}
Mutluluk Sohbeti 05.05.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 112055

SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ
TARİHİ: 05.05.2008

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Irmak denize kavuştu. Sizlerle beraber olmak, size ulaşmaktır... Bizi bir ırmak olarak düşünürseniz, sizler bir denizi oluşturuyorsunuz. Hepinizi o kadar çok seviyoruz ki sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sizler geleceğin meşalelerisiniz. Sizler geleceğin yıldızlarısınız.

Gelecekte bütün dünyanın pırıl pırıl aydınlandığı, herkesin birbirine dost olduğu bir yeni dünya kurulacaktır. İşte o dünyanın hazırlıkçılarısınız. O dünyayı hazırlıyorsunuz insanlara. O dünyada savaşlar bitecek, o dünyada İlluminati'nin dünya hâkimiyeti sona erecek. O dünyada dînlerin olmadığı, sadece bir tek dînin, Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin yani Allah'a teslim olma dîninin var olduğu bir yeni dünyada yaşayacaksınız.

Sevgili kardeşlerim! Mutluluk, Allahû Tealâ'nın dizaynı içerisinde bir üçlüden oluşur. İç dünyanızda mutluluk, dış dünyanızda yani diğer insanlarla ilişkilerinizde mutluluk ve Allah ile olan ilişkilerinizde mutluluk.

Allahû Tealâ insan için mutluluktan başka bir şey emretmiyor. İstediği bir tek şey var: İnsan adı verilen, kâinatın bu en üst standartlarında yaratılan mahlûkunun mutlu olmasını istiyor. Neden kâinatın en üst standartlarında diyoruz? Çünkü sevgili kardeşlerim, insan adı verilen mahlûk yani sizler, bir ruh ile teçhiz edildiniz. Allah hepinize ruhundan üfürdü. Bir ruh ile teçhiz edilen yegâne varlık sadece insandır. Şeytanlarda, cinlerde, hayvanlarda, hiçbir mahlûkta Allah'ın ruhu mevcut değildir. Sadece biz insanlara has bir imtiyazın sahibi olarak yaratıldık. Allah'ın ruhundan üfüreceği bir canlı, bir mahlûk...

Salsalinden oluşan fizik vücudunuz, Allah'tan size üfürülen ruhunuz ve Allah'ın dizayn ettiği bir nefsiniz var. Bir üçlüden oluşuyorsunuz: Ruh, fizik vücut, nefs. Allah'ın yarattığı bütün mahlûkat hep ikili bir sistemle oluşturulmuştur: Nefs ve fizik vücut. Bir üçüncüsü mevcut değildir. Ama insan, üçlü bir dizaynın sahibidir.

Sevgili kardeşlerim! Herşeyi terazinin bir tarafına koyun, yükleyin. Bütün yaratıklar için var olan herşeyi. Sadece insan olarak yaratılmanız, bütün bu statünün ötesine taşan bir ağırlık taşır. Çünkü Allah'ın ruhundan üfürdüğü bir mahlûksunuz. Bu şerefe nail olmuş bir mahlûksunuz. Allahû Tealâ sizden iç dünyanızda sulh ve sükûna ulaşmanızı istiyor. Allahû Tealâ sizden bunu istemekle nasıl bir hedef izlemiş? Bir nefsiniz var, bir ruhunuz var. Ruhunuzu Allah'a gönderip, nefsinizin kalbindeki bütün afetleri yok etmeniz Allah'ın nihai emridir. Yani emrin son noktasında, nefsinizin kalbindeki bütün afetlerin temizlenmesi. Emrin son noktasında ruhunuzu da vechinizi de yani fizik vücudunuzu da nefsinizi de iradenizi de Allah'a teslim etmeniz emrolunuyor. 4 teslim; ruhun, vechin, nefsin ve yetmez; iradenin Allah'a teslimi. İşte o zaman Allah'ın azatsız kölesi olacaksınız. Allah'ın ya İlâhi İradesi'nin ya da yine Allah'ın vücuda getirdiği küllî iradenin emrinde olacaksınız. Sevgili kardeşlerim, sizler için küllî iradenin emrinde olmak vardır. Allah'ın resûlleri ve en üst makamın sahibi olan nebîleri için ise İlahî İrade'nin kölesi olmak söz konusudur.

Sevgili kardeşlerim! Mutluluk mu? Bu mutluluğu iç dünyanızda sulh ve sükûna ulaşmakla sağlayabilirsiniz. Allahû Tealâ bu sükûnun yarısını garanti ediyor. Yani dış dünyanızdaki, başka insanlarla olan ilişkilerinizdeki sulh ve sükûn müessesesinin yarısını Allah hepinize garanti ediyor. Diyor ki: "Ey Benim sevgili kulum! Sen Bana ulaşmayı dileyeceksin. Ben senden başka bir şey istemiyorum. Bunu dilersen eğer, senin ruhunu Kendime Ben ulaştıracağım. Ve de seni, sanki bu işi sen yapmışsın gibi mükâfatlandıracağım."

Ne demek istiyoruz? Mânâsı? Mânâsı çok açık. O kadar bizden yana ki... İnsan adı verilen bu mahlûkunu mükâfatlandırmak için sebep arıyor. Sebep yaratıyor, sebep halk ediyor. Neymiş? Dünyadaki en zor iş. Bir dilek. Allah'a ulaşmayı dilemek. Daha kolayı var mı? Konunun bir küçücük özelliği var: Bu talebin dilinizle değil, kalbinizle de söylenmesi lâzım. Bir başka ifadeyle, diliniz kalbinizin bu konudaki dileğini koymalı ortaya. Yoksa aslında kalben Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir insan yani ruhunu hayatta iken Allah'a ulaştırmayı dilemeyen bir insan, diliyle bin kere söylese, "Yarabbi, ben Sana ruhumu ulaştırmak istiyorum." dese, Allah için bir kıymeti harbiyesi yoktur.

Sevgili kardeşlerim! Mutlu olmak veya mutsuz olmak; talep sizin. "Ben mutlu olmak istiyorum ama mutlu olamıyorum." Tabiî mutlu olamazsın. Mutlu olabilmek için mutluluğun şartlarını öğrenmelisin. Mutluluğun bu kadar kolay, bu kadar basit bir şey olduğunu insanlar henüz bilmiyorlar. Çok büyük kitleler bu hakikatten haberdar değil. Peki ne olmuş? Hiiç. Devreye sadece iblis girmiş ve de insanları öyle bir kontrol altına almış ki; insanlar Allah'a ulaşmayı dilemeyi unutmuşlar. Onu mu? Sadece onu mu? Hayır!

1- Mürşide tâbiiyeti unutmuşlar.
2- Ruhu Allah'a ulaştırmayı unutmuşlar. Teslim etmeyi unutmuşlar.
3- Fizik vücudu Allah'a teslim etmeyi unutmuşlar.
4- Nefsi de Allahû Tealâ'ya teslim etmeyi unutmuşlar.
5- İrşad olmayı unutmuşlar, mürşide ulaşmayı unutmuşlar, bir başka ifadeyle muhlis olmayı unutmuşlar.
6- İradelerini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınmayı unutmuşlar.

Sevgili kardeşlerim! Bu anlattıklarım zamanımızdaki dîn öğreticilerine o kadar yabancı geliyor ki; bilmedikleri bir ortamda bizim söylediklerimizin irdelemesini dahi yapmak akıllarından geçmiyor. Diyorlar ki: "Bunca âlim var ortalıkta, bunca Kur'ân-ı Kerim  meali yazmışlar ve de ukalânın birisi çıkmış, bir sürü saçmalık söylüyor."

Sevgili kardeşlerim, bir bakıma da haklılar yani. Neden haklılar? Onlara hiç öğretilmeyen, öğrenmeleri de mümkün olmayan bir ilmi Allahû Tealâ bize öğretti. Birazcık incelemek zahmetine katlansalar, âyetleri tahkik etseler... Gerçekten bu âyetler Kur'ân-ı Kerim'de var mı? Eğer varsa kesin bir çizgi çiziliyor. Ruhun da teslimi var, fizik vücudun da teslimi var. Nefsin de teslimi var. İradenin de teslimi var. Öyleyse biz eksiğiz, biz bu konuda Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbesinin yaşadığı İslâm'ı yaşamıyoruz. Bu idrake varan kaç tane âlim sayılabilir sevgili kardeşlerim? İşte madalyanın hazin cephesi, bir insanı hüzne düşüren cephesi bu tarafı. Ellerindeki ilmin nefs tezkiyesi, bunu da geçelim, nefs tasfiyesi yapmamış olan insanlar tarafından kaleme alındığını öğrendikleri zaman, kim bilir şu dünya üzerinde kaç yüz milyon insan kurtuluşa ulaşamadan ölmüş olacak.

Sevgili kardeşlerim! Biz sizlere öyle bir dünyadan bahsediyoruz ki; gelecek günlerde parıl parıl parlayacak olan bu dünya, bütün milletleri dost edecek, bütün dînleri birleştirecek ve bütün insanlar, mutluluğu dört başı mamur olarak yaşayacaklar.

Meseleye bu açıdan baktığımız zaman bir başka çarpıcı hakikat görüyoruz. Dînler yoktur. Şimdi belki bizi ilk defa dinleyen birisi diyecek ki: "Hoppala! Adam çıkmış dînlerin olmadığını söylüyor. Hristiyanlık var, Yahudilerin dinî var, Müslümanlık var, Budizm var, Taozim var, bilmem ne kadar izm var. Bunca dîn varken, ukalânın biri çıkmış ortaya, dînler yoktur diyor." Bitti. Evet, işte o ukalâ konuşuyor. Dînler yoktur. Sadece bir tane dîn var. O dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir.

Şimdi kitapsız dînler, kitapları şu anda mevcut olmayan dînler tartışma konusu edilemez. Onları devre dışı bırakıyoruz. Ama ortada İncil var. Yani hristiyanların mukaddes kitabı. Ortada Tevrat var. Yani hristiyanların ve musevîlerin, yahudilerin, (Yahud kavmi ismini aldığı için yahudilerin ifadesini kullanıyoruz.) İncil ve Tevrat olmak üzere 2 ayrı kitaba sahip olduklarını görüyoruz. Yahudilerinki Tevrat, hristiyanlarınki İncil. Müslümanların da bir kitabı var; Kur'ân-ı Kerim. Üçünün de Allah'tan indirildiği kesin. Nereden biliyoruz? Çünkü ilk indirilen Tevrat. O'ndan evvel Hz. İbrâhîm'e Allahû Tealâ kitap indirdiğini söylüyor. Bütün peygamberleri sayıyor. Hepsine kitap verdiğini söylüyor.

Bütün nebîler aynı zamanda resûldür. Nebî resûlleri, nebî olmayan resûllerden ayıran şey, nebîlere Allahû Tealâ'nın indirdiği mukaddes şeriat kitaplarıdır. Dikkat edin sözümüze, indirdiği kitaplardır demiyoruz. Hayır! Çünkü Allahû Tealâ peygamber olmayan resûllerine de kitap yazdırır ama bunlar şeriat kitabı olamaz. Sadece bir hasbihal eder onlarla. Kitaplarında onlara çok şeyleri öğretir ama bu kitaplarda şer'î hüküm olamaz. İşte onlar Allah'ın o resûlle yaptığı sohbet kitaplarıdır. Allahû Tealâ nebîlerine şeriat kitabı indirir: "Biz nebîlerimize onunla emretsinler diye kitap indirdik." diyor. Allah'ın nebîlere indirdiği, onunla emretmeleri için verdiği şeriat kitaplarıdır.

5/MÂİDE-48: Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).

Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.


İşte sevgili kardeşlerim! Bu minval üzere bir dünya dizaynı kurmuş Allahû Tealâ ama nebîler birbirinin arkasından gönderilmiyor. Hz. Musa (A.S) ile Hz. İsa (A.S) arasında çok uzun yıllar geçmiş. Hz. İsa (A.S) ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) arasında 400 yıl var. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den bu tarafa ise 1400 yıl geçmiş. Kıyâmete kadar da bir nebî, Türkçe'deki tabiriyle peygamber gelmeyecektir.

Peygamber kelimesi Farsça olduğu için ayrı bir kelime olarak ifade ediliyor. Arapça'daki nebî kelimesiyle, Farsça'daki peygamber kelimesi %100 eşdeğerdir. Allahû Tealâ'nın şeriat kitabı verdiği ve o kitapla hükmetmesi emrini verdiği kişiler, onlar peygamberlerdir. Hz. Musa (A.S) bir peygamberdir, Hz. İsa (A.S) bir peygamberdir, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bir peygamberdir.

Bütün bunlar bize ne anlatıyor sevgili kardeşlerim? Bütün bunlar, Allah'ın kıyâmete kadar insanları mutlu etmeyi temin edecek olan açıklamalarını devam ettireceği anlamını taşıyor. Burada bir muhteşem dizayn görüyoruz. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa (A.S)'dan, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den evvelki peygamber olarak bahsediliyor. Hz. Musa (A.S)'dan, O'ndan evvelki peygamber olarak bahsediliyor. Konunun ilginç olan tarafı da Kur'ân'ı Kerim'de Allahû Tealâ Hz. Musa (A.S)'ya Tevrat'ı indirdiğini, Hz. İsa (A.S)'a İncil'i indirdiğini, Hz. İbrâhîm (A.S)'a da kitap indirdiğini, bütün peygamberlere kitap indirdiğini söylüyor. Kur'ân'ı Kerim'de Allahû Tealâ, İslâm dîninin Hz. İbrâhîm (A.S)'ın hanif dinî olduğunu söylüyor. İncil'de Hz. İsa (A.S)'ya, Hz. İsa (A.S)'ın dîninin Hz. İbrâhîm (A.S)'ın hanif dîni olduğunu söylüyor. Kur'ân'ı Kerim'de, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'e, O'nun dîninin Hz. İbrâhîm (A.S)'ın hanif dîni olduğunu söylüyor. Öyleyse Hz. Musa (A.S)'ın dîni hanif dîniyse, Hz. İsa (A.S)'ın dîni hanif dîniyse, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in dîni hanif dîniyse ve Allahû Tealâ Hz. İbrâhîm (A.S)'a; "Sen hanifsin! İşte bu dînin adı, senin dîninin adı hanif dîni." diyorsa, dînler var mı sevgili kardeşlerim? O zaman bu harbler ne ola ki?

İşte bütün dünya insanının bu söylediğimiz sadece Kur'ân'da yer alan değil,  Kur'ân'da da Tevrat'ta da İncil'de de yer alan bu hakikatlerini insanlara ispat ettiğimiz gün, dünyadaki ülkeler arası savaşlar sona erecektir. Şeytan, bütün gücüyle bu hakikatlerin anlaşılmamasına çalışıyor. Bu hakikatleri bütün dünyaya anlatabilmek için en kestirme çare, Birleşmiş Milletler'e ulaşıp orada bir konferans vermekti. Amerika'daki hristiyanlardan en büyük kiliselerden birinin Pastör'ü, en büyük sinegoglardan birinin Rabbay'ı ve biz, üç ayrı dînin ön saflardaki mensupları olarak Birleşmiş Milletler'e müracaatımızı yaptık. Maksat neydi? Dünya sulhunu kurabilmek için ilk adımı atabilmekti ve reddedildi. Bizim tarafımızdan imzalanmıştı yani gönderdiğimiz o mektup, mektubun yazarı bizdik. Biz attık imzayı ve bize geldi cevap. Denildi ki: "Birleşmiş Milletler'in usulü odur ki; siz kendi ülkenizin temsilcisine müracaat edeceksiniz." Biz de öyle yaptık. Ülkemizin temsilcisi de dünya sulhuna gidecek olan bu yolu kapattı. Orada konferans vermemizi kabul etmedi.

Sevgili kardeşlerim, bunlar size ne anlatıyor? Dünya sulhunu engellemek isteyen bir kuvvet, hâlâ dünyada hükümran. Ama şartlar ne olursa olsun sevgili kardeşlerim, biline ki bu engeller aşılacaktır. Allah'ın selinin önüne, hiçbir bent onu geçirmemek üzere uzun süreli bir standartta konulamaz. Bütün dünyaya mutlaka bu hakikatler aktarılacaktır ve Tevrat'ın, İncil'in ve Kur'ân-ı Kerim'in 7 safha ve 4 teslimi taşıdıklarını, Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin birer uzantısı olduklarını anlatacağız. Aradan geçen yüz yıllar boyunca merasimler değişmiş. Değişmeyen, İslâm'ın kendi içindeki usulleridir.

Elbette bir birleşme olduğu zaman, insanlar eski merasimlerini devam ettireceklerdir. Bundan tabiî de bir şey olamaz. Biz de bunu insanların en tabiî hakkı olarak görüyoruz. Ama dîn adını verdiğimiz konuda herkes aynı noktaya mutlaka ulaşacaktır. Tek Allah'ın varlığı yani Hz. İbrâhîm'in dîninin 3 esası: Vahdet, Tevhid ve Teslim.

1- Allah'ın tekliği, tek bir Allah vardır: Vahdet.
2- Allah'a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum: Tevhid.
3- Teslim: Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a teslimi.

İşte hepsi bu kadar.

Sevgili kardeşlerim, şurası açık ve kesin olarak altını defaatle çizerek söylüyoruz. Kim ne yaparsa yapsın, hangi kuvveti kullanmaya kalkarsa kalksın, İlluminati hangi değerlerin sahibiyse, hepsiyle harekete geçsin hiçbir şey bu hedefe ulaşmamıza mâni olamaz. İşte bunu arkamızda Allah olduğu için, O bizi yönettiği için, bu sözleri de söyleyenin aslında O olması sebebiyle söylüyoruz. Açık ve kesin olarak konuşuyoruz ki; biz bir telefonuz, belki biz bir hoparlörüz. Allah'ın sesini size duyurmak için O'nun tarafından seçilen bir insanoğlu. Biz konuşmayız, konuşturuluruz. Kendimizden hiçbir katkıya da müsaade edilmez.

Sevgili kardeşlerim, şimdi şartlar bunlarsa o zaman, insanların nefs tezkiyesi yaptığına bir hedef tayini olarak bakalım. İnsanlar, nefs tezkiyesi yaparlarsa ne olur? Nefslerinin kalbi (%100 karanlık olan kalpleri) yarı yarıya nurlarla dolar. Bu, insanlara dünya mutluluğunun yarısını temin eder. Nefs tezkiyesi yapan bir insanın Allah'a ulaşmayı dilediği noktada 1. kat cennetin sahibi olması söz konusudur. Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu noktada 2. kat cennetin sahibi olması söz konusudur. Ruhunu Allah'a Allah ulaştıracaktır. Allah ulaştırmasına rağmen onu hem Kendisi ulaştıracaktır hem de 3. kat cennetin sahibi yapacaktır. Bu 3 kat cennet, 3. kata kadar olan cennetler Allah'ın ikramıdır. Allah'ın herkese karşılıksız olarak verdiği bir ni'mettir, bir hediyedir. İnsanların yapacağı bir tek şey vardır: Allah'a ulaşmayı dilemek. Dileyen kişiyi mutlaka Allahû Tealâ, Kendisine ruhen ulaştırır. Ulaştırdığı zamansa o kişi 3. kat cennetin sahibidir. Ulaştırdığı zaman nefsinin kalbindeki afetlerin yarısı yok olacağı için o kişi dünya mutluluğunun yarısını mutlaka yaşar.

Peki sonra? Sonra bu kişi fizik vücudunu Allah'a teslim edecektir. Nefsindeki nurlar %80'i aşacaktır. Sonra bu kişi daimî zikre ulaşacak, nefsini Allah'a teslim edecektir. Nurlar %100'e ulaşacaktır. %100 nur üzerinden kişi, iradesini de Allahû Tealâ'ya teslim edecek ve irşada memur ve mezun kılınacaktır. Bu, onun Adn cennetlerine girmesine sebebiyet verir.

İrşad makamının sahibi olmak; bir kişinin kendi kendisine "Ben irşad makamının sahibiyim, ben irşad ederim." demesi, Allah katında bir değer ifade etmez. O makama kişiyi Allah tayin eder. O kişi iradesini de Allah'a teslim etmedikçe bu makamın sahibi olamaz. Kim irşad makamının sahibiyse o, Allah'ı kalbindeki gözle mutlaka görmüştür.

Sevgili kardeşlerim! İşte onlar bu hedefe ulaşanlar, onlar irşad makamının gerçek sahipleridir. Tabiatıyla dünya insanı bunca hakikatin hiçbirinden haberdar olmadığı için, bu söylediklerimiz onlara farklı bir hüviyette tesir ediyor. Meselâ bizim ülkemizdeki dîn adamlarımız İslâm'ın 5 şartıyla kurtuluşa ulaşabileceklerini zannediyorlar, samimiler. Bu samimiyetleri sebebiyle onlar, suçlu mevkiinde değillerdir. Ama başka bir açıdan hataları var. Hiç ihtimal vermedikleri şeylerin doğru olduğunu anlamaları için söylediklerimizi Kur'ân-ı Kerim'le karşılaştırmaları lâzım. Söylediklerimizin doğru olamayacağına, okullardan başka bir yerde dînin öğrenilemeyeceğine o kadar kesin bir şekilde inanmışlar ki; bu inancın içerisinde, içinde bulundukları çukurdan çıkmaları mümkün olmuyor. Bizim bütün gayretlerimiz, bütün çabalarımız, bugüne kadar yaptığımız 8000 saatten fazla konuşma, onlar için bir değer ifade etmiyor, dinlemek gereğini duymuyorlar. Tabiî bunun bir başka faturası daha var çünkü bizim söylediklerimizin onlardan farklı olduğunu gören halk, onlara gidip soruyor: "Falanca böyle söylüyor, ne diyorsunuz?" Onlar da kötü niyetle değil; öğrendikleri ilme uymadığı için ve incelemek gereğini duymadıkları için %100 haksız olduğumuza peşin hükümle inandıkları için, "Hayır! O doğru söylemiyor." diyorlar. Doğruları öğrendikleri ilimle kıyas ediyorlar. Oysaki Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: "Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur'ân'a bakın. Hiçbir hadîsim Kur'ân'a aykırı olamaz."

Kur'ân; İslâm'ın 5 şartıyla, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmekle hiç kimsenin cennete giremeyeceğini söylüyor. Öyleyse cennete girmenin şartı:

1. şart: Allah'a ulaşmayı yani ruhu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dilemek.
2. şart: O, 5 ibadet çeşidinin arasında olmayan zikir; Allah'ı zikretmek.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.


"Zikir namaz kılmaktan da, Kur'ân-ı Kerim tilâvetinden de daha büyüktür."

Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi: Sana kitaptan söylediklerimizi, onları oku.
ve ekımıs salât(salâte): Namaz kıl.
innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri): Muhakkak ki namaz münkerden ve fuhuştan men eder.
ve le zikrullâhi ekber(ekberu): Ama zikrullah; "Allah, Allah, Allah" diye Allah'ı zikretmek, o ikisinden de (namaz kılmaktan da, Kur'ân-ı Kerim tilâvetinden de) daha büyüktür.

Öyleyse "Namaz dînin direğidir." deniyor, doğrudur. Ama zikir, o direğin etrafındaki çadırdır. Çadırsız direk bir hüküm ifade etmez. Koruyucu faktör çadırdır.

Sevgili kardeşlerim, görülüyor ki insanların mutluluğu için gereken bütün standartlar 14 asırlık bir zaman parçası içinde tamamen yok olmuş. İnsanlar yanlış bir ilimle, daha açık bir ifade kullanalım; onları hiçbir zaman cehennemden kurtaramayacak olan bir ilimle teçhiz edilmişler. O öğrendikleri ilimden imtihan edilerek üniversiteler bitirmişler, doçent olmuşlar, doktor olmuşlar, profesör olmuşlar. İlimlerini bizim hayranlık duyduğumuz üst seviyede biliyorlar. O ilim açısından biz onlara hayranız. Ama işte burada kalbimiz sızlamaya başlıyor. Çünkü ne o ilmi bugün öğretmekte olanlar ne de onların öğrettiği insanlar, hiçbirisi cehennemden kurtulamaz sevgili kardeşlerim. Bunu biz mi söylüyoruz? Hayır! Bunu Allah'ın indirdiği Kur'ân söylüyor.

Kim Allah'a mülâki olmayı dilemezse, ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dilemezse o kişinin gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ Yûnus Suresinde diyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.


10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Allahû Tealâ dîn âlimlerinden bahsediyor: "Onlar Bize ulaşmayı dilemezler." Ya da herkesten bahsediyor: "Onlar ki Bize ulaşmayı, ruhlarını hayattayken Bize ulaştırmayı dilemezler."

innellezîne: Muhakkak ki onlar.
lâ yercûne: Dilemezler.
likâe: Mülâki olmayı, mülâki kılmayı
nâ: Bize

"Onlar Bize mülâki olmayı yani ruhlarını Bize ilka etmeyi, ulaştırmayı dilemezler."

ve radû: Razıdırlar.
bil: İle.
hayâtid dunya: Dünya hayatıyla.

Bunu "Dünya hayatından razıdırlar." diye Türkçeleştirebiliyoruz.

vatme'ennû bihâ: Onunla (dünya hayatıyla) mutmain olurlar.
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne): Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.
ulâike: İşte onlar.
me'vâhumun nâru: Onların mevası, gidecekleri yer, varacakları yer, nar'dır, ateştir, cehennem ateşidir.
bimâ: Sebebiyle.
kânû: Yapmış oldukları.
yeksibûn(yeksibûne): İktisab ettikleri dereceler itibariyle, onların gidecekleri yer ateştir, cehennemdir. 

Sevgili kardeşlerim! Çırpınmalarımız... Şu anda dîn adamlarımızın hepsi bize karşı bir cephe aldıkları için ve incelemek gereğini duymadıkları için büyük bir vebal altındadırlar. Hiç duydunuz mu sevgili kardeşlerim? Biz bugüne kadar kendimizi övecek olan bir şeyler söyleyelim? Hayır, biz sadece Allah'ın bize öğrettiklerini söyleriz ve de öğrettikleri dîn adamlarımız da dahil, bütün insanların mutlak kurtuluşunu ifade eder.

Sevgili kardeşlerim! Allah'a ulaşmayı dilememekle kalmıyor insanlar, İslâm'ın 5 şartının kendileri için yeterli olduğunu zannediyorlar ve âlimleri onlara öyle öğrettikleri için bu fasit dairenin içinde dönüp duruyorlar ve onları kurtaramıyoruz.

Allahû Tealâ'nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun. Hepinizi çok ama çok seviyoruz sevgili kardeşlerimiz, can dostlarımız, gönül dostlarımız.

İmam İskender Ali  M İ H R