}
Sohbet (Bütün İnsanların Birbirine Kardeş Olduğu Yeni Bir Dünya Kurulacaktır) 12.02.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111931

SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 12.02.2008

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir sohbette birlikteyiz. Şöyle bir sohbet edelim dedik inşaallah. Sohbetimize evvela hepinizi çok ama çok sevdiğimizi belirtmekle başlıyoruz.

Sevgiden daha ötede, daha güzel ne var ki sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım? Hepimiz Allah içiniz, Allah için yaşıyoruz. Allah ki; bütün insanların sadece mutlu olmasını ister. Şeytan ki; bütün insanların mutlaka mutsuz olmasını ister. Biliyor ki; cehennemin en alt katına esfeli sâfilîne girecek. Ne kadar çok insanı huzursuz edebilirse, o sonsuz ömrü, ta kıyâmete kadar devam edecek ömrü boyunca ne kadar çok insanı, ne kadar çok cini cehenneme gönderebilirse, bundan o kadar mutluluk duyacak iblis.

Allahû Tealâ da insanları mutlu görmek istiyor. Hepiniz için, ne kadar çok insanı mutlu edebilirseniz o kadar güzel bir sonuç var demektir.

Sevgili kardeşlerim! Biliyoruz ki Allah'ı çok seviyorsunuz. Allah'ı çok seven, Allahû Tealâ tarafından çok sevilir. Sevmek, Allah ile olan en güzel iletişimi insanlara yansıtmaktır. Allah'a yakın olmayan kişi insanları sevemez. Sevmek, Allah'a yaklaşmanın da ölçüsünü verir. Öyleyse ne kadar severseniz o kadar Allah'a yakın olursunuz. Allah'ı ne kadar severseniz Allah'a o kadar yakın olursunuz. Allahû Tealâ'ya olan bu yakınlığınız, insanları sevmenin de temel nüvesini oluşturur. Bu bapta mutlulukla sevginin paralel bir seviye gösterdiğini göreceksiniz. Sevgi yükseldikçe mutluluk yükselir. Sevgi azaldıkça mutluluk azalır. Nefret girince artık mutluluk uzaklarda kalır.

Öyleyse bütün insanlar, herbiri başkalarına yardım etsinler diye yaratılmıştır. Hani hep bir kıssa anlatılır. Tasavvufu yaşayanlarla yaşamayanlar arsındaki farkı göstermek üzere:

Bir zengin kişi, 2 grup insanı davet ediyor. Hocalarıyla beraber talebelerini de birlikte. Bir tasavvufu yaşayanlar, bir de cami adabına göre adaba sahip olanlar, tasavvufun dışındaki dîni bir grubu da hocaları ile davet ediyor. Bir imtihan olmak üzere çok uzun kaşıklar veriyor ellerine. Öyle ki 1 metre uzunluğunda kaşıklar. Karşılıklı oturtuyor masalar boyunca insanları. Evvelâ tasavvufun dışındaki grup geliyor ve tabiî o uzun kaşıklarla çorbalarını içmeleri mümkün olmuyor. Sofranın üzerini, masanın üzerini berbat edip oradan ayrılıyorlar. Yemeğe çalışırken, hep etrafa dökülüyor çorbanın suları.

2. grup, tasavvufun müntesipleri geliyorlar. Karşılıklı yerlerini alıyorlar. Bir de bakıyorlar, uzun kaşıklar. 1 metre boyunda kaşıklar geliyor. Tasavvuftakiler, herbiri kendi karşısındakinin tabağından alıp, karşısındakinin ağzına uzatıyor kaşığı. Aynı anda karşı taraf da elindeki uzun kaşıkla bu tarafta olanın ağzına çorbayı ulaştırıyor. Böylece karşılıklı birbirlerine çorba ikram ederek, çorbayı birbirlerinin ağızlarına ulaştırarak çorbalarını gayet rahat, dökmeden içmeyi başarıyorlar.

Bu konuda bir başka misal, gene bir kıssa diyelim:

Padişahla veziri arasında bir konuşma geçiyor. Padişah diyor ki:

-Tasavvuf  mensuplarının ne farkı var ki?

Vezir:

- Hocaları ile beraber talebelerini beraberce çağıralım, bakalım.

Çağırıyorlar. Önce gelen hoca ve onun arkasındaki talebeler, avludan geçerek saraya ulaşıyorlar. Avlu da tozlu bir toprak avlu ve birçok ayak izleri, bahçenin giriş kapısından sarayın giriş kapısına kadar uzanıyor. Çok sayıda, 50-60 kişilik ayak izi.

Vezir diyor ki:

-Şimdi tasavvuf mensuplarını çağıralım.

Çağırıyorlar. Herkes içeri girdikten sonra padişahla beraber izlere bakıyorlar. Bakıyorlar ki bir tek ayak izi var. Tasavvufun herbir mensubu, aralarındaki sıralamaya göre herbiri, mürşidinin ayak izlerine basarak gelmiş, dış kapıdan saray kapısına kadar. Herbiri mürşidinin ayak izine basarak gelmiş. Sadece bir tek ayak izi var. Hepsi içeri giriyorlar ama ayak izi bir tane.

Bunlar ne anlatır? Bunlar sevgili kardeşlerim, adabı anlatır. Adap, sevginin nişanesidir. Edep kelimesi, adap kelimesi aynı kökten gelir. Edep, bir insanın tevazuu öğrenmesiyle gerçekleşebilen bir müessesedir. Bir başka ifadeyle edep, başkalarının haklarına saygı göstermenin ölçütüdür. Edep tevazuu ifade eder. Kişinin başkalarını kendisinden üstün çıkarmaya çalışması halidir. Yani nefsin afetleri ile mücehhez olan insan, hep etrafındaki insanlara üstün olduğunun ispatını yapmaya çalışır. Nefsinin kalbindeki afetler, ona bu davranış biçimini yaptırır.

Sevgili kardeşlerim! Bu nasıl bir olgu? Nefs, hep başkalarından üstün olmayı ister. Nefsin kibir afeti, gurur afeti bunu icap ettirir. Onun için kişi her davranışı ile başkalarını ezmek, onlardan daha yukarda olduğunu, daha üstün olduğunu ispat etmek ister. Tasavvufa giren insan tevazuu öğrenir. O da başkalarını öne geçirmeye çalışır. Nasıl yapar bunu? Aslında çok basit tekniği: Karşınızdakinin sadece güzel taraflarını görürseniz, yaptığı yanlışları dikkate almamayı başarabilirseniz, nefsi sebebiyle yaptığı hatalı hareketler, sizi belki rencide edebilecek olan hareketler dikkate alınmadığı taktirde, onlar yok sayıldığı taktirde, bu konudaki hedefe ulaşılır. Karşınızdakinin yanlış davranışlarını, sizi küçülten ve negatif istikamette size tesir eden olayları devre dışı bırakmayı öğreneceksiniz. O, nefsin afetleri ile hareket eden kişiye ders vermeyi değil, onun üstünlüğünü kabul ettiğinizi gösteren davranışlarda bulunacaksınız.

Ne kaybedersiniz sevgili kardeşlerim? Birisi size üstünlük taslıyorsa siz de onun sizden üstün olduğunu, onun gönlüne göre bir ifade ile ona ulaştırırsanız o, sizin için farklı bir insan olur. Yani nefsinin afetlerinin sizin üzerinizde oluşturmak istediği tesiri, siz o tesir oluşmuş gibi karşı tarafa aksettirebilmelisiniz. Bu bir riya değildir. Riya, bir başkasını küçültmek üzere ve kendisini üstün göstermek üzere bir insanın anlattığı şeyleri değiştirmesi, olayları değiştirmesi, kendisini üstün kılmak üzere farklı sonuçları ortaya koyması; bu riyadır. Eğer bir insan karşısındakini kendisinden üstün göstermek hususunda bir gayretin sahibi ise o zaman farklı bir olayla karşı karşıyayız. Bunun adı tevazudur. Bir insanın başka bir insanı kendisinden üstün göstermeye çalışması halidir. Bu da Allahû Tealâ tarafından çok kıymetli bir davranış olarak kabul edilen, Allah'ın bir ni'metidir.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse etrafınızdaki insanları yüceltin. Onları sevin. Sevdiğinizi belli edin. Onlara paye verin. Onların sizin indinizde değerli olduğunu, bunları hissettirmeniz gerekir. Böyle bir dizaynda, ne kaybedersiniz ki sevgili kardeşlerim tevazu gösterseniz? Onun üstünlüğünü kabul ettiğinizi gösterseniz, ne kaybedersiniz ki? Bir şey kaybetmediğiniz gibi, çok şey kazanabilirsiniz. Çünkü bunu siz samimiyetle yaparsanız eğer yani gerçekten onu onore etmek için, onun kendisini mutlu hissetmesi için eğer sizin ondan daha az önemli biri olduğunuz intibaını ona ulaştırabilirseniz, onu onore etmiş olursunuz. Bu size bir şey kaybettirmez ama Allah katında çok şey kazandırabilir. Çünkü böyle bir davranış biçimini gerçekleştiren kişi, nefsine hâkim olmayı, en azından bu sahada hâkim olmayı başarabilen birisi olmayı gerektirir.

Öyleyse o insan mutluluğu orda görüyorsa yani kendisinin sizden üstün olduğu zehabı onu memnun ediyorsa, nefsi bunu istiyorsa, ispat etmek istediği de hep bir gayretin içinde buysa, ona bu fırsatı verin. Yeter mi? Hayır, yetmez. Yalnız fırsat vermekle kalmayın yani onun sözü ile bu hedefe ulaşmasını sağlamasının yanı başında, siz de onu teşvik edin. Davranışlarınızla, tevazuunuzla ona gerçekten üstün bir insan muamelesi yapın. O zaman Allahû Tealâ size iç dünyanızda yeni bir kapı açacaktır: Bir tevazu kapısı.

Acaba burada sizin kazancınız nedir? Dünyadaki en büyük kazanç odur: Başkalarını mutlu kılmanın size sağladığı, Allahû Tealâ tarafından verilen huzur.

Kim başka insanların mutluluğu için yaşıyorsa o, Allah katında başkalarının mutluluğu için hangi ölçüde yaşıyorsa o kadar kıymetli bir insandır. Bunun dozajı artıkça, kişinin Allah katındaki kıymeti artar.

Üstünlük yarışına girmeyin sevgili kardeşlerim. İnsanlar sizi nasıl değerlendirirlerse değerlendirsinler. Ama siz hedef olarak onları mutlu kılmayı esas alırsanız, bunun için de lâzımgelen bütün çabayı harcarsanız, bu konudaki çabanızın her noktasında mutluluğu bir defa daha, bir defa daha, bir defa daha yaşarsınız sevgili kardeşlerim. Unutmayın ki Allahû Tealâ, bütün insanları mutlu olmak için yarattı.

İşte Allahû Tealâ'nın bize verdiği, omuzlarımıza yüklediği bu vazife, gelecekte göreceksiniz ki; bir dünya sulhunu oluşturacaktır. Bütün insanların birbirine kardeş olduğu yeni bir dünya kurulacaktır. Son bir savaşın ardından... O dünyada herkes birbirinin dostu olacaktır. İnsanlar mutluluğun başkalarını ezmekle değil, başkalarını yüceltmekle mümkün olacağını öğrenecekler. Başka bir çıkış yolunun olmadığını öğrenecekler. O zaman herşeyin en güzeli, bütün insanların olacak. Herkes başkalarını öne geçirmek için, başkalarını mutlu etmek için yaşamaya başlayacak. İşte bunun adı, başkaları için yaşamaktır.

O zaman kaybettiğinizi değil, ne kadar çok şeyler kazandığınızı göreceksiniz. Dünyadaki en mutlu insanlardan birisi olacaksınız. Hayatını başkalarının mutluluğuna adayan bir insan olacaksınız. Herkes sizin için mutlu edilmeye lâyık bir insan olacak. Onlara yardımda bulunmak, onların sizden üstün olduğunu ispat etme gayretlerini en güzel şekilde desteklemek. Hangi konuda bu tatmine ulaşacaksa o konuda onları desteklemek, tevazuunuzla onların bu, size ulaştırmak istediği olguyu, sizin üzerinizde oluşturmak istediği tesiri, siz kendiniz oluşturacaksınız. Onu sevmek durumundasınız.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ size de sevgiyi öğretecek. Öyle bir sevgi pınarı ile Allahû Tealâ sizi dolduracak ki; herkesi seveceksiniz.

Peki, bütün bunlara rağmen sevmediğiniz insanlar olabilir mi? Ona sevmediğiniz demeyelim. Eğer insanları zehirleyen birileri varsa, Allah'ın yolundan ayırmaya çalışan birileri varsa; onlar başka insanların mutluluğuna mâni olanlardır. Orada bir problemle karşı karşıyasınız. Onların sürüden ayrı kalması gerekir.

Burada sevgili kardeşlerim, farklı bir olayla karşı karşıyayız. İnsanlar vardır, kalpleri temizdir. Ama nefsleri onları başkalarından üstün olmaya zorlar. 2. grup, başka insanlara Allah'ın öğretisinin dışında yanlış şeyleri aşılamaya kendisini adamış olanlar; işte onlar tehlikeli olanlardır. Onlar bir bütün topluğun mutluluğunu mahvedebilirler.

Sevgili kardeşlerim! Nefs, şeytandan vahiy alan, şeytandan ilham alan korkunç bir mahlûktur. Peki, bu korkunçluğu yok edilebilir mi? Tabiî yok edilebilir. Zikir, nefsinizin kalbine devamlı olarak nurların, fazılların girmesini temin ederse Allahû Tealâ'nın garantisi içinde Allahû Tealâ'ya mülâki olmayı dileyen bir insan ruhunu mutlaka Allah'a ulaştırır. Daha doğru bir ifade kullanalım: Allah onun ruhunu mutlaka ulaştırır Kendisine.

Bu noktada o kişinin kalbindeki nurlar %50'yi aşmıştır. Bu, Allahû Tealâ tarafından herkese bedavadan verilen bir ni'mettir. Kim Allah'a mülâki olmayı dilerse, kalpten bir dilek olmak kaydıyla, Allahû Tealâ mutlaka o kişin ruhunu Kendisine, Allah'a ulaştırır. Bütün engelleri devre dışı bırakır. Diyelim ki bu olay zikri gerektiriyor. Allahû Tealâ o kişiye zikri sevdirir. Orucu gerektiriyor, kişi orucu tutamıyor; orucu sevdirir, ona oruç tutacak vasfı verir Allahû Tealâ. Namaz kılmaktan hoşlanmıyor kişi; onu namaz kılmayı sever hale getirir.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ herşeye kadirdir. Bunu garanti ediyor. Bir insanın ruhunun hayattayken Allahû Tealâ'ya ulaştırılması, Allah'ın bir ni'metdir ki; kim böyle bir dilekte bulunursa "Yarabbi! Ben ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum. Benim de ruhumu Sana ulaştır." tarzında bir talepte bulunursa Allahû Tealâ'dan, Allahû Tealâ mutlaka o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. 7-8 aylık bir zaman parçası da, bu konuya yeterlidir.

Sevgili kardeşlerim! İşte tevazu odur ki; başkalarını kendinizden daha öteye taşımaya çalışmanız. İnsanlarla kavga etmek niye? Nefsinizin afetlerine ram olmak istiyorsanız, nefsinizin afetlerine uymak istiyorsanız, o zaman yapacağınız şey zaten budur. Nefsiniz sizi mutlaka ona sürükleyecektir. Başkalarından üstün olmak için büyük gayretler sarf ettirir insana. Bu üstün olmayı bir insan istiyorsa bu mutlaka nefsanî bir olaydır.

Eğer bir insan başkalarına faydalı olmak için, başkalarını mutlu etmek için daha çok para istiyorsa, Allahû Tealâ ona beklemediği kadar çok para verir. Eğer bir insan başkalarını mutlu etmek için bir gayretin sahibi ise o kişi etrafından itibar görür. O itibarı istediği için değil, o başkalarını mutlu etmeye çalıştığı için o itibarı görür.

Eğer bir insan üstün olmayı diliyorsa bu, nefsinin talebidir. Bir insan başkalarına yardım için yaşamaya başlamışsa, başkaları için yaşamaya başlamışsa bu, nefsinin afetlerden kurtulduğunu gösteren çok sağlam bir işarettir. Allah'ın bir sevgilisi olur. Yeter mi? Hayır, yetmez. İnsanların da sevgilisi olur. Onu tanıyan herkes onu sever. Peki, istisnalar olabilir mi? Olabilir. İstisnalar, nefslerine olan düşkünlükleri sebebiyle sürüden ayırmak mecburiyetinde kalınanlardır.

Sevgili kardeşlerim! İnsanları sevmek, her zaman temel hedefiniz olmalı. İnsanlar için yaşayacaksınız. Sizi mutlu kılan, başkalarına yaptığınız her yardımdır. Onlar için sarf ettiğiniz her gayrettir. Başkaları için yaşayın. Hayatınızı başkalarına adayın. Onlar için olun. Onlar için güzellikleri, onlar için hedefleri oluşturun.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ bütün insanları mutlu olabilecek vasıflarla donatmıştır. Bütün insanların ruhu vardır, bütün insanların nefsi vardır, bütün insanların fizik vücudu vardır. Allahû Tealâ ruhumuzu, Allah'ın ruhu olduğu için Allah'a teslim etmek emrini vermiştir.

Bütün insanlar ruhlarını şu dünya hayatını yaşarken Allah'a teslim edebilirlerse, onlar 3. kat cennetin sahibi olur, dünya mutluluğunun yarısını da mutlaka kazanırlar. Her ne kadar biz "teslim edebilirlerse" diyorsak da, bu teslim Allahû Tealâ tarafından gerçekleştirilir. Kişiye sadece bir tek görev yüklemiştir Allahû Tealâ; talep etmek. "Yarabbi! Ben de ruhumu şu dünya hayatını yaşarken Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur Ey Yüce Allah'ım! Benim de ruhumu Sana ulaştırmamı mümkün kıl. Benim de ruhumu Sana ulaştır." Bir taleptir. Ve de dünyadaki en kolay taleptir. Ama mutluluğun, dünya mutluluğunun yarısını mutlaka sağlar. Bir tek talep! Cennet mutluluğunun da 3. katını sağlar.

Allah'a mülâki olmayı dileyen, sonra ölen bir kişi, daha mürşidine ulaşmadan evvel ölen bir kişi 1. kat cennetin sahibi olmuştur. Gideceği yer mutlaka cennettir. Eğer mürşidine ulaşıp tâbî olmuşsa, gerçek bir tâbiiyet oluşturmuşsa, ondan sonra ölmüşse kişi, 2. kat cennetin sahibidir. Allahû Tealâ onun ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ulaştırmışsa Allahû Tealâ onun ruhunu ve ondan sonra kişi ölmüşse 3. kat cennete girecektir.

Bu kişi eğer ruhunu Allah'a ulaştırıp da ölmüşse, o kişinin nefsinin kalbi %51 nurlarla doludur. Bu kişi hayata devam ettiği taktirde %50'den fazla mutluluğu, %51 mutluluğu bir ömür boyu yaşayabilir. Aynı seviyede, günde 3 saat zikrini devam ettirebilirse, ibadetlerini gerçekleştirirse ve dizaynı değiştirmezse, bu ona bir ömür boyu aynı faydayı sağlar. Dünya mutluluğunun yarısını bir ömür boyu yaşar. Ölünce gideceği yer de mutlaka kıyâmetten sonra 3. kat cennettir.

Daha ötesi, orada Allahû Tealâ'nın ulaştırmak istediği ve bütün insanlara bu kadar kolay kıldığı bu hedefin daha ötesi gereklidir. Fizik vücudunu teslim eden bir insan, dünya mutluluğunun %80'ine ulaşır. Nefsini Allah'a teslim eden kişi, dünya mutluluğunun tamamına ulaşır. Neden dünya mutluluğunun tamamına? Çünkü nefsinin kalbinde afetler kalmamıştır ki; onu negatif istikamette bir hedefe yöneltsin.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ hepinizi çok ama çok seviyor. Öyleyse daimî zikir noktasına ulaşan bir insan, işte o insan başkaları için yaşayan bir insandır. Nefsinin kalbinde afet olmadığı için başkalarından üstün olmak diye bir gayesi hiçbir zaman oluşamaz. Böyle bir üstünlük davası o kişide olmadığı için o vasıfların, Allahû Tealâ'nın verdiği, çerçeve çizdiği vasıfların sahibidir. O, başkaları için yaşayan bir insandır. Burası, baştan aşağı mutluluğu ifade eder.

Başkaları için yaptığınız her hizmet, onların mutluluğu için attığınız her adım, onları sevindiren her davranış biçiminiz, asıl sizi mutlu eder. Düşünün bir defa sevgili kardeşlerim; etrafınızda insanlar var, arkadaşlarınız var. 10 kişi etrafınızda, arkadaşınız; her gün karşılaştığınız, konuştuğunuz insanlar olsun, 10 kişi olsun. Aslında çok daha fazla olabilir, bu kadarını kabul edelim. Ama siz onların her birine, o 10 kişinin herbirine ne kadar mutluluk verebilirseniz, Allahû Tealâ size onlara verdiğiniz mutluluğun aynını yaşatır. Hatta 2 katını yaşatır. Eğer etrafınızda 10 kişi varsa ve siz onların hepsine mutluluk veriyorsanız, herbirinden 2 kat mutluluk size geri döneceğine göre, sizin onlara güzel davranışınız sebebiyle verdiğiniz mutluluğun 20 katını siz yaşarsınız.

Allahû Tealâ: "Ölmeden evvel ölünüz ki; Allah size 2 kat versin." diyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in hadîs-i şerifi bu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e Allahû Tealâ bunu söylettiriyor.

Gerçekten sevgili kardeşlerim, herşey o kadar güzel ki! İşte başkaları için yaşadığınız zaman bir muhteşem dizaynla karşı karşıya olursunuz: Herkesten daha çok mutlu olursunuz. Etrafınızdaki insanları da, onlardan nefret etmeyin, sadece acıyın onlara. Allah'ın bu güzelliklerinden haberdar olmadıkları için mutsuzlar. Onun için düşmanlar başka insanlara. Onun için kötülük yapıyorlar, hırsızlık yapıyorlar, insanları yaralıyorlar, öldürüyorlar. Arkasında sadece Allah'ın güzelliklerinden haberdar olmamak var, nefsleri için yaşamak var. Bunun arkası mutlak olarak huzursuzluktur, mutsuzluktur, sıkıntıdır, kederli bir ömür sürmektir.

İnsanlar sadece yaptıklarının bedelini alırlar. İnsanlar sadece yaptıklarının bedelini öderler. Kim başkasına bir kötülükte bulunmuşsa, Allahû Tealâ o kötülük kadar, o kötülük yaptığı kişiye hangi sıkıntıyı verdiyse, hangi ölçüde sıkıntı verdiyse o kişi, aynı sıkıntıyı Allahû Tealâ mutlaka ona da yaşatır. "Men dakka dukka" diyor. "Çalma kapını, çalarlar kapını. Yani biz çalarız kapını." diyor.

Kim başkasına bir huzursuzluk vermişse, sıkıntı vermişse, aynı sıkıntıyı Allah o sıkıntıyı başkasına verene, başkasını sıkıntıya sokana yaşatır. Ama kim başka birine onu mutlu edecek bir davranışta bulunursa, Allahû Tealâ mutlu eden kişiye, karşısına verdiği mutluluğun 2 katını ulaştırır. Her olayda! Allah'ın kanunu budur.

Nereye ulaştık? İnsanları sevin ki; mutluluğun sahibi olasınız, huzur içinde yaşayasınız. Allahû Tealâ'nın hepinizden istediği şey bu. İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)  ve O'nun sahâbesi böyle insanlardı. Onlar sadece başkaları için yaşarlardı.

Allahû Tealâ hepinizi başkaları için yaşayanlardan kılsın dualarımızla, Allahû Tealâ'nın huzurunda sizlere herşeyin en güzelini diliyoruz. Allahû Tealâ'nın hepinizi hem dünya saadetine hem cennet saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R