SOHBETİN ADI: YARENLİK
TARİHİ: 28.11.2009
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hepinizi çok ama çok seviyoruz.
Bizler, dünya üzerinde sevginin hâkim olduğu nadir topluluklardan biriyiz. Bizi birbirimize bağlayan şey, Allah sevgisi. Biliyorsunuz, hoşlanmaktan başlıyor olay. Hoşlanmak, sevmek, âşık olmak ve hayran olmak, 4 ayrı safhayı ifade ediyor. Hoşlanmak, konunun başlangıcı. İnsanlar vardır; sevgili kardeşlerim, ilk defa tanışırsınız, hoşlanmazsınız. Davranış biçimleri ya da fikirleri size ters gelir. Herkes kendi dizaynına göre konuşur. Kendi tabiatının sahip olduğu donelerin ışığı veya karanlığı altında vardır. Allah'ın yolunda ise o bir ışıktır. Ama Allahû Tealâ'nın yoluna girememişse, en azından Allah'a ulaşmayı dilememişse o, karanlık bir dünyada yaşıyor demektir. Orada karanlıklar var, orada huzursuzluk var, orada mutsuzluk var.
İnsanı yaratan Allah'tır ve yarattığı insanın en güzel standartlarda mutlu olması için onu yaratmıştır. İşte insanlara düşen şey, Allah'ın bu mutluluk hedefini gerçekleştirmektir. İç dünyanız bunu ister. Çünkü bu, Allah'ın istediği şeydir. Mutlu olmak ister herkes, huzur içinde yaşamak ister. Ama bunun şartları var. Bu şartların en başında gelen şey, başkalarını sevmektir.
Sevgili kardeşlerim! Sevgisiz bir dünyada hiç kimse mutlu olamaz. Sevgi, kalbin gıdasıdır. Kalp adı verilen sistem, sevgiyi mutlaka muhtevasına alır. Şu dünyada en çok nefret eden insandan, en çok seven insana kadar milyarlarca insan sıraya konulabilir.
Sevgili kardeşlerim! İnsan kendisine bir sorsa: "Ben mutlu mu olmak istiyorum, yoksa mutsuz mu olmak istiyorum?" Böyle bir sualin karşılığında hiç kimse "Ben mutsuz olmak istiyorum." diyemez. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Allahû Tealâ insanları sevgi bazında yaratmış. Birbirini seven bir aile, dünyadaki mutluluğu en güzel yaşayanlardan bir aile olur. Sevgili kardeşlerim! Arkasında ne var diye baktığınızda, mutluluğun arkasında sevginin en büyük boyutta yer aldığı görülür. Mutlu olan ailelere dikkat edin! Ailede herkes birbirini sever. Böyle olan ailelerin yanı başında, birbirinden nefret etmeye kadar giden, birbiriyle her gün kavga eden, birbirini az seven insanların da vücuda getirdiği aile birimlerini göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Bir sualimiz var: Mutlu musunuz? Eğer mutlu değilseniz, kendinizi çek ettiniz mi, kontrol ettiniz mi? Neden mutsuzsunuz ve bu mutsuzlukta ne kadar payınız var? İnsan tabiatı, kendisini mutsuz kılan bütün sebepleri başkalarına mâl etmeye yöneliktir. Sakın siz de onlardan birisi olmayın. Kendinizde arayın kabahati. Olaylar dizisini üst üste tamamladığınız zaman, siz hep başka birinin yaptığı bir olay sebebiyle, ondan pek hoşlanmadığınızı ifade edersiniz ve bunu doğru bir şey olarak kabul edersiniz. Güzel. Buraya kadar güzel. Ama o kişinin size öyle davranmasına, sizi rahatsız eden bir şekilde davranmasına sebebiyet veren şey, sakın sizin ona karşı davranışlarınız, daha evvelki davranışlarınız olmasın? İşte burada durun! Atalarımız ne demişler? "İğneyi kendine batır, ondan sonra çuvaldızı başkasına batırabilirsen batırırsın."
Sevgili kardeşlerim! Hep soruyoruz; sevmek varken, mutlu olmak varken neden nefret? Neden mutsuzluk? Arkasında bütün boyutlarıyla bir mahlûk görünüyor; iblis (şeytan). Gene Allah'ın yarattığı cin taifesinden birisi. İnsanları da yaratan Allah, cinleri de yaratan Allah.
Allahû Tealâ insanları da cinleri de mutlu olsunlar diye yarattı. Hedefi bu. Ama bu yaratılış standardının muhtevasında, Allahû Tealâ'nın insanları ve cinleri serbest iradeyle vücuda getirmesi söz konusu. Kararlarını kendileri verecekler, davranışlarını diledikleri biçimde gerçekleştirecekler ve yaptıklarından, bu sebeple kendi iradeleriyle hareket etmeleri sebebiyle mes'ûl olacaklar, mes'ûliyeti taşıyacaklar omuzlarında. Bu mes'ûliyet, bir insanı sonsuz mutluluklara götürebilen bir mes'ûliyet olur. Eğer bir insan nefsini tezkiye etmişse, daha sonra da tasfiye etmişse, nefsindeki bütün afetler yok olmuşsa, onlar düşmanlarına da iyi davranan insanlar olacaktır. Onların kendilerine çok zarar vermelerine rağmen bile kötü davranışlarına mukabele etmeyeceklerdir.
Nefs, rahat rahat herkese kötülük edebilir. Bunu isteyebilir. Nefrette intikam hissi vardır. İntikam almaya çalışır. Eğer sevgi boyutları o kişiyi kaplamışsa üst standartlarda, o zaman o kişi kendisine düşman olan, ona en büyük kötülükleri yapan insanları da nefrete asla ulaşmadan, belki daha az, çok daha az sevecek ama sevecektir, nefret etmeyecektir.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlar mutlu olmak isterler. Bunun için yaşarlar. Huzur içinde bir dünya hayatını gerçekleştirmek temel hedefleridir. Dikkat edin ki; şeytan sadece nefsinizin afetlerini kullanabilir. Kim daimî zikre ulaşırsa o, nefsinin bütün afetlerini yok edebilen birisidir. O zaman nefsinde afet kalmamıştır. Afet kalmamışsa başkalarına kötülük edebilecek bir talebi hiçbir zaman o kişi gerçekleştirmeyecektir. Hiçbir zaman böyle bir istek duymayacaktır. Ona kötülük edilebilir. O, kendisine kötülük edenlere de kötülük edemez. Ona hakarette bulunabilirler, iftirada bulunabilirler. Ama o, bunlara önem vermez. Onlara, onların seviyesinde bir davranışla asla mukabele etmez. Onlarla bir alışverişi yoktur. Onlara düşman olması mümkün değildir.
İnsanlar, iki taraftan birine ister istemez tâbî olurlar. Ya Allah'ın tarafındadırlar ya da Allah'ın tarafında olamamışlarsa, şeytanın tarafındadırlar. Bir başka ifadeyle, aldıkları ilham Allah'tandır veya şeytandandır. Allah'tan ilham alanlar, Allah'tan vahiy alanlar, onlar başkalarının kötülüğü istikametinde, bulundukları seviyeye göre daha az, daha az bir davranış biçiminin sahipleridir. Daimî zikre ulaştıktan sonra ise, artık bu mümkün değildir. Onlar başkalarına bir kötülük yapamazlar. Ruhlarını, vechlerini ve nefslerini Allah'a teslim ettikten sonra en üst safhada iradelerini de Allah'a teslim etmişlerdir. O zaman kendilerine kötülük yapanlara aynı standartta bir davranışla cevap vermeleri hiçbir zaman mümkün değildir. Onlar Allah'ın kontrolündedirler. Allah'ın yönetimindedirler. Sevmeyi öğrenmişlerdir. Hayatları bu dairenin içindedir. Onlar nefslerinde hiç afet kalmadığı zaman nefret dairesini tamamen terk ederler. Onların hayatları artık sadece sevgi dairesi içinde geçer. Başkaları mı? Onlara kızabilir, onlardan nefret edebilir. Ama onlar kendilerine kızanlardan, kendilerinden nefret edenlerden nefret etmezler, onlardan intikam almayı düşünmezler. Onların kin, nefret, düşmanlık konularındaki negatif hassalarını, Allah sevgiye dönüştürmüştür. Ve onlar huzur içinde yaşayacak olanlardır.
Sevgili kardeşlerim! İsteseniz de istemeseniz de her saniye hayatınız devamlı olarak azalıyor. Her geçen dakika, hayatınızın geçmiş olan bir dakikasıdır. Allah'ın tayin ettiği süreç içinde yaşayabilirsiniz. O süreç tamamlandığı zaman herkes gibi bütün insanlar ölecektir. Eskilerden güzel bir söz: "Bâki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş." Yani bu dünya, gök kubbenin altında bir yaşam yeridir. Bu kubbe deyince, gök kubbeyi yani gökleri kastediyor şair. "Bir hoş seda" geçmişi düşündüğü zaman oradaki konuşmalar. İşte onları bir hoş seda olarak yaşamak, geleceğe götürebileceğiniz güzel bir şeyleri vücuda getirmek, huzur içinde yaşamak, mutlu olmaktır. Mutlu olmakla nefsin afetlerinin yok olması arasında tam bir ilişki söz konusudur. Afetlerinizin yok olması...
Sevgili kardeşlerim! Herşey öylesine güzel ki! Allah'ı tanırsınız, O'ndan hoşlanırsınız, sonra O'nu seversiniz. Ama önemli olan son safhadır. Son safha, Allah'a karşı hayranlık duyulur. Son safhada duyduğunuz şey, Allah'a karşı duyduğunuz şey hayranlıktır. Başka insanlara gelince, onlardan önce hoşlanırsınız, sonra seversiniz Allah'ın yolunda. Allah hepinizi mutlak olarak sever. İster ki; hep en güzel davranışlarla davranın. Hep içinizde Allah'ın sesi çınlar. İnsanların yaptığı bütün kötülüklerde mutlaka Allah onlara içlerindeki sesle yapmamaları gerektiğini belirtecektir.
Sevgili kardeşlerim! İnsan öyle bir mahlûktur ki; başkalarına yardım ettikçe, onları mutlu ettikçe kendisi daha çok mutlu olur, huzuru yaşar, saadeti yaşar. Neden? Hep etrafınızda insanlar vardır. Herbirine verdiğiniz mutluluğun aynını Allah da size yaşatır. Hatta 2 katını da yaşattığı olur. Ama etrafınızdaki herkese karşı en güzel davranışlarda bulunursanız hepsinin mutluluğundan pay alacağınız cihetle, mutluluğunuz çok üst derecelere çıkar.
Sevgili kardeşlerim! Neden mutsuz olasınız ki? Neden başkalarına kötülük edip sonra vicdan azabı duyasınız ki? Tam aksine, insanları sevindirin. İnsanları mutlu etmeye çalışın. Onların mutluluğunun, herbirinin mutluluğunun eşitini Allah da size yaşatsın. Ne kadar çok insana ne kadar çok mutluluk verebilirseniz Allah da size onlara verdiğiniz mutluluğu yaşatacaktır.
Sevgili kardeşlerim! Bu dünya, ne yaparsanız yapın, belli süre yaşayabileceğiniz bir dünyadır. 100 sene yaşayın, 150 sene yaşayın ama sonunda öleceksiniz. Ölüm, mutlaka gelip sizi bulacak. O zaman hesaba çekildiğinizi göreceksiniz. O hesapta aklanmak da var, o hesapta kara bir tablonun oluşması da söz konusu olabilir. Kimin günahları sevaplarından fazlaysa onlar için gidilecek yer cehennemdir. Kimin sevapları günahlarından çoksa onlar da mutlaka Allah'ın cennetine girerler.
Sevgili kardeşlerim! Eğer severseniz, kötülük edemezsiniz. Severseniz, siz dünyada mutlu bir hayat yaşarsınız. Huzur içinde bir dünya hayatı...
İşte insanlar; nefslerinin afetlerine dayalı davranışlarla başkalarına zarar verirler, onları rencide ederler, onları üzerler, huzursuz kılarlar ama Allah da onlara huzursuzluğu yaşatır. Huzursuzluk veren, Allahû Tealâ tarafından huzursuzlukla cezalandırılır. Kime kim kötülük etmişse bedelini hemen arkasından ödemek mecburiyetindedir. Bir vicdan azabı onu saracaktır. Bir başka ifadeyle, Allahû Tealâ bütün olayların hemen arkasından o olayın bedelini kişiye ödetir. Allah için yaşayan insanlar, başka insanları sevenlerdir. Onların üzülmelerine gönülleri razı olmayanlardır. Eğer birisini üzerlerse bundan kendileri de üzüntü duyarlar.
Sevgili kardeşlerim! Sevmeyi en güzel standartlarda yaşamalısınız. Allah'ın sizi insan olarak yaratmaktaki gayesinin, bütün insanlara hizmet olduğunu unutmamalısınız. Ne demek istiyoruz? Siz başka insanlara hizmet ettiğiniz zaman, yardım ettiğiniz zaman onlar bundan mutluluk duyarlar. Ama siz de onların duyduğu mutluluğun aynını, Allah'ın size yaşatmasıyla yaşarsınız. İç dünyanızda, farkına bile varmadan bir huzurun, bir mutluluğun gelip sizi yakaladığını göreceksiniz. Başkasına her mutluluk verdiğiniz an, bunu siz de mutlaka yaşarsınız. Bunun bir gerçek olduğunu kendinize ispat ettiğiniz noktadan itibaren, siz artık mutlu olmak isteyen birisi olacaksınız. Bunun yolununsa başkalarını mutlu etmek olduğunu öğreneceksiniz. O zaman dünyada düşmanınız kalmayacak. Yani sizin düşman olarak kabul ettiğiniz kimse kalmayacak. Ne demek? Onlar size düşmanca davranabilirler ama siz onları düşman olarak o zaman göremezsiniz. Nefsinizin kalbindeki bütün afetler yok olduktan sonra size düşmanlık edenlere sadece acırsınız. Onların cehennemde çekecekleri size gösterilir. O zaman onlara gerçek anlamda acırsınız sevgili kardeşlerim. Ne yazık ki; onları değiştirmek, onları güzele sevk etmek, onların da sizin gibi başkalarına mutluluk veren insanlar olmasını sağlamak sizin elinizde olmayacaktır.
Hiçbir zaman başka insanlara hükmedemezsiniz. Gayretleriniz, onları ikna yoluyla olabilir sadece. Kim bir başkasına güzel bir davranışla davranırsa, ondan da güzel bir davranışın geri dönmesi, eşyanın tabiatına uygun olan sonuçtur. Öyleyse sizin güzel davranışlarınız, başkalarına mutluluk ulaştıran davranışlarınız, başkaları için mutluluk kaynağıdır. Karşılığında onlar da size mutluluk verecek davranışlarda bulunacaklardır. O zaman Allahû Tealâ'nın neden başkalarına güzel davranışlarda bulunmanız lâzımgeldiği konusundaki emirleri verdiğini, daha üst seviyede bir yaşantıyla idrak edeceksiniz. Sizin için mutluluk ve huzur kaynağı olacak.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sevmeyi yaşamalısınız. Sevmek, hepiniz için en güzel duygudur. Sevilmeyi satın almak isteyen herkes, bunun bedeli olan sevmeyi ödemelidir. Nasıl çarşıya pazara çıktığınız zaman parayı verirsiniz, karşılığında da ihtiyacınız olan şeyi satın alırsınız; işte tıpkı bunun gibi. Sevginin bedeli sevgidir. Severseniz, bu zaten davranışlarınızdan açık bir şekilde belli olur. Nefret de öyledir.
İşte Allahû Tealâ'nın hepinize emrettiği, tasavvuf mensuplarına emrettiği şey, sizden nefret edenleri de sevebilmenizdir. O zaman onlara kızamazsınız sevgili kardeşlerim. O zaman onlara sadece acırsınız. Sadece bu dünyada yaşadıklarını ve hayatlarının bu dünyada biteceğini düşünen insanlardır onlar. Ama sonsuz bir cennet hayatı veya bir cehennem hayatı, sizin bir tek dileğinize bakar. Allah'a ulaşmayı dilerseniz, gerçek anlamda bir dilek sizi mutlaka cennet saadetine ulaştırır. Bu dilek sizi mürşidinize tâbiiyete götürür. Tâbiiyetle beraber nefs tezkiyesi başlar. Nefsiniz tezkiye olana kadar yani %51 nurla dolana kadar Allah sizi boş bırakmaz. O gerçekleştirir bunu. Gayesi nedir? Başlangıçtaki sıfır noktaya sizi tekrar ulaştırmak. Başlangıçtaki sıfır nokta neydi? Nefsinizin kalbi %100 afetlerle doluydu. Negatif 100. Ruhunuzun kalbi ise %100 hasletlerle doluydu. Pozitif 100. 100 ve 100; biri negatif biri pozitif olarak terazinin sağ ve sol taraflarını temsil eder. Netice sıfırdır. Denge sağlanmıştır. Biri aşağıda biri yukarıda değildir. İkisi aynı hizadadır. 100'e karşılık 100. Bunu 90'a karşı 110 yaparsanız taraflardan birinin ağır geldiğini, diğerinin yukarıda kaldığını göreceksiniz terazide.
Allahû Tealâ insana ruhundan üfürüyor; %100 haslet. Nefsi de bir vücut olarak ona veriyor; %100 afet. %100 afete mukabil %100 haslet dengeyi sağlıyor. Ama Allahû Tealâ böyle bırakmıyor ki sizi. Diyor ki: "Size verdiğim ruh var ya, o emanettir. O emaneti Bana ulaştırmakla mükellefsiniz." Kim o emaneti Allah'a ulaştırırsa o zaman onda pozitif bir değer kalmıyor. İşte bunu sağlamayı, Allahû Tealâ başka bir dengeyi kurmakla oluşturuyor. 7 tane gök katı boyunca %7'lik nur birikimleriyle (7x7=49) nefsinizin kalbi fazıllarla dolacaktır. Ve başlangıçta aldığınız %2 rahmet birikimiyle de nefsinizin kalbindeki nurlar %51'e ulaşır.
Ruhunuzu Allah'a Allah ulaştırır. O noktaya kadar nefsinizin kalbine bu nurları yerleştiren de Allah'tır. Size zikri bir sevgi halesi içinde yaşatır. Zikri isteyerek, bilerek, severek yaparsınız. Ta ki, ruhunuz Allahû Tealâ'ya ulaşsın. Ve o noktada %2+%7x7=%49 nur birikimi, nefsinizin kalbinde %51 nurun husule gelmesini ve yerleşmesini sağlar.
Başlangıçta neydi nefsinizin kalbi? %100 afetti, kapkaranlıktı. Şimdi yarıdan biraz daha fazla aydınlanmış oldu. Bu dengeyi sağlamaktan muradı ne Allahû Tealâ'nın? Çünkü O, başlangıçta size o dengenin aynını vermişti. Nefsinizin kalbi %100 afetle doluydu ama ruhunuzun kalbi de hasletle doluydu. Gene 100'e karşı 100'lük bir denge ya da 50'ye karşı 50'lik bir denge söz konusuydu. Toplamı 100 ediyordu.
Öyleyse başlangıçtaki dengeyi, teraziyi, adalet terazisini nefsinizin afetlerine karşı hasletler vermekle sağlayan Allah, sizin de ruhunuzu Allah'a göndermenizden sonra geriye kalan nefsinizin afetlerinin %51'e ulaşmasına kadar geçen devrede O, bunları gerçekleştirir. Sizi aynı dengeye kısa bir zaman içerisinde mutlaka ulaştırır. Eğer gerçekten Allah'a ulaşmayı dilemişseniz ruhunuz Allah'a ulaşıncaya kadar nefsinizin kalbi, başlangıçtaki %2 nurla beraber ruhunuzun gök katlarında yükselmesi boyunca %7 %7 devamlı artacaktır. İşte böyle bir sonuç. Neticede %51 nura karşılık (49 + 2: %51 eder) geriye %49 kalır. Nefsinizin kalbi %49 afetlerle dolu, %49 afetlere karşılık (%49 + %2) yani %51 nur. İşte aynı denge bir defa daha sağlanmıştır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sizlere doyum olmaz. Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Bir sohbetin daha sonuna ulaştık. Sizlere olan sevgimizin boyutunu sözlerimizden anlıyorsunuz. Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allahû Tealâ'nın hepinize sonsuz mutluluklar ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R
TARİHİ: 28.11.2009
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hepinizi çok ama çok seviyoruz.
Bizler, dünya üzerinde sevginin hâkim olduğu nadir topluluklardan biriyiz. Bizi birbirimize bağlayan şey, Allah sevgisi. Biliyorsunuz, hoşlanmaktan başlıyor olay. Hoşlanmak, sevmek, âşık olmak ve hayran olmak, 4 ayrı safhayı ifade ediyor. Hoşlanmak, konunun başlangıcı. İnsanlar vardır; sevgili kardeşlerim, ilk defa tanışırsınız, hoşlanmazsınız. Davranış biçimleri ya da fikirleri size ters gelir. Herkes kendi dizaynına göre konuşur. Kendi tabiatının sahip olduğu donelerin ışığı veya karanlığı altında vardır. Allah'ın yolunda ise o bir ışıktır. Ama Allahû Tealâ'nın yoluna girememişse, en azından Allah'a ulaşmayı dilememişse o, karanlık bir dünyada yaşıyor demektir. Orada karanlıklar var, orada huzursuzluk var, orada mutsuzluk var.
İnsanı yaratan Allah'tır ve yarattığı insanın en güzel standartlarda mutlu olması için onu yaratmıştır. İşte insanlara düşen şey, Allah'ın bu mutluluk hedefini gerçekleştirmektir. İç dünyanız bunu ister. Çünkü bu, Allah'ın istediği şeydir. Mutlu olmak ister herkes, huzur içinde yaşamak ister. Ama bunun şartları var. Bu şartların en başında gelen şey, başkalarını sevmektir.
Sevgili kardeşlerim! Sevgisiz bir dünyada hiç kimse mutlu olamaz. Sevgi, kalbin gıdasıdır. Kalp adı verilen sistem, sevgiyi mutlaka muhtevasına alır. Şu dünyada en çok nefret eden insandan, en çok seven insana kadar milyarlarca insan sıraya konulabilir.
Sevgili kardeşlerim! İnsan kendisine bir sorsa: "Ben mutlu mu olmak istiyorum, yoksa mutsuz mu olmak istiyorum?" Böyle bir sualin karşılığında hiç kimse "Ben mutsuz olmak istiyorum." diyemez. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Allahû Tealâ insanları sevgi bazında yaratmış. Birbirini seven bir aile, dünyadaki mutluluğu en güzel yaşayanlardan bir aile olur. Sevgili kardeşlerim! Arkasında ne var diye baktığınızda, mutluluğun arkasında sevginin en büyük boyutta yer aldığı görülür. Mutlu olan ailelere dikkat edin! Ailede herkes birbirini sever. Böyle olan ailelerin yanı başında, birbirinden nefret etmeye kadar giden, birbiriyle her gün kavga eden, birbirini az seven insanların da vücuda getirdiği aile birimlerini göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Bir sualimiz var: Mutlu musunuz? Eğer mutlu değilseniz, kendinizi çek ettiniz mi, kontrol ettiniz mi? Neden mutsuzsunuz ve bu mutsuzlukta ne kadar payınız var? İnsan tabiatı, kendisini mutsuz kılan bütün sebepleri başkalarına mâl etmeye yöneliktir. Sakın siz de onlardan birisi olmayın. Kendinizde arayın kabahati. Olaylar dizisini üst üste tamamladığınız zaman, siz hep başka birinin yaptığı bir olay sebebiyle, ondan pek hoşlanmadığınızı ifade edersiniz ve bunu doğru bir şey olarak kabul edersiniz. Güzel. Buraya kadar güzel. Ama o kişinin size öyle davranmasına, sizi rahatsız eden bir şekilde davranmasına sebebiyet veren şey, sakın sizin ona karşı davranışlarınız, daha evvelki davranışlarınız olmasın? İşte burada durun! Atalarımız ne demişler? "İğneyi kendine batır, ondan sonra çuvaldızı başkasına batırabilirsen batırırsın."
Sevgili kardeşlerim! Hep soruyoruz; sevmek varken, mutlu olmak varken neden nefret? Neden mutsuzluk? Arkasında bütün boyutlarıyla bir mahlûk görünüyor; iblis (şeytan). Gene Allah'ın yarattığı cin taifesinden birisi. İnsanları da yaratan Allah, cinleri de yaratan Allah.
Allahû Tealâ insanları da cinleri de mutlu olsunlar diye yarattı. Hedefi bu. Ama bu yaratılış standardının muhtevasında, Allahû Tealâ'nın insanları ve cinleri serbest iradeyle vücuda getirmesi söz konusu. Kararlarını kendileri verecekler, davranışlarını diledikleri biçimde gerçekleştirecekler ve yaptıklarından, bu sebeple kendi iradeleriyle hareket etmeleri sebebiyle mes'ûl olacaklar, mes'ûliyeti taşıyacaklar omuzlarında. Bu mes'ûliyet, bir insanı sonsuz mutluluklara götürebilen bir mes'ûliyet olur. Eğer bir insan nefsini tezkiye etmişse, daha sonra da tasfiye etmişse, nefsindeki bütün afetler yok olmuşsa, onlar düşmanlarına da iyi davranan insanlar olacaktır. Onların kendilerine çok zarar vermelerine rağmen bile kötü davranışlarına mukabele etmeyeceklerdir.
Nefs, rahat rahat herkese kötülük edebilir. Bunu isteyebilir. Nefrette intikam hissi vardır. İntikam almaya çalışır. Eğer sevgi boyutları o kişiyi kaplamışsa üst standartlarda, o zaman o kişi kendisine düşman olan, ona en büyük kötülükleri yapan insanları da nefrete asla ulaşmadan, belki daha az, çok daha az sevecek ama sevecektir, nefret etmeyecektir.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlar mutlu olmak isterler. Bunun için yaşarlar. Huzur içinde bir dünya hayatını gerçekleştirmek temel hedefleridir. Dikkat edin ki; şeytan sadece nefsinizin afetlerini kullanabilir. Kim daimî zikre ulaşırsa o, nefsinin bütün afetlerini yok edebilen birisidir. O zaman nefsinde afet kalmamıştır. Afet kalmamışsa başkalarına kötülük edebilecek bir talebi hiçbir zaman o kişi gerçekleştirmeyecektir. Hiçbir zaman böyle bir istek duymayacaktır. Ona kötülük edilebilir. O, kendisine kötülük edenlere de kötülük edemez. Ona hakarette bulunabilirler, iftirada bulunabilirler. Ama o, bunlara önem vermez. Onlara, onların seviyesinde bir davranışla asla mukabele etmez. Onlarla bir alışverişi yoktur. Onlara düşman olması mümkün değildir.
İnsanlar, iki taraftan birine ister istemez tâbî olurlar. Ya Allah'ın tarafındadırlar ya da Allah'ın tarafında olamamışlarsa, şeytanın tarafındadırlar. Bir başka ifadeyle, aldıkları ilham Allah'tandır veya şeytandandır. Allah'tan ilham alanlar, Allah'tan vahiy alanlar, onlar başkalarının kötülüğü istikametinde, bulundukları seviyeye göre daha az, daha az bir davranış biçiminin sahipleridir. Daimî zikre ulaştıktan sonra ise, artık bu mümkün değildir. Onlar başkalarına bir kötülük yapamazlar. Ruhlarını, vechlerini ve nefslerini Allah'a teslim ettikten sonra en üst safhada iradelerini de Allah'a teslim etmişlerdir. O zaman kendilerine kötülük yapanlara aynı standartta bir davranışla cevap vermeleri hiçbir zaman mümkün değildir. Onlar Allah'ın kontrolündedirler. Allah'ın yönetimindedirler. Sevmeyi öğrenmişlerdir. Hayatları bu dairenin içindedir. Onlar nefslerinde hiç afet kalmadığı zaman nefret dairesini tamamen terk ederler. Onların hayatları artık sadece sevgi dairesi içinde geçer. Başkaları mı? Onlara kızabilir, onlardan nefret edebilir. Ama onlar kendilerine kızanlardan, kendilerinden nefret edenlerden nefret etmezler, onlardan intikam almayı düşünmezler. Onların kin, nefret, düşmanlık konularındaki negatif hassalarını, Allah sevgiye dönüştürmüştür. Ve onlar huzur içinde yaşayacak olanlardır.
Sevgili kardeşlerim! İsteseniz de istemeseniz de her saniye hayatınız devamlı olarak azalıyor. Her geçen dakika, hayatınızın geçmiş olan bir dakikasıdır. Allah'ın tayin ettiği süreç içinde yaşayabilirsiniz. O süreç tamamlandığı zaman herkes gibi bütün insanlar ölecektir. Eskilerden güzel bir söz: "Bâki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş." Yani bu dünya, gök kubbenin altında bir yaşam yeridir. Bu kubbe deyince, gök kubbeyi yani gökleri kastediyor şair. "Bir hoş seda" geçmişi düşündüğü zaman oradaki konuşmalar. İşte onları bir hoş seda olarak yaşamak, geleceğe götürebileceğiniz güzel bir şeyleri vücuda getirmek, huzur içinde yaşamak, mutlu olmaktır. Mutlu olmakla nefsin afetlerinin yok olması arasında tam bir ilişki söz konusudur. Afetlerinizin yok olması...
Sevgili kardeşlerim! Herşey öylesine güzel ki! Allah'ı tanırsınız, O'ndan hoşlanırsınız, sonra O'nu seversiniz. Ama önemli olan son safhadır. Son safha, Allah'a karşı hayranlık duyulur. Son safhada duyduğunuz şey, Allah'a karşı duyduğunuz şey hayranlıktır. Başka insanlara gelince, onlardan önce hoşlanırsınız, sonra seversiniz Allah'ın yolunda. Allah hepinizi mutlak olarak sever. İster ki; hep en güzel davranışlarla davranın. Hep içinizde Allah'ın sesi çınlar. İnsanların yaptığı bütün kötülüklerde mutlaka Allah onlara içlerindeki sesle yapmamaları gerektiğini belirtecektir.
Sevgili kardeşlerim! İnsan öyle bir mahlûktur ki; başkalarına yardım ettikçe, onları mutlu ettikçe kendisi daha çok mutlu olur, huzuru yaşar, saadeti yaşar. Neden? Hep etrafınızda insanlar vardır. Herbirine verdiğiniz mutluluğun aynını Allah da size yaşatır. Hatta 2 katını da yaşattığı olur. Ama etrafınızdaki herkese karşı en güzel davranışlarda bulunursanız hepsinin mutluluğundan pay alacağınız cihetle, mutluluğunuz çok üst derecelere çıkar.
Sevgili kardeşlerim! Neden mutsuz olasınız ki? Neden başkalarına kötülük edip sonra vicdan azabı duyasınız ki? Tam aksine, insanları sevindirin. İnsanları mutlu etmeye çalışın. Onların mutluluğunun, herbirinin mutluluğunun eşitini Allah da size yaşatsın. Ne kadar çok insana ne kadar çok mutluluk verebilirseniz Allah da size onlara verdiğiniz mutluluğu yaşatacaktır.
Sevgili kardeşlerim! Bu dünya, ne yaparsanız yapın, belli süre yaşayabileceğiniz bir dünyadır. 100 sene yaşayın, 150 sene yaşayın ama sonunda öleceksiniz. Ölüm, mutlaka gelip sizi bulacak. O zaman hesaba çekildiğinizi göreceksiniz. O hesapta aklanmak da var, o hesapta kara bir tablonun oluşması da söz konusu olabilir. Kimin günahları sevaplarından fazlaysa onlar için gidilecek yer cehennemdir. Kimin sevapları günahlarından çoksa onlar da mutlaka Allah'ın cennetine girerler.
Sevgili kardeşlerim! Eğer severseniz, kötülük edemezsiniz. Severseniz, siz dünyada mutlu bir hayat yaşarsınız. Huzur içinde bir dünya hayatı...
İşte insanlar; nefslerinin afetlerine dayalı davranışlarla başkalarına zarar verirler, onları rencide ederler, onları üzerler, huzursuz kılarlar ama Allah da onlara huzursuzluğu yaşatır. Huzursuzluk veren, Allahû Tealâ tarafından huzursuzlukla cezalandırılır. Kime kim kötülük etmişse bedelini hemen arkasından ödemek mecburiyetindedir. Bir vicdan azabı onu saracaktır. Bir başka ifadeyle, Allahû Tealâ bütün olayların hemen arkasından o olayın bedelini kişiye ödetir. Allah için yaşayan insanlar, başka insanları sevenlerdir. Onların üzülmelerine gönülleri razı olmayanlardır. Eğer birisini üzerlerse bundan kendileri de üzüntü duyarlar.
Sevgili kardeşlerim! Sevmeyi en güzel standartlarda yaşamalısınız. Allah'ın sizi insan olarak yaratmaktaki gayesinin, bütün insanlara hizmet olduğunu unutmamalısınız. Ne demek istiyoruz? Siz başka insanlara hizmet ettiğiniz zaman, yardım ettiğiniz zaman onlar bundan mutluluk duyarlar. Ama siz de onların duyduğu mutluluğun aynını, Allah'ın size yaşatmasıyla yaşarsınız. İç dünyanızda, farkına bile varmadan bir huzurun, bir mutluluğun gelip sizi yakaladığını göreceksiniz. Başkasına her mutluluk verdiğiniz an, bunu siz de mutlaka yaşarsınız. Bunun bir gerçek olduğunu kendinize ispat ettiğiniz noktadan itibaren, siz artık mutlu olmak isteyen birisi olacaksınız. Bunun yolununsa başkalarını mutlu etmek olduğunu öğreneceksiniz. O zaman dünyada düşmanınız kalmayacak. Yani sizin düşman olarak kabul ettiğiniz kimse kalmayacak. Ne demek? Onlar size düşmanca davranabilirler ama siz onları düşman olarak o zaman göremezsiniz. Nefsinizin kalbindeki bütün afetler yok olduktan sonra size düşmanlık edenlere sadece acırsınız. Onların cehennemde çekecekleri size gösterilir. O zaman onlara gerçek anlamda acırsınız sevgili kardeşlerim. Ne yazık ki; onları değiştirmek, onları güzele sevk etmek, onların da sizin gibi başkalarına mutluluk veren insanlar olmasını sağlamak sizin elinizde olmayacaktır.
Hiçbir zaman başka insanlara hükmedemezsiniz. Gayretleriniz, onları ikna yoluyla olabilir sadece. Kim bir başkasına güzel bir davranışla davranırsa, ondan da güzel bir davranışın geri dönmesi, eşyanın tabiatına uygun olan sonuçtur. Öyleyse sizin güzel davranışlarınız, başkalarına mutluluk ulaştıran davranışlarınız, başkaları için mutluluk kaynağıdır. Karşılığında onlar da size mutluluk verecek davranışlarda bulunacaklardır. O zaman Allahû Tealâ'nın neden başkalarına güzel davranışlarda bulunmanız lâzımgeldiği konusundaki emirleri verdiğini, daha üst seviyede bir yaşantıyla idrak edeceksiniz. Sizin için mutluluk ve huzur kaynağı olacak.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sevmeyi yaşamalısınız. Sevmek, hepiniz için en güzel duygudur. Sevilmeyi satın almak isteyen herkes, bunun bedeli olan sevmeyi ödemelidir. Nasıl çarşıya pazara çıktığınız zaman parayı verirsiniz, karşılığında da ihtiyacınız olan şeyi satın alırsınız; işte tıpkı bunun gibi. Sevginin bedeli sevgidir. Severseniz, bu zaten davranışlarınızdan açık bir şekilde belli olur. Nefret de öyledir.
İşte Allahû Tealâ'nın hepinize emrettiği, tasavvuf mensuplarına emrettiği şey, sizden nefret edenleri de sevebilmenizdir. O zaman onlara kızamazsınız sevgili kardeşlerim. O zaman onlara sadece acırsınız. Sadece bu dünyada yaşadıklarını ve hayatlarının bu dünyada biteceğini düşünen insanlardır onlar. Ama sonsuz bir cennet hayatı veya bir cehennem hayatı, sizin bir tek dileğinize bakar. Allah'a ulaşmayı dilerseniz, gerçek anlamda bir dilek sizi mutlaka cennet saadetine ulaştırır. Bu dilek sizi mürşidinize tâbiiyete götürür. Tâbiiyetle beraber nefs tezkiyesi başlar. Nefsiniz tezkiye olana kadar yani %51 nurla dolana kadar Allah sizi boş bırakmaz. O gerçekleştirir bunu. Gayesi nedir? Başlangıçtaki sıfır noktaya sizi tekrar ulaştırmak. Başlangıçtaki sıfır nokta neydi? Nefsinizin kalbi %100 afetlerle doluydu. Negatif 100. Ruhunuzun kalbi ise %100 hasletlerle doluydu. Pozitif 100. 100 ve 100; biri negatif biri pozitif olarak terazinin sağ ve sol taraflarını temsil eder. Netice sıfırdır. Denge sağlanmıştır. Biri aşağıda biri yukarıda değildir. İkisi aynı hizadadır. 100'e karşılık 100. Bunu 90'a karşı 110 yaparsanız taraflardan birinin ağır geldiğini, diğerinin yukarıda kaldığını göreceksiniz terazide.
Allahû Tealâ insana ruhundan üfürüyor; %100 haslet. Nefsi de bir vücut olarak ona veriyor; %100 afet. %100 afete mukabil %100 haslet dengeyi sağlıyor. Ama Allahû Tealâ böyle bırakmıyor ki sizi. Diyor ki: "Size verdiğim ruh var ya, o emanettir. O emaneti Bana ulaştırmakla mükellefsiniz." Kim o emaneti Allah'a ulaştırırsa o zaman onda pozitif bir değer kalmıyor. İşte bunu sağlamayı, Allahû Tealâ başka bir dengeyi kurmakla oluşturuyor. 7 tane gök katı boyunca %7'lik nur birikimleriyle (7x7=49) nefsinizin kalbi fazıllarla dolacaktır. Ve başlangıçta aldığınız %2 rahmet birikimiyle de nefsinizin kalbindeki nurlar %51'e ulaşır.
Ruhunuzu Allah'a Allah ulaştırır. O noktaya kadar nefsinizin kalbine bu nurları yerleştiren de Allah'tır. Size zikri bir sevgi halesi içinde yaşatır. Zikri isteyerek, bilerek, severek yaparsınız. Ta ki, ruhunuz Allahû Tealâ'ya ulaşsın. Ve o noktada %2+%7x7=%49 nur birikimi, nefsinizin kalbinde %51 nurun husule gelmesini ve yerleşmesini sağlar.
Başlangıçta neydi nefsinizin kalbi? %100 afetti, kapkaranlıktı. Şimdi yarıdan biraz daha fazla aydınlanmış oldu. Bu dengeyi sağlamaktan muradı ne Allahû Tealâ'nın? Çünkü O, başlangıçta size o dengenin aynını vermişti. Nefsinizin kalbi %100 afetle doluydu ama ruhunuzun kalbi de hasletle doluydu. Gene 100'e karşı 100'lük bir denge ya da 50'ye karşı 50'lik bir denge söz konusuydu. Toplamı 100 ediyordu.
Öyleyse başlangıçtaki dengeyi, teraziyi, adalet terazisini nefsinizin afetlerine karşı hasletler vermekle sağlayan Allah, sizin de ruhunuzu Allah'a göndermenizden sonra geriye kalan nefsinizin afetlerinin %51'e ulaşmasına kadar geçen devrede O, bunları gerçekleştirir. Sizi aynı dengeye kısa bir zaman içerisinde mutlaka ulaştırır. Eğer gerçekten Allah'a ulaşmayı dilemişseniz ruhunuz Allah'a ulaşıncaya kadar nefsinizin kalbi, başlangıçtaki %2 nurla beraber ruhunuzun gök katlarında yükselmesi boyunca %7 %7 devamlı artacaktır. İşte böyle bir sonuç. Neticede %51 nura karşılık (49 + 2: %51 eder) geriye %49 kalır. Nefsinizin kalbi %49 afetlerle dolu, %49 afetlere karşılık (%49 + %2) yani %51 nur. İşte aynı denge bir defa daha sağlanmıştır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sizlere doyum olmaz. Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Bir sohbetin daha sonuna ulaştık. Sizlere olan sevgimizin boyutunu sözlerimizden anlıyorsunuz. Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allahû Tealâ'nın hepinize sonsuz mutluluklar ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R