}
Allah'ın Velîleri 07.01.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111867

SOHBETİN ADI: ALLAH'IN VELÎLERİ
TARİHİ: 07.01.2008

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz.

Konumuz: Allah'ın Velîleri

Velî; dost anlamına gelen bir kelimedir. Allah'ın velîleri dediğimiz zaman, Allah'ın dostları demek oluyor. Allah'ın velîleri, Allah'ın dostlarıdır.

Allah'ın dostu olmak hangi noktada başlayan bir müessesedir acaba? Allah herkesi dostluğuna kabul etmez. İnsanların Allah'a dost olabilmesi için asgarî standart, Allah'a ruhen ulaşmayı dilemektir. Hiç kimse Allah'a ulaşmayı dilemeden Allah'ın dostu olamaz. Allahû Tealâ hepsine bu imkânı sağlamak üzere insanların %95'ten fazlasını seçer. Niçin seçer? Allah'a ulaşmayı dilesinler diye seçer. Dilerlerse ne olur? Dilerlerse cehennemden kurtulurlar. Dilerlerse Allah'ın cennetine ehil olurlar.

Allah'ın dostu olabilmek, Allah'ın velîsi olabilmek, bir insanın sadece bir tek dileğine bağlıdır. Kim bu dünyada yaşarken, hayattayken ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilerse o Allah'ın dostu olur. Allah ile ünsiyetin, dostluğun başladığı nokta, kişinin Allah'a mülâki olmayı dilediği noktadır. Buradaki muhtevaya baktığımız zaman, bir tek dilek bir insanı tagutun dostu iken Allah'ın dostu olmaya ulaştırır. Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ sahâbe için diyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Allahû Tealâ sahâbe için: "Onlar tagutun kuluydular ve Allah'a yöneldiler, Allah'ın kulu oldular. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele." diyor.

Bütün sahâbe, şeytanın kuluyken Allah'a kul olmayı dilemişler ve Allah'ın kulu olmak şerefine ermişler. Bu sadece bir dilektir. Her kim ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dilerse, ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dileyen herkes şeytanın kuluyken Allah'ın kulu olur. Önemli mi? Çok önemli. Çünkü sadece bir tek dilek, ruhu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dilemek, bütün insanları cehennemden kurtarabilecek bir hüviyet taşır. Evet, bir tek dilek! Yetmez, böyle bir dilek oluştuğu anda bir kişiyi mutlaka cehennemden kurtarır ama olay burada bitmez. Çünkü Allah'ın verilmiş bir sözü var. Diyor ki: "Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım." İşte Ra'd Suresinin 27. âyet-i kerimesi:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


Allahû Tealâ: "Allah dalâlette olanları bırakır, onlarla meşgul olmaz. Ama o dalâlette olanlardan kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım." diyor. Öyleyse biz kullara düşen bir husus var; dilemek. Allah'a ulaşmayı dileyeceğiz ve Allahû Tealâ bizi Kendisine ulaştıracak. İki olay birbirinin arkasından tahakkuk eder. İşte Şûrâ Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


"Allah, dilediğini Kendisine seçer." İnsanların %95'ten fazlasını seçer. Kimleri seçmez? Her kim başkalarını da Allah'ın yolundan men ederse onları seçmez. Allah herkesi seçer. "Ve o seçtiklerinden her kim Allah'a mülâki olmayı dilerse Allah sadece onları Kendisine ulaştırır."

Öyleyse Allah'ın cennetine ulaşmak, bütün insanlar için mümkün değildir. Daha açık bir ifade kullanmak gerekirse, insanların %90'dan fazlasının gideceği yer ne yazık ki cehennemdir. Allah'a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin cehennemden kurtulması mümkün değildir.

Öyleyse öğretiyi insanları kurtaracak bir pozisyona ulaştırmamız gerekir. Herkese bu büyük hakikati söylemek mecburiyetindeyiz. İşte Allah'a ulaşmayı dileyen herkes Allah'ın velîleri arasına, Allah'ın evliyası arasına girmiştir, Allah'ın kulu olmuştur ve Allah'ın dostları arasına girmiştir. Allahû Tealâ Yûnus Suresinde buyuruyor ki:

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?


10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.


10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.


"O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenû olmuşlardır (Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir) ve böylece takva sahibi olmuşlardır. Onlara dünyada da müjdeler vardır, ahirette de müjdeler vardır."

Ne yapmışlar? Âmenû olmuşlar. Âmenû olmak; Allah'a îmân etmek anlamına geliyor. Ama îmân eden insanlar 2 gruba ayrılıyor. İkisinin de adı Kur'ân-ı Kerim'de "âmenû" olarak geçiyor. İşte Enfâl Suresinde Allahû Tealâ diyor ki:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


"Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olun ki; Allah sizin günahlarınızı örtsün." Burada Allah'a karşı âmenû olan bir kişinin Allah'a karşı takva sahibi olmadığı anlaşılıyor. Öyleyse inananlar, Allah'a inananlar:

1- Allah'a ulaşmayı dileyen ve Allah'a inananlar.
2- Allah'a ulaşmayı dilemeyen ama Allah'a inananlar olarak iki bölümde mütâlea ediliyor.

Kim âmenû adıyla anılıyorsa ama bu kişi Allah'a mülâki olmayı dilemeyen bir âmenû olan kişiyse, bu kişinin Allah'ın cennetine girmesi mümkün değildir. O kişinin gideceği yer ne yazık ki cehennemdir. Çünkü o, takva sahibi olmamış bir âmenû olan kişidir. İnanması, onu hak mü'min kılmıyor.

Takva sahibi olmayan kişinin cennete girmesi mümkün değildir. Allahû Tealâ Kaf  Suresinde diyor ki:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.


50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


"Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin: Cennet takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.
Hâzâ mâ tûadûne: İşte vaadolunduğunuz cennet budur.
li kulli evvâbin hafîz: Bütün evvab olanlar için; meaba ulaşanlar, ruhlarını Allah'a ulaştıranlar için ve hafîz; başlarının üzerine bir muhafız gelen ve o muhafızla muhafaza altına alınan kişilerin hepsi için."

Bir insan ne zaman muhafaza altına alınır? Mürşidine tâbiiyetinde. Peki, bundan evvel kişinin cennete girmesi mümkün mü? Elbette. İnananlar 2 gruba ayrılıyor. İnananlardan Allah'a ulaşmayı dileyenler bir grup, dilemeyenler ikinci grup. Allah'a inanan insanlardan sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler cehennemden kurtulabiliyor.

Allah ile olan ilişkilerinizde bu müesseseyi mutlaka dikkate almak mecburiyetindesiniz. Allah'a ulaşmayı dilemek veya dilememek, sizi hak mü'min yapar veya sadece inananlar olarak kalırsınız. Öyleyse "Bir insan inanıyor diye Allah'ın cennetine giremez." kaidesini hiçbir zaman unutmayacaksınız. Allah'a ulaşmayı dilemeyen ama Allah'a inanan bir kişi, Allah'a inanıyor diye cehennemden kurtulamaz. Zaten insanların onları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün konularda şu anda ilimleri Kur'ân'a ters düşüyor. Normal kanallardan dîn öğretimi yapan herkes için bu ne yazık ki bir vakıa olarak karşımıza çıkıyor ve bizi hüzünle düşündürüyor.

Önemli olan öğrendiğiniz dîn ilmi değildir, önemli olan öğrendiğiniz Kur'ân ilmidir. Onun için Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur'ân'a bakın. Hiçbir hadîsim Kur'ân'a aykırı olamaz." Öyleyse Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allah'ın ne söylediğine bakalım:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


"Allah'a yönel (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dile) ve böylece takva sahibi ol. Ve namaz kıl ve müşriklerden olma."

Takva sahibi olan bir kişinin, tabiatıyla müşriklerden olması mümkün değildir. Ama ondan evvel o kişinin müşriklerden olduğu kesindir. Allahû Tealâ: "Allah'a ulaşmayı dile ki takva sahibi ol. Böylece müşriklerden olma. Yani Allah'a mülâki olmayı dilemen seni kurtarır." diyor.

Allah'a dostluk, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda başlar. Siz artık Allah'ın dostusunuz. Allah'ın kulu olduğunuz nokta, Allah'ın dostu olduğunuz noktadır. Tagutun standartlarının dışına çıktığınız zaman -ki Allah'a ulaşmayı dileyerek çıkabilirsiniz sadece- o zaman taguta kul değilsiniz, Allah'a kul oldunuz ve Allah'a dost oldunuz, Allah'ın velîsi oldunuz. Velî; dost demektir. Kur'ân-ı Kerim'de 7 kademe velâyet vardır.

Şimdi bu Allah'a ulaşmayı dileyip de takva sahibi olanlar dilemeselerdi ne olacaklardı, onu bir gözden geçirelim. Rûm Suresinin 32. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ o şirkte olanlardan bahsediyor:

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.


"Onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi elindekiyle ferahlanır."

İşte gizli şirkte olanların hüviyeti budur. Allahû Tealâ: "Herbiri kendi elindekiyle ferahlanır." diyor. Gizli şirkte olanların herbiri kendi elindekiyle ferahlanırlar.

Sebe Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.


Allahû Tealâ: "Şeytan, insanlara olan vaadini ya da hedefini, gerçekleştirmek istediği şeyi kıyâmet günü oluşturdu, gerçekleştirdi. Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular." diyor.

Ne görüyoruz? Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ takva sahipleri olarak bir tek fırkadan bahsediyor. Rûm-32'de de onun dışında kalan fırkalara ayrılmış herkesten bahsediyor. Bir tek fırka ve fırkalara ayrılmış olanlar.

Allahû Tealâ Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde bu tek fırkanın müntesiplerine "mü'minler" diyor. Demek ki diğerlerini hak mü'min olarak kabul etmiyor. "E onlar da Allahû Tealâ'ya inanıyorlar." Ama inanmak başka şey, inanıp da Allah'a ulaşmayı dilemek, ruhunu Allah'a dünya hayatını yaşarken ulaştırmayı dilemek başka bir şey.

Allah ile olan ilişkilerinizde bu muhteva içinde hedefinize gideceksiniz. Allah'a ulaşmayı dileyerek... Çünkü görülüyor ki; Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi takva sahibi olamıyor. Cennet ise sadece takva sahiplerine açık. Görülüyor ki; Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi hak mü'min olamıyor. Allah'a inanıyor, mü'min ama Allah'a inanan kişi, Allah'a ruhunu ulaştırmayı dilemedikçe hak mü'min olamaz, cennete giremez.

Öyleyse hak mü'min olmak, Allah'ın velâyetinin başlangıç noktasıdır. Kişi Allah'ın dostu olmuştur. Ondan evvel tagutun dostuydu, tagutun kuluydu. Burada Allah'ın dostu oluyor. Allahû Tealâ'yı, O'na ruhunu ulaştırmak maksadıyla devreye alanlar, işte onlar hak mü'minlerdir. Yani ruhlarını bu dünya hayatını yaşarken Allah'a ulaştırmayı dileyenler, hak mü'minler onlardır.

Allah'ın evliyalık süreci, Allah'a dostluk süreci burada başlar. Bu, küfürden kurtulmaktır. Bu, dalâletten kurtulmaktır. Allahû Tealâ ne diyordu? "Allah dalâlette olanları bırakır. Ama o dalâlette olanlardan kim Bize ulaşmayı dilerse, Biz onları Kendimize ulaştırırız." Dalâlette olanlar, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe Allah'ın koruyucu kalkanının altına giremezler, şeytandan korunamazlar. Şeytan onları istediği gibi elinde oyuncak haline getirir.

Bir insanın Allah'a dost olabildiği nokta burasıdır. Kim Allah'ın kuluysa o Allah'ın dostudur. Kim şeytanın kuluysa o şeytanın kuludur. Allahû Tealâ Bakara Suresinde buyuruyor ki:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


"Allah âmenû olanların dostudur, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin dostudur ve onları zulmetten nura çıkarır. Ama kâfirlere gelince onlar tagutun dostudurlar, tagut onları nurdan zulmete ulaştırır."

Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi küfürden kurtuluyor, dalâletten kurtuluyor, şirkten kurtuluyor. Fırkalara ayrılanlar, gizli şirkte olanlardır. Bu, konumuzun başlangıcı, evliya olmanın 1. safhası. Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği an, taguta kul olmaktan kurtulmuştur, Allah'a dost olmuştur.

Allahû Tealâ o kişiye furkanlar verir. Allahû Tealâ o kişinin gözlerinin ve görme hassasının, irşad makamını gerçekten irşad makamı olarak görmesini ve kabul etmesini sağlar. Kulaklarının ve işitme hassasının, irşad makamının söylediklerini işitmesini sağlar. İdrak hassasının, irşad makamının söylediklerini idrak etmesini sağlar. Böylece bu kişi irşad makamının sözlerini işiten ve idrak eden birisi olur. Allah onun görme hassasındaki engelleri kaldırır, gözlerindeki engeli kaldırır. İşitme hassasındaki engeli kaldırır, kulaklarındaki engeli kaldırır. Kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. İdrak hassasını, böylece irşad makamının sözlerini anlayacak bir seviyeye ulaştırır.

Kişi zikir yapmaya başlar. Allahû Tealâ onun göğsünden kalbine En'âm Suresinin 125. âyet-i kerimesine göre nur yolunu açar:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


"Onların göğsünü yararız, göğsünden kalbine nur yolu açarız." diyor. Diğerleri ise karanlıkta kalırlar. İşte kişi zikir yaptığı zaman Allahû Tealâ, o kişinin yarılan göğsünden içeriye rahmet nurunu gönderir. Salâvât adlı taşıyıcı sistem, o da bir nurdur. Fakat kalbin içinde bir görev alamaz. Kalbe fazılları ve rahmetleri taşır. Rahmet nurunu ve fazl nurunu kalbe taşıyan salâvâttır.

Kişinin kalbine başlangıçta yalnız %2 rahmet nuru girebilir. Sonra bu kişi, nefsinin kalbindeki nurlar artarak devam edeceği için kalbi giderek nurlanır. İşte mürşide tâbiiyetle beraber, nefsin kalbine ulaşan nurların muhtevası birken ikiye çıkar. Rahmet ile fazl birarada olur. Ama rahmeti getiren salâvât nurları artık sadece fazl taşımaya başlar. Fazl nurları o kişinin nefsinin kalbinde %7'ye ulaştığı zaman mürşidine tâbiiyet sırasında 2. evliyalığa ulaşan, 2. defa velâyet makamına ulaşan kişinin ruhu vücudundan ayrılmıştır.

İlk %7 fazl birikimiyle ruh, zemin kattan 1. kata yükselir. Burası Nefs-i Emmare'dir. Nefs-i Emmare, kişinin hâlâ kendisini kurtaramadığı, nefsinin emrinde olduğu bir devre ama ruh, Nefs-i Emmare'de kalpte ilk %7 fazl birikiminde 1. gök katına ulaşır.

Sonra 2. defa %7 fazl birikimi; ruh 2. gök katına yükselir. Burası Nefs-i Levvame'dir. Kişi nefsini levm etmektedir.

3. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime. Kişi Allah'tan ilham almaya başlar.

4. defa %7 fazl birikimi; Nefs-i Mutmainne. Kişi doyuma ulaşır. Nefsinin kalbinde %28 fazl birikimi oluşmuştur, %2 de rahmet birikimi. Kişi bundan sonra Allah'tan razı olacaktır.

5. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye. Kişi Allah'tan razı olur.

6. defa birikim; Nefs-i Mardiyye. Allah da ondan razı olur. Allah'ın da o kişiden razı olduğu nokta. Böylece ruh 1., 2., 3., 4., 5., 6. gök katlarını aşar.

Nefsin kalbine bu serinin tamamlanması için son defa giren %7 nur birikimiyle kişi Allah'a ruhunu ilka eder, ulaştırır. Ruh, Allah'a mülâki olur, Allah'ın Zat'ında yok olur.

İşte burada Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde kişinin nefsinin kalbinde, 5+2= 7 defa %7 nur birikir ve başlangıçtaki %2 nur birikimi ile beraber nefsindeki nurlar karanlıkları aşar. İşte bu nokta, ruhun 7. gök katını aştığı ve Sidretül Münteha'dan Allah'a yükselerek Allah'ın Zat'ına ulaşıp Allah'ın Zat'ında yok olduğu noktayı ifade eder. Kişi burada ermiş evliya olur. Ruhunu Allah'a ulaştırmıştır.

Yolun sonu mudur? Hayır. Kişinin zikri giderek artacak, 18 saat zikre ulaştığı zaman fizik vücudunu Allah'a teslim edecektir. Sonra daimî zikre ulaşacak, nefsini de Allah'a teslim edecektir. Kişi ulûl'elbab olacaktır.

Bu noktadan sonrası var mı? Evet, var. Kişiye Allahû Tealâ, gök katlarını göstermeye başlayacak ve onu Tövbe-i Nasuh'a davet edecektir. Böylece kişi muhlis olacaktır. Bu 6. kademedir. 6. defa evliya olmak ve 7. ve son kademe evliya olmak, salâh makamını ifade eder. Bu makama ulaşacak olan kişilerin günahlarını Allahû Tealâ affeder. Onlara salâh nuru verir. O affettiği günahları sevaba çevirir ve onların iradelerini teslim alır. Bu noktadan sonra iradesini Allah'a teslim eden herkes için Allahû Tealâ tarafından irşada memur ve mezun kılınma noktası oluşur.

Kim ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah'a teslim etmişse, o kişi irşad makamının sahibi olur. Burası velâyetin 7. ve son kademesidir. Kişi salihlerden olur ve "İrşada memur ve mezun kılındın." cümlesiyle irşad makamının sahibi olur.

İşte 7 kademe velâyet mertebesi, Allah'a ulaşmayı dilemekten başlar; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah'a teslim etmekle devam eder ve iradenin tesliminde tamamlanır. Baştan buraya kadar söz konusu olan muhtevada en üstün nokta, iradeyi de Allah'a teslim edip Allahû Tealâ tarafından irşada memur ve mezun kılınmaktır. İşte muhteva budur.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ'nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R