}
Sohbet (Allah'a Ulaşmayı Dilemek, Sevdiğine Koşmaktır) 02.01.2009
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 112358

SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 02.01.2009

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrediyoruz ki; bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Sizlerle beraberiz, sizler için yaşıyoruz, sizler için varız.

Sevgili kardeşlerim! Allah, sizler ve biz... Biz bir bütünüz. Hepimiz bütünün bir parçasıyız. Allahû Tealâ, O'nu sevenlerin birarada olmasını istiyor. Allah'ı sevenler...

"Allah'ı sevmek" dediğimiz zaman, bunun başlangıç noktasının Allah'a ulaşmayı dilemek olduğunu bilmelisiniz. Seven, sevdiğine koşar. Sevmeyen, nefret eden, nefret ettiğinden kaçar. Öyleyse kim Allah'a ulaşmayı diliyorsa o, sevdiğine koşandır. Allah'ı sevdiği, bu konudaki bütün güçlüklere katlanma kararı almasından bellidir. Yolun başlangıcı son derece kolaydır ve insanı mutlaka bir düzlüğe çıkarır. Kim Allah'a mülâki olmayı yani ruhunu Allah'a ilka etmeyi (Allah'a ulaştırmayı) dilerse Allahû Tealâ'nın sözü var. Diyor ki: "Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım."

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


"Allah dilediğini Kendisine seçer."

İnsanların %90'ından fazlası seçilir. Ama Allahû Tealâ arkasından da diyor ki: "Yehdî ileyhi men yunîb: Onlardan sadece Allah'a mülâki olmayı (ruhunu Allah'a ulaştırmayı) dileyenleri Kendisine ulaştırır."

Sevgili kardeşlerim! Bırakınız Allahû Tealâ'nın Zat'ına ruhunuzu ulaştırmayı (bunu fiil olarak gerçekleştirmeyi), sadece dilemeniz bile bu konu için yeterlidir. Kim Allah'a mülâki olmayı, ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dilerse, Allah da onu mutlaka Kendisine ulaştırır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah hepinizi sever. Sizleri, herkesi sever. Bütün insanları Kendisine ulaştırmayı diler. Dileği budur. Onun için yaratmıştır. Neden? Çünkü Allah'ın bize üfürdüğü bir ruhu var ve o ruhunu geri istiyor. Bir insanın ruhunu hayattayken Kendisine ulaştırmasını diliyor ki; o kişiyi mükafatlandırsın. Neyle? Cennetle. Neyle? Dünya mutluluğuyla.

Eğer bir insan şu dünya hayatını yaşarken Allah'a mülâki olmayı, ruhunu Allah'a ilka etmeyi (ulaştırmayı) dilerse, dilediği taktirde sevgili kardeşlerim, bu kişinin dilediği anda Allahû Tealâ yolunu açar. Ona mürşid sevgisi verir ve o kişiyi (Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi), 7-8 aylık bir ömrü varsa mutlaka mürşidine ulaştırır. O zaman kişinin ruhu vücudundan ayrılır ve 7-8 aylık bir zaman zarfında, mürşidine ulaşıp tâbî olan bir kişinin ruhu vücudundan ayrılır.

Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin hacet namazını kılıp mürşidini Allah'tan sorması gerekir. Bu kişi hacet namazını kılıp da Allah'tan mürşidini sorduğunda, Allah ona mutlaka mürşidini gösterecektir. Kime? Hangi vasıfların sahibi olması lâzım? Allahû Tealâ bir tek vasıf istiyor: O kişi Allah'a mülâki olmayı, ruhunu hayattayken Allah'a ilka etmeyi (ulaştırmayı) dilemiş olacak. Dilemişse Allahû Tealâ derhal o kişinin üzerinde tecelli eder. Onda mürşid sevgisi oluşturur ve kişi bir mürşide ihtiyaç duyar. İç dünyası bunu arzular. Yapması lâzımgelen şeyi de kişi öğrenir. O, hacet namazını kılıp Allah'tan mürşidini sormaktır. Kişi boy abdesti alır.

Hacet namazının genellikle en güzel şekli, gece (kış saatiyle) saat 12'den sonra, sabah şafağından evvel kılınması efdaldir. Böyle bir statü içerisinde kişi hacet namazını kılarsa, Allah'tan bir soru sormak, bir talepte bulunmak yetkisinin sahibi olur.

Hacet namazı biliyorsunuz, 4 rekâtlık bir namazdır:

1. rekâtta, Fâtiha'dan sonra 3 tane Âyetel Kursî okunur.
2. rekâtta, Fâtiha'dan sonra İhlâs, Felâk, Nâs okunur.
Teşehhüt.
3. rekatta, Fâtiha'dan sonra İhlâs, Felâk, Nâs.
4. rekatta, Fâtiha, İhlâs, Felâk, Nâs.

Sonra Allah'tan mürşid talep edilir: "Yarabbi! Bunca ermiş evliyan var. Onların hepsi mürşidlerine ulaşmışlar ve böylece ruhları vücutlarından ayrılmış ve Sana ruhlarını ulaştırmışlar. Daha doğrusu Sen onların ruhlarını Kendine ulaştırmışsın. Hepsi de ermiş evliya olmuşlar. Yarabbi! Bizi de o ermiş evliyalarından kıl. Ne olur! Ben de Senin ermiş evliyan olmak istiyorum. Diyorsun ki: ‘Siz sadece Bana ulaşmayı dileyeceksiniz, geri kalanı Bana ait.' Yani ‘Ben yapacağım. Ben senin ruhunun Kendime ulaştıracağım. Sen bir şey yapmayacaksın. Sana namazı sevdireceğiz. Oruç tuttuğun zaman açlık hissettirmeyeceğiz. Zikir yapmayı zevk haline getireceğiz.' diyorsun. Ey Yüce Allah'ım! Bunların hepsini yapacağına Sen söz verdiğine göre mutlaka yapacaksın. Mutlak yapacağına kesin olarak inanıyorum. Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştır!" İşte sevgili kardeşlerim, böyle bir talebin sahibi olan herkese kapılar açılır. Bu kadar! Sadece Allah'a mülâki olmayı dileyeceksiniz.

İslâm'ı, İslâm'ın 5 şartından ibaret zannedenler, şeytanın korkunç bir tuzağına düşenlerdir. İblis, (tarih sırasına göre konuşuyoruz) önce musevîleri Allah'ın yolundan uzaklaştırmış, sonra hristiyanları. Onların, o peygamber zamanında peygambere hep tâbî olduklarını ve de ruhlarını Allah'a ulaştırmakla da kalmayıp daha ötelere de geçtiklerini, bir kısmının fizik vücutlarını teslim ettiklerini, bir kısmının nefslerini teslim ettiklerini kitaplar (mukaddes kitaplar) yazıyor.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse insan Allahû Tealâ'dan ne isteyecek? Allah'a ulaşmayı dileyecek: "Ben ölmeden evvel, şu dünya hayatını yaşarken ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Yarabbi! Biliyorum ki; ben öldüğüm zaman zaten Azrail (A.S) ve O'nun yardımcıları (ölüm melekleri) gelecekler, ben ruhumu Sana ulaştırmadıysam, onlar ruhumu benden alıp Sana ulaştıracaklar. Ama ben Allah'a ulaşmayı dilemediysem -ki o zaman ruhum vücudumdan ayrılmamış durumdaysa- demek ki ben Allah'a ulaşmayı dilememişim."

Ama bu da 2 ayrı safhaya ayrılıyor. Allah'a ulaşmayı dileyen ama mürşidine bile ulaşmadan ölen bir kişi, ruhu vücudundadır diye cehenneme gitmez. İnsanı cehennemden kurtaran faktör, o kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesidir. Allahû Tealâ bu hususu sağlamak üzere, Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi 1. kat cennetine, mürşidine ulaşıp tâbî olan, ondan sonra ölen kişiyi 2. kat cennetine, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırdıktan sonra ölen kişiyi 3. kat cennetine alır. Ama bir kişinin Allah'a ulaşmayı dilemeden ölmesi halinde, gideceği yer mutlaka cehennemdir. O kişinin bu dileğin dışındaki bütün ibadetleri, ibadetlerin mahiyeti ne olursa olsun, eğer o kişi Allah'a ulaşmayı dilememişse onu cehennemden kurtaramaz.

İnsanlar bu hakikatleri ne yazık ki büyük kitleler olarak bilmiyorlar ve bizim söylediklerimiz, onlara yabancı bir yıldızdan gelen bir insanın söyledikleri gibi garip geliyor. Garip gelmesi normal mi? Gayet normal. Neden? Çünkü onlara dîn öğretenler, onlara sadece İslâm'ın 5 tane şartını öğretmişler: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Bir de uydurma hadîs:

Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e bir bedevî geliyor:

- Ey Allah'ın Resûl'ü! Ben cennete girmek istiyorum. Ne yapayım?

Peygamber Efendimiz (S.A.V) sözde ona diyor ki:

- Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git, kelime-i şahadet getir.

- Ey Allah'ın Resûl'ü! Ben bunları yaparsam gerçekten cennete girer miyim?

- Evet, girersin.

Sevgili kardeşlerim! Bu bir mevzû hadîstir, uydurma bir hadîstir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: "Benim hadîslerim tartışılacaktır. Yani Benim hadîslerime paralel veya değil, ama bir sürü hadîs uydurulacaktır." Bu istikamette 4000'den fazla uydurma hadîs uyduran birisini idam ettiklerini biliyoruz.

Sevgili kardeşlerim! Bu bapta bütün insanların kurtulması için Allahû Tealâ herşeyi yapmış. Buyuruyor ki: "Sakın Bana ulaşmayı dilemeden ölmeyin. Mutlaka Bana ulaşmayı dileyin. Gerisini de Bana bırakın. Eğer Ben size Bana ulaşmayı dilemenizden sonra 7-8 aylık bir ömür vermişsem, o ömür mürşidinize ulaştırmamı da sağlar, tâbiiyetinizden sonra vücudunuzdan ayrılan ruhunuzu Kendime ulaştırmamı da sağlar. Böylece eğer bir insan Allah'a ulaşmayı dilemiş sonra ölmüşse 1. kat cennetimi hak eder. Mürşidine ulaşmış, ondan sonra ölmüşse 2. kat cennetime girer. Tâbî olmuşsa ruhu vücudundan ayrılır, onu Biz Kendimize ulaştırırız. Bize ulaşarak ruhunu Biz Kendimize ulaştırdıktan sonra ölmüşse 3. kat cennetimizi hak eder. Yetmez, yaşamakta devam ediyorsa nefsinin kalbindeki afetlerin %51'i temizleneceği için o kişi dünya mutluluğunun yarısını mutlaka yaşar. 3. kat cennetin sahibi olarak bir ömür boyu yaşar da aynı seviyede zikrini devam ettirebilirse, bu zikir topu topu günde 3 saatlik bir zikirdir."

24 saatlik bir zaman devresi içinde günde 3 saat "Allah, Allah, Allah..." diye sesli veya sessiz veya dilini de kımıldatmadan, içinden "Allah" diyen bir insan, günde 3 saatçik bunu yapsa bu hedefe mutlak olarak ulaşır. Yetmez, sadece Allah'a ulaşmayı dilemesi, bu hedef için yeterlidir. Çünkü o kişi zikri sevmiyorsa Allah ona sevdirecektir. Namaz kılmayı sevmiyorsa Allah ona sevdirecektir. Zikir yapmayı sevmiyorsa Allah ona sevdirecektir. Allah, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağına söz vermiş.

Ey benim sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyor musunuz, Allahû Tealâ ne kadar kolay bir statüde insanları kurtarmak için ne kadar güzel bir formül hazırlamış? Hiçbir şey bize ait değil. Biz Allah'a ulaşmayı dileyeceğiz, Allah içimize mürşid sevgisi verecek. Mürşidimize tâbî olacağız. Zikir sevgisi verecek, namaz sevgisi verecek, bütün ibadetleri O bize sevdirecek ve severek ibadetlerimizi yapacağız. Neticesi mi? Daha 33 bin zikre çıktığımız zaman, bir de bakacağız ki; bu kadar zikir, bu iş için yeterli. Günde yaklaşık 3 saatlik bir zikir süresi. Sevgili kardeşlerim! Bunu yaptığınız zaman, zaman açısından değerlendirin. Kimisi çok yavaş yapar, daha az zikir yapar. Kimisi çok hızlı yapar, daha çok zikir yapar. Ama normal statüde bu, yaklaşık 33 bin zikirdir. Böyle bir zikre ulaşan kişi, ruhunu mutlaka Allah'a, Allah'ın ulaştırmasıyla ulaştırır. O kişinin yaptığı iş sadece bir tek iştir. O kişi Allah'a ulaşmayı dilemiştir.

Sevgili kardeşlerim! İslâm âleminde insanlar şeytanın korkunç bir tuzağına düşmüş durumda. "İslâm'ın 5 şartını gerçekleştirenler mutlaka cennete girer." diye bir yalan, bütün İslâm âlemine yayılmış. İnsanlar gerçekten, samimiyetle bu yalana inanmışlar.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ bunları bize öğretmeseydi, biz de sizlere öğretemeyecektik. Onların unuttukları, kendilerine üniversitelerde bile öğretilmeyen bir ilmi, son derece basit bir çerçeve içerisinde, Allahû Tealâ sizlere anlatmak üzere Bizi vazifelendirdi.

Sevgili kardeşlerim! Daha kolay ne var ki? Namazı siz sevmeyeceksiniz, Allah size sevdirecek. Zikri Allah size sevdirecek. Bütün ibadetleri Allah size sevdirdiği için severek, zevkle yaptıracak ve de yetmez, bütün bunların arkasına bir de garanti veriyor: "Bana ulaşmayı dilediyseniz, kalben bu dileğin sahibiyseniz, mutlaka Ben sizin ruhunuzu Kendime ulaştırırım." diyor.

Allahû Tealâ Ra'd Suresinde buyuruyor ki:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


"Allah, dalâlette olanları bırakır. Ama kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştırır."

İşte sonuçlar açık ve kesin şekilde ortada. Evvelâ musevîler bu büyük hakikati unutmuşlar. Ama Hz. Musa zamanında onlar Allah'a ulaşmayı dilemişler, Hz. Musa'ya tâbî olmuşlar. Tâbî olanlar, eğer o kişinin bu noktadan itibaren 7-8 aylık bir ömrü varsa, ruhlarını mutlaka Allah'a ulaştırmışlar.

Sevgili kardeşlerim! Bu muhtevada Hz. İsa zamanında aynı şeyler yaşanmış. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes, Hz. İsa'ya tâbî olmuşlar ve de ruhları vücudundan ayrılarak Allah'a ulaşmış. Daha öteye geçenler var mı? Var tabiî.  Hz. Musa zamanında da, Hz. İsa zamanında da ileri geçenler var. 13 havarinin hepsi bu hedefe ulaşmışlar.

Sevgili kardeşlerim! Bu muhtevada üçüncü peygamber; Hz. Musa'yı birinci kabul edersek, aslında O'ndan evvel Hz. İbrâhîm var. O'ndan evvel Hz. Âdem var. Bunların da hepsi, beraberlerindekilerle birlikte bu hedeflere ulaşmışlar. Hepsi (bütün peygamberler ve onların en yakınındakiler), sadece bu Allah'a ulaşmayı dilemek, tâbiiyet ve ruhunu Allah'a ulaştırması safhalarının ötesine geçmişler. Fizik vücutlarını Allah'a teslim etmişler, nefslerini Allah'a teslim etmişler, muhlis olmuşlar ve iradelerini de Allah'a teslim etmişler, irşad makamının sahibi olmuşlar.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ hepinizin sevgi üzerine kurulu bir dünyada yaşamanızı istiyor. Böyle bir dizaynın içinde olmalısınız. İnsanları sevmelisiniz. Sevmenin bütün güzelliklerini yaşamalısınız. Eğer severseniz sevilirsiniz.

Öyleyse "Allah için olmak" ne demektir? Allah için olmak; başkaları için olmak demektir. Kim hayatını başkalarının mutluluğuna adarsa, başkalarını mutlu etmek için yaşarsa o zaman o kişi asıl mutluluğu kendisi yaşar. Kim hayatını başka insanlara vakfederse, onlar için yaşarsa, onları mutlu kılmayı amaç edinirse, hedef edinirse, o zaman o kişi için mutlu olmak mutlaka gerçekleşir.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ'nın dizaynına baktığımız zaman şunu görüyoruz. O, herkesin en yüksek mutluluklara bile ulaşmasını üzerimize farz kılmış. Sevgili kardeşlerim! İslâm ya da dîn dediğimiz zaman hristiyanlık diye ayrı bir dîn, İslâm diye ayrı bir dîn, musevîlerin dîni diye ayrı bir dîn yok. Ama başka bir isim var. Bütün dînleri aynı çatı altında toplayan başka bir isim var: Hz. İbrâhîm'in hanif dîni.

Allahû Tealâ bütün insanların mutlu olmasını istiyor. Onun için Allah'a ulaşmayı dilemeyi farz kılmış. Onun için mürşide tâbiiyeti farz kılmış. Onun için ruhun Allah'a teslimini farz kılmış. Onun için fizik vücudun Allah'a teslimini farz kılmış. Onun için irşad olmamızı, muhlis olmamızı farz kılmış ve gene aynı hedef için irademizi de Allahû Tealâ'ya teslim edip, Allahû Tealâ tarafından irşad makamına ulaşmamızı da farz kılmış. Ama bunların hepsini gerçekleştirmek herkese nasip olmaz. Ne var ki üç tanesini Allahû Tealâ garanti ediyor ve diyor ki: "Siz sadece Bana ulaşmayı dileyeceksiniz. Geri kalanını Ben yapacağım. Bana ulaşmayı dileyen herkesin ruhunu Ben Kendime ulaştıracağım. Yani onlar Bana ulaşmayı dileyecekler; 1. kademeye sahipler. Ben onları mürşidlerine ulaştıracağım, hacet namazlarını kıldıklarında mürşidlerini göstereceğim. Tâbiiyetlerini sağlayacağım, tâbiiyetleriyle beraber ruhları vücutlarından ayrılacak. O ayrılan ruhları da Ben Kendime ulaştıracağım. O kişinin bunu yapması (gerçekleştirmesi) için ne lâzım? Namazı sevmesi lâzım; Ben sevdireceğim. Ne yapması lâzım? Zikri sevmesi lâzım; Ben sevdireceğim. Oruç tuttuğu zaman açlığı Ben hissettirmeyeceğim. Zekât verdiği zaman o parayı bir kayıp olarak değil, başkalarını mutlu eden bir hususu gerçekleştirdiği için ona bir mutluluk vesilesi yapacağım."

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ herşeyi öylesine güzel dizayn etmiş ki; bu dizaynı en güzel standartlarda gerçekleştireceğini biliyoruz. Allahû Tealâ asgarî standartlarda herkesin mutlaka ruhunu Allah'a ulaştırmasını istiyor ve bunu üstlenmiş. İnsana verdiği vazife sadece bir dilek. Allahû Tealâ: "Geri kalanı tamamen Ben yapacağım." diyor.

Sevgili kardeşlerim! Özellikle bizi eğer ilk defa dinleyenler varsa onlar başkalarından hiç duymadıkları şeyi duymuş oluyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Biliyorsunuz Biz, Allah Bize sadece Kur'ân-ı Kerim'i öğrettiği için O'ndan bahsederiz. Kur'ân-ı Kerim'in insanları kurtaracak olan ama insanlar tarafından asırlar önce unutulmuş olan ama Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında, Hz. Ebubekir zamanında, Hz. Ömer zamanında, Hz. Ali zamanında yaşanmakta olan İslâm'dan bahsediyoruz. Sonra yavaş yavaş bir anlaşmazlık dünyasına girilmiş.

Sevgili kardeşlerim! İnsanlar İslâm'ı yaşamayı bırakmışlar, îmân hususunu tartışmaya başlamışlar ve de insanların arasına ayrılık girmiş. İnsanlar hanefî, hanbelî, mâlikî, şâfî diye bölümlere (mezheplere) ayrılmışlar. Aslında insanlar güzeli unutmuşlar. Mezheplere ayrılmışlar. Ne olmuş ayrılmışlarsa? Aslında bir şey olmaz. Herkes mezhebini, Kur'ân'a uygun standartlarını esas alarak yaşasa hiçbir problem olmayacak. Çünkü Hanefî'de de Hanbelî'de de Mâlikî'de Şâfî'de de esas olan hep Kur'ân'dır.

Kur'ân esassa, Kur'ân-ı Kerim'de;

1- Allah'a ulaşmayı dilemek var; farz.
2- Mürşide tâbiiyet var; farz.
3- Ruhun Allah'a ulaşması (ulaştırılması) var; farz.
4- Fizik vücudun teslimi var; farz.
5- Nefsin teslimi var; farz.
6- Muhlis olmak var; farz.
7- İradeyi Allah'a teslim etmek var; farz.

Sevgili kardeşlerim! Bütün bunlar farz olduğuna göre, nasıl oluyor da insanlar bu asılları unutmuşlar ve de birbirleriyle de anlaşmazlıklara düşmüşler? Aslını ararsanız, Kur'ân'ın, Tevrat'ın, İncil'in incelemelerini gerçekleştirdiğimiz zaman, Allahû Tealâ bize şunu açık ve net olarak gösterdi ki; bu dînlerin hepsi 3 kitabın üçünde de yazılmış olan Hz. İbrâhîm'in hanif dîni.

Tevrat diyor ki: "Bu dîn, Hz. İbrahim'in hanif dînidir."

İncil diyor ki: "Bu dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir."

Kur'ân-ı Kerim diyor ki: "Bu dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir."

Allahû Tealâ ne diyor? Allahû Tealâ Şûrâ Suresinde buyuruyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


"Hz. Nuh'a, Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya verdiğimiz şeriatı sana da şeriat kıldık."

Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Peygamber Efendimiz (S.A.V), hepsi tek bir şeriatın sahibiymişler. Kur'ân-ı Kerim'deki şeriat dizaynına baktığımız zaman, burada Allah'ın koyduğu kaideler var: Namaz kılmak, hepsinde var. Zikir yapmak, hepsinde var, hepsinde farz kılınmış. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek, sonra zikir.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ'ya teslim olmak, konunun en önemli yönü. Bütün insanlar için ne yapılması lâzım? Allahû Tealâ'nın dizaynı içerisinde yapılası lâzımgelen şey, Allah'a ulaşmayı mutlaka ama mutlaka dilemek.

Sevgili kardeşlerim! Hepimizde bir emanet var. Allah, bütün insanlara doğar doğmaz ruhundan üfürüyor. Allahû Tealâ Secde Suresinde buyuruyor ki:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


Allahû Tealâ: "Onun (insanın) içine ruhumdan üfürdüm." diyor.

Bütüne baktığımız zaman Tevrat'ta da İncil'de de Kur'ân'da da aynı muhtevayı görüyoruz. O, emanetini geri istiyor. Eğer geri vermezsek öldüğümüz zaman Azrail (A.S) ve O'nun takımı geliyor, emaneti alıp sahibine (Allah'a) ulaştırıyorlar. Ama Allah'ın istediği o değil ki. Allahû Tealâ dünya hayatını yaşarken bunu yapmamızı istiyor. Üstelik de diyor ki: "Ey benim insan adını verdiğim en üst seviyedeki kullarım!" Yarattığı bütün mahlûkatın içinde Allah'a en yakın olan insandır. Neden? Çünkü sadece insana Allah'ın ruh üfürdüğünü biliyoruz. Allahû Tealâ sadece insana ruhundan üfürmüş. Ne meleklerde ne hayvanlarda ne de başka bir yaratıkta Allah'ın ruhu mevcut değil. Sadece insanda!

Allah Âdem (A.S)'ı yaratıyor ve O'nun içine ruhundan üfürüyor. İnsan, kâinatta Allah'ın ruhunu muhtevasında bulundurmak şerefine nail olan tek mahlûk.

Sevgili kardeşlerim! Olay buysa, kâinattaki Allah'ın ruhunu taşımaya lâyık olan tek mahlûk olmak, biz insanlara nasip olduysa bundan çok büyük bir mutluluk duymamız gerekmez mi? Neden insanlar birbirlerine düşman olurlar? Neden harpler olur? Neden insanlar birbirlerine kötülük ederler? Hep şeytanın nefsteki afetler sebebiyle insanların arasına sokmayı başardığı kin ve nefretin sonuçları bunlar.

Allah birbirinizi sevmenizi ister. Şeytan kinin, nefretin, hıncın, intikamın insanlara aşılanması için elinden gelen herşeyi yapar. Allah da insanlarda mutluluğun oluşması için kanunlarını koymuştur. Kişi mutluluğa adım atmak istiyorsa mutlaka Allah'ın emanet olan ruhunu Allah'a ulaştırmak üzere harekete geçmelidir. Geçerse ne olur? Geçerse güzelliklere ulaşır. Ruhunu ulaştırdığı zaman insanın kalbinin %51'i nurla kaplanmıştır. Mutluluğu da o kadardır. Fizik vücudunun tesliminde mutluluğu %80'i aşar. Çünkü nefsinin kalbinin %81'i afetlerden arınmıştır. Daimî zikirde ise %100'ü...

Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allah'a ulaşmayı dilemekten başlayan, bu insanları yüceltici muhtevayı, bunları hiç bilmeyen, bilmek gereğini de duymayan ve dînlerini yaşadıklarını zanneden insanlara sizlerden başka öğretecek kimse yok. Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi, biz de sizlere öğretemeyecektik.

Unutmayın! Hidayet, insan ruhunun Allah'a ulaşmasıdır. Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinde buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


"inne: muhakkak ki
el hudâ: hidayet
hudallâh: Allah'a ulaşmaktır."

"Hidayet; ruhun, onun sahibi olan Allah'a ulaşmasıdır."

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu mübarek cuma gününde sizlerle beraber bu güzelliği yaşamayı nasip kıldığı için Allah'a sonsuz hamd ve şükrederek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Sizleri çok seviyoruz, çok özlüyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R