduğu noktanın bir benzeri noktaya ulaştınız fakat nefsinizin kalbindeki değerlemeyle. %51; %49’u fazl nuru olmak üzere %2 rahmet nuru. %49 artı %2, %51 eder. O noktada, ruhunuzun Allah’a ulaştığı noktada nefsinizin kalbinde %51 nur, %49 afet vardır. İşte burası bir orta noktadır, denge noktasıdır. Allahû Tealâ hepinizi mutlu görmek ister. Mutlu olmanı için lâzımgelen herşeyi yapar.
Sevgili kardeşlerim! Mutluluk dediğiniz zaman bir dünya mutluluğu var. Şu dünyada ne kadar ömür yaşar bir insan? 100 sene yaşasın, 200 sene yaşasın. Âdem (A.S) ne kadar yaşamış? 1200 sene yaşamış. 1200 sene yaşasın. Ne yazar? Cennet veya cehennem kesintisiz sonsuza kadar uzanan bir zaman parçasını içeriyor. Sonsuza kadar mutlululuk cennette. Sonsuza kadar azap, işkence cehennemde.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse insanların Allah'ın söylediklerine neden itibar etmediklerini düşünün? İnsanlar büyük bir hatanın içerisinde. Yarınlarını hiç düşünmüyorlar. Bu dünyada fizik vücutlarının yaşamalarını istedikleri zevkleri içkide arıyorlar, uyuşturucuda arıyorlar. Onlara acımaktan başka ne gelir ki elimizden sevgili kardeşlerim? Mutluluğun ne olduğunu belki de hiç yaşayamadan ölecek olan insanlar, söz konusu. Onlar da mutluluğun peşindeler farkına varsalar da varmasalar da istedikleri şey; mutlu olmak. Ama onlar mutlu olamazlar. Belki birkaç dakikalık veya saatlik zevk zannettikleri bir şeyleri yaşarlar. Sonra da o halleri geçince vücutları yıpranmış olarak hayatlarına devam ederler.
İşte insanların cennette yaşayacağı zevkleri insanlar, beyaz zehirle bu dünyada yaşamak istiyorlar ve öyle bir zevk yaşandığını düşünüyorlar. Aslında çok farklı şeyler. Rabbanî bir zevkle, zülmanî bir zevk birbirine eşit olamaz. Rabbanî zevkte huzur vardır. Zülmanî zevkte huzursuzluk vardır. ‘Ben bunu yaptım bu içkiyi içtim ama vücudum zehirlenecek. Ben bu, beyaz zehiri aldım ama vücudum zehirlenecek.’ diye insanlar hem onu alırlar hem de bir endişenin içerisindedirler.
Sevgili kardeşlerim! Allah'ın dostları, sizler ne kadar Allah’a hamdetseniz, şükretseniz azdır ki; böyle konularla uzaktan yakından ilişkiniz olmadı, olmayacak. Sizler Allah'ın gerçek anlamda İlâhi zevk olarak yaşatmak istediği zevkleri yaşamaya aday olanlarsınız. Allahû Tealâ bu zevkin, dünya mutluluğunun yarısını garanti etmiş size. Ruhunuzu Allah’a teslim etmeyi üzerine almış. Siz sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, Allah da ruhunuzu Kendisine ulaştıracak. Ulaştırdığı zamanki durumunuza bakın; nefsinizin kalbinde %51 Allah'ın emirlerine itaat eden, yasakladığı suçları işlemek istemeyen kısım olacak. Yine nefsinizin kalbinde %49 Allah'ın bütün emirlerine karşı çıkan, yasaklarını da yapmak isteyen bir dizayn oluşacak.
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
Bütün göklerde ve bütün arzlarda Allahû Tealâ ne yaratmışsa, yarattığı herşeyi bizler için yaratmış sevgili kardeşlerim. Biz insanlar için. Öyleyse herşey insan için. Allahû Tealâ’ya sadece insan olarak yaratıldığımız için bile ne kadar şükretsek ne kadar hamdetsek az değil mi? O, Allah. Bizim Rabbimiz. Bizi de yaratmış, kâinatı da yaratmış. Bugün astronomik hesaplamalar en uç noktalara kadar uzanabilmekte ve bir korkunç gerçek çıkmakta ortaya. En az 100 milyar galaksi olduğu düşünülüyor. Her galakside de en az 100 milyar yıldız. Bunların bir kısmında mutlaka hayat var. Çünkü Allahû Tealâ: “Yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve onların ikisinin arasındaki insanlar.” diye insanların yerde de gökte de bulunduğunu ifade ediyor. Yerle, gök kavramı da ayrı bir kavram.
15/HİCR-85: Ve mâ halaknâs semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakk(hakkı), ve innes sâate le âtiyetun fasfehıs safhal cemîl(cemîle).
Biz semaları ve yeryüzünü ve o ikisinin arasındaki şeyleri, başka bir şey için yaratmadık. Ancak hak ile yarattık. Ve muhakkak ki; o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Artık onlardan güzellikle yüz çevir.
Sevgili kardeşlerim, aslında şuradan baktığımız zaman yukarıya baktığınız zaman da gök, (aslı) ya sağınıza baktığınız zaman da gök, solunuza baktığınız zaman da gök, dünyanın arka tarafında size göre tam karşısında yaşamış olsaydınız, size göre alt olan yer küre, öbür tarafta yaşayan bir insana göre göklere dönük olacaktı. Öyleyse Allahû Tealâ’nın: “Biz iki doğunun da iki batının da sahibiyiz.” demesinden muradının ne olduğunu anladınız?
55/RAHMÂN-17: Rabbul meşrikayni ve rabbul magribeyn(magribeyni).
O, iki doğunun ve iki batının (insanlara göre doğu ve batının ve de cinlere göre doğu ve batının) Rabbidir.
Ekvatordan geçen bir dikmenin dünyayı bir uçtan öbür uca kapladığını, uzandığını düşünün. Bu uçta bir kişi var. Ona göre sağ taraf doğudur, sol tarafta batıdır. (Yani sağ tarafı işaret ederek) bu taraf doğu, (sol tarafı işaret ederek) bu taraf batı. Ama dikemenin öbür ucundaki bir adamı düşünün, o bu tarafa bakıyor. Ona göre de doğu bu taraf, batı bu taraf.
Sevgili kardeşlerim! İşte bir tek dünya, iki tane insan. Biri dünyanın öbür ucunda, bir eksenin tam ucunda, öteki de bu ucunda. Ama buradakine göre doğu ve batı farklı. Tam onun karşıtı olan noktadakine göre doğu ve batı farklı. Birine göre doğu ötekine göre batıyı oluşturuyor. Onun için Allahû Tealâ buyuruyor: “Biz iki doğunun da, iki batının da sahibiyiz.”
Sevgili kardeşlerim! O en az 100 milyar yıldızın, 100 milyar galaksinin herbirinde 100 milyar yıldız en az o kadarı olduğu hesaplandığına göre, altı sıfır birinci milyarda, altı sıfır da ikinci milyarda, bir rakamından sonra 12 rakamlı bir netice çıkıyor. Bin, milyon, milyar, trilyon. Sadece var olan yıldızların sayısı, en az 1 trilyon. Afedersiniz, 100 trilyon. Çünkü 100 milyar deniyordu. 100 trilyon. Böyle insanın rakamsal değerleri hafızasında hesap etmesi pek mümkün olmuyor. Büyüklüğü tesbit edemiyorsunuz. Ama şurası muhakkak ki, şu dünya adı verilen koskoca gezegenimiz dünya üzerinde bir toz zerresinden başka bir şey değildir. Allahû Tealâ, mikro âlemin de sahibidir, makro âlemin de sahibidir. O dünyaları biraraya getirdiğiniz zaman bir makro âlem çıkıyor. İnin insana, oradan mikro âleme inin. Ve de yeni bir dünya ile karşılaşacaksınız. O zaman kâinatı yaratan Allah'ın en ufak zerrelerle ayrı ayrı dizayn müessesinde aynı noktada olduğunu göreceksiniz. Şu sonsuz kâinatı yaratan Allahû Tealâ için mikro âlem de sonsuz. Sevgili kardeşlerim, insan ortalarda bir yerde yer almış durumda. Gerçekten ne kadar sahibimiz olan, yaratıcımız olan Allah’a hamdetsek şükretsek azdır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Şu dünyada nefisinizi tezkiye ettiğiniz zaman mutluluğun yarısını yaşarsınız. Daimî zikre ulaşıp da nefsinizdeki afetlerin bütününü yok ettiğiniz zaman mutluluğun da bütününü yaşarsınız. Sevgili kardeşlerim, neden mutsuzluk? Hiç kimse başkaları tarafından mutsuz kılınamaz, herkes kendisinin mutsuzluğunun mimarıdır. Sevgili kardeşlerim, eğer insanlar bir başkasına zulüm yaparlarsa, o zulmün karşılığını mutlaka ödeyeceklerdir. Ödememek söz konusu değildir. Herşey sıfıra irca edilir. Başkalarına en çok zulmedenler, cehennemde en çok zulüm edilenler olacaktır.
Ya da zulmetmek yanlış bir kelime. Cehennemde en çok cezalandırılanlar olacaktır. Oradaki zebaniler yani cehennem bekçileri, o işkenceleri yapmakla görevlendirilerek ona göre yaratılmışlardır. O işkenceler onların görevleridir. Allahû Tealâ bukağılardan, zincirlerden, kırbaçlanmadan, korkunç derecede sıcak suların kaynar lavların içine atılmaktan bahsediyor. “Derileri yanıp kavrulduğu zaman tekrar değiştirilir. Yeniden yanarlar, tekrar değiştirilir yeniden yanarlar.” diyor. O yanmanın acısını yaşatır, Allahû Tealâ orada.
Bu dünyada insanlar öyle insanlar olarak yaşarlar ki, ne aradıklarını niçin dünyaya geldiklerini bilmeden hayatları bitiverir. Allahû Tealâ başka hiçbir sebeple değil, bütün insanları şu dünyada yarattığı herkesi mutlu olsunlar diye yaratmıştır. Nereden bu kadar emin konuşuyoruz?
1- Allah’a ulaşmayı dilemek farz.
2- Mürşide tâbiiyet farz. Nefsimizin kalbi buraya kadar kapkara. 14. basamaktayız.
3- Ruhunu Allah’a ulaştıran, mürşidine tâbî olup da ruhu vücudundan ayrılan kişi ruhunu Allah’a ulaştırmıştır. 21. basamak. Mutluluğun yarısı.
Kim sağladı bunu bize? Allah sağladı. Farz mı? Evet, ruhumuzu Allah’a ulaştırmamız farz. Mutluluğun yarısını elde etmemizi üzerimize farz kılmış, Allahû Tealâ. Başlangıçta biz böyle bir dizayn içindeydik. Dengeyi kurmuş Allahû Tealâ. Ruhumuz var, fizik vücdumuz var. %50 mutlu, %50 mutsuz bir hayat yaşamak üzere dizayn edilmişiz. Ama şeytan negatif tarafa tesir etmek suretiyle o kişiyi nefsinin kalbi %100 afetlerle, ruhunun kalbi %100 hasletlerle donatılmış olduğu için kişi yine bir denge içerisindedir ama burada mutsuzluk sözkonusudur. Bu kişi mutluluğu yaşayamaz. Şeytan onun nefsine devamlı tesir eder. Allahû Tealâ’nın istediği ise nefsinzin kalbindeki bütün afetlerin yok olup, ruhumuzun hasletlerinin paralelinde olan fazlların, nefsimizin kalbini işgal etmesidir. %2 rahmetle, %98 fazl nuru. Yani nefsinizin yarısı nurla kaplı hale geliyor, ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız zaman ama son teslim olan iradenin tesliminde nefsinizin kalbi %100. %2’si rahmet nuru, %98’i fazl nuru olmak üzere %100 nurlarla kaplanıyor. Allah'ın bütün dediklerini yerine getiriyorsunuz, yasak ettiği fiilleri işlemiyorsunuz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte bir insan başlagıçta da nefsinin kalbinde %100 afetler olduğu, ruhunun kalbinde de %100 hasletler olduğu noktada bir denge içindedir. Ama şeytan o kişiyi devamlı huzursuz etmektedir. Devamlı onu mutsuz etmektedir.
Peki, o kişinin ruhu vücudundan ayrılında artık hiç onu mutlu edecek olan bir şey kalmıyor ortada. Nefsi de %100 afetlerle dolu. O kişi ruhunu Allah’a ulaştıracağı 7-8 aylık bir zaman parçası içinde çok mutsuz olması lâzım. Hayır, öyle olmuyor. Tam aksine çok mutlu oluyor. Çünkü Allahû Tealâ şeytanın o kişi üzerinde oluşturabileceği bütün tesirleri yok edecek bir mekanizmayla o kişiyi koruyor. İşte eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz, ruhunuzu Allah’a ulaştırıncaya kadar Allah sizi de mutlaka şeytanın bütün afetlerinden korur, bütün sataşmalarından korur. Dünyadaki en mutlu insanlardan biri olursunuz, o 8 aylık devrede. İşte gerçek mutluluğa gidiş bundan sonradır ve bir dik yokuştan mutlaka geçmeyi ifade eder.
Sevgili kardeşlerim! Bir insan ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman normal standartlarda günde 3 saat 4 saat zikir yapar. Bu üç saatlik zikri 18 saate çıkarmak mecburiyetindesiniz ki; fizik vücudunuzu Allah’a teslim edebilesiniz. Nefsinizin kalbindeki afetler azaldıkça, fazllar arttıkça mutluluğun daha üst, daha üst, daha üst boyutta yaşarsınız. Fizik vücut teslimini gerçekleştiren bir insan ruhunu teslim ettiği 21. basamaktan çok daha ötededir, 25. basamaktadır. Fizik vücudunu teslim etmiştir. Nefsinin kalbi %80’den fazla nurlarla donanmıştır. O kişi çok daha mutludur, ruhunu Allah’a teslim eden insandan. Ve az bir şey kalmıştır daimî zikre ulaşmasına. Normal standartlarda bu kişi %80’i aştığı için zikri, nefsinin kalbineki nurlar artık o kişiyi daimî zikre mutlaka ulaşacaktır. Ulaştığı zaman da Allah’tan yeni hediyeler alacaktır:
• Evvelâ Tövbe-i Nasuh’a davet edilecektir.
• Sonra da salâha nuru verilecektir.
• Günahları örtülecek sevaba çevrilecektir.
O kişi dünyadaki en mutlu insanlardan biri olacaktır, nefsinin kabinde afet kalmadığı için. Sevgili kardeşlerim, can dostalrım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ siz yolunuzun açılması dilerseniz, yolunuzu açar. Siz talep etmek mecburiyetinde olansınız. Talep ederseniz, öyle diyor Allahû Tealâ: “Tâlebena: Bana talep de bulunun.” “ve cebenâ: (Bize talepte bulunun. )Biz de size icabet edelim. Üzerimize vacip olur, sizin Bizden talep de bulunmanız.”
Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allah'ın nefsinizin kalbini tamamen nurlarla donattığı bir noktaya ulaşmanızı diliyoruz hepinizin. Her an mutlu olmanızı diliyoruz ve bu sizin elinizde. Allah’a ulaşmayı diledikten sonra ruhunuzu Allah’a ulaştırmanız zaten size hiçbir şekilde bir yük getirmez. Hepsini Allah Kendisi yapacaktır. Geri kalanında da dik yokuşu tırmanmanızda ve her noktada size yardımcı olacaktır. Yeter ki, siz isteyin! Ve bütün iradi gücünüzle hedeflere ulaşmayı dileyin. Fizik vücudunuzu teslim etmeyi dileyin, nefsinizi teslim etmeyi dileyin, iradenizi teslim etmeyi dileyin. Allah’tan her zaman yardım alacaksınız. Allahû Tealâ’nın sizi ne kadar çok sevdiğini her kademede biraz daha fazla anlayacaksınız.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah sonsuz hamdeder, şükrderiz ki; bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R