SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 05.05.2010
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Muradımız hep Allah'ın zikri, Allah'tan bahsetmek.
Biz Allah'a hayranız. Hoşlanmak, sevmek, âşık olmak ve hayran olmak... Bunlar, birbirinin arkasından gelen, daha üst, daha üst, daha üst, daha üst boyutta sevmenin isimleri. Biz, Allah'a hayranız.
Sevmek o kadar güzel bir şey ki sevgili kardeşlerim, bir insanın mutluluğu, geniş ölçekli bir dizaynda sevmek fiiline dayalıdır. Nefret edenler, mutlu olamazlar. Onlar, mutluluğu hiçbir zaman yaşayamayacak olanlardır. Sevenler mutluluğu yaşarlar. Sevmekse, Allah'ı sevmeyi de muhtevasına alan, dünyanın en önemli faktörüdür. Hoşlanırsınız, seversiniz, âşık olursunuz ve neticede hayran olursunuz. İşte Allahû Tealâ bize öyle şeyler öğretti ki; biz Allah'a hayran olduk. Bu, sevmenin çok ötesinde bir olaydır.
Sevgili kardeşlerim! Herkes mutlu olmak ister. Ama insanlara baktığınız zaman onların hep mutsuz olduğunu görürsünüz. Neden? Çünkü sevmenin kanunlarını bilmiyorlar.
Sevgili kardeşlerim! Nefretle karışık bir sevgi, sevgi değildir. Sevmek fiilinin muhtevasını, nefret eden kişi hiçbir zaman yaşayamaz. Sevmek bir mutluluktur. Sevmek bir huzurdur. Sevmek, öyle bir şeydir ki; insanın içinden haykırmak gelir: "Ey Yüce Allah'ım! Ben Seni seviyorum. Çok seviyorum." diye bağırmak gelir. Sevgili kardeşlerim! Elbette bunlara gerek yok. Çünkü Allahû Tealâ sizin sözlerinize bakmaz. Sizin sözlerinizin ifade ettiği mânalar Allah için çok önemli değildir. Ama kalbiniz; kalbiniz ne söylüyor Allah hakkında? Onu Allahû Tealâ herkeste hangi seviyede varsa net olarak görür ve bilir.
Aşkların en büyüğü, Allah'a karşı duyulan aşktır. Sevgilerin en hudutsuzu, en yükseği, en çok mutlu edeni! Allahû Tealâ öyle bir aynadır ki; o aynanın öbür tarafındakini ne kadar çok severseniz, O da sizi o kadar çok sever. O kadar çok dediğim zaman aynı seviyede bir sevgiden bahsetmiyoruz. Bir insanın Allah'ı sevmesiyle, Allah'ın onu sevmesinin arasında binlerce kat fark vardır. Allah'ın sevgisi sonsuzdur. Ama biz insanlar netice itibarıyla sadece birer mahlûkuz. Allahû Tealâ bizleri halk etmiş. Ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır ki; insan olarak halk etmiş, insan olarak yaratmış.
"Halk etmek" biliyorsunuz "yaratmak" anlamına geliyor. İşte Allahû Tealâ bizleri yaratmış sevgili kardeşlerim. İnsan olarak yaratmak lütfunda bulunmuş. Öyleyse kâinatta Allah'a en yakın mahlûklar bizleriz. Hangi açıdan bizleriz? Çünkü doğar doğmaz, Allahû Tealâ hepimize ruhundan üfürmüş. İnsan olarak doğan herkesin içine Allahû Tealâ mutlaka doğar doğmaz ruhundan üfürür. Artık o kişinin şeklini alan bir ruh o kişinin içindedir. Dilediği an ruh, vücudu terk edebilir. Dilediği yere gidebilir, tekrar geri dönüp o vücuda geri dönebilir. Kişinin ruhu bile duymaz. Sevgili kardeşlerim! Burası şakaydı tabiî. Ruh ayrıldığına göre elbette kendisinin ayrılıp ayrılmadığını en iyi bilendir. Sevgili kardeşlerim, ama biz hissetmeyiz.
Bir insan için Allahû Tealâ'nın hedef gösterdiği en önemli husus, o kişinin mutluluğudur. Allah, insan adı verilen mahlûkunu mutlu olsun diye yaratmış ve bir denge içinde, ona dünya adı verilen bu gezegende hayat vermiş. Nasıl bir denge? Nefsiniz var; %100 afetlerle dolu. Ruhunuz var; %100 hasletlerle dolu ve tam bir denge. Birisi ötekinin üzerinde değil, eşitlik söz konusu. Bir tarafta Allah ve O'nun güzellikleri, öbür tarafta şeytan ve onun çirkinlikleri. Nefret, kin, öfke, intikam; Allahû Tealâ'nın dizaynı içinde ruhumuzun standartlarına tam ters düşen hususlardır. Ruhumuz mu? Onda sevgi vardır. Nefsimizde nefret söz konusudur. Öyleyse ruhumuzun hasletleri söz konusu ama nefsimizin afetleri söz konusudur.
Biz insanlar her zaman hayat adı verilen bir standart içinde yaşarız. Ömrümüz ne kadarsa o ömrü insan standartları içinde bir insan olarak yaşayacağız ve Allahû Tealâ'ya ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır ki; bizleri insan olarak yaratmış. Yani ruhundan üfürmek ve bu ruhu bize mâl etmek, Allahû Tealâ'nın biz insanlara yaptığı en büyük ni'met hüviyetinde.
Sevgili kardeşlerim! Allah'ın ruhunu sadece insan, içinde taşır. Ne hayvanlarda ne meleklerde ruh mevcut değildir. Öyleyse ruh bu kadar önemli mi? Sadece insanlara has bir müessese olduğu için önemli. İnsan, neticede Allah'a geri dönecek olan bir emaneti bünyesinde taşımak şerefine ulaştığı için önemli. Sadece insan için geçerli olan bir olay sevgili kardeşlerim. Bizler insan olarak yaratıldık. Yani? Yani doğar doğmaz Allahû Tealâ bizlere ruhundan üfürdü ve ruh, derhal bizim fizik vücudumuzun şeklini aldı ve ne zaman ruhunuzu görseniz, sizin aynınız olduğunu göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Ruh öyle bir varlık ki; Allahû Tealâ'ya aittir. İnsanlar bir ruh taşırlar ama ona hâkim değillerdir. Neden değillerdir? Çünkü ruh, dilediği anda vücudu terk edebilir, dilediği yere gider ve dilediği an tekrar geri döner. İçinde bulunduğu vücudun sahibinden izin almak gereğini duymaz. Böyle bir yetkinin sahibidir. Ama ruh, kendi standartları içinde, kendisi istiyor diye, o kişi ölmedikçe Allah'ın Zat'ına geri dönemez. Böyle bir yetkisi yoktur. Ne zaman insanoğlu ecel şerbetini içerse yani ölürse o zaman ruhu vücudunu terk edecek ve Allah'a doğru yola çıkacaktır, Allah'ın Zat'ına geri dönecektir.
Bütün ruhlar, sahipleri olan Allah'a mutlaka geri döneceklerdir. Allahû Tealâ ruhundan üfürür. Ruh, insanın derhal şeklini alır ve bir ömür boyu insan hangi değişiklikleri geçirirse ruh da aynı değişiklikleri geçirir. Ruhun da görüntüsü, kişinin yaşlandıkça değiştirdiği şekle göre şekillenir.
Allahû Tealâ yarattığı bütün mahlûkatının içinde neden en çok insanı seviyor? Çünkü sadece insana ruhundan üfürmek lütfunda bulunmuş. Hayvanlarda, meleklerde, cinlerde böyle bir ruhu taşımak imkânı yok. Sadece insana bu yetki verilmiş. Öyleyse biz Allah'a ne kadar çok hamdetsek, şükretsek azdır ki; Allahû Tealâ bizleri insan olarak yaratmış. Bizler insanız. İnsan olarak yaratılmışız ve insan olarak yaratılan bu varlıklar, Allah'ın üfürdüğü ruhu, onu Allah'a geri gönderene kadar bünyelerinde taşırlar. Ruh, otomatik olarak kişinin şeklini alır. Kişi bebek oluşundan, çocukluğundan, delikanlılığından yaşlanıncaya kadar hangi şekilleri alırsa ruh da onlarla aynı şekli alır.
Bir insan için huzur ve mutluluk, nefsin kalbindeki afetlerin yok olma yüzdesiyle paralel bir seyir takip eder. Bir insan nefsinin kalbindeki afetlerden %50'sini devre dışı bırakabilmişse bu, onun %50 mutlu olmasını gösterir. Zikir, o kişinin kalbindeki afetleri temizleyen tek silâhtır. Başka bir silâh mevcut değil.
Nefsin afetleri sadece "Allah" kelimesinin "Allah, Allah, Allah..." diye tekrarıyla hedefe ulaşır. "Allah" kelimesi ya sesli olarak "Allah, Allah, Allah..." diye tekrar edilir ya da sessiz olarak "Allah, Allah, Allah..." diye tekrar edilir veya ağız da kımıldamaz, ses de çıkmaz ama kişinin çok hafif bir şekilde dişleri hafif aralanmak suretiyle (yakından bakmadıkça gözle görülmesi pek mümkün değildir) "Allah" kelimesini kişinin tekrarı, onun nefsinin kalbine Allah'ın nurlarının ulaşmasının tek sebebini teşkil eder. Allahû Tealâ ister ki; herkesin kalbi %100 nurlarla dolsun. Daimî zikirde bu konu tamamlanır. Kişinin nefsinin kalbi %100 nurlarla dolar.
Sevgili kardeşlerim! Nurlar mutluluğunuzun simgesidir. Afetlerse karanlıklarla temsil olunur, mutsuzluğun simgesidir. Öyleyse nefsimizin kalbindeki nurlarla mutluluk arasında tam bir paralellik söz konusudur. Nefsimizin kalbindeki afetlerle mutluluk arasında da tam bir terslik söz konusudur. Afetler ne kadar azalırsa mutluluğumuz o kadar çoğalır. Afetleri yok edecek olan tek mekanizma zikirdir.
"Allah" kelimesinin "Allah, Allah, Allah..." diye tekrarı ne sağlar? Allah'ın katından rahmetle fazl, rahmetle salâvât nurlarının nefsimizin kalbine ulaşmasını sağlar. Rahmet nurları taşıyıcı faktörlerdir. Ama fazıllar, %2 rahmet nurundan sonra nefsimizin kalbine %98'e kadar ulaşıp yerleşecek olan nurlardır. %98 fazl nuru + %2 rahmet nuru, o kişinin kalbindeki nurları %100'e tamamlar.
Sevgili kardeşlerim! Bütün insanlar için mutluluk, nefsin kalbindeki nurlarla paralel bir seyir takip eder. Yani ne diyorduk? Ne kadar köfte, o kadar ekmek! Ne kadar zikir, o kadar nur birikimi! Öyleyse Allahû Tealâ'ya çok hamdetmemiz, çok şükretmemiz lâzım gelmez mi sevgili kardeşlerim? Bu sistemi Allahû Tealâ otomatik olarak tatbikata koymuş. Biz Allah'ın ismini "Allah, Allah, Allah..." diye zikredeceğiz, Allahû Tealâ da kalbimizi gönderdiği nurlarla dolduracak. Daimî zikirle kalbimiz tamamen nurlarla dolacak.
Sevgili kardeşlerim! Bir insan, hayatını mutlu olarak da geçirebilir, mutsuz olarak da geçirebilir. Bu, onun davranışlarına kalmıştır. İnsanlar vardır; bir ömür boyu mutsuzluğu yaşarlar. Onlar, Allah ile ilişkilerini koparmış olanlardır. Allah'a inanmayan insanların bile var olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ, zikriniz hangi ölçüde artarsa, o ölçüde sizi mutlu kılar. Dünyadaki en mutlu insanlar, bu sebeple daimî zikrin sahibi olan insanlardır. Zikri daim yani daimî zikir, kesintisiz bir şekilde o kişinin iç dünyasında "Allah" kelimesinin tekrar edilmesidir. Onun dudakları kımıldasa da kımıldamasa da, o noktaya ulaştığı zaman çok hafif bir hareketle o kişinin ağzının devamlı kımıldadığını göreceksiniz. Sadece kımıldama. Belki hareket de sayılmaz.
Sevgili kardeşlerim! İnsan olarak yaratıldığımıza hamdetmek ve şükretmek aslî görevimiz olmalıdır. Başka bir varlık olarak da yaratılabilirdik. Ama insan olarak yaratılmışız ve Allah'ın bize ruh üfürmesi söz konusu olmuş. Sonra ne olmuş? Sonra biz Allah'ın bize verdiği görevi gerçekleştirmişiz. Ruhumuzu, onun gerçek sahibi olan Allah'a ulaştırmışız. Hiç kimse, tâbiiyetini gerçekleştirmedikçe onun ruhu vücudundan ayrılamaz. Oysaki Allahû Tealâ'nın emri var. Diyor ki: "İrciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön."
Ruha Allah'ın verdiği emir budur: "İrciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön."
Bütün ruhlar, o kişi istese de istemese de Rabbine geri dönecektir. Kişi ya hayatında Allah'ın güzellikleri Kendisine anlatılıp da aklı onlara yattığı zaman mürşidine tâbî olarak, tâbî olduğu zaman ruhu vücudunu terk edecek ve kişinin zikir sayısı arttıkça 7 tane gök katını birer birer aşacak, 7. gök katında 7 tane âlemden geçecek ve sonra Allah'ın Zat'ına ulaşacak, illiyinde Allah ile birlikte olacak.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ'nın istediği şey açık ve kesin: Bize emanet olarak verdiği ruhunu geriye istiyor ve her doğan kişiye, kadın olsun erkek olsun, Allahû Tealâ mutlaka ruhundan üfürür. O insandan başka hiçbir mahlûk yoktur ki; Allah onlara ruhundan üfürmüş olsun.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ sizlerden sadece tek bir şey ister: Hepinizin mutlu olmasını. Bu hedefe yönelik olarak yaratıldınız ama Allahû Tealâ hepinize serbest irade verdi. Bu serbest irade neticesinde herkes dileğini yapmakta kendi iradesiyle serbest bırakıldı. İşte insanlar var; ömürleri boyunca asla böyle bir şeye teşebbüs etmezler; Allah'a ulaşmayı dilemezler. Dilemezlerse mürşidlerine ulaşmak gibi bir şey de akıllarına gelmez. Oysaki herkesin yeryüzünde tayin edilmiş bir mürşidi mutlak olarak vardır. Kişi Allah'a ulaşmayı dileyip de hacet namazını kılar, Allah'tan sorarsa Allahû Tealâ o kişiye mutlaka mürşidini gösterir. O kişinin yapması lâzımgelen şey nedir? Dünyanın neresinde olursa olsun, mürşidine ulaşmak ve ona tâbî olmak. Tâbî olduğu anda ne olur? Ruhu vücudundan ayrılır, Allah'a doğru giden kafileye katılır. 7 tane gök katını aşar. 7. katta 7 tane âlemden geçer ve ruh, Allah'a geri döner.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sevgi dolu bir dünyada yaşamak, Allahû Tealâ'nın nasip kıldığı en büyük servettir. Mutluluk parayla satın alınamaz. Mutluluk, iç dünyayla alâkalı, Allah ile alâkalı bir serüvendir. Sadece ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler, onlar böyle bir mutluluğa sahip olurlar. Onların da eğer bu minval üzere kalırlarsa yani ruhlarını Allah'a ulaştırmak onları tatmin ederse, "Benim yolum buraya kadar." derlerse yarı mutluluğun sahibi kılar. 7x7; %49 eder. Her gök katında %7 nur birikimi gerçekleşir. %2 de rahmet nuru, kişi mürşidine tâbî olduğu zaman tahakkuk etmiştir.
Öyleyse %2 + %49 = %51 nurla o kişinin ruhu Allah'a ulaşır. İşte bu, vuslattır. Ruhun Allah'a ulaşması, %51 nur birikimi ve kişinin dünya mutluluğunun %51'ini yaşaması; yarı yarıya bir mutluluk. Ne zaman o kişi fizik vücudunu teslim ederse bu mutluluk %50'nin ötesine geçecektir. Ne zaman nefsini teslim ederse %100'e ulaşacaktır. Nefsin teslimi daimî zikirle mümkündür. Son teslim, iradenin Allah'a teslimidir.
Sevgili kardeşlerim! Olaylar dizisini bir bütün olarak gözünüzün önüne getirdiğinizde Allah'ın insanları ne kadar çok sevdiğini net olarak idrak edersiniz. Onun için biz de sizlere rahat rahat söylüyoruz ki; Allah hepinizi seviyor, çok seviyor ve bu Allah'ın dizaynı içinde sevgi dolu bir dünyada yaşamak herkesin hakkıdır. Ne var ki bedava değildir. Herkes mutluluğu yaşayamaz. Allah'a ruhunu ulaştırmayı dilemeyen hiç kimse, %51 mutluluğa ulaşmaz. Fizik vücudunu Allah'a teslim etmeyen hiç kimse, %80 mutluluğa ulaşmaz. Nefsini Allahû Tealâ'ya teslim etmeyen hiç kimse, %100 mutluluğa ulaşmaz. İradesini teslim etmekse bütün bunların çok daha ötesinde bir güzelliği ifade eder. O kişi tasarruf altına girer.
Sevgili kardeşlerim! Bu bütünlük içinde herşey öylesine güzel ki! Allah'a, O'ndan hoşlanmakla başlayan yakınlık hissi O'nu sevmekle, O'na âşık olmakla ve O'na hayran olmakla devam eder. Son noktada hayranlık vardır. Allah'a hayranlık!
Allah'ı tanımak, her zaman sizi adım adım mutluluğa ulaştıracak olan bir hedeftir. Allah'tan hoşlanmak, Allah'ı sevmek, Allah'a âşık olmak, Allah'a hayran olmak; giderek artan miktarda, Allah'a karşı olan sevginizin artmasını ifade eder. Son noktasında iradenin de Allah'a teslimi vardır. İradesini de Allah'a teslim edenler, yalnız onlar Allah'ın tasarrufunda olabilirler. Böyle bir şey mümkün müdür? Elbette mümkündür. Daimî zikrin sonu, o kişinin biraz ömrü varsa mutlaka buraya ulaşır. Kişi iradesini de Allah'a teslim eder. O zaman o da "Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?" diyenlerden, bunu kalpten söyleyenlerden birisi olur. Bu muhtevanın en önemli parçası sevgidir.
Allah, insanlara sevmeyi öğütler. Şeytan da boş durmaz; insanlara nefret etmeyi öğütler. Şeytan, mütemadiyen başka insanların sizlere yaptığı kötülüklerden bahseder, onlardan intikam almanızı ister. Allahû Tealâ da hep ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmeniz gerektiğini ifade eder.
İşte 3 tane kitaplı dîn: musevilik, hristiyanlık ve İslâm. 3 kitaplı dîni de A'dan Z'ye tetkik ettik. Ne çıktı? Aynı skala çıktı ortaya. Birincisinden başlayalım; musevilikte de hristiyanlıkta da İslâm'da da ki; bunlar 3 kitaplı dîni ifade ederler. Yani Tevrat'ta da İncil'de de Kur'ân-ı Kerim'de de temel, 7 safha ve 4 tane teslimdir.
· 1. safha: Allah'a ulaşmayı dilemek
· 2. safha: Mürşide tâbiiyet
· 3. safha: Ruhun Allah'a ulaşması
· 4. safha: Fizik vücudun Allah'a teslimi
· 5. safha: Nefsin Allah'a teslimi
· 6. safha: Muhlis olmak
· 7. safha: İradeyi de Allah'a teslim ederek teslimleri sonlandırmak.
Tevrat'ı incelediğimiz zaman bu 7 safha ve 4 teslimin mevcut olduğunu Allahû Tealâ bize gösterdi. İncil'i incelediğimiz zaman 7 safha ve 4 teslimin orada da mevcut olduğunu tespit ettik, Allah gösterdi. Ve Kur'ân-ı Kerim'i incelediğimiz zaman 7 safha ve 4 teslimin orada da mevcut olduğunu gördük. O zaman gördük ki; zaten Kur'ân'da da İncil'de de Tevrat'ta da Allahû Tealâ bu dînin Hz. İbrâhîm'in hanif dîni olduğunu söylüyor. Bu Hz. İbrâhîm'in hanif dîni, 3 kitaplı dînin de temelini oluşturuyor. 3 kitaplı dîn de Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir. Söylediğimiz 7 safha ve 4 tane teslimi (ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a teslimi) içerir. Öyleyse Allahû Tealâ'nın nezdinde hristiyanlık diye ayrı bir dîn, musevilik diye ayrı bir dîn, İslâm diye ayrı bir dîn söz konusu değildir. Söz konusu olan dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir. 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dîni...
Sevgili kardeşlerim! Şuraya ulaşıyoruz ki; Allahû Tealâ hepinizden sadece ve sadece sizlerin mutlu olmasını ister. Allahû Tealâ önce Tevrat'ta, sonra İncil'de, en sonra da Kur'ân-ı Kerim'de bunun formüllerini ve sonuca ulaşma imkânlarını açıklamıştır. Ana çizgilerde, esasta yani 7 safha ve 4 teslimde, 3 dînde de bir değişiklik mevcut değildir. Sadece bir tek dîn vardır, diyebiliriz. O dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir. O dîn, musevilerin dînidir. O dîn, hristiyanların dînidir. O dîn, İslâm'ın dînidir. Bu dînlerin iniş sırasına göre açıklamayı ifade ediyor. Önce musevilik var, sonra hristiyanlık var, sonra İslâm. Ama Hz. Musa da Hz. İsa da Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz de aynı dînin sahipleridir; Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin sahipleridir.
Sevgili ve muhterem kardeşlerimiz! Allahû Tealâ'nın hepinizi bu hanif dîninin çatısı altında sonsuz mutluluklara ulaştırmasını dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Sonsuz mutluluklar sizlerle olsun.
İmam İskender Ali M İ H R
TARİHİ: 05.05.2010
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Muradımız hep Allah'ın zikri, Allah'tan bahsetmek.
Biz Allah'a hayranız. Hoşlanmak, sevmek, âşık olmak ve hayran olmak... Bunlar, birbirinin arkasından gelen, daha üst, daha üst, daha üst, daha üst boyutta sevmenin isimleri. Biz, Allah'a hayranız.
Sevmek o kadar güzel bir şey ki sevgili kardeşlerim, bir insanın mutluluğu, geniş ölçekli bir dizaynda sevmek fiiline dayalıdır. Nefret edenler, mutlu olamazlar. Onlar, mutluluğu hiçbir zaman yaşayamayacak olanlardır. Sevenler mutluluğu yaşarlar. Sevmekse, Allah'ı sevmeyi de muhtevasına alan, dünyanın en önemli faktörüdür. Hoşlanırsınız, seversiniz, âşık olursunuz ve neticede hayran olursunuz. İşte Allahû Tealâ bize öyle şeyler öğretti ki; biz Allah'a hayran olduk. Bu, sevmenin çok ötesinde bir olaydır.
Sevgili kardeşlerim! Herkes mutlu olmak ister. Ama insanlara baktığınız zaman onların hep mutsuz olduğunu görürsünüz. Neden? Çünkü sevmenin kanunlarını bilmiyorlar.
Sevgili kardeşlerim! Nefretle karışık bir sevgi, sevgi değildir. Sevmek fiilinin muhtevasını, nefret eden kişi hiçbir zaman yaşayamaz. Sevmek bir mutluluktur. Sevmek bir huzurdur. Sevmek, öyle bir şeydir ki; insanın içinden haykırmak gelir: "Ey Yüce Allah'ım! Ben Seni seviyorum. Çok seviyorum." diye bağırmak gelir. Sevgili kardeşlerim! Elbette bunlara gerek yok. Çünkü Allahû Tealâ sizin sözlerinize bakmaz. Sizin sözlerinizin ifade ettiği mânalar Allah için çok önemli değildir. Ama kalbiniz; kalbiniz ne söylüyor Allah hakkında? Onu Allahû Tealâ herkeste hangi seviyede varsa net olarak görür ve bilir.
Aşkların en büyüğü, Allah'a karşı duyulan aşktır. Sevgilerin en hudutsuzu, en yükseği, en çok mutlu edeni! Allahû Tealâ öyle bir aynadır ki; o aynanın öbür tarafındakini ne kadar çok severseniz, O da sizi o kadar çok sever. O kadar çok dediğim zaman aynı seviyede bir sevgiden bahsetmiyoruz. Bir insanın Allah'ı sevmesiyle, Allah'ın onu sevmesinin arasında binlerce kat fark vardır. Allah'ın sevgisi sonsuzdur. Ama biz insanlar netice itibarıyla sadece birer mahlûkuz. Allahû Tealâ bizleri halk etmiş. Ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır ki; insan olarak halk etmiş, insan olarak yaratmış.
"Halk etmek" biliyorsunuz "yaratmak" anlamına geliyor. İşte Allahû Tealâ bizleri yaratmış sevgili kardeşlerim. İnsan olarak yaratmak lütfunda bulunmuş. Öyleyse kâinatta Allah'a en yakın mahlûklar bizleriz. Hangi açıdan bizleriz? Çünkü doğar doğmaz, Allahû Tealâ hepimize ruhundan üfürmüş. İnsan olarak doğan herkesin içine Allahû Tealâ mutlaka doğar doğmaz ruhundan üfürür. Artık o kişinin şeklini alan bir ruh o kişinin içindedir. Dilediği an ruh, vücudu terk edebilir. Dilediği yere gidebilir, tekrar geri dönüp o vücuda geri dönebilir. Kişinin ruhu bile duymaz. Sevgili kardeşlerim! Burası şakaydı tabiî. Ruh ayrıldığına göre elbette kendisinin ayrılıp ayrılmadığını en iyi bilendir. Sevgili kardeşlerim, ama biz hissetmeyiz.
Bir insan için Allahû Tealâ'nın hedef gösterdiği en önemli husus, o kişinin mutluluğudur. Allah, insan adı verilen mahlûkunu mutlu olsun diye yaratmış ve bir denge içinde, ona dünya adı verilen bu gezegende hayat vermiş. Nasıl bir denge? Nefsiniz var; %100 afetlerle dolu. Ruhunuz var; %100 hasletlerle dolu ve tam bir denge. Birisi ötekinin üzerinde değil, eşitlik söz konusu. Bir tarafta Allah ve O'nun güzellikleri, öbür tarafta şeytan ve onun çirkinlikleri. Nefret, kin, öfke, intikam; Allahû Tealâ'nın dizaynı içinde ruhumuzun standartlarına tam ters düşen hususlardır. Ruhumuz mu? Onda sevgi vardır. Nefsimizde nefret söz konusudur. Öyleyse ruhumuzun hasletleri söz konusu ama nefsimizin afetleri söz konusudur.
Biz insanlar her zaman hayat adı verilen bir standart içinde yaşarız. Ömrümüz ne kadarsa o ömrü insan standartları içinde bir insan olarak yaşayacağız ve Allahû Tealâ'ya ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır ki; bizleri insan olarak yaratmış. Yani ruhundan üfürmek ve bu ruhu bize mâl etmek, Allahû Tealâ'nın biz insanlara yaptığı en büyük ni'met hüviyetinde.
Sevgili kardeşlerim! Allah'ın ruhunu sadece insan, içinde taşır. Ne hayvanlarda ne meleklerde ruh mevcut değildir. Öyleyse ruh bu kadar önemli mi? Sadece insanlara has bir müessese olduğu için önemli. İnsan, neticede Allah'a geri dönecek olan bir emaneti bünyesinde taşımak şerefine ulaştığı için önemli. Sadece insan için geçerli olan bir olay sevgili kardeşlerim. Bizler insan olarak yaratıldık. Yani? Yani doğar doğmaz Allahû Tealâ bizlere ruhundan üfürdü ve ruh, derhal bizim fizik vücudumuzun şeklini aldı ve ne zaman ruhunuzu görseniz, sizin aynınız olduğunu göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Ruh öyle bir varlık ki; Allahû Tealâ'ya aittir. İnsanlar bir ruh taşırlar ama ona hâkim değillerdir. Neden değillerdir? Çünkü ruh, dilediği anda vücudu terk edebilir, dilediği yere gider ve dilediği an tekrar geri döner. İçinde bulunduğu vücudun sahibinden izin almak gereğini duymaz. Böyle bir yetkinin sahibidir. Ama ruh, kendi standartları içinde, kendisi istiyor diye, o kişi ölmedikçe Allah'ın Zat'ına geri dönemez. Böyle bir yetkisi yoktur. Ne zaman insanoğlu ecel şerbetini içerse yani ölürse o zaman ruhu vücudunu terk edecek ve Allah'a doğru yola çıkacaktır, Allah'ın Zat'ına geri dönecektir.
Bütün ruhlar, sahipleri olan Allah'a mutlaka geri döneceklerdir. Allahû Tealâ ruhundan üfürür. Ruh, insanın derhal şeklini alır ve bir ömür boyu insan hangi değişiklikleri geçirirse ruh da aynı değişiklikleri geçirir. Ruhun da görüntüsü, kişinin yaşlandıkça değiştirdiği şekle göre şekillenir.
Allahû Tealâ yarattığı bütün mahlûkatının içinde neden en çok insanı seviyor? Çünkü sadece insana ruhundan üfürmek lütfunda bulunmuş. Hayvanlarda, meleklerde, cinlerde böyle bir ruhu taşımak imkânı yok. Sadece insana bu yetki verilmiş. Öyleyse biz Allah'a ne kadar çok hamdetsek, şükretsek azdır ki; Allahû Tealâ bizleri insan olarak yaratmış. Bizler insanız. İnsan olarak yaratılmışız ve insan olarak yaratılan bu varlıklar, Allah'ın üfürdüğü ruhu, onu Allah'a geri gönderene kadar bünyelerinde taşırlar. Ruh, otomatik olarak kişinin şeklini alır. Kişi bebek oluşundan, çocukluğundan, delikanlılığından yaşlanıncaya kadar hangi şekilleri alırsa ruh da onlarla aynı şekli alır.
Bir insan için huzur ve mutluluk, nefsin kalbindeki afetlerin yok olma yüzdesiyle paralel bir seyir takip eder. Bir insan nefsinin kalbindeki afetlerden %50'sini devre dışı bırakabilmişse bu, onun %50 mutlu olmasını gösterir. Zikir, o kişinin kalbindeki afetleri temizleyen tek silâhtır. Başka bir silâh mevcut değil.
Nefsin afetleri sadece "Allah" kelimesinin "Allah, Allah, Allah..." diye tekrarıyla hedefe ulaşır. "Allah" kelimesi ya sesli olarak "Allah, Allah, Allah..." diye tekrar edilir ya da sessiz olarak "Allah, Allah, Allah..." diye tekrar edilir veya ağız da kımıldamaz, ses de çıkmaz ama kişinin çok hafif bir şekilde dişleri hafif aralanmak suretiyle (yakından bakmadıkça gözle görülmesi pek mümkün değildir) "Allah" kelimesini kişinin tekrarı, onun nefsinin kalbine Allah'ın nurlarının ulaşmasının tek sebebini teşkil eder. Allahû Tealâ ister ki; herkesin kalbi %100 nurlarla dolsun. Daimî zikirde bu konu tamamlanır. Kişinin nefsinin kalbi %100 nurlarla dolar.
Sevgili kardeşlerim! Nurlar mutluluğunuzun simgesidir. Afetlerse karanlıklarla temsil olunur, mutsuzluğun simgesidir. Öyleyse nefsimizin kalbindeki nurlarla mutluluk arasında tam bir paralellik söz konusudur. Nefsimizin kalbindeki afetlerle mutluluk arasında da tam bir terslik söz konusudur. Afetler ne kadar azalırsa mutluluğumuz o kadar çoğalır. Afetleri yok edecek olan tek mekanizma zikirdir.
"Allah" kelimesinin "Allah, Allah, Allah..." diye tekrarı ne sağlar? Allah'ın katından rahmetle fazl, rahmetle salâvât nurlarının nefsimizin kalbine ulaşmasını sağlar. Rahmet nurları taşıyıcı faktörlerdir. Ama fazıllar, %2 rahmet nurundan sonra nefsimizin kalbine %98'e kadar ulaşıp yerleşecek olan nurlardır. %98 fazl nuru + %2 rahmet nuru, o kişinin kalbindeki nurları %100'e tamamlar.
Sevgili kardeşlerim! Bütün insanlar için mutluluk, nefsin kalbindeki nurlarla paralel bir seyir takip eder. Yani ne diyorduk? Ne kadar köfte, o kadar ekmek! Ne kadar zikir, o kadar nur birikimi! Öyleyse Allahû Tealâ'ya çok hamdetmemiz, çok şükretmemiz lâzım gelmez mi sevgili kardeşlerim? Bu sistemi Allahû Tealâ otomatik olarak tatbikata koymuş. Biz Allah'ın ismini "Allah, Allah, Allah..." diye zikredeceğiz, Allahû Tealâ da kalbimizi gönderdiği nurlarla dolduracak. Daimî zikirle kalbimiz tamamen nurlarla dolacak.
Sevgili kardeşlerim! Bir insan, hayatını mutlu olarak da geçirebilir, mutsuz olarak da geçirebilir. Bu, onun davranışlarına kalmıştır. İnsanlar vardır; bir ömür boyu mutsuzluğu yaşarlar. Onlar, Allah ile ilişkilerini koparmış olanlardır. Allah'a inanmayan insanların bile var olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ, zikriniz hangi ölçüde artarsa, o ölçüde sizi mutlu kılar. Dünyadaki en mutlu insanlar, bu sebeple daimî zikrin sahibi olan insanlardır. Zikri daim yani daimî zikir, kesintisiz bir şekilde o kişinin iç dünyasında "Allah" kelimesinin tekrar edilmesidir. Onun dudakları kımıldasa da kımıldamasa da, o noktaya ulaştığı zaman çok hafif bir hareketle o kişinin ağzının devamlı kımıldadığını göreceksiniz. Sadece kımıldama. Belki hareket de sayılmaz.
Sevgili kardeşlerim! İnsan olarak yaratıldığımıza hamdetmek ve şükretmek aslî görevimiz olmalıdır. Başka bir varlık olarak da yaratılabilirdik. Ama insan olarak yaratılmışız ve Allah'ın bize ruh üfürmesi söz konusu olmuş. Sonra ne olmuş? Sonra biz Allah'ın bize verdiği görevi gerçekleştirmişiz. Ruhumuzu, onun gerçek sahibi olan Allah'a ulaştırmışız. Hiç kimse, tâbiiyetini gerçekleştirmedikçe onun ruhu vücudundan ayrılamaz. Oysaki Allahû Tealâ'nın emri var. Diyor ki: "İrciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön."
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
Ruha Allah'ın verdiği emir budur: "İrciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön."
Bütün ruhlar, o kişi istese de istemese de Rabbine geri dönecektir. Kişi ya hayatında Allah'ın güzellikleri Kendisine anlatılıp da aklı onlara yattığı zaman mürşidine tâbî olarak, tâbî olduğu zaman ruhu vücudunu terk edecek ve kişinin zikir sayısı arttıkça 7 tane gök katını birer birer aşacak, 7. gök katında 7 tane âlemden geçecek ve sonra Allah'ın Zat'ına ulaşacak, illiyinde Allah ile birlikte olacak.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ'nın istediği şey açık ve kesin: Bize emanet olarak verdiği ruhunu geriye istiyor ve her doğan kişiye, kadın olsun erkek olsun, Allahû Tealâ mutlaka ruhundan üfürür. O insandan başka hiçbir mahlûk yoktur ki; Allah onlara ruhundan üfürmüş olsun.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ sizlerden sadece tek bir şey ister: Hepinizin mutlu olmasını. Bu hedefe yönelik olarak yaratıldınız ama Allahû Tealâ hepinize serbest irade verdi. Bu serbest irade neticesinde herkes dileğini yapmakta kendi iradesiyle serbest bırakıldı. İşte insanlar var; ömürleri boyunca asla böyle bir şeye teşebbüs etmezler; Allah'a ulaşmayı dilemezler. Dilemezlerse mürşidlerine ulaşmak gibi bir şey de akıllarına gelmez. Oysaki herkesin yeryüzünde tayin edilmiş bir mürşidi mutlak olarak vardır. Kişi Allah'a ulaşmayı dileyip de hacet namazını kılar, Allah'tan sorarsa Allahû Tealâ o kişiye mutlaka mürşidini gösterir. O kişinin yapması lâzımgelen şey nedir? Dünyanın neresinde olursa olsun, mürşidine ulaşmak ve ona tâbî olmak. Tâbî olduğu anda ne olur? Ruhu vücudundan ayrılır, Allah'a doğru giden kafileye katılır. 7 tane gök katını aşar. 7. katta 7 tane âlemden geçer ve ruh, Allah'a geri döner.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sevgi dolu bir dünyada yaşamak, Allahû Tealâ'nın nasip kıldığı en büyük servettir. Mutluluk parayla satın alınamaz. Mutluluk, iç dünyayla alâkalı, Allah ile alâkalı bir serüvendir. Sadece ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler, onlar böyle bir mutluluğa sahip olurlar. Onların da eğer bu minval üzere kalırlarsa yani ruhlarını Allah'a ulaştırmak onları tatmin ederse, "Benim yolum buraya kadar." derlerse yarı mutluluğun sahibi kılar. 7x7; %49 eder. Her gök katında %7 nur birikimi gerçekleşir. %2 de rahmet nuru, kişi mürşidine tâbî olduğu zaman tahakkuk etmiştir.
Öyleyse %2 + %49 = %51 nurla o kişinin ruhu Allah'a ulaşır. İşte bu, vuslattır. Ruhun Allah'a ulaşması, %51 nur birikimi ve kişinin dünya mutluluğunun %51'ini yaşaması; yarı yarıya bir mutluluk. Ne zaman o kişi fizik vücudunu teslim ederse bu mutluluk %50'nin ötesine geçecektir. Ne zaman nefsini teslim ederse %100'e ulaşacaktır. Nefsin teslimi daimî zikirle mümkündür. Son teslim, iradenin Allah'a teslimidir.
Sevgili kardeşlerim! Olaylar dizisini bir bütün olarak gözünüzün önüne getirdiğinizde Allah'ın insanları ne kadar çok sevdiğini net olarak idrak edersiniz. Onun için biz de sizlere rahat rahat söylüyoruz ki; Allah hepinizi seviyor, çok seviyor ve bu Allah'ın dizaynı içinde sevgi dolu bir dünyada yaşamak herkesin hakkıdır. Ne var ki bedava değildir. Herkes mutluluğu yaşayamaz. Allah'a ruhunu ulaştırmayı dilemeyen hiç kimse, %51 mutluluğa ulaşmaz. Fizik vücudunu Allah'a teslim etmeyen hiç kimse, %80 mutluluğa ulaşmaz. Nefsini Allahû Tealâ'ya teslim etmeyen hiç kimse, %100 mutluluğa ulaşmaz. İradesini teslim etmekse bütün bunların çok daha ötesinde bir güzelliği ifade eder. O kişi tasarruf altına girer.
Sevgili kardeşlerim! Bu bütünlük içinde herşey öylesine güzel ki! Allah'a, O'ndan hoşlanmakla başlayan yakınlık hissi O'nu sevmekle, O'na âşık olmakla ve O'na hayran olmakla devam eder. Son noktada hayranlık vardır. Allah'a hayranlık!
Allah'ı tanımak, her zaman sizi adım adım mutluluğa ulaştıracak olan bir hedeftir. Allah'tan hoşlanmak, Allah'ı sevmek, Allah'a âşık olmak, Allah'a hayran olmak; giderek artan miktarda, Allah'a karşı olan sevginizin artmasını ifade eder. Son noktasında iradenin de Allah'a teslimi vardır. İradesini de Allah'a teslim edenler, yalnız onlar Allah'ın tasarrufunda olabilirler. Böyle bir şey mümkün müdür? Elbette mümkündür. Daimî zikrin sonu, o kişinin biraz ömrü varsa mutlaka buraya ulaşır. Kişi iradesini de Allah'a teslim eder. O zaman o da "Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?" diyenlerden, bunu kalpten söyleyenlerden birisi olur. Bu muhtevanın en önemli parçası sevgidir.
Allah, insanlara sevmeyi öğütler. Şeytan da boş durmaz; insanlara nefret etmeyi öğütler. Şeytan, mütemadiyen başka insanların sizlere yaptığı kötülüklerden bahseder, onlardan intikam almanızı ister. Allahû Tealâ da hep ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmeniz gerektiğini ifade eder.
İşte 3 tane kitaplı dîn: musevilik, hristiyanlık ve İslâm. 3 kitaplı dîni de A'dan Z'ye tetkik ettik. Ne çıktı? Aynı skala çıktı ortaya. Birincisinden başlayalım; musevilikte de hristiyanlıkta da İslâm'da da ki; bunlar 3 kitaplı dîni ifade ederler. Yani Tevrat'ta da İncil'de de Kur'ân-ı Kerim'de de temel, 7 safha ve 4 tane teslimdir.
· 1. safha: Allah'a ulaşmayı dilemek
· 2. safha: Mürşide tâbiiyet
· 3. safha: Ruhun Allah'a ulaşması
· 4. safha: Fizik vücudun Allah'a teslimi
· 5. safha: Nefsin Allah'a teslimi
· 6. safha: Muhlis olmak
· 7. safha: İradeyi de Allah'a teslim ederek teslimleri sonlandırmak.
Tevrat'ı incelediğimiz zaman bu 7 safha ve 4 teslimin mevcut olduğunu Allahû Tealâ bize gösterdi. İncil'i incelediğimiz zaman 7 safha ve 4 teslimin orada da mevcut olduğunu tespit ettik, Allah gösterdi. Ve Kur'ân-ı Kerim'i incelediğimiz zaman 7 safha ve 4 teslimin orada da mevcut olduğunu gördük. O zaman gördük ki; zaten Kur'ân'da da İncil'de de Tevrat'ta da Allahû Tealâ bu dînin Hz. İbrâhîm'in hanif dîni olduğunu söylüyor. Bu Hz. İbrâhîm'in hanif dîni, 3 kitaplı dînin de temelini oluşturuyor. 3 kitaplı dîn de Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir. Söylediğimiz 7 safha ve 4 tane teslimi (ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a teslimi) içerir. Öyleyse Allahû Tealâ'nın nezdinde hristiyanlık diye ayrı bir dîn, musevilik diye ayrı bir dîn, İslâm diye ayrı bir dîn söz konusu değildir. Söz konusu olan dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir. 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dîni...
Sevgili kardeşlerim! Şuraya ulaşıyoruz ki; Allahû Tealâ hepinizden sadece ve sadece sizlerin mutlu olmasını ister. Allahû Tealâ önce Tevrat'ta, sonra İncil'de, en sonra da Kur'ân-ı Kerim'de bunun formüllerini ve sonuca ulaşma imkânlarını açıklamıştır. Ana çizgilerde, esasta yani 7 safha ve 4 teslimde, 3 dînde de bir değişiklik mevcut değildir. Sadece bir tek dîn vardır, diyebiliriz. O dîn, Hz. İbrâhîm'in hanif dînidir. O dîn, musevilerin dînidir. O dîn, hristiyanların dînidir. O dîn, İslâm'ın dînidir. Bu dînlerin iniş sırasına göre açıklamayı ifade ediyor. Önce musevilik var, sonra hristiyanlık var, sonra İslâm. Ama Hz. Musa da Hz. İsa da Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz de aynı dînin sahipleridir; Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin sahipleridir.
Sevgili ve muhterem kardeşlerimiz! Allahû Tealâ'nın hepinizi bu hanif dîninin çatısı altında sonsuz mutluluklara ulaştırmasını dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Sonsuz mutluluklar sizlerle olsun.
İmam İskender Ali M İ H R