}
Sohbet (Yarabbi, Ben de Ruhumu Sana Ulaştırmak İstiyorum) 03.06.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 112104

SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 03.06.2008

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir sohbette birlikteyiz.

Sevgili kardeşlerim, evvelâ şunu çok açık bir şekilde söylemek istiyorum: Allahû Tealâ hepinizi sever. Herkesin cehennemden kurtulmasını, herkesin cennete girmesini ister.  Allah'ın yaratmasındaki temel hedef budur. Herkesin en üst boyutta Allah'a en yakın standartlara ulaşması, Allah'ın temel hedefidir. İnsan buna göre dizayn edilmiştir. Ama bu dizaynda bir denge unsurunun her zamanki gibi var olduğunu hiç unutmayın.

Allahû Tealâ ne diyordu: "Biz herşeyi zıttı ile kaim kılarak çift yarattık."

51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.


Öyleyse bir fizik vücudumuz var, bir de nefsimiz. İkisi de yaratık. Birbirinin zıttı olarak yaratılmışlar. Diyeceksiniz ki: "İyi de bir de ruhumuz var." Ruhumuz, Allahû Tealâ'nın ruhu.

Biz insanlar bir nefs ve bir fizik vücuttan çift olarak vücuda getirilmişiz. Ama ilk yaratılan, fizik vücudumuz. Allahû Tealâ salsalin adı verilen, organik dönüşüme uğrayabilecek olan bir killi topraktan Âdem  (A.S)'ı vücuda getiriyor. Aradan uzun zaman geçtikten sonra O'na ruhundan üfürüyor, O'nu canlı kılıyor.

15/HİCR-26: Ve lekad halaknâl insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).

Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.


Bu sefer de Allahû Tealâ biz insanları Allah'ın bize üfürdüğü bir ruhun, muhtevası bizi cehenneme götürmek isteyen, bütün afetlerle dolu olan bir nefsin ve de muhtevası bizi Allah'a en yakın kılacak olan, bütün güzelliklerle donatılmış olan bir ruhun sahibi kılmış. Ya da ruh bize sahip olmuş.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın yarattığı bütün mahlûkatın içinde en çok sevdiği insandır. Düşünün bir defa ki; insandan başka hiçbir varlığa ruhundan üfürmemiştir. Ne meleklerde ne cinlerde böyle bir olay söz konusu değildir.

Öyleyse "Allahû Tealâ bizleri seviyor mu?" sualinin cevabı "Kesinlikle evet."tir. Ne ister Allahû Tealâ peki bizden? Bizim yücelmemizi ister, Allah'a yakın olmamızı ister. Bu yakınlık mertebeleri de teslimlerle ilişkilidir. Allahû Tealâ bunlardan birincisi olan, ilki olan ruhun teslimini Kendi üzerine görev olarak almış.

Allahû Tealâ diyor ki: "Siz Bana ulaşmayı dileyeceksiniz, gerisini Bana bırakacaksınız. Ben size, Benim size olan emirlerim istikametinde hangisinde probleminiz varsa o problemlerin çözülmesini sağlayacağım. Namaz kılmaktan hoşlanmıyorsunuz; size mutlaka namazı sevdireceğim. Oruç tutmak sizi perişan ediyor, baygınlıklar geçiriyorsunuz; sizi mutlaka oruç tutan ama rahatsız olmayan bir hüviyete sokacağım. Zikir yapmak size sıkıntı veriyor; zikri zevk haline getireceğim. Hangi konuda probleminiz varsa onu halledeceğim. Zekât vermek hoşunuza gitmiyorsa, onu size hoş gösterecek olan bir hüviyete sokacağım sizi."

Öyleyse Allahû Tealâ'nın kurduğu bir denge var. Nefsimizin başlangıç noktası %100 afetlerle dolu olması. Ruhumuzun değişmez statüsü ise sadece hasletlerden ibaret olması. 19 tane haslet, ruhun özelliklerini ifade eder. 19 grup negatif faktör de nefsin afetlerini ifade eder. Yani herşey dengeli olarak yaratılmıştır.

Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ ruh için  "İrciî:  Bana rücu et, Bana geri dön." emrini veriyor:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


Bedavadan geri dönüş yok sevgili kardeşlerim! Nefs tezkiyesi denen bir olayda, Allah'ın rızasını kazanarak ve Allah'tan razı olarak Allah'a geri döneceksiniz. Bunlardan birisi Radiye'dir; Allah'tan razı olmak. Mardiyye de Allah'ın sizden razı olmasıdır.

İnsan ruhunun Allah'a Allah'ın emri üzerine geri dönmesi, 7 tane gök katına paralel olarak 7 safha gösterir. Biliyorsunuz ki Allahû Tealâ tüm bir yaratma sistemini hep 7 rakamı üzerine bina etmiştir. Meselâ dünyanın etrafında 7 tane atmosfer söz konusudur. Dünya adı verilen bu yerkürenin muhtevasına baktığımız zaman 7 tane katmandan ibaret olduğunu görüyoruz. Yerler de gökler de 7'li bir sistemle dizayn edilmiş.

İşte bu Allah'a kadar ulaşan ya da Sidretül Münteha'ya kadar ulaşan demek daha doğru çünkü Sidretül Münteha'dan sonra hiçbir şey yok. Sidretül Münteha, insan ruhlarının dikey bir yolculukla Allah'ın Zat'ına ulaştıkları noktadaki ağacın adıdır. Görmediğimiz bir güzellikteki renklerle donanmış yaprakları olan bir ağaç bu. Oradan Allah'a doğru dikey bir yolculukla ruh, tek başına yükselir ve sahibine, Allah'a geri döner. Allah'ın Zat'ına ulaştığı zaman Allah'ın Zat'ında yok olur. İşte bu fenâfillâhtır. Fenâ; fani olmak, yok olmak. Fî; içinde. Allah; Allah: Allah'ın içinde yok olmak, Allah'ın içinde fani olmak. İfna kelimesi de aynı kökten gelir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın insan adı verilen mahlûkunu bütün yarattığı diğer mahlûkattan fazla sevmesinin ardında, ona ruh üflemesi temel sebep olarak görünür. Ruh, Allah'ın ruhudur. Yani Allahû Tealâ Kendinden bir varlığı, ruhunu; yarattıklarından birine yardım etsin diye gönderiyor, vazifeli kılıyor, ona ruhundan üfürüyor. Neden? Ona güzel olan şeyleri, Allah'ın emirlerini hatırlatsın diye, yasak ettiği fiilleri işlememesini temin etsin diye Allahû Tealâ ruh gönderiyor. Hem gönderiyor, üflüyor,  hem de arkasından diyor ki: "Ben ruhumu geri isterim. Ey insanoğulları! Hepinizin üzerine bir vazife bu. Ruhunuzu şu dünya hayatını yaşarken Bana ulaştırmak zorundasınız. Bu sizi 3. kat cennetin sahibi kılar. Gerçekleştirmeniz de son derece kolay bir dizayn içerisinde tahakkuk edecektir.  Ben sizin ruhunuzu Kendime ulaştıracağım ve de siz ulaştırmışsınız gibi sizi mükâfatlandıracağım." Sevgili kardeşlerim, yani 2 katlı ekmek kadayıfı. Hem de kaymaklı! Herşey insan için.

Şimdi biz nasıl sevinmeyiz sevgili kardeşlerim, Allah'ı bu kadar tanıdıktan sonra, O'nun azatsız kölesi olduktan sonra? Ne dersiniz?

Biz Allah'ın kölesiyiz. Azatsız bir köle... Ölene kadar hep O'nun kölesi olarak yaşayacağız. Bu, dünyadaki ni'metlerin en büyüğüdür.

Allah'tan hoşlanmak, Allah'ı sevmek, Allah'a hayran olmak... En üstün kademe Allah'a hayran olmaktır. Hoşlanmanın ve sevmenin standartlarında, eşit iki varlıktan bahsedebilirsiniz. Ama hayran olmak söz konusuysa hayran olan, hayran olunandan mutlaka daha aşağıda bir rütbenin sahibidir.

İşte biz Allah'ın bir yaratığı, bir mahlûku olan bir insanınız. Bizi O yarattı. Bize O, ruhundan üfürdü. Bize bu ilmi O öğretti.

Başka türlüsü mümkün olabilir miydi sevgili kardeşlerim? Dînle hiç ilişkisi olmayan, dînsiz bir ortamda büyümüş olan bir solcu, Allahû Tealâ tarafından seçiliyor. Hiçbir zaman kim olduğumuzun bilincinde olmadık. Allahû Tealâ bize kim olduğumuzu anlatana kadar... Söylediğimiz gibi ortada da değildik. Açık ve kesin bir şekilde solun müdafii idik. Çünkü dînsiz büyümüştük.

Bizim çocukluğumuzda, okullarda kütüphaneler Allah'ın mevcut olmadığına dair kitaplarla doluydu. Öğretmenler de bize Allah'ın mevcut olmadığını anlatmaya çalışırlardı. Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'ini geceleri gizli gizli okuyan, başka insanlara öğretenler, yakalanıp karakolda iyice bir dayağa çekildikten sonra, adam akıllı dövüldükten sonra 1-2 gün karakolda hapsedilip serbest bırakılırlardı. Her tarafta "Allah yoktur." imajını bütün insanların kalbine işlemeye çalışan bir sistem ülkemize hâkimdi. Bunun tabiî sonuçlarını görüyorsunuz şimdi. Ne demek istiyoruz?

Biz Osmanlıyız. 6 asırlık Osmanlı'nın evvelinde de vardık. Yani neslimiz Bozoklu Han, Osmanlı İmparatorluğu'ndan önceki bir devrenin hanıydı. Evrenos Bey'den başlayarak neslimiz Osmanlı boyunca hep var oldu. Soy kütüğümüz bütünüyle bunu ifade eder. Bir yanlış olmadan bugüne kadar atalarımızdan gelen bir soy kütüğünün sahibiyiz.

Sevgili kardeşlerim, işte öyle bir ortamda öğrendiğimiz şeyler, o zamanki görüşlerimizin etkisi altında servetin dağılımındaki haksızlık, bizi solcu olmaya itmişti. Doğruları oldukça geç öğrendik. Solun gerçek kimliğini Rus komünizminde gidip tetkik ettiğimiz zaman ne kadar çok aldandığımızı gördük. Çin komünizmi de ondan aşağı kalır bir şeye sahip değildi.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Biliyorsunuz ki; komünizm felsefesi bugün artık yoktur, yok olmuştur. Şeytanın taraftarlarının ortaya koyduğu bir büyük yanlışlık, milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet veren, savaşlarda katledilmesine sebebiyet veren bir korkunç düşmanlık fırtınası...

Sevgili kardeşlerim, güzel nedir? Güzel, insan adı verilen mahlûkun Allah ile olan ilişkisinin kalbine aksetmesi, oradan da yüzüne vurmasıdır. Onların yüzünde nefret okuyamazsınız, nefret oluşmaz. Her zaman sevgi vardır. Onlar kendilerine düşman olanları da severler. Bilirler ki; o düşman olanlar gelseler, onunla konuşsalar, gerçekleri anlatsa onlara, onlar da Allah'ı sevecekler. Onlar da Allah'a ve O'nun resûlüne dost olacaklar.

Sevgili kardeşlerim, bir insanın mutluluğu;

· İç dünyasında mutluluk; nefsi ile ruhu arasındaki kavganın bitmesi.
· Dış dünyasındaki mutluluk; başka insanlarla arasındaki kavganın bitmesi.
· Allah ile olan ilişkilerindeki mutluluk; Allah'ın emirlerine riayet etmezken, yasaklarını işlerken Allah'ın emirlerine riayet etmesi, uyması ve yasaklarına sırtını çevirmesi, onları devredışı bırakması.

Herbiri ayrı bir açıdan mutluluğu ifade eder.

Allah insanı mutlu olsun diye yarattı. Ona mücâdele hüviyetini kazandırdı. Ne yaptı? Nefsine afetleri koydu. Ruhunda da zaten hasletler var. Böylece iki düşman kardeş, nefs ve ruh; ikisi de fizik vücudun içine Allahû Tealâ tarafından konuldu. Denge? Evet, denge bütünüyle var.

Peki, bu dengede bir değişim oluyor mu? Dengede bir değişim oluyor fakat Allah'ın koruması altında vücuda geldiği için dengesizlik hissedilmiyor. Yani ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz:

Bir insan Allah'a ulaşmayı dilerse, dilediği andan itibaren bir mürşid ihtiyacı duyacaktır. Bu, vazgeçilmez bir duygudur. Gece saat 1'den sonra (şimdiki saate göre konuşuyoruz) yani gece yarısından sonra, bu kişi boy abdesti alıp hacet namazını kıldığı zaman Allahû Tealâ ona mutlaka mürşidini gösterir. Mürşidine ulaşabilecek durumu yoksa kişinin, o zaman ulaşabileceği, o mürşidin bir yetkilisini ona söyler, ona gösterir, ona ulaştırır. O, mürşidine götürüp ulaştırır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Herşey öylesine güzel dizayn edilmiş ki... Allah'ı ve O'nun vücuda getirdiği dizaynı, sizdeki parametrelerle ve Allah'ın yardımıyla çözdükçe mutluluğunuz artar, artar, artar...

Sevgili kardeşlerim, ne yaparsanız yapın o, filme alınır. Ne kadar gizli yerde, ne kadar gizli bir şeyler yaparsanız yapın, hepsi kiramen katibîn melekleri tarafından filme alınır. Hem de bu film 2 ayrı hüviyet taşır:

1- Fizik standartlarda hangi olayı gerçekleştirmişseniz fizik açıdan sizi izleyen kiramen katibîn melekleri -bir sürücü, bir şahit olmak üzere- sizin fizik vücudunuzun yaptığı her olayı filme alır. Hangi olayda ne kadar taammüt miktarı var, bunu bilemez. Bir olayı isteyerek mi vücuda getirdiniz, yoksa bu sizin o istikamette bir talebeniz olmadan mı gerçekleşti? Bir başkasına bir zarar vermeniz söz konusuysa bu zarar iç dünyanızdaki hangi tesirle oluştu?

2- İşte bunu sağlayacak olan 2. grup bir melek daha vardır. Gene kiramen katibîn meleği fakat onlar aksiyonlarınızı değil düşüncelerinizi filme alırlar. Size verilen dereceler, düşüncelerinizle fiiliyatınızın karşılaştırmasıyla her an gerçekleşir.

Önemli mi? Son derece önemli. Çünkü bir insan görünüşte birine yardım ediyor ama aslında ona kötülük etmek istiyorsa o kötülüğü yapabilir. Burada acaba hangi saik, hangi faktör onu oraya itti? Başka insanlara suçluluğunu hissettirmemek, suçlu olduğunu onlardan gizlemek ve böylece insanların uyguladığı cezadan, hukukî açıdan uygulayacakları cezadan kurtulmak... Hedef buysa insanlar bunun için türlü desiseler uydururlar. Ama Allah'ın melekleri, kişinin düşüncelerini de kaydederler. Ki düşüncelerimiz şekillerledir. Bir odayı düşündüğümüz zaman odanın içindeki koltukları, sandalyeleri, masayı, halıları, duvarları, duvarlardaki tabloları gözümüzün önüne getiririz. Hep şekillerle düşünürüz. Kişilerin yaptığı işlemleri düşündüğümüz zaman gene onların fizik vücutları gözümüzün önündedir. Düşüncelerimizin standartlarını temin eder.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! 2 grup kiramen katibînden 1. grup fiillerimizi dışarıdan filme alırlar. Her yaptığımız olayı vücuda getirdiğimiz her saniye derecat kazanırız veya kaybederiz. Bu kazandığımız ve kaybettiğimiz derecelerin neticesinde, hayatımız sona erdiğinde eğer kaybettiğimiz dereceler fazlaysa gideceğimiz yer, bir daha çıkmamak üzere cehennemdir. Eğer kazandığımız dereceler fazlaysa gideceğimiz yer, Allah'ın cennetidir.

Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ insan olarak yarattığı bu üstün mahlûkunun hepsinin cennete girmesini ister. Ama eğer bunu Kendisi yaparsa o zaman insan olmanın bir hükmü kalmaz, insanlar da melekler gibi olur. Hangi istikamette emir almışlarsa sadece o emri gerçekleştiren birer varlık.

Allahû Tealâ insana meleklerde olmayan bir hüviyet kazandırmış, serbest irade vermiş. Allahû Tealâ diyor ki: "Sana akıl verdim ve yolunu da gösterdim. Bu yolda hareket etmeni istiyorum. Seni onun için yarattım; başka insanlara yardımcı olasın diye, başka insanların mutluluğu için çalışasın diye."

Sevgili kardeşlerim, öylesine güzel bir şey ki; bir insanın kendisini başkalarının mutluluğuna adaması, sadece bunun için hayatını devam ettirmesi... İşte dünyadaki en mutlu insanlar başkaları için yaşayanlardır.

Bir başkasına huzur verecek olan, mutluluk verecek olan bir davranışta bulunduğunuz zaman Allahû Tealâ size onun yaşadığı mutluluktan çok daha fazlasını, onun bir mislini ulaştırır. Siz bir başkasına bir iyilik edip de güzel bir davranışla onun mutlu olmasını temin ettiyseniz Allahû Tealâ bunun sevincini yaşatır size. O zaman bir ömür boyu hep kendilerini insanların mutluluklarına adayan insanlar çıkar ortaya. Onlar her zaman mutludurlar, her zaman huzur içindedirler. Bir ömür boyu mutlu yaşayacaklardır. İşte onlar gerçek mürşidlerdir. Allah'ın irşad makamına tayin ettiği insanlar. Çünkü onlar, onlar başkalarına mutluluk verdikçe mutlu olduklarını, mutluluklarının o mutluluk verdikleri insanların yaşadığı mutluluğun katlısı olduğunu fark ederler. Bunu bir defa insan fark ettikten sonra bu büyük mutluluğu yaşadıktan sonra ondan vazgeçemez. Allah'ın yarattığı hedefe ulaşmıştır, mutlu olmuştur ve bunu, başkalarını mutlu ederek sağlamıştır. O noktadan itibaren hayatını buna adamıştır. Başka insanlara da Allah'ın ilmini öğretmek, başka insanları mutlu etmek, onların nefslerindeki afetleri yok etme konusundaki Allah'ın kendilerine öğrettiği ilmi, nefs tezkiyesini ve tasfiyesini onlara öğretmek. Yarısı yani nefs tezkiyesi Allah'ın garantisi altında. Kim Allah'a mülâki olmayı dilerse Allah o kişinin nefsini tezkiye etmek üzere o kişiye bir hareketler dizisi tayin eder.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! O kişi Allahû Tealâ'nın dizaynı içindedir. Her iki istikametten bakarsanız eğer, kim başka insanların mutluluğu için Allahû Tealâ tarafından teçhiz edilmişse, Allahû Tealâ ona o görevi vermişse o kişi hayatını başka insanları mutlu etmeye adamıştır. Onların herbirine verdiği mutluluğun 2 katını Allahû Tealâ ona verecektir. Mutlu ettiği insanların sayısı artıkça kendi mutluluğunun hangi ölçüde irtifa kaydettiğini, yükseklik kaydettiğini fark edecektir. Mutluluğu yükselecektir, yücelecektir.

Bu mutluluğun yarısını Allahû Tealâ bütün insanlara vermiş. Nefs tezkiyesi herkesin Allahû Tealâ tarafından ulaştırılacağı bir sonuçtur. Nefsin kalbinin yarısının afetlerden kurtulması, kim Allah'a ulaşmayı dilerse herkesin üzerinde gerçekleşir.  Bu dileyenlerin hepsi eğer 7-8 aylık ömürleri varsa Allahû Tealâ mutlaka onların ruhunu Kendisine ulaştırır. Bu serüveni onlara yaşatır. Bu süreç içersinde ruh, her gök katında yükseldikçe nefsin kalbindeki afetler %7, %7, %7 azalacaktır. Başlangıçtaki %2 rahmet girişinin arkasından, nefsin kalbine ruh her gök katına ulaştıkça %7 fazl birikimi gerçekleşecektir, nurlar ulaşacaktır. Nefsin o kapkaranlık kalbini aydınlık hale getirecektir. Bu aydınlık %51'e ulaşır. Allahû Tealâ'nın mutlak yardımıyla gerçekleşir.

Herkese kapılar ardına kadar açıktır. Sadece bir dilek yeterlidir. Kişinin nefsinin kalbi %2 rahmet nuru, %49 fazıl nuru olmak üzere mutlaka Allahû Tealâ tarafından aydınlatılır. Nurlarla kaplanır kalbi. Bu Allahû Tealâ'nın ni'metidir, ihsanıdır, hediyesidir.

Herkese kapılar ardına kadar açıktır. Kim kalpten bir dilekle Allah'a ruhunu ulaştırmayı dilerse Allah mutlaka o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. Bu da nefsin kalbinin %51 terbiye edilmesi, tezkiye edilmesidir ya da daha güzel bir ifadeyle, nurlarla kaplanmasıdır. Öyleyse bu, Allah'ın hediyesidir. Bundan sonrası?

Bundan sonrası kişisel iradeye bırakılıyor. Dik yokuş burada başlıyor. Çünkü ruhun Allah'a tesliminden sonra gelen husus, fizik vücut teslimidir. Ama fizik vücudunuzu Allah'a teslim edebilmek istiyorsanız nefsinizin kalbindeki nurları %80'in ötesine ulaştırmanız gerekir. Bir başka ifadeyle, günde 3 saat civarında zikir yapan, ruhunu Allah'a ulaştırmış olan kişi, bu 3 saatlik zikri 18 saate çıkarmak mecburiyetindedir.

Burada büyük bir problem görünüyor. Çünkü Allahû Tealâ'nın koruyucu kalkanı kalkmıştır, şeytan bütün gücüyle sizi Allah yolundan uzaklaştırmak için herşeyi yapacaktır. Bütün gayretiyle ruhlarını Allah'a ulaştırmış olan insanların bu hedeften ayrılmalarını, düşmelerini ister. Cennetten cehenneme düşmeleri, mecazî anlamda bunu ifade eder.

Sevgili kardeşlerim, bütün insanlar cenneti hak etmek üzere yaratılmışlardır ve de cennetleri garanti edilmiştir. Onlar sadece bir dileğin sahibi olacaklar: "Yarabbi, ben ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır!" Bu, kişinin talebidir. Böyle bir talebi kişinin gerçekleştirmesi halinde Allahû Tealâ onu mutlaka bu hedefe ulaştıracaktır. Allah onun ruhunu Kendine ulaştıracaktır. Bu süreç içersinde o kişinin nefsinin kalbini %51 nurlarla da Allah dolduracaktır. Böylece kişinin doğru davranış biçimleri %51 olacaktır. %49 oranında yanlış davranış biçimleri de olacaktır.

Sevgili kardeşlerim, olay bu kadar basit, bu kadar açık! Allahû Tealâ hiç kimseyi ayrı tutmamış. "Kim Bana mülâki olmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım." diyor.

Öyleyse içimizden hep o geliyor. Bütün insanlara şunu demek: "Ne duruyorsunuz? Hadi Allahû Tealâ sizi Kendisine ulaştırmak üzere reçeteyi vermiş! Sadece kalbinizden bir dilekle dileyeceksiniz. Yarabbi, ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır."

 İşte meselenin can alıcı noktası, acaba gerçekten samimiyetle bunu söylüyor musunuz? Birçok kardeşimiz bize soruyor: "Biz Allah'a ulaşmayı diledik mi?" Aslında dileyip dilemediğini o zaten biliyor. Eğer bir kişi Allah'a ulaşmayı dilediyse "Yarabbi, ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum." demişse ama hayatında hiçbir değişiklik olmamışsa, hâlâ huzursuzsa, hâlâ sıkıntılıysa, hâlâ sinirliyse o zaman o Allah'a ulaşmayı falan dilememiş. Dilinden bir sözle bunu söylemiş sadece.

Buradan sevgili kardeşlerim, kalpten bir taleple söyleyeceksiniz. O zaman bize sormanıza gerek var mı? 7-8 aylık bir dönem içinde öyle bir büyük bir mutluluğu yaşayacaksınız ki; bu sizin Allah'a ulaşmayı dilediğinizin kesin işaretini ifade eder. O zaman bize sormak gereğini duymayacaksınız "Ben sahiden Allah'a ulaşmayı diledim mi?" diye. Soranlar, dilememiş olanlardır.

Hayatlarında, dilemelerine rağmen hiçbir değişiklik olmamış; gelip bizden soruyorlar. Olur mu sevgili kardeşlerim? Dilinizle söylediğiniz bir Allah'a ulaşmayı dilemek, Allah'a hiçbir şey ifade etmez. Gerçek anlamda isteyeceksiniz. Kalbinizden dileğiniz olacak. Allah'a bunca ermiş evliya nasıl ulaştırmışsa ruhlarını, siz de onu gerçekleştirmek için Allah'tan talepte bulunacaksınız. Talebiniz sahih ise -sahih olmanın standardı kalbinizden olup olmadığına bağlı- kalbinizden bir talepse mutlaka neticeye Allahû Tealâ sizi ulaştırır. Değilse hayatınızda hiçbir değişiklik olmaz. O zaman niye bize soruyorsunuz?

Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ ile olan ilişkilerimizde Allah'ın sizlerden sadece mutlu olmanızı istediğini hiç unutmayın. O, Allah'tır ve sizi çok sever.

 Allahû Tealâ'nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

İmam İskender Ali  M İ H R