SOHBETİN ADI: Sevmek, Bütün Dostlukların Anahtarıdır.
TARİHİ: 22.09.2010
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde sizlerle birlikteyiz. Kalp kalbe, gönül gönüle bir beraberlik, sevginin hâkim olduğu bir dünyada yaşamak…
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ bize herşeyden evvel sevmeyi öğretti. Biz de size öğretebildiysek ne mutlu bize! Allah’ın bize öğrettiğini biz de size öğretmiş oluruz. Ey benim sevgili kardeşlerim! İnsanların kalplerini birbirine bağlayan sevgiden ötede bir şey yoktur. Sevmek, bütün dostlukların anahtarıdır. Bütün kilitlerin açılacağı tek bir odak noktası var; bunun adı sevmek. Sevgi üzerine bütün kilitler açılır, sevgi anahtarı bütün kilitleri açar.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ hepinizi seviyor. Allah insanları sever. Onlara ruhundan üfürmüştür. İşte o ruh var ya; Allah’ın üfürdüğü ruh, o sevginin bir temel işaretini taşır.
Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan beraberliğinizde bir güzelliğin daha Allah ile konuşmaya başlar başlamaz bizi sardığını, yakaladığını ve süratle kalbimizde büyüdüğünü hissederiz. Büyüyen bir sevgi halesi, sevmenin vücuda getirdiği bir güzelliğin canımıza, kanımıza, damarlarımıza işlediği bir bütün. İşte sevgi üzerine kurulan bir dünya… Ya Allah’ın tarafındasınız, sevgi dolu bir dünyada yaşarsınız, huzur içinde olursunuz, gerçek anlamda dostlarınız olur, seversiniz ve sevilirsiniz. Ya da şeytanın hâkim olduğu bir dünyada yaşar insanlar; onlar sevemezler. Onlar nefreti öğrenirler. Onlar öfkelenirler, kızarlar, nefslerinin bütün afetleri ayaktadır, faaldir, devamlı onları tesir altında tutmaya çalışır. Onlar birbirlerini sevemeyen insanlar olarak yaşarlar.
Sevgili kardeşlerim! İşte bunun için Allahû Tealâ’ya çok hamdetmelisiniz, şükretmelisiniz ki; siz sevenler can evindesiniz. O zaman belki siz de aynı şeyi söylüyorsunuz: “Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?” diye. Herşey gerçekten çok güzel. Eğer sevgi dolu bir dünyada yaşıyorsanız, siz etrafınızdaki insanları seviyorsanız, onlar da sizi seviyorsa ki sevginin karşılığı her zaman sevgidir.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlar için sadece iki taraf var; Allah’ın tarafında olmak veya olmamak. Allah’ın tarafında olmak, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan bir daireye adım atmaktır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi bu konuda ilk adımı atmıştır. Artık o dünyanın içinde olacaktır, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dünyasında (bu talebin kalpten olması şartıyla). Anlar mısınız? Derhal anlaşılır. Çünkü Allah’a ulaşmayı gerçek anlamda dileyen bir kişinin, bu noktadan itibaren mutlu olmaması mümkün değildir. Ama kişi “Yarabbi! Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” diye bir laf etmişse ama kalbi aynı şeyi söylememişse, dil ilen söylenmişse, o zaman dil ilen tarifi mümkün olan bir şey çıkar ortaya: O kişi Allah’a ulaşmayı diliyle dilemiştir, kalbiyle değil. Allah katında bunun bir hükmü yoktur sevgili kardeşlerim. Allah kalbinize bakar, kalbinize. İşte o kalp var ya; kalp herşeyi, Allah ile ilişkileri dizayn eden herşeyin bütününü ifade eder. Allah sever ve Allahû Tealâ’nın sevgisine paralel olarak sizler de Allah’ı seversiniz.
Allah’ı sevip sevmediğinizi nasıl mı kontrol edeceksiniz? Etrafınızdaki insanları seviyor musunuz? Eğer seviyorsanız mutlaka Allah’ı da seviyorsunuz. Ve de size düşman olanları da affedebiliyorsanız, sevebiliyorsanız o zaman haydi haydi bu dairenin içindesiniz. Herşey o zaman size de çok güzel görünür, sizi mutlu eder, huzur içinde bir dünya hayatı yaşarsınız sevgili kardeşlerim. Allah için olursanız Allah için yaşarsınız. Allah için herkese kucağınızı açarsınız, kollarınızı açarsınız. Başkaları sizin düşmanınız olabilir ama siz onlara düşman olamazsınız. Size en büyük kötülükleri edenleri de Allahû Tealâ’nın affetmesi için Allah’a duada bulunursunuz: “Yarabbi! Onları bağışla. Onlar bilmiyorlardı.”
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvel, O’nun karşısında olan bütün zavallılara aynı şeyi söylemiştir: “Yarabbi! Onları bağışla çünkü onlar bilmiyorlardı.”
Allah’ı bilmeyen bir insan, mutluluğu hiçbir zaman bilemez sevgili kardeşlerim. Onlar için mutluluk mümkün olmayan bir vetiredir. Mutluluğu yaşayabilenler ancak ve sadece Allah’ın dostlarıdır. Kalplerini Allah’a çevirmiş olanlardır.
Sevgili kardeşlerim! Böyle bir insan herkesi sever. Onun kalbinde sadece sevgi vardır. Onun düşmanlarına da Allahû Tealâ’nın affetmesi için dua eder, aynı şeyi söyler: “Yarabbi! Onları bağışla. Onlar bilmiyorlar.”
Sevgili kardeşlerim! Kalplerini Allah’a döndürmeyen insanlar, sizin kalbinizin Allah’a dönük olduğunu nereden anlayabilirler ki? Onlar belki bir hayat boyunca, bir ömür boyunca bu güzelliği hiç yaşayamayacak olan zavallılardır. Bu dünya adı verilen gezegende bir hayat yaşarlar, onları sadece cehenneme götürecek olan bir hayat. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan cehennemden kurtulamaz sevgili kardeşlerim. Allah’a dost olmayanlar, Allah’a ulaşmayı dileyemezler, dilemeleri söz konusu değildir.
Sevgili kardeşlerim! Sevmek üzerine konuşuyorduk, öyle değil mi? Öylesine müstesna bir olay ki bu, öylesine güzel ki; mükâfatı mutlaka gelir. Eğer siz severseniz mutlaka sevilirsiniz. Sizi sevmeyenleri de sevmek, bunun en zor şartıdır. Sizden nefret edenleri de sevmek… Niçin seversiniz? Çünkü onlar da insan olarak yaşamaktadırlar, onların da nefsleri vardır ama ruhları da vardır ve sevgili kardeşlerim, Allah dostlarının karşısındaysalar o zaman ruhlarını Allah’a ulaştırmış olmaları da mümkün değildir. Onlar yaşarlar dünya üzerinde bir bitki gibi, bir ağaç gibi, bir ot gibi ama dünyadan kâm alamazlar. Dünyadan kâm almak, dünyadan zevk almak, huzuru ve mutluluğu yaşamak, bu Allah dostlarının muhtevası içinde olan bir husustur. Allah dostları ve Allah’ın dostu olmayanların, şeytanın dostu olanların taşıdıkları muhtevadan farklı bir dizaynın sahipleridir:
1- Onlar Allah’ı sevenlerdir.
2- Onlar Allah tarafından sevilenlerdir.
3- Onlar başkalarını da sevenlerdir.
4- Onlar başkaları tarafından da sevilenlerdir.
5- Onlar kendilerine düşman olanları da sevenlerdir.
6- Ama düşmanları tarafından sevilmeyenlerdir.
Sevgili kardeşlerim! Allah’ın dostlarına düşman olanlar, bir hacet namazını kılıp Allahû Tealâ’ya sorsalar: “Yarabbi! Bu nice bir kişidir? Bunun kişiliği nedir? Seninle alâkası nedir? Gerçekten bir ilgi çemberi içinde mi? Senin dostun mu?” Boy abdesti alıp, hacet namazını kılıp da bunun cevabını almamak mümkün değildir. Mutlaka cevap alınır. O zaman o kişi Allah’ın dostlarına karşı işlediği yanlış davranışları, hataları affettirmek için Allahû Tealâ’ya karşı hemen harekete geçer. Sabahlara kadar Allahû Tealâ’ya dua eder, kendisini af buyurması için.
Ne olmuştur? O Allah’a yöneldiği için, Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah da onun kalbine sevgiyi koymuştur. Allah sevgisi demek, Allah dostlarını da sevmek demek. Onlar Allah sevgisiyle yeşerecek olan bir ağacı temsil ederler ve herbiri ayrı bir ağaç. Ve Allah sevgisiyle yeşerir yapraklar. Yemyeşil, pırıl pırıl bir yeni dünya kurulur. Ve o kişi etrafındaki insanları, eskiden nefret ettiği insanları sevmeye başlar. İşte burada çok açık bir gerçek çıkar ortaya. Demek ki Allah’ın yolunda olmayan insanlar için, başkaları belki o kişi için düşman olarak görülür. Ama Allah yolunda olan kişi kimseyi düşman edinemez. O, kimseye düşman olamaz. Ama ona düşman olanlar çok olur.
Bütün Allah’ın dostları, şeytanın dostları tarafından sevilmeyecektir. Bu, eşyanın tabiatına son derece uygun bir dizayndır. Ne zaman ki o insanlar görüş açılarını değiştirir de Allah ile bir ilişki kurabilirlerse -ki bunun başlangıç noktası Allah’a ulaşmayı dilemektir- o zaman yeni bir dünyada yaşamaya başlarlar. Mutluluğun kapısından içeri girerler, zemin kata. 7 tane kat tırmanacaklardır. Ne zamandan itibaren? Allah onlara mürşid sevgisi verecek, hacet namazı kıldıklarında mürşidlerini gösterecek, o mürşidi mutlaka onlara sevdirecek ve onların mürşidlerine tâbiiyetini sağlayacaktır.
Tâbiiyetin arkası, ruhun hemen vücuttan ayrılmasını ifade eder. Vücuttan ayrılan ruh ne olur? Allah’a doğru yola çıkan kafileye katılır. Önce 1. gök katına kadar çıkabilir, sonra 2.’ye, sonra 3., 4., 5., 6., 7. gök katlarına, 7. katın 7 tane âlemine birer birer ulaşacaktır bu ruh. Aynı seviyede olan, aynı noktada Allah’ın yoluna girmiş olan diğerleriyle birlikte.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” Bunun mânâsı; o kendi gayretiyle Bana ulaşmaz. O sadece Bana ulaşmayı diler. Ben onun içine mürşid sevgisi veririm. Onu mutlaka mürşidine ulaştırırım. Hacet namazını kıldığında mutlaka mürşidini gösteririm. Mürşidi ona sevdiririm. Onu mutlaka mürşidine ulaştırırım. Tâbiiyetini sağlarım ve böylece onun ruhu da mürşidinin ruhu nasıl vaktiyle Allah’a doğru yola çıkmışsa onun vücudundan da ayrılır ve Allah’a doğru yola çıkan kafileye o da katılır. O zaman aynı şarkı söylenmeye başlar: “Yarabbi! Herşey bu kadar güzel miydi bu dünyada? Neden daha evvel böyle bir şeyi bilmedim, yaşayamadım? Neden bu güzelliği tatmadım? Bunca sene ömrümü beyhude geçirdim, Senin güzelliklerini yaşayamadan.” İşte Allah’a doğru yola çıkan bir kişi bunları düşünür ve her geçen gün Allah ile ilişkisi biraz daha artar. “Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?” der.
Sevgili kardeşlerim! Mutluluğun merkezinde sevgi vardır, mutsuzluğun merkezinde nefret vardır. Allah’ın yolunda olanlar sevginin mümessilleridir, şeytanın yolunda olanlar nefretin mümessilleridir. Onlar birbirlerinden nefret ederler. Onlar başkalarına zarar vermekten çekinmezler. Onlar bunun arkasından her yaptıkları kötü davranışın bedelini bir azabı dünyada çekmek suretiyle zaten öderler ama yetmeyecektir, eğer aklını başına toplayamazsa ve Allah’a ulaşmayı dilemeden ölürse bu kişinin gideceği yer cehennemdir. Cehennemde sonsuza kadar kalacaklardır. Allah’a mülâki olmayı dilemeyen hiç kimsenin cehennemden kurtulması mümkün değildir ve sevgili kardeşlerim, sonsuz bir azap onları beklemektedir.
Ne mutlu siz sevgili kardeşlerimize! Hepiniz Allah’a ulaşmayı dilediniz. Hacet namazını kıldınız. Allahû Tealâ bizi gösterdi size. Gelip bize veya bulunduğunuz yerdeki bizim bir yetkilimize tâbî oldunuz. Tâbiiyetinizle beraber ruhunuz vücudunuzdan ayrıldı. Gördünüz ki; 7-8 aylık bir devre içinde ruhunuz Allah’a ulaştı. Mutluluğunuz arttı, arttı, arttı. Geri kalanları başaramadığınızı düşünelim, ne yazar? 3. kat cennetin sahibisiniz. Gideceğiniz yer mutlak olarak cennet.
Bir kişi Allah’a ulaşmayı dileyip de ölse 1. kat cennetin sahibi olarak ölür. Yaşarsa mürşidine tâbiiyet mutlaktır. Allah’a ulaşmayı dilemişse Allah onu mutlaka bir mürşide ulaştıracaktır. O mürşid onun mürşididir. Bundan sonra ölse 2. kat cennetin sahibidir. Yaşarsa 7-8 aylık bir devre içinde Allahû Tealâ o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Kim ulaştıracaktır? Allah ulaştıracaktır ve sanki o kişi bunu başarmış gibi onu 3. kat cennetle mükâfatlandıracaktır. Buraya kadar bütün insanlar Allah’ın garantisinde. Ancak bundan sonra dik yokuş başlar çünkü fizik vücut teslimi, günün yarısından çok fazla daha zikri gerektirir.
Sevgili kardeşlerim! Ne kadar muhteşem bir olay, değil mi? Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş, gerçek anlamda Allahû Tealâ’dan dilemiş ve bütün gönlüyle ve sonra ölmüş. Bu kişi cehenneme gitmiyor ama hiçbir fiili yok. İnancı da o noktaya kadar zaten negatifti. O noktada değişmiş. Allah’a ulaşmayı dilemiş kalbî bir dilekle. Kalpten olup olmadığını en iyi bilen Allah’tır. Kalbî dilek söz konusuysa bu kişi mutlaka 1. kat cennete girer. Yaşıyorsa, Allah ona mutlaka bir mürşidi, onun standartlarına uygun olan bir mürşidi sevdirecektir. O mürşid sevgisi onu o mürşide ulaşmaya mutlaka götürecektir.
Tâbiiyet, 2. kat cennetin sahibi olmayı gerektirir. Ruh vücuttan ayrılmıştır, diğer ruhlara katılmıştır ve 7 tane gök katını onlarla birlikte birer birer aşacaktır, aşacaktır. 7. katta 7 tane âlem geçecektir. 7. âlemden sonra Sidretül Münteha’dan dikey bir yolculukla yükselecektir. Allah illiyyindedir. İlliyyine yükselecektir ve Allah’ın Zat’ında yok olacaktır.
Nereden gelmişti? Allah o ruhu ona üfürmüştü. Ruh şimdi ne oldu? Kendisini üfüren Allah’a tekrar geri döndü. Arkasında ne bıraktı? Arkasında cennetlik birisini bıraktı. O kişi eğer ruhunu Allah’a ulaştıramadan evvelâ Allah’a ulaştırmayı dilediği zaman ölseydi, 1. kat cennetin sahibi olacaktı. Mürşidine tâbiiyetten sonra ruhu Allah’a ulaşmadan evvel ölseydi, 2. kat cennetin sahibi olacaktı. Ama bu kişi ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra ölmüş, fizik vücudunu teslim edemeden ölmüş, 3. kat cennetin sahibi olarak ölmüş.
Sevgili kardeşlerim! 1. kat cennet olsa ne yazar? Cennet, cehennem değil. Cehennemdeki azap müesseselerini inşaallah hiç görmezsiniz sevgili kardeşlerim. Gönlüm böyle bir azaba sizin kalp gözüyle ulaşmanızı istemiyor. Dayanmanız güç olurdu. Orada her çeşit azap tatbik ediliyor sevgili kardeşlerim. Eğer insanlar cehennemdeki azabı görseler ve bilseler, Allah’a ulaşmayı dilemekte hiçbir saniye bile bekleyemezler.
Düşünün sevgili kardeşlerim, bir tek talep: “Yarabbi! Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştır.” İşte böyle bir talep, bir insanı mutlaka cehennemden cennete ulaştırır. Kalptense bu dilek, mutlaka 1. kat cennetin kişi sahibidir. Yeter mi? Yetmez. Eğer yaşarsa mutlaka Allahû Tealâ ona mürşid sevgisi verecektir. Bu kişi mürşidine mutlaka ulaşacaktır. Ulaşmaması söz konusu değildir. Mürşid sevgisini ona veren Allah’tır. Mutlaka mürşidini sevecek, mutlaka ulaşacağı bir yerde olacak mürşid, mürşidine ulaşacak. Tâbiiyetini gerçekleştirdiği andan itibaren 2. kat cennetin sahibidir. Ruhu vücudundan ayrılmıştır, Allah’a doğru yola çıkmıştır. 7-8 aylık bir zaman, ruhun Allah’a ulaşması için yeterlidir. Sonuç mu? Ulaşmadan sonra bu kişi ölürse 3. kat cennetin sahibidir.
E, işte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın dizaynı içinde mutlu olmak mı? Hiç de zor değil! Sadece: “Yarabbi! Ben de ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum. Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştır. Ben de Senin ermiş evliyalarından, ruhunu Sana ulaştırmış evliyalarından birisi olayım.” Böyle bir talep sevgili kardeşlerim, eğer kalpten yapılmışsa Allahû Tealâ tarafından kabul görmemesi mümkün değildir.
Kalpten yapılıp yapılmadığını nasıl anlarız? Eğer arkadan biz de bir mürşid ihtiyacı oluşmuşsa, bir mürşid arayışı içine girmişsek, kalbimizden, içimizden bu geliyorsa, bir mürşide tâbiiyeti mutlak olarak iç dünyamız istiyorsa o zaman Allah’a ulaşmayı dilemişizdir. Mutlak olarak dilemişizdir ki; böyle bir iç dünyamız değişiklik gösterebilsin. Ve de Allah’ın bizim için tayin ettiği mürşide mutlaka Allahû Tealâ bizi ulaştırır. Eğer biz ulaşmayı diliyorsak Allahû Tealâ’dan yardım alırız, mutlaka ulaşırız.
Tâbiiyet 2. kat cenneti garanti eder. Tâbiiyette ne olur? Ruhumuz vücudumuzu terk eder. Allah’a doğru yola çıkan ruhların arasına biz de katılırız. Sonuç; 7-8 ay daha ömrümüz varsa mutlaka ruhumuz Allah’a Allah tarafından ulaştırılır ama biz ulaştırmışız gibi Allahû Tealâ bizi mükâfatlandırır, 3. kat cennetin de sahibi kılar.
Öyleyse niyet bir dilek, nasip cennet saadeti. Sadece bu dilek sebebiyle: “Yarabbi! Ben de ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum.” Böyle bir dileği kalpten yapan bir kişi ölse, mutlaka 1. kat cennetin sahibidir. Yaşarsa, mürşidine tâbî olmak onun için kaçınılmaz bir ihtiyaç olacaktır. İç dünyası bütünüyle ona emredecektir. Hacet namazını kılacaktır. Mürşidini soracaktır, görecektir. Tâbî oldu, öldü; 2. kat cennetin sahibi. Ama yaşarsa, o kişinin ruhunu Allahû Tealâ mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Onu mutlaka 3. kat cennetin sahibi yapacaktır. 3. kat cennet ve ruhun Allah’a ulaşmasıyla vücuda gelen dünya mutluluğu. Evvelâ bu 7-8 aylık yolculuk sırasında duyulan dünyadaki en büyük mutluluklar, sonra da mutluluğun devamı…
O ulaşma devresindeki mutluluk, bir daha dünya hayatında yaşanamaz. O nev’i şahsına münhasır çok özel bir zaman parçasıdır. Sadece Allah’a ulaşmayı gerçekten dileyenler yaşayabilir ve unutamaz. Bir ömür boyu o 7-8 aylık devre unutulamaz sevgili kardeşlerim.
Bütün insanlar için sevmek, muhtevayı en güzele ulaştırır. Sevgili kardeşlerim! İnsanlar için Allah’ın istediği tek bir şey var, bir tek şey: Allah bütün insanları mutlu olsunlar diye yaratır. Onlara serbest irade verir. Herkes serbest iradesiyle kendisi seçer mutluluk yolunu veya mutsuzluk yolunu. Şöyle de söylemek mümkün: Ya mutluluk yolunu seçer ya da seçmez. Seçmez ise o, kendini mutsuz olmaya mahkûm etmiştir. Onda Allah sevgisi, mürşid sevgisi oluşamayacaktır. O, Allah’a ulaşmayı dilememiştir.
İşte İslâm’ı İslâm’ın 5 şartına indirgeyenler; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmekten ibaret 5 tane şarta indirgeyenler, bu mutluluğu hiçbir zaman yaşayamazlar. Ama Allah’a ulaşmayı dilemek ve tâbiiyet buna ilâve edilirse, bu tâbiiyetin arkası, tâbiiyetle beraber vücuttan ayrılan ruhun Allah’a ulaşmasıyla noktalanacağı için o kişinin vuslatına sebebiyet verir. Ruhunu vasıl etmesine vuslat denir. Vasıl kelimesi ve vuslat kelimesi aynı kökten gelir. Vasıl olmak; ulaşmak demek. Vuslat da ulaşmak demek. Ulaşma…
Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ ne istiyor insanlardan? Sadece insana ruhundan üfürmüş. Burada Allahû Tealâ’nın bir muradı yok mu? “O üfürdüğüm ruh senin değil. O üfürdüğüm ruhu Ben sana Bana tekrar ulaştırman için üfürdüm. Eğer bunu yapmazsan manevî gelişmeyi takip edemezsin, manevî gelişmeyi tahakkuk ettiremezsin, vücuda getiremezsin. Eğer Bana ulaşmayı dilersen, iç dünyanda bir talep olacak; mürşidini Benden sorma talebi. Evvelâ boy abdesti alacaksın. Boy abdestiyle hacet namazını kılacaksın ve o gece mürşidini Bizden dileyerek yatacaksın.” diyor Allahû Tealâ.
Bir kişi bunu yaparsa, eğer gerçekten kalbî bir dilekle Allahû Tealâ’yı dilemişse, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir sevgili kardeşlerim. Ne olur? Olacak şey bellidir; o mürşide tâbî olacak ve ta Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bu tarafa gelen cereyan, mürşidler kanalıyla bütün devrelerde var olan o nesne, bütün devirlerde birinden diğerine geçen, mürşidden müride geçen, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den son insana kadar ulaşacak olan böyle bir dizayn. Daha önce Hz. İsa tarafından bu gerçekleşmişti. O’ndan önce, en önce Hz. Musa tarafından bu gerçekleşmişti.
Sevgili kardeşlerim! Bilelim ki; aslî unsurları incelediğimiz zaman dînlerin olmadığını, sadece bir tek dînin, Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin olduğunu görecektiniz; 7 safha ve 4 tane teslim.
Nereden çıkardık bunu? Tevrat’ı inceledik, 7 safha ve 4 tane teslimi gördük. İncil’i inceledik, 7 safha ve 4 tane teslimi gördük. Kur’ân-ı Kerîm’i inceledik, 7 safha ve 4 tane teslimi tespit ettik. Bunları biz mi tespit ettik? Hayır, Allah bize gösterdi. Bizim kendimize ait olan bir gücümüz yok, sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ neyi yaptırırsa onu yapabiliriz. Neyi öğretirse onu söyleyebiliriz size. Ama bunları yaşadık ve kardeşlerimize Kur’ân’daki 7 safha ve 4 teslimi, İncil’deki 7 safha ve 4 teslimi ve Tevrat’taki 7 safha ve 4 teslimi verdik. Kardeşlerimiz hristiyanlara ulaştılar; onlara ispat ettiler, İncil’den 7 safha ve 4 teslimi. Sonra musevilere ulaştılar, onlara da Tevrat’tan 7 safha ve 4 teslimi öğrettiler. Eğer Allahû Tealâ bize Tevrat’tan ve İncil’den 7 safha ve 4 teslimi öğretmiş olmasaydı, bugün bu Amerika’daki museviler de hristiyanlar da 7 safha ve 4 teslimden haberdar olmayacaklardı. Allahû Tealâ bizi haberdar etti, onların kitaplarından âyetleri verdi. Kardeşlerimiz burada onlara ulaştılar, hristiyanlara da musevilere de. Burada, Norfolk’ta tam bir beraberlik kuruldu. Hristiyan kardeşlerimizle ve musevi kardeşlerimizle birarada olduk. Onlara kendi kitaplarından 7 safha ve 4 teslimi ispat ettik ve düşmanlık kalmadı. Aramızda çok ciddî, Allahû Tealâ’nın indindeki en güzel dostluğu içeren bir beraberlik kuruldu.
Sevgili kardeşlerim! Dostluk, Allah ile birlikte olmanın bir mükâfatıdır ve hepinizi bu güzelliğin muhtevasında yaşamaya ehil görüyoruz. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere de ulaşın sevgili kardeşlerim. Dilerlerse mutlaka Allahû Tealâ onlara da mürşidlerini gösterecektir. Mutlaka ruhlarını onlar da Allah’a ulaştıracaklardır. Böylece Allah’a ulaşmayı dilemek, onları 1. kat cennete, mürşidlerine tâbiiyet 2. kat cennete, onların ruhlarını Allah’a ulaştırması (daha doğru bir ifadeyle Allah’ın onların ruhlarını Kendisine ulaştırması) onlara 3. kat cenneti mutlaka temin edecektir. Cehenneme gitmekte olan insanlar bunlara sahip olmadıkları için, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için cehenneme gitmek mecburiyetinde olan insanlar, hangi dînden olurlarsa olsunlar, onları kurtarmak hepinizin vazifesidir! Onlar bilmiyorlar ama siz öğrendiniz. Onlara, onların kitaplarından bunları öğretmekle vazifelisiniz.
Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz güzelliklere ulaştırmasını, mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşamanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R