TARİHİ: 09.01.2008
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; gene birlikteyiz. Bir defa daha bir zikir sohbetinde sizlerle birlikte olmak, Allahû Tealâ'nın bir büyük ni'metidir. Sevgili kardeşlerim! Sizleri çok ama çok seviyoruz!
Şöyle bir dünyaya baktığımız zaman, insanların çok çeşitli inanç biçimlerine sahip oldukları görüyoruz. Kitaplı dînlerin dışında, kitapları olmayan birçok inanç biçimi, hatta şeytana tapmak bile devrededir.
Sevgili kardeşlerim! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah bizleri yeniden biraraya getirdi. Sizlerle birlikte olmak bir büyük mutluluk, bir büyük huzur. O huzuru yaşamanın üst seviye mutluluğu, hepimize nasip olsun inşaallah.
Sevgili kardeşlerim! Biliyoruz ki Allahû Tealâ herşeyi insan için yarattı. Buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
"Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım herşeyi, ey insanlar, sizlerin emrine musahhar kıldım!"
Allahû Tealâ başka bir mahlûkundan bahsetmiyor. Cinlerden bahsetmiyor, meleklerden bahsetmiyor. "İnsan" diyor. "İnsanın emrine musahhar kıldım." diyor.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda herşey çok güzel! Herşey biz insanlar için yaratılmış ve insanların emrine musahhar kılınmış, hasredilmiş. Allahû Tealâ'nın yarattığı bütün mahlûklar bir tarafa, insan bir tarafa. İnsan, kendisi için kâinatın yaratıldığı bir yarattıktır.
İnsan bir yaratık mıdır? Elbette yaratıktır, Allahû Tealâ'nın bir mahlûkudur, halk ettiği bir mahlûkudur. Yani yarattığı bir yaratığıdır ama yarattığı diğer bütün yaratıklardan en üst seviyede değer verdiği mahlûkudur.
İşte bu cepheden konumuz son derece önemli. Çünkü eğer biz insanlar, Allahû Tealâ tarafından en üst seviyede yaratılmışsak, bu en üst noktada olmanın şükrünü ve hamdini Allah'a eda etmek mecburiyetindeyiz. İnsan olarak yaratılmak bir mazhariyettir, bir üstünlüktür, Allah'ın lütfü keremidir. Öyleyse sadece bırakınız herşeyi; sadece insan olarak yaratıldığımız için Allahû Tealâ'ya ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır sevgili kardeşlerim.
İşte insan dediğimiz zaman o, farklı bir yaratıktır. Neden farklıdır? Başka hiçbir yaratıkta olmayan bir nesnenin sahibidir. Ne cinlerde ne meleklerde ne hayvanlarda ne göklerde yaşayan kuşlarda ne denizlerde yaşayan balıklarda ve ne diğer deniz mahlûkunda ne bitkilerde, hiçbir şeyde olmayan bir muhteşem donanımla donatıldık. Çünkü bizlerde Allah'ın ruhu var veya vardı.
Allahû Tealâ insanı ruhuyla donattı. Bütün insanlar doğduğu zaman Allah onlara mutlaka ruhundan üfürür. Allahû Tealâ Secde Suresinde buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
"Allah onun (insanın) içine ruhundan üfürdü."
İşte o üfürülen ruh, bütün insanlarda doğduğu andan itibaren vardır. Bu sebeple bütün insanlar cinlerden, meleklerden, kâinattaki bütün mahlûklardan üstün bir statüde var olmuştur. Allah'a ulaşan, Allah'ın Zat'ında yok olan, Allah'a ait bir ruh, şu anda ruhunu Allah'a ulaştırmayan hepinizde mevcut. Ruhunu Allah'a doğru yola çıkarmayan kim varsa herkeste o ruh mevcuttur.
İnsan; fizik vücudu, nefsi ve ruhu olmak üzere 3 vücuttan oluşur. 3 vücuttan oluşan başka bir mahlûk mevcut değildir. Cinler, nefslerden ve fizik vücutlardan oluşur.
Öyleyse Allah için olmak, Allah için yaşamak öyle bir mazhariyettir ki; bunun en üst noktasında insan vardır. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
Allahû Tealâ: "Biz insanları ve cinleri Bize abd olsunlar diye yarattık." diyor. "Abid olsunlar diye ibadet etsinler diye yarattık." demiyor ama birçok müfessir böyle yazmış: "Biz insanları Bize ibadet etsinler diye yarattık."
Birbirinden son derece farklı iki tane kavram abd olmak, kul olmak, abid olmak, ibadet edenlerden olmak. Bir misal, zannediyorum bunu en derin çizgileriyle açıklayacaktır. İşte İslâm'ın 5 şartı:
1- Namaz kılmaz
2- Oruç tutmak
3- Zekât vermek
4- Hacca gitmek
5- Kelime-i şahadet getirmek.
Bunlar, İslâm'ın 5 şartı olarak değerlendirilir ve de derler ki: "Bunları yaptın mı, doğru posta cennete gidersin." Hayır.
Madde 1- Hiç kimse İslâm'ın 5 şartıyla Allah'ın cennetine giremez. Namaz kılmak farzdır, oruç tutmak farzdır, zekât vermek farzdır, hacca gitmek parası olanlar için farzdır, kelime-i şahadet getirmek farzdır ama ilâveleri var.
6- Allah'a ulaşmayı dilemek farzdır.
7- Allah'a teslim olmak farzdır.
Bu 7 farzın içine zikri de koymak mecburiyetindeyiz. İbadetlerin en büyüğünü İslâm'ın 5 şartında yerleştirmemişiz yerli yerine.
Kur'ân'la bugün yaşanmakta olan İslâm tatbikatını karşılaştırdığımız zaman derin bir hayal kırıklığına uğramamak, hiçbir zaman mümkün değildir. Allahû Tealâ insanı en üstün mahlûku olarak yaratmıştır. Çünkü ona ruh vermiştir yani ruhundan üfürmüştür. İnsandan başka hiçbir mahlûkunda bu mazhariyet yoktur. Öyleyse bu en üstün mahlûkunun, Allah'ın en sevgili olan mahlûkunun bir şeylerle donanması lâzım ki; üstün olduğu ortaya çıksın. İşte bu donanan şey; Allahû Tealâ'nın ona üfürdüğü ruhtur. Allahû Tealâ insana ruhundan üfürdü, bu sebeple insan âlemlere üstün kılındı.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e Allahû Tealâ diyor ki: "Seni âlemlere rahmet olasın diye yarattık." Peygamber Efendimiz (S.A.V) Son Nebî, Son Peygamber, hatemin nebîyyin, bütün âlemlere rahmet olmak üzere yaratılıyor. Allahû Tealâ diyor ki:
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
"Muhammed, aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. O, Allah'ın Resûlü'dür, Nebîler'in Hatemi'dir. Nebîlik O'nunla hitam bulmuştur, sona ermiştir; nebîlerin sonuncusudur."
Allah'ın vücuda getirdiği sisteme baktığımız zaman burada tekliğin hâkim olduğu görürüz. Şûrâ Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
"Hz. Nuh'a, Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya verdiğimiz şeriatı sana ve sahâbeye de şeriat kıldık. Dînde fırkalara ayrılmayasınız diye ve dîni ayakta tutasınız diye, kâim kılasınız diye."
Ebediyete kadar dîn kâim olacaktır. Kâinatın yok olacağı devreye kadar dîn, hep var olmakta devam edecektir. Dîn, ezelî ve ebedîdir. Allahû Tealâ Rûm Suresinde diyor ki:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahû Tealâ: "Habibim! Hanif olarak vechini yani zatını dîne ikame et. O hanif fıtratıyla ki; Allah bütün insanları o fıtratla, hanif fıtratıyla yaratmıştır. Bu dîn, ezelî ve ebedî dîndir. Allahû Tealâ'nın ne insanları hanif fıtratıyla yaratmaktan vazgeçmesi ne de dînini hanif dîninin dışında başka bir dîne değiştirmesi mümkün değildir." diyor.
Dîn de; hanif dîni de ezelî ve ebedîdir. İnsanlar da bu dîni insanlık tarihi boyunca yaşamışlardır; kıyâmete kadar da yaşayacaklardır. O yaşamları boyunca sadece bir tek dîni yaşabilecek olan özelliklerle donatılmış olarak doğacaklardır. Hepsi hanif olarak doğacaklardır, hanif olarak öleceklerdir. Yani hanif dînini yaşayabilecek olan özellikle doğacaklardır. Bu özellikle yaşayacaklardır, bu özellikle hayatları sona erecektir.
İşte hristiyanlık diyoruz; bu bir dîndir. Musevîlik diyoruz; bu bir dîndir. Birincinin kitabı İncil'dir, ikincinin kitabı Tevrat'tır. İslâm diyoruz; bu bir dîndir. O'nun da kitabı Kur'ân-ı Kerim'dir.
"3 peygambere 3 ayrı dîn indirilmiştir." Doğru mu? Bütünüyle yanlış! Ne zaman emin olduk? Ne zaman ki Allahû Tealâ bize Kur'ân-ı Kerim'deki 7 safha ve 4 teslimi öğretti, ne zaman ki İncil'de de 7 safha ve 4 teslimin mevcut olduğunu tespit ettik, ne zaman ki Tevrat'ta da 7 safha ve 4 teslimin mevcut olduğunu tespit ettik; konunun esasına önemli ölçüde girdik. Yeter mi? Hayır, yetmez. Son adım çok daha ilgi çekiciydi. Hz. Musa'ya indirilen dînin hanif dîni olduğunu Tevrat'ta da İncil'de de Kur'ân-ı Kerim'de de tespit ettik. Hz. İsa'ya indirilen dînin de hanif dîni olduğunu gene Tevrat'ta, gene İncil'de, gene Kur'ân-ı Kerim'de tespit ettik. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)'e indirilen dînin hanif dîni olduğunu gene Tevrat'ta, gene İncil'de, gene Kur'ân-ı Kerim'de tespit ettik. Peki, bu yeter mi? Hayır, yetmez. 3 kitabın 3'ünde de bu dînin; hanif dîninin 7 safha ve 4 tane teslimden oluştuğunu gördük:
1- Allah'a mülâki olmayı dilemek, 3. basamak.
2- Mürşide ulaşıp tâbî olmak, 14. basamak.
3- Ruhu hayattayken Allah'a ulaştırıp teslim etmek, 22. basamak.
4- Fizik vücudu Allah'a teslim etmek, 25. basamak.
5- Nefsi Allah'a teslim etmek, 26. basamak.
6- Muhlis olmak yani Tövbe-i Nasuh'la Allah'ın huzurunda tövbe etmek.
7- İradeyi de Allah'a teslim edip, Allahû Tealâ tarafından "İrşada memur ve mezun kılındın." cümlesiyle irşad makamının sahibi olmak.
Bu 7 tane safha, 4 tane teslim içeriyor:
1- 14. basamakta yola çıkarak, 22. basamakta ruhu Allah'a teslim etmek. 22. basamak, ruhun Allah'a teslimi; 1. teslim.
2- 25. basamakta fizik vücudun Allah'a teslimi; 2. teslim
3- 26. basamakta nefsin Allah'a teslimi; 3. teslim.
4- 28. basamakta iradenin Allah'a teslimi; 4. teslim.
Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a teslimi.
Allahû Tealâ bize bunları öğretene kadar, bunlar dînde kimsenin bilmediği konulardı. Bir bütün haline getirilişi; Allah'ın bize öğrettiği 7 safha, 4 teslimle gerçekleşti. 28 basamaklık bir İslâm merdiveni, bir dîn merdiveni...
İslâm'dan başka bir dîn hiç olmamıştır. İslâm deyince, Allah'a teslimi kast ediyoruz. İslâm; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a tesliminden oluşan 7 safha ve 4 tane teslim içeren kâinatın tek dînidir. Hz. Âdem zamanında da aynı dîn söz konusuydu, kıyâmet gününe kadar da aynı dîn söz konusu olacaktır.
Dîn, neden Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında İslâm adını almış? Çünkü İslâm; teslim demektir. Dîn teslimlerden ibarettir; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi ve iradenin teslimi. Eğer Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyorsa ki: "Hz. Nuh'a verdiğimiz dîn, Hz. İbrâhîm'e verdiğimiz dîn, Hz. Musa'ya verdiğimiz dîn, Hz. İsa'ya verdiğimiz dîn ve senin dînin aynı dîndir, başka bir dîn hiç olmamıştır. Bu dîn Allah'a teslim olma dînidir."
İşte bir tek şey vardır, sadece tek bir şey: Allah'a teslim olmak! Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah'a teslim etmek. Ancak böyle bir dizayn içerisinde mutluluğu yaşayabilirsiniz.
Mutluluk bir bütündür. İç dünyanızda, nefsinizle ruhunuz arasındaki kavganın bitmesi; iç dünyanızda sulh ve sükûn. Dış dünyanızda, başka insanlarla sizin aranızdaki kavganın bitmesi. Allah ile olan ilişkilerinizde nefsinizle ruhunuzun arasındaki kavganın bitmesi.
Öyleyse Allah ile ilişkileriniz mi? Mutluluğunuzun sembolüdür. Bir insanın Allah ile olan ilişkilerinin en güzele döndüğü yer, iradesini de Allah'a teslim ettiği noktadır. Orada bütün kavgalar bitmiştir. Orada artık sulh ve sükûn içinde bir ömür geçirilecektir. Allah için yaşanacaktır. Başka insanlara Allah'ın öğretisi öğretilecektir.
İradenin teslimi öyle bir boyuttur ki; orada Allahû Tealâ "İrşada memur ve mezun kılındın." cümlesiyle insanı irşad makamına tayin eder. O seviyeye ulaşmamış bir insan, Allahû Tealâ tarafından tayin edilmez.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın ne kadar çok sevdiğini sizlere söylemek istiyoruz. O, hepinizi çok seviyor. Çok ama çok! Aslında insanlar nerelerden neler çıkarmışlar ve de hep harp etmişler, birbirlerini öldürmüşler. Şimdi bir sual: Eğer hristiyanlık diye başka bir dîn, müslümanlık diye başka bir dîn, musevîlik diye başka bir dîn yoksa; sadece bir tek dîn varsa ve o dîn Hz. İbrâhîm'in hanif dîniyse yani Allah'a teslim olma dîniyse, asırlar boyunca bunca milyon insanın öldürülmesi, dîn uğruna öldürülmesi, başka bir inancın sahibi diye diğerlerin onları çekememesi, hep şeytanın o korkunç tuzağı değil mi sevgili kardeşlerim?
İnsanlık tarihi boyunca hep harpler görüyoruz. Harpler ve insanların birbirine şeytan tarafından düşman kılınması. "O hristiyan, sen müslümansın. O yahudi, sen hristiyansın. Birbirinizden farklı gruplarsınız. Onlar, sizin düşmanınızdır." diye şeytan, insanlık tarihi boyunca hep insanları birbirine düşman kılmış ve bunu en üst boyutta başarabilmiş.
Öyleyse ne kadar büyük bir aldanma, değil mi? Milyonlarca insanın değersiz birer mahlûk gibi karşı taraf tarafından öldürüldüğü, bütün dîn için yapılan savaşlarda hep aynı şeyi görüyoruz. Aslında dîn için olmadığı zannedilen savaşlarda da dîn gene önemli bir faktör olarak çıkıyor karşımıza. Hâlâ İslâm âlemiyle diğer dînler arasında savaşlar devam etmektedir.
Allahû Tealâ savaşların bitmesini istiyor, dünyanın sulh ve sükûna ulaşmasını istiyor. İşte bu büyük olay, yakın bir gelecekte mutlaka gerçekleşecektir. Her dînin sahipleri, kendi kitaplarında İslâm'ın 7 safhasının bulunduğunu açık ve net olarak göreceklerdir. Kur'ân'da da Tevrat'ta da İncil'de de;
1- Sadece 7 safha ve 4 teslimin mevcut olduğunu,
2- Farz kılındığını,
3- Hz. Musa zamanında da Hz. İsa zamanında da Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz zamanında da sadece o tek dînin; Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin yaşandığını tespit edeceklerdir.
Artık bu bir gün meselesidir. Bu muhteva, bütün dînlerin sahiplerine ulaştırılmıştır. İnceleyenler, bunun bizim tarafımızdan ortaya konmadığını, kendi kitaplarında bunun var olduğunu görecektir. Biz sadece kitaplarda var olanı onlara ulaştırmış durumdayız.
Öyleyse bir yeni güneş doğuyor. Mihr güneşi, bütün dünyaya sulh ve sükûnu getirecektir. Elbette menfaatleri bu konuda, bu konuyu istismar ettikleri için azalacak olan insanlar olacaktır. Onlar da bizi sevmeyeceklerdir. Bu da eşyanın tabiatına uygundur. Bizim sevgilimiz Allah'tır! Allah'ın bizi sevmesi, şeytanın bizden nefret etmesine engel olmuyor. Şu dünyada iblisin en çok nefret ettiği kişi; o biziz. Çünkü onun bütün tuzaklarını bir bir ortaya çıkardık. İnsanlar yeni bir devirde, birbiriyle dost olarak, el ele, kol kola bir dünya mutluluğunu yaşayacaklardır. O günlere ulaştık. O günlerin arkasında da hep bu temel faktör vardır: Bütün dînler bir tek dîndir! Dînler yoktur, sadece Hz. İbrâhîm'in hanif dîni vardır.
Öyleyse bütün dînler, aynı dînin yeniden yaşanmasını sağlayan birer basamaktır. Bir süre sonra mutlaka şeytan devreye giriyor ve dîni, onun muhtevası olan sistemlerin dışına çıkartıyor ve insanların o dîni yaşayarak mutlu olmalarını engelliyor. Nerede başaramadı? 400 yıl Osmanlı'da başaramadı. Nerede başaramadı? Hz. İsa zamanında başaramadı, Hz. Musa zamanında başaramadı, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) zamanında başaramadı. Hep asr-ı saadetler yaşandı ve 400 yılda Osmanlı İmparatorluğunda asr-ı saadet yaşandı. Şu anda yeni bir asr-ı saadetin girişindeyiz.
İnsanlar, onlara yaptığımız tebliğleri lâzımgelen boyutta yerlerine oturtacaklardır, incelemek gereğini duyacaklardır. O zaman bakacaklardır ki; hristiyanlık diye, musevîlik diye, İslâm diye ayrı ayrı dînler yoktur. Hz. İbrâhîm'in 7 safha ve 4 tane teslimden oluşan hanif dîni vardır. O dîn, Hz. Musa'nın da dînidir, Hz. İsa'nın da dînidir, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in de dînidir, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin de dînidir. Dînler yoktur! Sadece bir tek dîn vardır: Hz. İbrâhîm'in hanif dîni. O'ndan evvel Hz. Nuh'un dîni, en evvel Hz. Âdem'in dîni.
Sevgili kardeşlerim! Herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor? Hepinizi çok ama çok seviyoruz!
Aslında bugün de dünya üzerinde hâlâ anlaşmazlıklar, her tarafta mevcut. Hâlâ insanlar ülkeler işgal ediyorlar. Hâlâ kan dökülüyor. Arkasında sadece şeytan var. İnsanlar kendi dînlerinin diğer dînlerden temel esaslarda bir farklılık taşımadığını, bütün dînlerin aynı dîn olduğunu öğrenecekler. O zaman o söylediğimiz günlere ulaşacağız. Herkesin birbirine kucak açtığı, bütün dünya insanının el ele, gönül gönüle Allah'ın bütün güzelliklerini yaşadığı bir güzel dünyada olacağız.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ'ya ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır ki; bu ilmi O bize öğretti. Bütün dünyayı biraraya getirecek olan dîn de o, kâinatın tek dînidir. Tevrat'ta yazılı olan, İncil'de yazılı olan, Kur'ân-ı Kerim'de yazılı olan kâinatın tek dîni. Zebur'da da aynı dîn var; kâinatın tek dîni!
Dünya sulh ve sükûna şeytan istemese de, onunla birlikte olan kötü niyetli insanların hepsi istemese de mutlaka kavuşacaktır. Sulh ve sükûn, dünya üzerinde kurulacaktır. Bu sulh ve sükûnun kurucusu olmanın mutluluğunu hep birlikte yaşayacağız.
Allahû Tealâ abesle iştigal etmez, ne söylerse mutlaka gerçekleşir. İşte bizim ağzımızdan söylediği şey de odur ki; dünya bir sulh ve sükûn devresine yaklaşıyor. Bütün dünya "Biz neden savaşıyoruz?" sualini kendisine soracaktır. O zaman birtakım insanlar tarafından aldatıldıklarını fark edeceklerdir.
Konumuz, aldatanların cezalandırılması değil. O tarafı, Allahû Tealâ'yla o aldatan kişiler arasındaki bir ilişkidir; bizim dışımızda. Ama biz o büyük kitlelerin birbirine dost oldukları günkü o güzelliği yaşayacak olanlarız.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ın güzelliğini birlikte yaşamayı Yüce Rabbimiz bizlere nasip kıldı.
Herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor? Ne diyorsunuz sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ'nın huzurunda hepinizi selâmlar ve sözlerimizi inşaallah burada tamamlarız. Hepinizi çok ama çok ama çok seviyoruz sevgili kardeşlerim!
İmam İskender Ali M İ H R