}
Allah'a Ulaşmayı Dilemek 06.09.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 112804

 

 

SOHBETİN ADI: ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
TARİHİ: 06.09.2008

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Allah’a ulaşmayı dilemek.

Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan hiçbir zaman Kur’ân’ı yaşayamaz. O, dilemediği sürece tüm problemlerin etrafında halka teşkil ettiği bir açmazın içinde kalacaktır. Allahû Tealâ bize Allah’a ulaşmayı dilemeyi öğretmeseydi, bütün insanların her açıdan İslâm’ın 5 şartına endekslenmiş olarak gideceği yer mutlaka cehennem olacaktı.

Sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemek neden önemli? Çünkü Allahû Tealâ bütün insanlara bir emanet vermiş, ruh adı verilen bir emanet. Bu emaneti Allahû Tealâ, Kendisine ulaştırmamızı istiyor, Allah’a iade etmemizi ve teslim etmemizi istiyor.

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


Diyor ki Allahû Tealâ: “innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah, emanetleri, ehline yani onların sahibine teslim etmenizi emreder.”

İşte ruhumuz bir emanettir. Onu Allah’a ulaştırdığımız zaman onu Allah’a teslim etmek üzere fizik vücudumuz emanet olur. Onu teslim ettiğimiz zaman nefsimiz emanet olur. Onu teslim ettiğimiz zaman irademiz emanet olur. Ve bütün emanetleri Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz. İslâm; teslim demektir.

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek birinci emanet. Allah’a ulaşması lâzımgelen, Allah’a teslim edilmesi lâzımgelen birinci emanet ruhumuzdur. Bu emanetin Allah’a teslim edilmemesi halinde, kişinin muhtevasını açıklamak üzere buradayız.

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyenler var, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler var. Hatta böyle bir kavramdan haberdar olmayan koskoca bir İslâm âlemi var.

2/BAKARA-223: Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).

Kadınlarınız sizin için tarladır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yaklaşın. Ve kendiniz için (derecelerinizi arttıracak ameller) takdim edin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na mülâki olacağınızı (kavuşacağınızı) bilin. Ve mü’minleri müjdele.


Allahû Tealâ diyor ki: “Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza gerçekten dilediğiniz şekilde yaklaşın. Kendi nefsleriniz için hazırlık yapın ve Allah’a karşı takva sahibi olun.” Yani Allah’a ulaşmayı dilediğiniz takdirde mutlaka O’na mülâki olacağınızı bilin.

Takva sahibi olduğunuz nokta; Allah’a ulaşmayı dilediğiniz noktadır. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz takdirde mutlaka O’na mülâki olacağınızı, ulaşacağınızı bilin. “Mü’minleri müjdele.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse 1. takva; Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Allah’a ulaşmayı dile, Allah’a yönel, Allah’a ulaşmayı dile ve namaz kıl. Allah’a ulaşmayı dile ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma. O müşriklerden olma ki; onlar dînlerin de fırkalara ayrılmıştır, herbiri kendi elindeki ile ferahlanırlar.”

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi takva sahibi olur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi ise hem takva sahibi değildir hem de müşriktir. Ne tarz bir müşrik olmaktan bahsediyor Allahû Tealâ? Rûm-32’de diyor ki: “O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır, herbiri kendi elindeki ile ferahlanırlar.”

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

İşte dünyanın bugünkü hali… 72 tane fırkaya ayrılmış dünya bugün. Dünyada yapılan incelemeler, 72 ayrı inanç biçimi tespit etmiş durumda ama Peygamber Efendimiz (S.A.V): 73 fırka diyor. 73. Fırka; o 72 fırkanın herbirinin içinde bulunan Allah’a ulaşmayı dileyenler.

O zaman “Mü’minleri müjdele.” dediğine göre Allahû Tealâ  bu âyet-i kerimede, Allah’a ulaşmayı dilemeyen, mü’min değildir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi, istediği kadar Allah’a inansın, o kişi mü’min olamaz. Gideceği yer de, şirkte olduğu için cehennemdir. Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi bunu söylüyor: “Allah’a karşı takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma. O müşriklerden olma ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi elindeki ile ferahlanırlar.”

Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesine baktığımız zaman şunu görüyoruz:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).


Allahû Tealâ diyor ki: “Ve o gün, gündüzden bir saatten başka kalmamışlar gibi Allah, onları toplayacak (haşredecek). Birbirini tanıyacaklar. Allah'a mülâki olmayı yalanlayanlar, hüsrana düştüler. Ve hidayete eren kimseler olmadılar.”

 “Allah’a mülâki olmayı yalanlayanlar.” Bizdeki İslâm âlemindeki inanç; “Ruh vücuttan ayrılırsa kişi ölür.” inancıydı. Biz, hakikatleri anlatmadan evvelki geniş inanış bunu ifade ediyordu. Allahû Tealâ bize dînimizi öğretti. Ve “Allah’a mülâki olmak; ruhun hayatta iken Allah’a ulaşmasıdır. Onu yalanlayanlar hüsrana düştüler ve hidayete erenler olmadılar.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemeyenler hidayette değillerse, dalâletteler ama ayrıca bir defa daha anlatacağız onu. Demek ki bu Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre: “Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsrandadırlar.”

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


Allahû Tealâ diyor ki: “Allah, âmenû olanların dostudur, onları zulmetten nura çıkarır. Onlar ki; kâfirlerdir. Onlar tagutun dostlarıdır. Onlar da nurdan zulmete çıkarılırlar. Onlar ateş ehlidirler. Yani gidecekleri yer cehennemdir ve orada ebediyyen kalacaklardır.”

Öyleyse bu insanlar Allah’ın dostu değil,  tagutun dostudurlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi Allah’ın dostu değil, tagutun dostudur.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Allahû Tealâ diyor ki:  “Onlar taguta kul iken Allah’a yöneldiler, Allah'a ulaşmayı dilediler ve böylece taguta kul olmaktan içtinap ettiler. Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!”

Kim bunlar? Allah’a yöneldikleri için taguta kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olanlar; Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi. “Onlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için şeytanın kuludurlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedirler.”

7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fe huvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).

Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).


“men yehdillâhu fehuvel muhtedî: Allah kimi hidayete erdirirse, artık o, hidayete ermiştir (Allah kimi hidayete erdirirse, o zaman o hidayete ermiştir).

ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn: Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, artık hüsrana uğrayanlardır.”

A’râf-178’e göre; “Allaha ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedirler. Kim dalâlette bırakılırsa işte onlar, hüsranda olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.

30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).

Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.


Allahû Tealâ diyor ki: “Nefslerinde tefekkür etmiyorlar mı ki; Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri neden yarattı? Ancak hak ile ve belirlenmiş bir vade ile. Ve muhakkak ki insanlardan çoğu Allah’a mülâki olmayı inkâr ederler.”

Görüyoruz ki bunlar kâfirlerdir. Yani “Allaha ulaşmayı dilemeyenler, küfürdedirler.” Yûnus Suresi 7 ve 8’e baktığımız zaman Allahû Tealâ diyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.


Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar Bize mülâki olmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, onunla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.”

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onların kazandıkları dereceler gereğince gidecekleri yer cehennemdir. Hem âyetlerden gâfildirler hem de gidecekleri yer ateştir.”

Öyleyse, ayrı ayrı cephelerden Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere baktığımız zaman Allah’ın, Allah’a ulaşma konusundaki bir tek dileği, ne kadar önemli bir hüviyette değerlendirdiğini görüyoruz. Bir insanın cehennemden kurtulabilmesi, Allah’ın cennetine girebilmesi, küfürden kurtulabilmesi, dalâletten kurtulabilmesi, bütün negatif faktörlerden kurtulabilmesi, o kişinin bir dileğe sahip olması ile mümkün. “Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, Allah’a ulaşmayı dilerse, ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilerse ancak o, bütün negatif faktörlerden kurtulur.”

Sevgili kardeşlerim! Allah’ın bize ilk öğrettiği şey; Allah’a ulaşmayı dilemekti. Ne olmuş? Unutulmuş. İnsan ruhunun Allah’a ulaşması devre dışı kalmış, unutulmuş. Neden devre dışı kalmış? Çünkü şeytan, İslâm âleminin başına bir çorap örmüş. “Ruh vücuttan ayrılırsa insan ölür.” inancı, İslâm âleminin başına şeytanın ördüğü en büyük tuzaktır. “Ruh bedenden ayrılırsa, vücuttan ayrılırsa insan ölür.”

Sevgili kardeşlerim! Ruhunuz bir günde yüzlerce defa vücudunuzdan ayrılır, eğer sizde ruh varsa! Sadece iki alternatif var; ya ruhunuz sizdedir, henüz Allah’a ulaşmayı dileyip mürşidinize ulaşmadınız. Ulaşsaydınız ne olacaktı? Ulaşsaydınız, mürşidinize tâbî olduğunuz an, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin mürşidine tâbî olması hali, mürşidinize tâbî olduğunuz an ruhunuz sizden ayrılacaktı.

Öyleyse herkese bu büyük hakikati anlatın sevgili kardeşlerim! İnsanlar, sadece bilmedikleri için akın akın kitle halinde cehenneme doğru yolcular. Bu muhtevada en çok üzüldüğümüz şey;  Diyanet İşleri Başkanlığının da bu hakikatlerden haberdar olmaması. Hatta hakikatleri gizlemeye çalışması.

Sevgili kardeşlerim! Bu ne kadar korkunç bir şey biliyor musunuz? Dîn üzerindeki bir yanlış inanış sebebiyle, milyonlarca insanın akın akın cehenneme gitmesine rıza gösteren bir ilim adamları dizaynımız var. Dîn ilminin sahipleri; üniversitelerdeki öğretim üyeleri, Diyanet İşleri Başkanlığının 87.000 kadrosu. Ve Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. “Ruh bedenden çıkarsa insan ölür.” inancının içindeler.

Hepsi mi? Hayır, hepsi değil. Hamdolsun ki değil. Her geçen gün doğruları öğrenip belki söylemekten çekinen ama doğruları yerli yerine yerleştiren birçok dîn adamı var. Bunun için de Allahû Tealâ’ya hamdediyor şükrediyoruz ki; onlar var. Onlar, geleceğin gerçek dîn adamlarıdır.

Sevgili kardeşlerim! Hani bir söz var ya “Sürüden ayrılanı kurt kapar.” diye.  Şimdiye kadar inanılmış birtakım doğmalar var yani; Kur’ân’a tamamen ters düşen inançlar. İşte bunlardan bir tanesi; “Ruh vücuttan ayrılırsa insan ölür.” inancıdır.

Ruh vücuttan her gün yüzlerce defa ayrılır, sonra da tekrar vücuda döner. Hiç kimse bunu anlayamaz bile. Ruhun bir insanın vücuduna girmesi, onun vücudundan çıkması, Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde her an gerçekleşen bir olgudur. Ruh Allah’ın ruhudur. Bu sebeple insan vücudundaki en üstün unsur ruhtur, Allah’a ait olduğu için. Ve biz istesek de istemesek de Allah’a geri dönecektir. İstedik, Allah’a ulaşmayı diledik. Mürşidimize tâbî olduğumuz zaman ruhumuz vücudumuzdan ayrılır ve Allah’a ulaşmayı dileyenlerin kafilesine girer. 7 tane gök katını aşar. Allah’ın Zat’ına ulaşır. İşte bu, ruhun Allah’a hayatta iken geri dönüşüdür.

Böyle bir şeyi gerçekleştirmedi kişi, Allah’a ulaşmayı dilemedi, ölene kadar da ruh onunla beraber kaldı. Bu kalışta ruh her zaman, insanın içinde değildir. Devamlı vücuttan ayrılarak dilediği an dilediği yere gider, her tarafta dolaşır. Her âleme girer çıkar, hiçbir engel yoktur karşısında. O, Allah’ın ruhudur.

Sevgili kardeşlerim! Ruh vücuttan ayrılınca hiç kimse ölmez. Ve bu yanlış inanç sebebiyle insanlar hidayet kavramını yok etmişler. Çünkü hidayet; insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


Allahû Tealâ buyuruyor:

“inne: Muhakkak ki
 el hudâ:  hidayet
 hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.”

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


Allahû Tealâ buyuruyor: “inne hudâllâhi huvel hudâ”

“inne: Muhakkak ki
 hudâllâhi:
Allah’a ulaşmak
 huve: işte o
 hudâ: hidayettir.”

Muhakkak ki Allah’a ulaşmak var ya işte o hidayettir.”

Bu kadar açık ve kesin Kur’ân-ı Kerim’de yer almasına rağmen “Hidayet doğru yoldur.” demiş eskiler. “Hidayet nedir?” dediğiniz zaman “Hidayet doğru yoldur.” demişler. Onun üzerine onlara ikinci bir sual soruyoruz, diyoruz ki:

-“Hidayet; doğru yol. Pekâlâ. Peki,  bir insanın bu muhtevasının oluşması için gerekli şartlar nedir? Allahû Tealâ’nın “innel hudâ hudallâhi” demesini nasıl yorumluyorsunuz?”

“inne: Muhakkak ki
 el hudâ:  hidayet
 hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.”

 Allahû Tealâ bunun hidayet olduğunu söylüyor, sizse doğru yol olduğunu söylüyorsunuz.

-
“Peki, Sıratı Mustakîm nedir?” Sıratı Mustakîm için de biraz kem küm ettikten sonra aynı şeyi söylemek mecburiyetindeler: “O da doğru yoldur.”

Sıratı Mustakîm gerçekten bir sırattır, bir yoldur. Mustakîm olan, istikamet üzere olan bir yoldur. Allah’a istikametlenmiş bir yoldur. Bütün ruhlar Allah’a ulaşmak için Sıratı Mustakîm üzerinden 7 tane gök katını aşarak Allah’ın Zat’ına ulaşırlar. Bunun adı “seyr-i sülûk”tur. Seyr-i sülûkta insan ruhları, Allah’a doğru yola çıkar ve 7 tane gök katını aşarlar. Allah’ın Zat’ına ulaşırlar.

İşte, Allah’a ulaşmayı dilemek hidayetin başlangıcıdır. Kişiyi dalâletten hidayete ulaştıran dînin kapısıdır. Dînin ve kurtuluşun, cehennemden kurtuluşun kapısı bir dilektir! “Allah’a ulaşmayı dilemek.”

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a ulaşmayı dilemekten bahsediyoruz. Kur’ân’ın olmazsa olmaz şartı. Çünkü Allahû Tealâ bütün insanlardan ruhlarını hayattayken Allah’a ulaştırmalarını istiyor. Üzerimize defaatle farz kılınmış. İşte sevgili kardeşlerim! Bütün insanlar için mutlaka gerçekleştirilmesi lâzımgelen bir muhteva bu. Onu gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Bütün insanlar için bu muhtevada bir sonuç söz konusudur.

Allahû Tealâ, şu dünya hayatını yaşarken hepinizin ruhunuzu mutlaka Allah’a ulaştırmanızı farz kılıyor üzerinize defaatle ve diyor: “Ey benim azîz, inanç sahibi dostlarım! Bana ulaşmayı dileyin. Size verdiğim görev bu kadar. Ben, sizin ruhunuzu Kendime ulaştıracağım.” Ve bunun mükâfatı bir ömür boyu eğer aynı seviye yani; ulaşılan noktadaki 3 saatlik zikir seviyesi bir ömür boyu devam edebilirse, o kişinin bir ömür boyu mutluluğun yarısını yaşaması söz konusudur; dünya mutluluğunun.

Neden? Çünkü ruhun Allah’a ulaşması süresince her gök katını yükselirken kişi, bir şarta bağlı olarak yükselebilir. Nefsinin kalbinde ilk %7 fazl birikimi oluşmadıkça o kişi başlangıçtaki %2 rahmet birikiminden sonra %7 fazl birikimi, ilk %7 fazl birikimi oluşmadıkça o kişinin ruhu zemin kattan 1. gök katına yükselemez, o kata kadar çıkanlarla birlikte. İkinci defa %7 fazl birikimi gerçekleşmedikçe 2. gök katına çıkamaz. 3., 4., 5., 6., 7. defa %7 fazl birikimi gerçekleşmedikçe, 7. gök katına kadar bir yolculuğu hiçbir şekilde gerçekleştiremez. Gerçekleştiremezse; 7. gök katının 7 âlemini geçtikten sonra dikey bir yolculukla ruhun Allah’a ulaşması hiçbir zaman mümkün değildir. O zaman o kişi vuslata nail olamaz.

Oysa ki; Allahû Tealâ, üzerimize defaatle farz kılmış: “İrciî ilâ rabbiki “ diyor “Rabbine rucû et, Rabbine geri dön, geri dönerek O’na ulaş.” “Allah emanetleri, onların sahibine teslim etmenizi emreder.” diyor.

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


Emanet ruhumuz, ruhumuzu Allah’a ulaştırdık. Fizik vücudumuz emanet oldu. Onu Allah’a teslim ettik. Nefsimiz emanet oldu. Nefsimizi Allah’a teslim ettik. İrademiz emanet oldu.  İrademizi Allah’a teslim ettiğimiz zaman zaten Allahû Tealâ bu seviyede olan bir insanı irşad makamının sahibi kılar.

Sevgili kardeşlerim! Görülüyor ki; Allah’a ulaşmayı dilemek İslâm’ın giriş kapısıdır. Olmazsa olmaz şartıdır. Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden cennetin sahibi olamaz. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırmaz. Bizden dilek! Biz dileyeceğiz. Allahû Tealâ: “Siz dileyin. Gerisini Bana bırakın. Ben sizin ruhunuzu Kendime ulaştıracağım. Ama dilemezseniz, o zaman dalâlettesiniz, küfürdesiniz, bütün negatif faktörler sizin üzerinizde.” diyor Allahû Tealâ.

Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan şirktedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan küfürdedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan dalâlettedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanın gideceği yer cehennemdir. Bütün negatif faktörler Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin üzerinde yuvalanmıştır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizden istediği şey; ruhunuzu hayattayken Allah’a ulaştırmanızdır. Allah’ın bu konudaki başlangıç noktası bir dilektir sadece.

“Yarabbi! Ben ruhumu şu dünya hayatını yaşarken, hayatta iken Sana ulaştırmak istiyorum. Öğrendim ki, ruhum benden zaten her gün devamlı ayrılıyormuş. Bense bunun hiçbir zaman farkına bile varmadım. İşte o, dilediği zaman vücuduma giren, dilediği zaman vücuttan ayrılan, Sana bağlı olan, Senin ruhunun, Sana ulaşmasını bana defaatle farz kılmışsın. İşte bu vücuda getirdiğin, üzerimize verdiğin bu emir, ruhumuzu Sana hayatta iken ulaştırma emrini, ben de yerine getirmek istiyorum. Ne olur! Yüce Allah’ım, benim de ruhumu Sana ulaştır.”  İşte böyle bir dilek, bütün insanlar için bir kurtuluş vesilesidir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Allah’ın dizaynı içerisinde bütün insanların önüne serilmiş olan engelleri aşarak, size dînin bütününü 20 küsur senede öğretmeyi Allahû Tealâ bize nasip kıldı.

Peki, biz biliyor muyduk bunları? Hiçbirini bilmeyen bir kara cahildik. Sevgili kardeşlerim! Dînle hiç ilgili olmadan büyüdük. Bizim çocukluğumuz ve gençliğimiz böyle geçti. Neden sonra Allah’ın bir evliyası bizi gelip buldu. Bize dedi ki: “Neden sen beni değil de, ben seni buldum, ben sana geldim, bunu sonra anlayacaksın. Benim adım Dayıbey.”

İşte, manevî hayatımız böyle başladı. Hiç dînden, îmândan habersiz büyüyen bir zavallı idik. Bunu da bir marifet sayıyorduk, daha ötesi. İşte bizim neslimizi böyle bir nesil olarak yetiştirmeye çalıştılar. Allah’tan kopmuş, îmân müessesesi yok edilmiş bir nesil.

Sevgili kardeşlerim! Allah’a ne kadar çok hamdetsem, şükretsem azdır ki; Allah, size öğretilmek üzere bize bütün Kur’ân-ı Kerim’i öğretti. Hamdolsun ki bunu kelime kelime, mânâlarını da açıklamak suretiyle 19 ciltlik bir Kur’ân Tefsiri’ne sahip olduk. Her kelimesini teker teker inceleyerek, bütün Kur’ân-ı Kerim’i baştan aşağıya gözden geçirerek, kardeşlerimizin de büyük yardımlarıyla bir Kur’ân-ı Kerim hazinesi, 19 ciltlik bir Kur’ân-ı Kerim hazinesi vücuda getirdi Allahû Tealâ.

Sevgili kardeşlerim! Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R