}
Sohbet (Hiçbir Şey Sebebsiz Yaratılmamıştır) 17.01.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111886

SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 17.01.2008

Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Sevgili kardeşlerim! Sizlerle birlikte olmak, sohbet etmek, Allah'tan bahsetmek, Allah'ın bize verdiği ilmi sizlere aktarabilmek, Allah'ın çok büyük huzur verici bir yardımı. O'na her an sonsuz hamdediyoruz, şükrediyoruz. Ne zaman sizlerle böyle bir sohbete başlamışsak içimizi bir huzur, bir mutluluktur kaplıyor. Allah'ın bize öğrettiklerini sizlere aktarabilmek... O Allah, ilmin bütünün sahibi. İlim O'na aittir; kâinatı yaratan Allah'a.

Şu anda genel incelemeler sonucu anlaşılan o dur ki; 100 milyar galaksi olduğu söyleniyor. Herbir galakside de 1 milyardan fazla, 100 milyardan fazla yıldız olduğu ifade ediliyor. Bir sonsuzluk içinde, küçücük bir nokta kalıyor dünya. İşte bu dünya adı verilen gezegende yaşayanlarız. Allahû Tealâ burada insan hayatının oluşmasını nasip kılmış ama kâinatta daha pek çok yerlerde insanların varlığını kesin olarak biliyoruz. Allahû Tealâ diyor ki: "Yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar."

5/MÂİDE-17: Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem(meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlikel mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fîl ardı cemîa(cemîan) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Andolsun ki “Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter?” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.


30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).

Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.


38/SÂD-66: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumel azîzul gaffâr(gaffâru).

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, Azîz’dir (yüce ve üstün), Gaffar’dır (çok mağfiret eden).


46/AHKÂF-3: Mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beyne humâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen), vellezîne keferû ammâ unzirû mu’ridûn(mu’ridûne).

Gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık. Ve bilinen (tespit edilen) bir zamana kadar. Ve onlar ki, uyarıldıkları şeylerden yüz çeviren kâfirlerdir.


Öyleyse yerlerde de göklerde de ikisinin arasında da insanlar yaşıyor, bizler gibi insanlar.

Sevgili kardeşlerimiz! Allahû Tealâ'ya ne kadar hamdetsek, şükretsek az ki; bizleri insan olarak yaratmış. İnsan olmak bir mazhariyettir, bir üstünlüktür. Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor ki:

45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.


"Ey insanlar! Bütün arzlarda ve bütün göklerde yarattığımız herşeyi sizlerin emrine musahhar kıldık."

Öyleyse yaratılan herşey, bütün hayvanlar, bütün suda yaşayanlar, bütün havada yaşayan kuşlar, uçanlar, yerler, yerin içindekiler; herşey insan için yaratılmış.

Sevgili kardeşlerim! Her varlığın insana mutlaka faydalı bir tarafı vardır. Olmasaydı yaratılmazdı. Öyleyse, "İnsanları zehirleyen bir yılanın da faydası olabilir mi? Ne olacak yani?" diye düşünen varsa evet. Yılan derisinden ayakkabılar yapılıyor. Ne düşünürseniz; hangi tür hayvandan bahsederseniz, bir deniz mahlûkundan veya havada uçan bir nesneden; hepsinin bizim bilmediğimiz bir açıdan mutlaka bir faydaya hizmet ettiğini incelemeler mutlaka ortaya çıkaracaktır. Evvelâ şunu bilmemiz lâzımdır:

1- Allahû Tealâ sebepsiz hiçbir şeyi yaratmaz.
2- Yarattığı herşey, insan adı verilen bu mahlûkunun daha mutlu olması içindir.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ neyi yaratmışsa yarattığı herşey bir faydayı oluşturur, insan için bir faydayı. İşte böyle bir dizaynda insanın varlığı, kâinattaki en üstün mahlûkun varlığıdır. Allah'ın nazarında inanan insan, inanmayan insandan daima üstündür. Allah'a inanmayan insan, şeytanın bir bendesidir. O, inanmamamızı ister.

Sevgili kardeşlerim! Bu insan ve çevre ilişkileri, Allahû Tealâ'nın o sonsuz kudretiyle başlamış ve oluşmuş, gelişmiştir. İnsan kâinattaki en üstün mahlûk olarak Allahû Tealâ tarafından yaratılmıştır. En üstün olmasının arkasında da çok ciddî bir sebep vardır. Çünkü Allahû Tealâ insana ruhundan üfürmüştür. Öyleyse insan Allah'ın ruhunu kendisinde taşıyan, buna lâyık görülen bir mahlûktur. Öyleyse bu bir üstünlüktür.

Sevgili kardeşlerim! İnsan için Allah'a yakın olmak mutluluğun temel faktörüdür. Ruhunu Allah'a teslim eden kişi, teslim etmeyen kişiden daha yakındır. Fizik vücudunu Allah'a teslim eden kişi, ruhunu Allah'a teslim edenden daha yakındır Allah'a. Nefsini Allah'a teslim eden kişi, ötekilerin hepsinden daha yakındır. İradesini Allah'a teslim eden kişiyse en yakınları arasındadır. Öyleyse Allah'a yakınlık, Allah'ın sevgisinin giderek artması, Allah'a teslimlere bağımlı bir dizayn içerir.

Allahû Tealâ bize ne vermiş? Ruh vermiş; teslim etmemiz için. Ne vermiş? Fizik vücut vermiş; teslim etmemiz için. Ne vermiş? Nefs vermiş; Allah'a teslim etmemiz için. Bir de iradî yapımızı oluşturmuş, irademizi de Allah'a teslim etmemiz üzerimize farz kılınmış; ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi.

İşte insanın mutlu olmasıyla bu teslimler arasında çok sağlam bir illiyet rabıtası vardır. Ruhunu Allah'a teslim eden bir insan, dünya mutluluğun %51'ine ulaşır. Bu, Allahû Tealâ'nın bir ni'meti, bir hediyesidir. Çünkü böyle bir hedef için bir insanın sadece bir talepte bulunması, Allah için yeterlidir. Yani kişi: "Yarabbi! Ben Senin bunca ermiş evliyan var, onlar gibi, onlardan biri gibi ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum, Sana teslim etmek istiyorum. Ruh zaten Senin ruhun, Sen üflemişsin bana. O emanetini geri istiyorsun. Ruhumuzu Sana ulaştırmamızı üzerimize farz kılmışsın. İşte ben ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum. Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştır!"

Bu talep içtense Allahû Tealâ bu talebi mutlaka yerine getireceğine dair söz vermiş. Diyor ki: "Allah dilediğini (insanların %95'ten fazlasını) Kendisine seçer ama onlardan kim Allah'a mülâki olmayı dilerse (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilerse) Allah, onları Kendisine ulaştırır."

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Öyleyse Allahû Tealâ bir hususu gerçekleştirmek için insanlardan bir talep bekliyor. O talebi oluşturmaları için insanların %95'ten fazlasını seçiyor ama talebin onlardan gelmesini istiyor. Kişi serbest iradesiyle, kendisine verilen cüz'i iradeyle Allah'a ulaşmayı diliyorsa ancak o zaman bu kişi Allahû Tealâ tarafından Allah'ın Zat'ına ulaştırılmak imkânının sahibi kılınır. Ne zaman? Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman, dilemezse Allah da onu Kendisine ulaştırmaz. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler Allah'a ulaştırılır. İşte Ra'd Suresi 27. âyet-i kerime:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


"Allah dalâlette olanları bırakır; onlarla meşgul olmaz ama o dalâlette olanlardan her kim Allah'a mülâki olmayı dilerse, ruhunu hayattayken ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır."

Öyleyse insan ruhunun Allah'a ulaşması, o ulaşma gerçekleşene kadar 7-8 aylık bir süre, kişiyi dünyanın en mutlu insanı kılar. Bu 7-8 aylık sürede, şeytanın size tasallut etmesi, şu veya bu şekilde rahatsızlık vermesi asla mümkün değildir. Allahû Tealâ ruhunuzun vücudunuzdan ayrılarak Allah'a ulaşacağı bu 7-8 aylık devrede, sizi her türlü tehlikeden korur. Dünyadaki hiçbir negatif faktör size tesir edemez. Allahû Tealâ sizi mutlaka Kendisine ulaştırır. Yani ruhunuzu Kendisine ulaştırır. Her ne kadar ruhunuzu diyorsak da aslında bu Allah'ın ruhudur. Secde Suresinde Allahû Tealâ diyor ki:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


"Onun, insanın içine ruhumdan üfürdüm."

Allah'ın ruhu üfürülmüş insan öyle bir varlık ki; kendisine Allah'ın ruhu üfürülmüş. Her doğan kişiye, doğduğu zaman Allah mutlaka ruhundan üfürür. İşte insan olmak böyle bir mazhariyettir, bir üstün mahlûk olarak yaratılmaktır. İnsandan başka hiçbir mahlûkta Allah'ın ruhu mevcut değildir. Ne melekler ne cinler ne hayvanlar ne sudaki canlılar ne havadaki canlılar ne ağaçlar, hiçbir mahlûk Allah'ın ruhuna örtü olamazlar. İnsandan başka hiçbir mahlûkta Allah'ın ruhu mevcut değildir. Bu şerefe mazhar olduğumuz için bütün insanlar, hepimiz Allah'a ne kadar çok hamdetsek şükretsek azdır.

Allahû Tealâ içimizde bir dengeyi kurarak biz insanları yaratıyor, vücuda getiriyor. İnsan, insanın nefsi ve insanın ruhu bir 3'lü oluşturur. İnsanın nefsi baştan aşağı afetlerle donatılmıştır. %100 afetlerden oluşan bir nefsin sahibi kılınmışız. Öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilâlar... Negatif bütün faktörler nefsimizin kalbini %100 doldurmuş olarak, nefs bize verilir. Allah'ın ruhu ise bütün hasletleri içerir. 19 grup nefsimizin afetine karşılık 19 grup ruhumuzun hasleti söz konusudur. 2 grup birbirine tamamen terstir.

Sevgili kardeşlerim! Kendinizi tanıdıkça nefsinizi, ruhunuzu, fizik vücudunuzu ve bunların dizaynı içerisinde sizi onlardan oluşturan Allah'ı daha çok, daha çok, daha çok tanıdığınız sürece bir tekâmül üzeresiniz demektir; bir manevî tekâmül, manevî gelişme. Bu gelişme, ruhunuzun Allah'a teslim olmasıyla ya da teslim edilmesiyle 1. hedefine ulaşır.

Ruh sizin ruhunuz değildir, Allah'ın ruhudur. Onu sahibiniz olan, sizi yaratan Allah'a, ruhun da sahibi olan Allah'a teslim etmekle mükellef kılındınız, vazifeli kılındınız. Allahû Tealâ bu sorumluluğu sizi bu âlemde yaratınca üzerine aldı. Allahû Tealâ: "Kim Bana ulaşmayı dilerse -daha açık bir ifadeyle- kim ona emanet olarak verdiğimiz ruhunu dünya hayatını yaşarken Bize ulaştırmayı dilerse, o Bize ruhunu ulaştırmaz, Biz onun ruhunu Kendimize ulaştırırız." diyor.

Öyleyse elimizde garantili bir imkân var. Bütün insanların elinde garantili bir imkân var. Ruhlarını Allah'a ulaştırmayı diledikleri taktirde...

"Yarabbi! Ben de ruhumu Senin bunca ermiş evliyan gibi Sana ulaştırmak istiyorum. Senin ruhun zaten bana emanet olarak vermişsin. O emaneti, sahibi olan Sana ulaştırmayı diliyorum. Yarabbi! Bunca ermiş evliyan var, 7-8 aylık bir devrede bunlar hep ruhlarını Sana ulaştırmışlar. Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştırır!" İşte böyle bir talebi insanlardan her kim gerçekleştirirse, o kişinin ruhu mutlaka Allah'a ulaşır.

Ruhun Allah'a ulaşmasıyla nefs arasında nasıl bir ilişki var? Ruhun Allah'a ulaşabilmesi, bir insanın ruhunun 7 tane gök katını aşmasından sonra gerçekleşir. 1., 2.,3., 4., 5., 6.,  7. gök katları... 7 tane gök katının aşılması ve ruhun Allah'a ulaşması.

Sevgili kardeşlerim! Nefsimizin kalbinde %100 afetlerin %51'inin yok edilmesiyle, afetlerinin yerini fazılların almasıyla bir tekâmül müessesesi, gelişme müessesesi yaşanır. Ruhun Allah'a doğru olan gök katlarını seyr-i sülûkta olan diğer ruhlarla beraber aşabilmesi, o kişinin zikir adlı bir müesseseyi yapmasına, gerçekleştirmesine bağlıdır. Ama ondan önce, bu kişi mutlaka Allahû Tealâ'dan mürşidini sormuş olmalıdır. Allah'ın Kendisine gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî olmalıdır ki; ruhu vücudundan ayrılarak ana dergâha, devrin imamının dergâhına ulaşsın. Oradan seyr-i sülûk'a çıkanlarla beraber, seyr-i sülûk'a, Allah'a doğru 7 katlık bir yükselmeye dahil olsun.

Sevgili kardeşlerim! Seyr-i sülûk bir zevktir, bir huzurdur, bir neşedir, bir mutluluktur; insanın içini ferahlatan bir müessesedir. Bu 7-8 aylık ruhun Allah'a ulaşması süresince kişi adeta mutluluktan uçar. Dünyadaki en mutlu 7-8 aylık devreyi geçirecektir. "Mutluyum!" diye haykırmak, pencereleri açıp bağırmak gelir içinden. Mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşar. Sanki ruhunu, vechini, nefsini, iradesini de Allah'a teslim etmiş olan, nefsinin kalbinde hiç afet kalmamış biri gibi, bir 7-8 aylık devre geçirir kişi.

Her gök katına karşılık 1 ay düşünürsek, 7 aylık bir devre normal bir süreç sayılabilir. Böyle bir dizaynda bu kişi dünyadaki en mutlu insanlardan birisidir. İnsanları sever, akrabalarını sever, arkadaşlarını sever, insanlara dost gözlerle bakar. Şeytanla bu süreç içerisinde, mürşidine ulaşıp da ruhunun vücudundan ayrılarak Allah'a doğru seyr-i sülûk'e çıktığı noktadan ruhu Allah'a ulaşana kadar geçen devre içinde, bu kişi Allahû Tealâ tarafından tam bir korunma altına alınır. Şeytan ona hiçbir şey yapamaz. Şeytanın o kişiye huzursuzluk vermesi, sıkıntı vermesi, zarar vermesi, bütün boyutlarıyla Allahû Tealâ tarafından engellenmiştir. Bu hedefe şeytan hiçbir şekilde ulaşamaz. Kişi Allah'ın koruyucu kalkanı (muhafazası) altındadır.

Bu devrede kişinin bütün eksikleri Allahû Tealâ tarafından giderilir. Kişi namaz kılmayı sevmiyordur; Allahû Tealâ ona mutlaka namazı sevdirir. Kişi zikir yapmaktan hoşlanmıyordur; zikri ona sevdirir. Kişi oruç tuttuğu zaman açlığı ölecek gibi hissediyordur kendisini; açlığı hissetmez hale getirilir. Zekât vermek ona çok zor gelmesene rağmen, o devrede zekât verdiği zaman bundan büyük mutluluk duyar. Allah'ın bütün emirleri onun için bir angaryayken "Aman şunu da yapayım da yakamdan düşsün! Şu namazı da kılayım, bitsin gitsin!" diye düşünen bir kişiyken, namaz onun için doyulmaz bir zevk olmaya başlamıştır. Allah ile olan o beraberliğini devam ettirebilmek için namazı uzatmak ister. Zikir onun büyük boyutta mutluluğu yaşaması için çok önemli bir vetire olmuştur. Zikrettiği süreç içerisinde Allah ile beraber hisseder kendisini, huzur içindedir.

Sevgili kardeşlerim! İşte bütün bunları kişiye sevdiren, Allah'tır. İnsanoğlunun bütün bunları gerçekleştirmesi, Allah'ın yardımıyla olur. Kim Allah'a mülâki olmayı dilerse, o kişi Allah'a mutlaka ulaşır. Daha doğru bir ifadeyle, o kişi ruhunu Allah'a ulaştırmaz; Allah o kişinin ruhunu yani Allah Kendi ruhunu Kendisine ulaştırır.

Ruh bir emanettir. Bir insan, hayatı boyunca ruhunu Allah'a ulaştırmazsa, öldüğü zaman ölüm melekleri Azrail (A.S) ve O'nun takımı, bu kişinin ruhunu alırlar, 7 tane gök katını aşırıp Allah'a teslim ederler.

Her hâlükârda biz insanlar mutluluk için yaratıldığımızı unutmamalıyız. İnsan hayatın en mutlu devresiyse bu Allah'a ulaşmayı diledikten sonra ruhunu Allah'a ulaştırana kadar geçen 7-8 aylık devredir. Daimî zikre ulaşan insan da aynı mutluluğu yaşar mı? Yaşar, fakat o 7-8 aylık devrede yaşadığı mutluluğu, hazzı ömrü boyunca aynı seviyede yaşayamaz. O farklı bir olaydır. Orada Allah'ın kişiye normalin üstünde bir yardımı söz konusudur. İlk vuslatın o kişiye verdiği zevki, heyecanı Allah ona yaşatır. Çünkü o kişinin ruhunu Allah'a ulaştırması gerekmektedir. Bunu yapamazsa eğer, ölümden sonra zaten ruhu Azrail (A.S) tarafından alınıp Allah'a ulaştırılacaktır. Ama Allahû Tealâ kişinin bunu yapmasını istiyor; yetmez, bunun için de o kişinin bir tek dileğinin yeterli olduğunu söylüyor. Kişi Allahû Tealâ'ya sadece diyor ki: "Yarabbi! Ben ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Şu dünya hayatını yaşarken ben ruhumu Sana ulaştırmak, erdirmek; ermiş evliyan olmak istiyorum. Ne olur! Sen bu konuda zaten garanti vermişsin. ‘Kim Bana ulaşmayı dilerse o Bana ulaşmaz, Ben onu Kendime ulaştırırım.' diyorsun. Öyleyse Ey Yüce Allah'ım! Bu naçiz kulunu da ruhen Sana ulaştırmanı diliyorum. Beni de ulaştır! Benim de ruhum Sana ulaşsın!"

Çok zor bir şeyden mi bahsediyoruz sevgili kardeşlerim? Hepsi bu kadar! Bundan sonrası Allah'a ait. Ruhunuzu siz Allah'a ulaştırmayacaksınız; o konudaki zikriniz, namazınız, bütün ibadetleriniz sadece zevklerden oluşacak. Bu 7-8 aylık devrede dünyada en mutlu namaz kılan, en mutlu oruç tutan, en mutlu zikir yapan kişi olacaksınız. Öyleyse yaşamamak neden? Allahû Tealâ böyle bir garanti vermişse, böyle bir imkân vermişse, insan adı verilen bu mahlûkuna ait, sadece ona ait olan bir olay bu. İnsandan başka hiçbir mahlûkta Allah'ın ruhu mevcut değildir. Bu sebeple insandan başka hiçbir mahlûk, ne cinler ne hayvanlar ne de başka mahlûklar, hiçbirisinin ruhu yoktur ki onu Allahû Tealâ ulaştırabilsin.

İşte sevgili kardeşlerim, bu biz insanlara ait olan bir ayrıcalıktır, bir mutluluk vesilesidir. O devreyi yaşayan herkes o devri unutamaz. Hayatının en mutlu 7-8 aylık devresidir. Havalarda uçtuğunu hisseder, sevinçten ne yapacağını şaşırır. Öyle bir huzur, öyle bir mutluluk yaşar insanoğlu.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse mutluluğu yaşamak varken, huzuru yaşamak varken ve Allah'ın bir büyük mükâfatına nail olmak varken neden gerçekleştirmeyelim ki? Ne demek o büyük mükâfat? Kaç ayrı cepheden mutluluk!

Ruhumuz Allah'ın ruhu. Eğer ölünceye kadar teslim etmezsek, öldüğümüz zaman Azrail (A.S) ve O'nun takımı ruhumuzu alıp Allah'a zaten teslim edecekler ama eğer biz bunu dünya hayatını yaşarken gerçekleştirirsek, 2 büyük mükâfata nail oluyoruz. Bu 7-8 aylık ruhumuzun Allah'a ulaşma döneminde, dünyadaki en mutlu insanlardan biri oluyoruz, manevî bir huzuru yaşıyoruz. Allahû Tealâ bizimle şeytanın arasına, onun hiçbir zaman aşamayacağı öyle bir engel koyuyor ki; ruhumuzu Allah'a ulaştırdığımız güne kadar şeytan bize hiçbir şekilde tesir etmek imkânının sahibi olmuyor.

Peki, ulaştığımız zaman ne oluyor? Ruhumuz 7 tane gök katını aşmış oluyor, Allah'ın Zat'ına ulaşmış oluyor. Ama ulaşırken vücuda gelen olaylara bakalım:

Nefsimiz tezkiye oluyor yani nefsimizin kalbi 19 grup afetle %100 doluyken; öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilalar... gibi, bu %100 afetlerin oranı %49'a düşüyor. Nefsimizin kalbindeki afetler yarıdan daha fazla azalıyor. Bu bir mutluluk vesilesidir, insanı mutsuz kılan afetlerin o kişi üzerindeki hâkimiyetidir. Afetler bir insana ne kadar hâkimse o kişi o kadar mutsuzdur. Hasletler bir insana ne kadar hâkimse o kişi o kadar mutludur.

İşte Allah'a ulaşmayı diledikten Allah'a ulaştığımız noktaya kadar kişinin nefsindeki afetler giderek azalır, azalır, azalır ve yarı yarıya azalacağı bir noktada ruh, Allah'a ulaşır.

1- Nefsimizin afetlerinin açık bir şekilde yarıdan daha fazla azalması.
2- Ruhumuzun Allah'a doğru yaptığı bir yolculukla Allah'ın Zat'ına ulaşması, hayattayken ruhumuzu Allah'a ulaştırmak.
3- Mutluluğumuzun giderek artışı.

Neden artıyor? Nefsimizin kalbindeki afetler, Allah'ın bütün emirlerine karşı çıkan, yasak ettiği filleri mutlaka işlemek isteyen bir yapıya sahiptir. İşte böyle bir yapıda olan yani insanı sadece huzursuz edecek olan, Allah'ın emirlerine karşı çıkan, yasak ettiklerini de yapmak istemeyen bir yapıya sahip olan nefsin afetlerinin azalması, her gök katında %7 azalması, sadece azalmakla kalsa iyi ama ötesi var; onların yerini ruhun fazılların alması...

Böylece bir taraftan nefsimizin afetleri her gök katında %7 %7 azalırken diğer taraftan da o azalan yere ruhumuzun hasletlerinin aynı olan, aynı hüviyette olan, sadece mutluluğa dönük olarak bizlere Allahû Tealâ tarafından ni'met olarak verilen fazılların girip yerleşmesi, kişiyi fazilet sahibi kılması... Bu devre içerisinde bu kişi 7 defa %7 fazl birikimini gerçekleştirir. Nefsinin kalbi her seferinde %7 daha nurla dolar, sonuçta nurlar nefsin kalbindeki afetlerin miktarını aşar. Buna paralel bir şekilde, o kişinin mutluluğu 1. gök katını aştığında %7 iken, 2. gök katında %14'e çıkar. 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarında %49'a, %51'e kadar yükselir. Kişinin dünya mutluluğu yarıyı geçer yani kişi dünya hayatını yaşarken yarıdan fazla bir mutluluğu garanti eder, yaşamaya başlar.

İşte böyle bir olay! Allah'ın kişinin dünya hayatını yaşarken, o hayatın yarıdan daha fazlasını o kişiye mutluluk olarak yaşatması ve böyle bir şeyi kişinin 7-8 aylık devre içerisinde huzursuzluğu hiç yaşamadan devam ettirmesi, Allahû Tealâ'nın çok büyük bir ni'meti, Allah'ın onu koruması altına alması yoluyla gerçekleştirdiği bir muhteşem sonuç.

Sevgili kardeşlerim! Dünya mutluluğunun yarısı, %51'i ve cennetlerden 3. kat cennet.

Allah'a ulaşmayı dilediniz, ölmek söz konusuysa 1. kat cennetin sahibisiniz.
Mürşidinize tâbî oldunuz, ondan sonra ölmek söz konusuysa kişi 2. kat cennetin sahibidir.
Ruhunu Allah'a ulaştırdıktan sonra ölmesi söz konusuysa, kişi 3. kat cennetin sahibidir.

Eğer bu kişi o hayatını değiştirmeksizin devam ettirirse, günde o 2,5-3 saatlik zikrini gerçekleşmesi halinde, ibadetlerini mutlaka gerçekleştirecektir. Bu insan dünya mutluluğunun yarısını bir ömür boyu yaşayacaktır, kıyâmetten sonra da gideceği yer 3. kat cennet olacaktır. Ne karşılığı? Bir hiç karşılığı; sadece bir dilek! Bu kişi Allah'a mülâki olmayı dilemiştir, o kadar! Geri kalan herşey ona Allahû Tealâ tarafından mükâfat olarak verilmiştir. Sadece o dileğinin karşılığı olarak, o kişi 7-8 ay dünyadaki en mutlu insanlardan biri olarak dünya mutluluğunu yaşamıştır. Nefsinin kalbi %51 nurlarla dolmuştur ve öldüğü zaman bu kişi kıyâmetten sonra 3. kat cennetin sahibi olacaktır. Ne karşılığı? Bir dilek karşılığı! Bir tek talep karşılığı!

Bu kişi Allah'a mülâki olmayı dilemiştir ve Allah onu Kendisine ulaştırmıştır. Ulaştırırken geçen devrede, dünyadaki en mutlu insanlardan biri olmuştur kişi. O 7-8 aylık devrede ve eğer bu pozisyonu değiştirmezse, günde o 3 saatlik zikrini devam ettirebilirse bir ömür boyu dünya mutluluğunun yarısı onundur. Öldükten sonra da gideceği yer mutlaka 3. kat cennettir.

İşte o Allahû Tealâ'nın büyük bir lütfu değil midir, sevgili kardeşlerim? Ne karşılığı elde etti kişi bunu? Sadece bir dilek! "Yarabbi! Ben ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum. Diyorlar ki: ‘Kim ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilerse, o kişi ruhunu Allah'a ulaştırmazmış, Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırırmış.' Yüce Allah'ım! Ben de böyle olmasını diliyorum!  Benim de ruhumu Sana ulaştırır."

Sevgili kardeşlerim! Sizler bu işin ilmini yapanlarsınız. Neye dayalı olduğunu, hangi âyetlere dayalı olarak bunun gerçekleştiğini sizler biliyorsunuz ama başkaları bilmiyorlar. Onların da bu mutluluğu yaşamaları için onlara yardımcı olmalısınız. Allah'ın bu güzelliklerini, çevrenizdeki herkese anlatmaya çalışmalısınız. Laf aramızda, anlatırken de sakın ukalâlık etmeyin. Öyle yapmayacağınızı biliyoruz ama şakadan takılıyoruz size.

Sevgili kardeşlerim! Gerçekten onlar bilmiyorlar. Bunda da hatalı değiller. Çünkü öğrendikleri ilim, onlara öğreten hocaların inhisarındadır. Onlar da sizin aldığınız ilmi almadan o hedeflere ulaştılar, öğretim üyesi oldular. Bir ilim öğrendiler ama o ilim onları cehennemden kurtarabilecek olan bir nitelikte değil.

Allahû Tealâ'nın onları (cehenneme doğru yol alan bu milyonlarca insanı) da bu hakikatleri öğrenerek, Allah'ın yoluna girmelerini sağlamasını ve ruhlarını, en az ruhlarını Allah'a teslim etmelerini sağlamasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Hepinizi çok ama çok seviyoruz sevgili kardeşlerim! Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R