SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 01.11.2009
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ı zikretmek üzere Allah'ın bir sohbetinde birlikteyiz.
Evvelâ Allahû Tealâ hepinizi çok ama çok seviyor. Bu sevgiye lâyık olmanız için çok çalışmamız lâzım sevgili kardeşlerim. Kendinizi başkalarıyla mukayese etmeyin. Siz, Devrin İmamı'nın etrafındaki insanlarsınız. O'nun etrafındaki ilk halka, bize en yakın olanlar. Sonra adım adım 2. halka, 3. halka gelir. Bunlar birer çevredir.
Sevgili kardeşlerim! Kaç tane 10 yıllar geçti, Allah'ın bize bu sohbetleri yaptırmasından bu tarafa. Yıllar geçiyor ve geçen zaman parçası içerisinde ne kadar çok insan kurtuluşa ulaştı.
İnsanlar bilmiyorlar sevgili kardeşlerim. Bir tek dilekle sadece ruhu Allah'a ulaştırmayı dilemekle cehennemden kurtulabileceklerini bilmiyorlar. Birçokları için sadece bu dünya var. Dünyada yaşanır, sonra ölür. Kişi böyle düşünüyor. "Ben yaşarım dünyada sonra ölürüm." diyor. Ama gerisini hiç düşünmüyor.
İşte sevgili kardeşlerim, sonuç ya cennettir ya da cehennemdir. Cehennemle cenneti birbirinden ayıran bir tek kapı vardır; bir dilek: "Yarabbi! Ben ruhunu Sana şu dünya hayatını yaşarken ulaştırmak istiyorum." Bu dilek kalpten bir dilekse, o kişi bunu söyledikten hemen sonra ölse mutlaka Allah'ın cennetine girer. Önemli olan, bu talebin kalpten bir talep olması, kalpten bir dileği oluşturmasıdır.
Sevgili kardeşlerim! Kiramen katibîn melekleri sizin sözlerinize bakmaz, kalbinize bakar. Siz bir insanı çok sevdiğinizi söylerken, kalbiniz ne diyor acaba? Gerçekten o da bu sevgiyi haykırıyor mu? Siz Rabbinize: "Yarabbi! Seni çok seviyorum." derken Allah kalbinize bakar. Kalbiniz de aynı şarkıyı terennüm ediyor mu?
Herşeyden evvel hiç unutmamamız lâzımgelen bir şey var ki; Allah en az sevdiğinden en çok sevdiğine kadar herkesi sever. Allah nefret etmez. Allah kin tutmaz. Kimseye Allahû Tealâ'nın böyle bir şeyi oluşamaz. O, herkesi, en büyük suçluları bile kurtarmak ister. Ama kanunlarını koymuştur. O kanunları da ne Kendi çiğner ne de başkalarına çiğnetir.
Allah'ın kanunları açık ve kesin. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, eğer bu kalpten bir dilekse ve o dilek bozulmadan kişi ölmüşse, daha ruhunu Allah'a ulaştıramadan evvel ölmüşse, o kişinin gideceği yer Allah'ın cennetidir. Mutlaka 1. kat cennetin sahibi olur. Kişi yaşıyor? Yaşıyorsa Allahû Tealâ ona mürşid sevgisi verecektir. O mevcut mürşidlerden bir tanesine karşı kalbi sevgi duyacaktır. Ona tâbî olacaktır. Bu sevgi ve arkasından gelen tâbiiyet, bu kişiyi, bundan sonra ölse 2. kat cennetin sahibi kılar.
Ne olmuştur? Kişi Allah'tan mürşidini dilemiştir, Allah onu mürşidine ulaştırmıştır. Tâbî olmuştur, sonra ölmüştür hiçbir şey yapamadan. Ama tâbî olmuştur. Bu, onun 2. kat cennetin sahibi olmasını mutlak olarak garanti eder. Yaşıyor kişi? Yaşarsa 7-8 aylık bir devre içinde, sözüme lütfen dikkat edin; Allah onun ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Ne dedim? "O kişinin ruhu Allah'a ulaşacaktır." demedim, "O kişi ruhunu Allah'a ulaştıracaktır." demedim, "Allah onun ruhunu Kendisine ulaştıracaktır." dedim. Hem Allah o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracak hem de onu 3. kat cennetin sahibi kılacak.
Bu 3 tane kademe, bütün insanlara alabildiğine açıktır. Hiç kimsenin bu hedeflere ulaşmasına bir engel yoktur. O kişinin Allah'a ruhunu ulaştırması için, bir başka ifade; o kişinin ruhunun Allah'a ulaşması için o kişinin sadece Allah'a ulaşmayı dilemesi, Allah istikametinde yeterlidir, Allah'ın katında yeterlidir. Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah Kendisine ulaştırır ve onu kendisi ulaşmış gibi mükâfatlandırır.
Sevgili kardeşlerim! Allah, kim Kendisine ulaşmayı dilerse onu mutlaka Kendisine ulaştırır. O kişiye, o ulaşmaya yetecek kadar yani 7-8 aylık bir ömür biçmişse, o kişi ruhunu Allah'a ulaştırana kadar hayattaysa, o kişiyi Allahû Tealâ mutlaka bu 7-8 aylık devre içinde Kendisine ruhen ulaştırır ve o kişi bunu kendisi başarmış gibi onu mükâfatlandırır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyor musunuz, sahibimiz ne kadar lütufkâr? Ne kadar seviyor bizleri? Bir tek dileğimiz, o dileğin sahibi olduğumuz için, sadece kalbimizden ruhumuzu Allah'a ulaştırmayı dilediğimiz için Allah tarafından kabul buyruluyor. Şartlar ne olursa olsun, eğer o kişinin bu konuyu tamamlamaya yetecek kadar (bu süre normal standartlarda 7-8 aydır) ömrü varsa onun ruhunu Allah Kendisine ulaştırıyor ve o kişiyi sanki kendisi bunu gerçekleştirmiş gibi mükâfatlandırıyor. Yani? Yani hep bizden yana sevgili kardeşlerim. Hep insanlardan yana. Hep bizlere en güzelini sunuyor. Hak etmediğimiz, hak edemediğimiz güzellikleri sunuyor. Yani bir insan Allah'a ulaşmayı dilemişse, Allah için mutlaka o kişinin Allah'ın Zat'ına ulaşması söz konusudur eğer 7-8 aylık bir ömrü varsa. Yok; Allah'a ulaşmayı diledi, sonra öldü? Bu kişi gene cennete gidecektir; 1. kat cennet. Yaşıyor, mürşidine ulaştı, sonra öldü; 2. kat cennet. Yaşıyor, ruhunu da Allah Kendisine ulaştırdı. Ne dedik? O kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırdı. Ama o kişi kendi ulaştırmış gibi o kişiye 3. kat cenneti de ihsan etti.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Biliyor musunuz; bunların hiçbirisi, Allah bize bu ilmi öğretmeden evvel insanlar tarafından bilinmiyordu. İnsanlar, âlimlere tutsak olmuşlardı, Kur'ân'a değil. Allah bizi tutsak etti ama Kur'ân'a. Allah bize Kur'ân'ı öğretti. Öğretince ne oldu? Hiç! 8536 sayfalık, 19 ciltlik bir Kur'ân-ı Kerim vücuda getirdik. Bu konuda olağan üstü hizmetleriyle bizlere yardım eden kardeşlerimiz vasıtasıyla.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ'nın yolumuza çıkardığı yardımcılarımıza, Allahû Tealâ'nın huzurunda çok büyük ölçüde teşekkür ediyoruz. Eğer onlar olmasaydı, biz yalnız başımıza hiçbir zaman bunları yapamazdık. Allahû Tealâ onları çıkardı karşımıza. Ve bizim kontrolümüz altında, onlar en güzel şekilde çalıştılar. Her adımda biz onlarla birlikteydik. Sonra bir eser çıktı ortaya. Dünyadaki en büyük Kur'ân-ı Kerim. 8536 sayfa, tam 19 cilt.
Allahû Tealâ'ya biz ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır ki; bu büyük insanları Allahû Tealâ bizimle beraber kıldı. Onların gayretleri, onların yardımları, emekleri, bizim kontrolümüz altında bir hedefe yürüdü. O hedef açıkça tebellüğ etmiştir. Şu anda dünyadaki en büyük Kur'ân-ı Kerim tefsiri bizlere aittir. Ne diyorum? "Bana aittir." demiyorum. Bunu demem mümkün değil. Çünkü kardeşlerimizin o unutulmaz gayretleri, bunun tahakkuk etmesi için aslî unsuru oluşturmuştur. Biz, kontrol eden, Allah'tan soran, doğruluğunu Allah'tan cevabı aldıktan sonra onu kabul edip, Kur'ân-ı Kerim'imizin oluşmasını sağlayan bir pozisyonun sahibi olduk her zaman. Çok kardeşimiz bu konuda emek sarf etti ve hedefe ulaştık hamdolsun.
Sizlere herşeyin çok güzel göründüğü bir ortamdan sesleniyorum. 19 ciltlik, 8536 sayfalık bir Kur'ân-ı Kerim'imiz varsa, burada kardeşlerimizin payı çok büyüktür. Dünyadaki en büyük Kur'ân-ı Kerim'i, kelime kelime Allah'a sorarak gerçekleştirmiş olan bir Kur'ân-ı Kerim tefsiri. Peki, bunun muhtevasında asıl önemli olan ne? Asıl önemli olan, bu 19 cildi okuyan kişinin, artık bir lügata ihtiyaç duymaması. Çünkü her âyetin başına kelimeler sözlüğünü koydurdu Allahû Tealâ. Orada hangi kelimeler geçiyorsa onları kelime kelime verdik. O kelimelerin de mânâlarını yanlarına yazdı kardeşlerimiz ve arkasından da bunların toplu olarak cümleler haline getirilmesi halinde şeklinin oluşması sağlandı. Böylece her kelimesi, kelime kelime Kur'ân-ı Kerim'de yer alan, şimdiye kadar hiç kimsenin ulaşamadığı bir sonuca ulaştı.
Hiç kimse bizim Kur'ân-ı Kerim'imizi, "Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'ini" demek daha doğru. Çünkü her noktasında hep Allah'tan sorduk. Emirleri O'ndan aldık. Ve o Kur'ân öyle vücuda geldi. Kardeşlerimizin bu konudaki, onların bizi çok ama çok müteşekkir kılan gayretlerini, burada büyük bir mutlulukla yâd ediyoruz. Çok şey borçluyuz. Tek başımıza olsaydık böyle bir eseri vücuda getirmemiz, kim bilir kaç yılımızı alırdı.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ biz sonuca ulaşmamızı istediği zaman o sonuca bizi ulaştıracak olan yardımcıları her zaman bize nasip kıldı. Bu, bizim eserimiz değildir. Allah'ın yardımıdır. Her eserde ortaya çıkan her güzel sonuç Allah'a aittir. Biz bir hiçiz. Biz, Allah'ın telefonuyuz, o kadar. Allahû Tealâ bizi konuşturur ve siz onu işitirsiniz. Bu sebeple dünyadaki en mutlu insanlardan biriyiz. Allah'ın konuşturduğu, Allah'ın vücuda getirdiği bir Kur'ân-ı Kerim'in sahibi.
Sevgili kardeşlerim, gayretimiz hangi istikamette? Gayretimiz, insanlığa faydalı olmak istikametinde. Böyle bir Kur'ân, hiç lügata bakmak gereğini duymadan, A'dan Z'ye kadar, baştan sona kadar, 8536 sayfanın bütününde, insanların en kolay bir şekilde hedefe gitmesini sağlıyor. Hiçbir kelime atlanamaz. Hiçbir kelimenin mânâsı açıklanmadan geçilemez. Böyle bir barajı aşarak o Kur'ân-ı Kerim ortaya çıktı. Kur'ân-ı Kerim deyince, 19 tane ciltten bahsediyoruz. Bir kütüphaneyi böyle kaplayacak olan bir dizayn. Raflardan birinin 1,5 metrelik bir alanını kaplayan bir dizayn.
Sevgili kardeşlerim! Biz herşeyimizi Allah'a borçluyuz. Ne yaptıysak, biz yapmadık; O yaptırdı. Biz sadece bir vasıtayız. Ne söylediysek, biz söylemedik; O söyletti. Biz O'na borçluyuz. Bize verdiği risalet görevi de Rabbimizin bu dünyadaki en büyük ni'metidir bizim için.
Biliyorsunuz ki; Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13. ve 14. âyetleri bizden bahsediyor. 14 asır evvel Allahû Tealâ bizi Kur'ân-ı Kerim'ine koymuş. Ve zamanımızda insanlar Ceviz Kabuğu olayını bütün boyutlarıyla yaşadılar. Ve ondan sonra Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13. ve 14. âyetlerine baktıkları zaman bizi gördüler. Hiç kimsenin itiraz etmesinin mümkün olmadığı bir sonuçla, Allahû Tealâ bir risalet ilanı yaptı.
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.
Sevgili kardeşlerim! Biz Allah'ın dostuyuz. Allah'ın dostlarının düşmanı çok olur. Bizim de öyledir herhalde? Ama ne yazar ki sevgili kardeşlerim! Ne diyor Allahû Tealâ? "Bütün dünya düşmanınız olsa Ben yeterim." diyor. Başka bir gruba da bir şey söylüyor: "Bütün dünya dostunuz olsa gene Ben yeterim." diyor. Öyleyse Allah bizimle beraberse düşmanlıklar bir şey ifade etmez.
Herkes için bütün kapılar açıktır. Biz Allah'ın dostuyuz, Allah bizim dostumuz. Ve de bizi dikkatle dinleyip söylediklerimizi Kur'ân'la tahkik edip doğruluğuna inananlar, zaten başka bir taraftan olamazlar. Çünkü bizim dışımızda böyle bir insan yaşamıyor henüz. Allahû Tealâ'nın verdiği o görev (risalet görevi) bizim için hayatımızdan çok daha değerlidir. Hangi şartlar içinde olursak olalım, Allah'ın emirlerini mutlaka yerine getiririz. Neye mâl olursa olsun. Emri doğrudan Allah'tan alırız ve de onu mutlaka, şu fizik vücudumuz uygular. Allah'ın risaleti, bize tebliğinden sonra tasarruf altına girmemiz, yaptığımız herşeyin O'nun tarafından yaptırılması, bizim için şu dünyadaki en büyük onurdur, şereftir. Bizi seçmiş. Bize vermiş risaleti ve "İnsanları mutlu et!" demiş. Bizim söylediklerimizi yapan insanlar için geçerli sözlerimiz.
Biliyorsunuz, bizden evvel insanlar resûlleri nebîlerden daha üstün kabul ederlerdi. Risalet ve nübüvvet, tamamen yanlış bir biçimde insanlar tarafından kabul edilmişti. Nebîlerin resûllerden daha aşağıda olduğu ifade ediliyordu. Allahû Tealâ rütbeleri öğretti bize. "Nebî" kelimesinin karşılığının peygamber olduğunu, ama "resûl" kelimesinin karşılığının peygamber olmadığını, bütün kavimlerde bir tane resûl olduğunu söylüyor Allahû Tealâ.
Dünya üzerinde ne kadar kavim varsa o kavimlerin hepsinde bir resûl mutlak olarak mevcuttur. Bütün bu kavimlerdeki resûllere Allahû Tealâ "kavim resûlleri" diyor. Bunlardan sadece bir tanesi devrin imamı olabilir. Bildiğiniz gibi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz; O, nebîlerin sonuncusuydu. Allahû Tealâ, O'nun bir erkek çocuğun babası olmadığını ve Allah'ın Resûl'ü olduğunu söylüyor:
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) risaletin sahibidir. Ama üstün olan nübüvvettir. Aynı zamanda nübüvvetin sahibidir. Nebîler, biliyorsunuz Kur'ân'daki tarif; kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Onlar nebîdir. Nübüvvet, kendilerine şeriat kitabı verilmiş peygamberleri muhtevasına alır ve her devirde peygamber mevcut değildir.
Hz. İbrâhîm bir peygamberdir. Hz. Musa bir peygamberdir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir peygamberdir. Ama onların yaşadığı bütün devirlerde, bütün kavimlerde resûller yaşadılar. Her kavimde, bir resûl öldüğü zaman yerine mutlaka bir yenisi Allahû Tealâ tarafından tayin edilir. Kıyâmete kadar da böyle olacaktır. Bütün kavimlerde bir resûl, kıyâmete kadar hep var olacaktır. Öldüğü anda yerine bir yenisi asaleten resûllüğe tayin edilecektir. Öyleyse bunlar kimdir?
Bütün kavimlerde mevcut olan her resûl, kavim resûlleridir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), devrinin hem resûlüydü hem de nübüvvetle görevli bir resûldü. Yani risaletin en üstünü, nübüvvet müessesesinin de sahibi olmaktır. Hz. Musa onlardan biridir, Hz. İsa onlardan biridir, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz onlardan biridir. Hiçbir devirde Allahû Tealâ dünyayı en üst seviyede iradeciyle görevli kılmasın; bu mümkün değildir. Her devirde, bir başka ifadeyle bir devrin imamı mutlaka vardır.
Her kavmin resûlü vardır. Bu resûllerden bir tanesi mutlaka devrin imamıdır. Hiçbir kavim, hiçbir devrede resûlsüz bırakılmaz. Hangi kavimde bir resûl ölmüşse, rahmetli olmuşsa onun yerine bir yenisi, görevi yapabilecek seviyede birisi aynı anda tayin edilir Allahû Tealâ tarafından. Bu, Allah'ın seçimidir. Mutlaka lâyık olanı seçer. Bütün bu liyakatin sahiplerini yetiştiren Allah'tır. Bütün insanlar için mutluluğun sağlanması, o resûllerin görevidir. İnsanları, Allah'ın emirlerini yerine getirmeye hangi ölçüde teşvik edebilirlerse, zikrin, çok zikrin, daimî zikrin sahibi olmalarını temin etmeye çalışmalarının neticesinde, insanlara hangi ölçüde tesir edebilmişlerse o ölçüde neticeye ulaşırlar. Ama her zaman şeytan onların karşılarına Allah'ın düşmanlarını çıkaracaktır. İşte onlar, resûllere düşman olanlardır.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ ile kim çarpışabilir ki? Kim O'na karşı durabilir ki? Allah'a karşı savaş verenler, bu savaşı mutlak surette kaybetmek zorunda olanlardır. Elleri mahkûm! Hiç kimseyi aldatamazlar. Sonunda gerçekler mutlaka ortaya çıkar.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ sizlerin mutlu olmasını istiyor. Böyle olduğu için Allah'tan emir alabilen, Allah ile her an temas edebilen, soruları Allah'a ulaştırabilen birileri, bütün devirlerde mutlaka mevcuttur ve onlardan bir tanesi mutlaka devrin imamıdır. Bu imamet müessesesi insanlar tarafından gerçekleştirilemez. İmamı Allah seçer. Seçer, kendisine de tebliğ eder. Soranlara da işaretlerle veya açık bir şekilde ifadesiyle, hacet namazı kılmaları halinde Allah mutlaka gösterir. Öyleyse sonuç çok basit değil mi? Allah'tan sormak, cevabı almak. Acaba neden sormazlar dersiniz? Allah'ın karşısına ve Resûl'ün karşısına çıkanlar, acaba neden hacet namazını kılıp da Allah'tan sormazlar? Arkalarında şeytan var.
Sevgili kardeşlerim! Allah'a karşı savaş veren hiç kimse huzura kavuşamaz. O, bir ömür boyu mutsuz olacaktır. Onlar; Allah'ın karşısında olanlar, kimler oluyor? Şeytanın yanında olanlar oluyor. Öyleyse Allah'a ve Allah'ın Resûl'üne karşı savaş açmış olanlar, en çok onlara acıyorum.
Sevgili kardeşlerim! Bu dünyadaki hayat bir şey mi! 60 sene yaşarsınız, 80 sene yaşarsınız, 100 sene yaşarsınız ama sonra ölür gidersiniz. Bu dünya biter. Ama ya öbür taraf? Orası sonsuzdur. Bu dünyada Allah'ın Resûl'ünü Allahû Tealâ'dan sormak gereğini bile duymaksınız O'na karşı olanlar, acaba Allah'a karşı hesap vermeyeceklerini mi zannediyorlar? Acaba hiç cehennemi gördüler mi? Biz gördük sevgili kardeşlerim. En çok bu açıdan onlara acıyoruz.
Allah için yaşamak varken, başka insanları mutlu ederek mutlu olmak varken neden düşmanlık? Neden kin? Neden iftiralarla Resûl'e saldırmak? İnsanlar kendilerine yazık ediyorlar. Allah'ın bizi bu görevle görevlendirmesinden bu tarafa, hiçbir şey kendi irademizle gerçekleşemezdi, gerçekleşmez de. Yüce Rabbimiz irademizin gerçek sahibidir. O ne yaptırırsa biz onu mutlaka gerçekleştiririz. Allahû Tealâ hamdederiz, şükrederiz ki; sizlerin görmediğinizi görür, bilmediğinizi bilir ve bize mutlaka en doğrusunu yaptırır. Öyleyse Allahû Tealâ ne kadar ömür vermişse Allah'ın tasarrufunda yaşayarak sadece O'nun yaptırdıklarını yaparak hayatımızı tamamlayacağız. Bu konuda hiçbir şeyden en ufak bir endişe duymayız. En önemli olan, Allah'ın tasarrufunda olmanın verdiği o sonsuz mutluluk ve sükûnettir.
Sevgili kardeşlerim! Siz hiç bizim sükûnetimizin bozulduğunu gördünüz mü? Kime karşı öfkelenmişiz? Bize en büyük kötülükleri yapanlara karşı ne söylemişiz? Hayatımıza dikkat edin! Herşeyimiz sizin malumunuzdur. Sizlerin önünde cereyan ediyor olaylar. Hiç öfkelendiğimizi gördünüz mü? Hiç başkalarına kin duyduğumuzu ifade eden bir davranış biçimi, bir ifade? Hiç onlara karşı Allah'a şikâyette bulunduk mu? Bizim yerimize kararları Allah verir ve biz O'nun verdiği kararların bizim için en hayırlı olduğunu %100 bilenlerdeniz. O bizi sever, O bizi muhafaza eder.
Sevgili kardeşlerimiz! Allah'ın sevgisi sizlerin de üzerine olsun! Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R