TARİHİ: 16.01.2008
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir mutluluk sohbetinde birlikteyiz.
"Allahû Tealâ biz insanlardan ne istiyor?" diye hep sorarız. Hep cevap veririz: Bir tek şey istiyor: Hepimizin ama hepimizin mutlu olmasını. İşte problem bundan sonra başlıyor. Çünkü insanlar mutluğu kavram olarak bilmiyorlar. Kimine göre mutluluk zenginliktir. Zengin olan kişi mutlu olacak zannediyorlar. Böyle olanların zengin olmasını çok istiyoruz. Çok para kazansınlar da o kazandıkları paralarla mutluluğun gerçekleşemediğini, bu büyük gerçeği idrak etsinler.
Sevgili kardeşlerim! Mutluluk bir uyum halidir. Mutluluk bir sulh ve sükûn halidir. Mutluluk, kavganın bittiği yerdedir. Peki, insanın kavgası biter mi? Eğer Allah'ın kanunlarını bilmiyorsa hiç bitmez. Çünkü bütün insanlar bir nefs, bir fizik vücut, bir de ruhtan oluşurlar. Allah, doğar doğmaz bütün insanlara ruhundan üfürür. Allahû Tealâ Secde Suresinde buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
"O'nun (insanın) içine ruhumdan üfürdüm."
Öyleyse ruh, nefs ve vech (fizik vücut). Nefsimiz muhtevasında 19 ayrı grup afet taşır. Nefs, başlangıçta %100 afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilâlar, düşmanlık...vs. 19 grup afet nefsin afetleridir. İşte bütün insanların nefsleri bu afetlerle bezenmiş durumdadır. Afetlerden oluşan böyle bir nefsin dizaynına göz attığımız zaman bu afetlerle dolu olan nefsin bir insanı mutsuz etmek için bütün özelliklerin sahibi olduğunu görüyoruz. Ama Allahû Tealâ insanı nefsin afetleriyle dolu bir nefs olarak, fizik vücudu baştan aşağı huzursuzluğa sevk edecek bir faktör olarak devreye, yalnız almıyor. Ruhu da beraberinde üfürüyor. Ruhun da kalbi %100 hasletlerle dolu.
Neftse ne var? Öfke. Ruhta sükûnet. Neftse ne var? Kıskançlık. Ruhta cömertlik. Neftse ne var? Nefret. Ruhta sevgi. Nefsin bütün negatif faktörlerinin pozitif karşılıkları, hepsi ruhumuzda mevcuttur. Ruh, bir insanın mutluluğu için bütün bir muhtevayı insanlara sunar.
Bir insan sevginin ışığı altında yaşayabilirse, nefretin karanlığı altındaki insandan her zaman üstün olur. Sevmek, Allahû Tealâ'nın bir lütfu keremidir. Sevelim sevgili kardeşlerim, sadece sevelim! Nefreti hayatımızdan dışarı atalım. Mihr Vakfı'nın mensupları, nefret etmezler. Onlar sevmeyi öğrenmişlerdir. Sevmeyi yaşayacaklardır. Severek bir hayat geçireceklerdir. Sevgili kardeşlerim, sonra bütün güzellikler söz konusu olacaktır.
Bir insan için Allah ile ilişkilerin yanı başında bir hedef söz konusudur: Mutlu olmak! Ne var ki mutlu olmanın yolu başkalarını mutlu etmekten geçer. Öyleyse Allahû Tealâ'nın bir taşla iki kuş vurduğunu görüyoruz. İnsanları mutlu olmaya davet ettiği zaman bunun mânâsı, aynı zamanda başkalarını da mutlu etmeleridir. O zaman cemaat halinde yaşamak mecburiyetinde olan insanın başka insanlarla birlikte bir hedefe yürüdüğünü, o hedefin mutluluk olduğunu görüyoruz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu, öyle bir müessese ki insanları huzura, negatiflerin yok edildiği bir ortama ulaştırır. Şeytan bütün gücüyle nefsimizin afetlerini çoğaltmaya çalışır. O afetleri yok etmemize mâni olmaya çalışır. Allah da zikir yaparak nefsimizi tezkiye etmemizi, daha sonra da tasfiye etmemizi emreder.
Nefs tezkiyesi, nefsin kalbinin %50'den daha çok (%51) nurlarla kaplanmasını ifade eder. Kim nefsinin tezkiyesini gerçekleştirmişse onun ruhu Allah'a ulaşmıştır. Nefsin kalbine başlangıçta %2 rahmet nuru girer. Sonra hep fazl nurları o kişinin nefsinin kalbinde devamlı yerleşirler. Salâvât nurları, hem rahmet nurlarını hem de fazılları nefsin kalbine ulaştıran vasıtalardır. Nefsin kalbi %2'den fazla rahmet almaz. Rahmet, öncü bir yürüyüştür. Allahû Tealâ, o kişinin nefsinin kalbini yarar ve onun göğsünden kalbine bir nur yolu açar. Allahû Tealâ En'âm Suresinde buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
Allahû Tealâ: "Allah kimi O'na (Kendi Zat'ına) hidayet etmeyi (vasıl etmeyi, ulaştırmayı) dilerse, onun göğsünü yarar (göğsünden kalbine bir nur yolu açar)." diyor.
Allah'ın evvela %2 rahmet nuru bu kişinin göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır. Bu %2 rahmet nuru öncü kuvvettir. Nefs tezkiyesinin gerçek temsilcileri olan fazıllar, henüz nefsin kalbine girmemiştir. Ama bir öncü kuvvet (%2 rahmet nuru) girmiştir. İşte bu %2 nur girmeden, kişi kendisini Allahû Tealâ'nın mürşidine ulaştıracak olan, Allah'tan mürşidini isteme yetkisinin sahibi olmaz. Allahû Tealâ Hadîd Suresinde buyuruyor ki:
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
Allahû Tealâ: "O kişinin kalbinde Hakk'tan inen şeyle (nurla) huşû oluşması zamanı gelmedi mi?" diyor.
%2 rahmet birikimi (nur) oluşmazsa, o kişinin bundan sonraki fonksiyonlarını eda edebilmesi hiçbir şekilde mümkün olmuyor. İşte sevgili kardeşlerim, öyleyse buradaki muhtevaya baktığımız zaman bunu açık açık görüyoruz.
Bir insanın nefsinin kalbine %2 rahmet nuru girdikten sonra ancak o kişi Allah'tan mürşidini isteyebilir. Mürşidini isteme hakkı bu noktadan itibaren doğar. Ancak o kişi, Allah'tan mürşid isterse, mürşidine ulaşmayı dilerse sadece ona Allahû Tealâ mürşidini gösterir.
Allahû Tealâ: "O kişinin kalbinde Hakk'tan inen nurla huşû oluşması zamanı gelmedi mi?" diyor. Bu nur %2'lik nurdur. Rahmet nurudur ve huşûyu oluşturur. Bu %2'lik rahmet nuru, o huşûyu oluşturmadığı taktirde, o kişi Allah'tan mürşid istese de Allah onu mürşidine ulaştırmaz. Allah için o talep geçersizdir. Geçerli olabilmesi, o kişinin kalbinde %2 rahmet nurunun mutlaka oluşmasını ifade eder.
Durum böyleyse kişi hacet namazını kılar ve Allah'tan mürşidini sorar. Kalbinde Allah'a ulaşmayı dilediği için %2 nur birikimi oluşan yani Allah'ın göğsünü yardığı, göğsünden kalbine nur yolu açtığı ve kalbine %2 rahmet nuru gönderdiği kişi, o kişi hacet namazını kıldığı taktirde mürşidini görebilir. Onun dışında da müracaat eden birçok kişi olabilir. Onlar göremezler.
İşte problem buradan kaynaklanıyor. Herkes kendi mürşidi olmayan birilerini, gidip önemli olan bir mürşide tâbî olmak deyip tâbî oluyorlar. Sonra da hedefe ulaşamıyorlar. Peki, herkesin tâbî olabileceği bir mürşid olabilir mi? Bütün devirlerde devrin imamı herkesin tâbî olabileceği tek mürşiddir. Onun dışından herkes hacet namazını kılıp mürşidini Allah'tan sormak ve bulundukları mevkide Allah'ın tayin ettiği mürşid kimse ona ulaşıp tâbî olmak durumundadırlar.
Tâbiiyet önemli mi? Son derece önemlidir. Çünkü tâbiiyet olmazsa ruhun vücuttan ayrılması söz konusu olmaz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın herşeyi insan için yarattığı, insan için hazırladığı ve bütün insanları, ruhlarını Kendisine ulaştırmak üzere dizayn ettiği vakasıyla karşı karşıyayız.
İnsanlar bir neftsen, bir ruhtan, bir de fizik vücuttan oluşurlar. İradeleri sadece bir güçtür. Nefs de ruh da fizik vücut da fizik vücudun aynı görüntüsünde olan, ayrı ayrı âlemlere ait olan 3 cesettir (vücuttur). Nefs, berzah âleminin varlığı, fizik vücut zahirî âlemin varlığı, ruh da emr âleminin varlığıdır. Öyleyse 3 âleme ait olan 3 vücudu, sadece insan oluşturabilir. İşte şeytanın yani iblisin en çok öfkelendiği nokta burasıdır.
Şeytan bir cindi. Cinlerin fizik vücutları, bir de nefsleri vardır ama ruhları yoktur. Allahû Tealâ, Âdem (A.S)'a ruhundan üfürdü diye iblis hasedinden çatlıyor. Bu işe fena halde içerliyor. Allahû Tealâ'nın Adem (A.S)'ı yarattıktan sonra bir de O'nun önünde "Secde edin!" emrini vermesi, iblisi hasetten çıldırtıyor ve itaat etmiyor, secde etmiyor. Allahû Tealâ da diyor ki: "Ey iblis! Emrime ve O'na ruh üflememe, Benim ruhumun onda bulunmasına rağmen seni Âdem (A.S)'a secde etmekten men eden nedir?" İblis diyor ki: "Sen O'nu çamurdan yarattın, beni ise dumansız ateşten (enerjiden) yarattın. Ben ondan üstünüm."
7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuke, kâle ene hayrun minhu, halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.
7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
Sevgili kardeşlerim, dikkat ediyor musunuz? İblis, Âdem (A.S)'da mevcut olan, Allah'ın üflediği ruhu devreye almıyor. Onun devreye aldığı şey, fizik vücuduyla nefsi. Allahû Tealâ ise daha baştan söylüyor: "Ona (insana) ruhumdan üfürdüm. Şimdi O'nun önünde secde edin." Yani "Bu secde aslında Benim ruhuma yapılan secde." diyor. İblisin onun başına büyük bela olan o gururu, kibiri buna mâni oluyor ve de Allah'a karşı da bunu açık açık dile getiriyor: "Beni dumansız ateşten (enerjiden) yarattın, onu topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm." diyor. Üstünlüğü sağlayan temel şey, insanda Allahû Tealâ'nın ruhunun bulunmasıdır.
Peki, bu ruh gittiği zaman ne olacak? Allahû Tealâ öyle bir koruyucu kalkan koyuyor ki; ruhla nefs arasındaki denge, ruh gittikten sonra tekrar kurulana kadar şeytan insanlara hiçbir şey yapamıyor. Denge neydi? Nefs %100 afetlerle dolu, ruh %100 hasletlerle dolu. İkisi de fizik vücudun içerisinde. Öyleyse afetlerle hasletler denge halindedir. Ne kadar afet varsa onun karşılığında o kadar haslet vardır. Öyleyse bu denge standartlarında denge unsuru korunmuş vaziyettedir. Ama bir dengesiz devre geçmiyor mu? Geçiyor. Ne zaman? Kim Allah'a ruhunu ulaştırmayı dilerse, Allah o kişinin ruhunun vücuttan ayrılarak Kendisine doğru yola çıkmasını mümkün kılar.
Ruh vücuttan ayrılır ve devrin imamının dergâhına ulaşır. Ne olmuştur? Vücutta ruhun muhtevasında olan %100 hasletler, nefsin standartlarında olan, nefsin içinde bulunan %100 afetler dengededir. Ne kadar afet varsa o kadar haslet vardır. Öyleyse bu dengenin bozulduğu bir yer var: Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o kişinin ruhu mürşidine ulaştığı zaman o kişinin vücudundan ayrılır, devrin imamının bulunduğu dergâha gider. Oradaki kafileye katılarak gök katlarını birer birer çıkmaya başlar.
1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. ve 7. gök katının 7 tane âlemini geçilecektir ki Sidretül Münteha'ya ulaşılsın. Oradan da ruh, dikey bir yolculukla Allah'ın Zat'ına ulaşabilsin. Böyle bir yolculuğun tahakkuk etmesi halinde başlangıçta ruh Allah'a ulaşıncaya kadar, bir insanın ruhunu Allah'a ulaştırıncaya kadar geçen devrede (normal standartlarda 7-8 aylık bir devredir) ruh vücuttan ayrılmıştır. Vücutta sadece nefs kalmıştır. Yani bu kişi nefsinin %100 afetiyle yalnız kalmıştır. Ama Allahû Tealâ da koruyucu kalkanını kurmuştur. Şeytan, nefsin afetlerine hiçbir tesirde bulunamaz. Böyle bir tesirde bulunmasını Allahû Tealâ yok ettiği için iblis öfkesinden çıldırır. Ama hiçbir şey de yapamaz. Eli boştur, eli mahkûmdur. Ne yaparsa yapsın, o kişinin 7-8 aylık bir ömrü varsa, Allah onun ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse böyle bir ortamda 7-8 aylık bir devre boyunca nefs afetlerle %100 dolu olmasına rağmen şeytanın insanı azdıramaması, Allah'ın çok büyük bir lütfu keremidir, insanoğluna ikramıdır. Şeytan bu 7-8 aylık devrede ne yaparsa yapsın, o insanın dünyadaki en mutlu olan bu devresini hiçbir şekilde gölgeleyemez. Onu hüzne sokabilecek olan bir noktaya ulaştıramaz. Allahû Tealâ, bunu kesinlikle önlemiş durumda. İnsanoğluna öyle bir koruyucu sistem koymuş ki; ruhunu Allah'a ulaştırıncaya kadar geçecek olan o 7-8 aylık devrede, nefsinin kalbi bütünüyle afetlerle dolu olmasına rağmen, afetler onu hiçbir şekilde rahatsız edemezler. Ne zaman ki ruh Allah'a ulaşır, Allah'ın Zat'ında yok olur ki; bu noktada nefsin kalbi %51 nurla dolmuştur.
Nefsin kalbindeki her %7 fazl birikiminde o kişinin ruhu evvelâ zemin kattan 1. gök katına, oradan 2. gök katına, 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarına birer birer ulaşacaktır. Bu ulaşma boyunca nefsin kalbindeki hasletler (fazl nurları artık haslet değildir, fazl adını alırlar), o kişinin nefsinin kalbini %7, %7 dolduracaktır. Neticede %51 nura ulaşan kişinin nefsinin kalbi bu özellikte olduğunda, o kişinin ruhu 7 tane gök katını aşacaktır. 7. kattaki 7 tane âlemi aşacaktır; Sidretül Münteha'ya ulaşacaktır. Oradan da Allah'ın Zat'ına ulaşacaktır.
Bu yolculuğun adı seyr-i sülûktur. Allah'a sülûk etmek, bir seyir halinde olmak, yolculuk yapmak ve de ruhun Allah'ın Zat'ında yok olmasıdır. Yani fenâ; fani olmak, fî; içinde, Allah; Allah. Allah'ın içinde (Allah'ın Zat'ında) yok olmak.
Ruh, Allah'ın Zat'ına ulaşır, Allah'ın Zat'ında yok olur. Ne olmuştur? Allahû Tealâ, başlangıçta o kişi doğduğunda, o kişinin fizik vücuduna ruhunu üfürmüştür. Bu, Allah'ın ruhudur. Ölünce ruh için fizik vücut hiçbir mânâ ifade etmez. Bir sığınak olma vasfını kaybetmiştir. İşte bu vasfı kaybolan bir fizik vücut, artık ruh için bir sığınak değildir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir sohbette birlikteyiz. Bir defa daha Allah'ın neyi, niçin, nasıl yaptığını birlikte inceliyoruz ve de sonuçlarına ulaşıyoruz.
Allahû Tealâ istiyor ki; bütün insanlar dünya hayatlarını yaşarlarken ruhlarını Allah'a ulaştırsınlar. Bu, Allahû Tealâ tarafında garanti edilen bir fonksiyonel durumdur. Allahû Tealâ Şûrâ Suresinde diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ: "Allah, dilediğini Kendisine seçer." diyor. İnsanların %95'inden fazlasını Kendisine seçer ve onlardan sadece Allah'a mülâki olmayı dileyenleri Kendisine ulaştırır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın dizaynında insanoğlunun mutluluğunun merkezinde Allah'a ait olan ruhun, insan hayattayken vücudundan ayrılarak Allah'a ulaşması, mutluluğun temel adımıdır. Mutluluğun olmazsa olmaz şartıdır ve de daha önemlisi, Allah'ın garantisi altındadır. İnsanoğluna düşen şey sadece bir dilektir. Kişi diyecek ki: "Yarabbi! Bunca ermiş evliyan Sana ulaşmayı dilemişler ve ruhlarını Sana ulaştırmışlar. Daha doğrusu onların ruhlarını Kendine Sen ulaştırmışsın. Yarabbi! Ben de istiyorum. Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır."
İşte kalpten yapılan böyle bir talep, Allah için yeterlidir. Mutlaka o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. Bu, o kişinin başlangıçta %100 kapkaranlık olan (tamamen afetlerle kaplı olduğu için %100 karanlıklarla kaplıdır) nefsinin kalbinde %51 nurun oluşmasını sağlar. Yani aydınlıklar karanlıkları geçer. Nurlar afetleri aşarlar. Nurlar karanlıkların yarısını aşarlar. O kişinin kalbinde %51 nur birikimi sağlanır. Karanlıklar %100'den %49'a düşer. İşte o noktada her kademede %7 nur birikiminde 7 katlık bir gökler yolculuğu sona ermiş olur.
Ruh, 7. gök katında 7 tane âlemi aşar. Önce ümmülkitaba ulaşır. Bunun için kader hücrelerini aşmak zorundadır. Kader hücrelerini aşar, ümmülkitaba ulaşır. Ondan sonraki aşamada kudret denizine ulaşır. Ondan sonraki aşamada Makam-ı Mahmud'a ulaşır. Ondan sonraki aşamada Divan-ı Salihîn'e ulaşır. Ondan sonraki aşamada zikir hücrelerine ulaşır. Ancak orada o küre şeklindeki zikir hücrelerinin içinde, nefsinin kalbindeki afetler %51 oluncaya kadar devam ettiren kişi, oradan ruh olarak ayrılır. Sidretül Münteha'ya ulaşır. Oradan da dikey bir yolculukla Allah'ın Katı'na ulaşır. Allah'ın Katı'nda (İndi İlâhi'de), Allah'ın Zat'ında yok olur.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bu seyr-i sülûk adlı müessese, bütün insanlar için Allah'ın bir lütfu keremidir. Kim kalbî bir dilekle ruhunu Allah'a hayattayken ulaştırmayı dilerse, Allahû Tealâ o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Sözü var. Allahû Tealâ Ra'd Suresinde diyor ki:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
"Allah dalâlette olanları bırakır (onlarla meşgul olmaz). Ama o dalâlette olanlardan her kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah, onları Kendisine ulaştırır."
Allahû Tealâ: "O dalâlette olanlardan kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o Allah'a ruhunu ulaştırır." demiyor, "Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırır." diyor.
Sevgili kardeşlerim, öyleyse ne oldu? Nefsin kalbinde 7 defa %7 nur birikimi (%49 eder), başlangıçtaki %2 rahmet birikimiyle birlikte %51 nur, o kişinin nefsinin kapkaranlık olan kalbini yarıdan daha çok aydınlatmış olur. Bu, Allah'ın ni'metidir, hediyesidir, mükâfatıdır. Bir tek dilek karşılığı Allahû Tealâ bunu insanlara teslim eder, verir. Onların ruhlarını mutlaka Kendisine ulaştırır. Onlara mutluluğu teslim eder. Bu insanlar, dünya mutluluğunun yarısına ulaşmış olur.
Sevgili kardeşlerim, bu öyle bir müessese ki; saadet! Allahû Tealâ'nın insanlar için hedef gösterdiği bir saadeti yaşamak söz konusudur. Bütün insanlar için kapılar ardına kadar açıktır. Dileyin ve ulaşın! Dilemeniz yeterli. Allahû Tealâ'nın insana ne kadar büyük bir ni'met verdiğini ifade için söylüyoruz. Bir insan: "Yarabbi! Ben ruhumu şu dünya hayatını yaşarken Sana ulaştırmak istiyorum. Nasıl Senin ermiş evliyalarının hepsi bunu dilemişlerse, Sen de onların hepsini Kendine ulaştırmışsan ben de diliyorum. Beni de, benim de ruhumu şu dünya hayatını yaşarken Sana ulaştır." dediği taktirde, böyle bir talebi yapan kişi kalpten bir talep yaptıysa, standardı ne olursa olsun, ne kadar büyük günahlar işlemiş olursa olsun, hiçbirisinin geçerliliği yoktur. Allah o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırır.
Dikkat ediniz ki; bir kişi böyle bir talepte bulunduğu anda 1. kat cenneti zaten elde etmiştir. Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu anda (14. basamakta) 2. kat cenneti elde etmiştir. Ruhunu Allah'a ulaştırdığı noktada nefsinin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleşmiştir. Kişi ruhunu Allah'a teslim etmiştir, ruhu Allah'a ulaşmıştır. İşte Allahû Tealâ "İrciî ilâ rabbiki" emriyle bunu üzerimize farz kılmıştır. Allahû Tealâ Fecr Suresinde buyuruyor ki:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
"Rabbine rücû et (geri dön)."
Allahû Tealâ Zumer Suresinde de buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Allahû Tealâ: "Rabbine yönel ve O'na teslim ol. Ruhunu teslim et, sonra fizik vücudunu teslim et, sonra nefsini teslim et, sonra iradeni de teslim et." diyor.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkimizde bütün insanlar için ulaşılması gereken asgarî hedef, Allah'a ulaşmayı dilemek, tek başına yeterlidir. Kalpten bir talep varsa Allahû Tealâ bu talebi mutlaka yerine getirir.
Öyleyse Allah'ı sevmek mi önemli, Allah'tan korkmak mı? Sevgili kardeşlerim, Allah'ı sevmek önemli. Allah'ı sevin ki; Allah da sizi sevsin. Allah'tan, ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin ki; Allah ruhunuzu Kendisine ulaştırsın, Allah'ın ermiş evliyalarından olun.
İnsanlar, Allah'ın Kur'ân'daki açıklamalarından habersiz olarak, âlimler kendilerine ne kadar Kur'ân dışı yanlış varsa onları kabul ettirmiş. Dîn adamlarımız, o kitaplardan edindikleri bilgileri, ömürleri boyunca Kur'ân-ı Kerim'le karşılaştırmak gereğini hiç duymadan yaşamışlar. Bugün dünya üzerinde insanlar yaşıyor, dîn öğreticileri yaşıyor ama kitaplardaki öğrendikleri dînî bilgilerle mücehhezler, teçhiz edilmiş durumdalar. Kur'ân çoktan unutulmuş. Bir torba dikilerek Kur'ân-ı Kerim duvarlara asılmış ve insanlar mevlüt okurken ve de bir ölünün arkasından hatim indirirlerken Kur'ân-ı Kerim'i indiriyorlar. Kur'ân-ı Kerim'in bütün fonksiyonel muhtevası devre dışı kalmış.
O Kur'ân-ı Kerim ki; insanın ruhunu Allah'a ulaştırmasını farz kılar. Baştan başlarsak eğer o Kur'ân-ı Kerim ki;
1- Bir insanın Allah'a ulaşmasını farz kılar; 3. basamak.
2- 14. basamakta mürşidine ulaşıp tâbî olmasını farz kılar.
3- Böylece kişinin ruhu vücudundan ayrılır ve ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmasını farz kılar; 21. basamak.
Ruh Allah'a ulaşmıştır. 14. basamakta tâbiiyetle ruh vücuttan ayrılır. 21. basamakta 14 ile 21 arasındaki 7 rakamının muhtevası içerisinde 7 tane gök katını aşıp ruh Allah'a ulaşır. Peki, daha sonra?
4- 25. basamakta fizik vücut Allah'a teslim olur.
5- 26. basamakta nefs teslim olur.
6- 28. basamakta irade Allah'a teslim olur.
Böylece ruhu, vechi, nefsi ve iradesi Allah'a teslim edilmiş olan bir Allah dostu ile karşılaşıyoruz. 4 teslimin 4'ünü de yerine getirmiş olan birisi. Ruhunu (22. basamak), fizik vücudunu (25. basamak), nefsini (26. basamak), iradesini (28. basamak) Allah'a teslim eden bir Allah dostu. Allah'ın "İrşada memur ve mezun kılındın." cümlesiyle irşad makamına bizatihi tayin ettiği kişi.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sohbetimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Mutluluğunuz daim olsun. Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R