}
Sohbet (Bütün devirlerde Mutlaka Bir Devrin İmamı Mevcuttur) 03.03.2011
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 113064

SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 03.03.2011


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allahû Tealâ bizleri bir zikir sohbetinde birlikte kıldı. Allah'ı zikretmek üzere, Allah'tan bahsetmek üzere...

Allah ki, kâinatı yaratmış. Bir sonsuzluk, sevgili kardeşlerim. Bu sonsuzluğun içinde dünya adı verilen bir gezegende bizler, bu zaman parçasında dünyaya gelmişiz. Hayattayız, yaşıyoruz. Allah'tan bahsetmek gibi bir güzelliği yaşamak imkânının da sahibiyiz. Allah'a ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır.

O, hepinizi çok seviyor sevgili kardeşlerim. İstiyor ki herkes, herkes cennetine girsin. Ama insanları serbest iradeyle yaratmış ve Allah'ın yaratmasında bir nefs, bir ruh, bir de fizik vücut olmak üzere bir üçlü söz konusu.

Ruh, baştan aşağıya faziletlerle dolu, güzelliklerle dolu, Allah'ın emirlerini yapmaya yönelten, yasaklarını da işlememeye icbar eden bir hüviyet taşıyor.

Nefsimiz ise başlangıç itibariyle Allah'ın bütün emirlerine karşı çıkan, yasak ettiği bütün fiilleri işlememizi isteyen bir hüviyetle karşımıza çıkıyor.  Bütün afetler onda; öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilalar vs. vs.

19 ayrı cins afet, nefsimizin afetlerini teşkil ediyor. Bunların hepsi Allah'ın emirlerine karşı çıkan, yasak ettiği fiilleri bize işletmeye çalışan bir hüviyet taşıyor. Ama Allah'ın üfürdüğü ruh, dengeyi kuruyor. Ruhsa, Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmemizi, yasak ettiği fiilleri asla işlemememizi emrediyor. Hasletler de buna dayalı.

Allah ile olan, bir yaratık olan insanın ilişkileri, kişiler Allahû Tealâ'nın dizaynına uyabilse, onları en üst seviyede mutlu edebilecek bir özellik taşıyor. Ama nefsin afetleri bizden Allah'ın yasak ettiği herşeyi yapmamızı istiyor, emrettiklerini de yapmamamızı istiyor. Şeytan istiyor ki; Allah'a karşı bir savaş verelim. Allah'ın emirlerini asla gerçekleştirmeyelim. Yasak ettikleri fiilleri de işleyelim ve böylece mutluluktan onu asla yaşamayacak kadar uzak olalım.

İşte kâinatı ve bizleri yaratan Allah'ın istediği; bizim mutluluğumuz, huzur içinde bir dünya hayatı yaşamamız ve kıyâmetten sonra da sonsuza kadar ve ölümden sonra da sonsuza kadar Allah'ın cennetinde yaşayalım.

Sevgili kardeşlerim! İkisi de mümkün mü? Evet, ikisi de mümkün. İnsan Allah'ın söylediklerine bakarsa Tevrat'ta da Kur'ân-ı Kerim'de de İncil'de de aynı esasların mevcut olduğunu görecek. O zaman aradaki yüzyıllar süren mesafe sebebiyle, musevilikten yüzlerce yıl sonra hristiyanlık geliyor. Hristiyanlıktan yüzlerce yıl sonra müslümanlık geliyor. Aradan geçen yüzyıllar sebebiyle farklılaşmalar oluşmuş. Ama realiteye bakarsak -zaman itibariyle konuşuyoruz- Tevrat'a baktığımız zaman da, Allah'a ulaşmayı dilemenin varlığını görüyoruz Tevrat'ta, mürşide tâbiiyeti görüyoruz, ruhun Allah'a ulaşmasını, fizik vücudun teslimini, nefsin teslimini, muhlis olmayı ve iradeyi Allah'a teslim etmeyi (7 etti), hepsini görüyoruz sevgili kardeşlerim.

Öyleyse Allahû Tealâ'nın dizaynı bu aslî unsur itibariyle hiç değişmemiş. 7 tane safha var. Allah'a ulaşmayı dilemekten başlayıp iradenin tesliminde son bulan ve 4 tane de teslim; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah'a teslimi...

İşte dînler isimler almış. İslâm dînine baktığımız zaman da bunun adının İslâm olduğunu görüyoruz. Yani teslimlerden oluşan bir dîn. "İslâm" kelimesi de "teslim" kelimesi de silm kökünden gelir. Sin, lâm ve mim; bunun 3 tane değişmez harfidir. "İslâm" kelimesi, "müslüman" kelimesi, "müslim" kelimesi aynı kökten geliyor.

Öyleyse "selâm" kelimesi, "selâmet" kelimesini de muhtevasına alan bu dizaynda İslâm'ın ulaştıracağı yerin selâmet olduğu ortaya çıkıyor. Selâmet, selâmete çıkmak... Cennete giren insanlar selâmete ermiş olanlardır. Cehenneme giren insanlar da selâmete erememiş olanlardır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, "Allahû Tealâ evvelâ bizden ne istiyor?" diye düşünmeliyiz. Yaşamak, Allah'sız bir yaşantı hüviyetindeyse o zaman insanları mutlu etmesi elbette mümkün değildir. Normal statüde insanlar ihtiyaçları yerine getirildikçe ondan haz duyacaklardır ve onun dışında hep huzursuz bir dünya hayatı geçireceklerdir. Ama eğer devreye Allah girerse, kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, o dilediği noktadan ruhunu Allah'a ulaştıracağı 7-8 aylık bir devrenin sonuna kadar geçen zaman parçasında, bu kişi dünyadaki en mutlu insanlardan biri olarak yaşayacaktır. Ta ki, ruhunu Allah'a teslim etsin. Ta ki Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırsın.

Birinde "teslim etsin" diyoruz. Ötekinde de "Allah ulaştırsın" diyoruz. İkisi de doğru. Hem ruhumuzu Yüce Rabbimiz Allah'a Kendisi ulaştırıyor hem de onu gerçekten biz ulaştırmışız gibi bizleri mükâfatlandırıyor. Daha bir insanın Allah'a ulaşmayı dileme noktasında cennetin 1.katına ulaşması söz konusudur.

Kim Allah'a ulaşmayı dilerse onun gireceği yer, Allah'a ulaşamadan ölse de onun gireceği yer mutlaka cennettir. Yaşarsa ne olur? Yaşarsa içinden mutlaka hacet namazını kılmak gelecektir. Allah'tan mürşidini soracaktır. Allah ona mürşidini gösterecektir ve kişi gidip mutlaka ona tabî olacaktır. Önemli mi? Son derece önemli bir konu. Çünkü hiç kimsenin ruhu, mürşidine ulaşmadan vücudu terk etmez.

Tâbiiyet, ruhun vücudu terk etmesiyle noktalanır ve bundan sonra kişinin yapacağı şey, ruhunu 7 tane gök katından aşırıp, nefsinin Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerini gerçekleştirmesini temin etmektir.

Başlangıçta fizik vücut %2 rahmet nuru alır. Ondan sonra 7 defa %7'lik fazl nurlarını alır. 7 kere %7; %49 eder. %2 de başlangıçta alınan rahmet nurunu buna eklediğiniz zaman nefsinizin kalbi %51 nurla dolar. Yani baştan aşağıya karanlıklarla dolu olan, sadece afetlerden oluşan, öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilalar gibi sadece afetlerden oluşan nefsin kalbi artık nur dolmaya başlamıştır.

İşte sevgili kardeşlerim, başlangıçtaki denge neydi? Nefsimizin kalbi %100 afetlerle dolu, ruhumuzun kalbi %100 hasletlerle dolu. Denge? Başlangıçta tam bir denge söz konusu. Hem nefsimiz var, bizi devamlı kötülüklere davet ediyor. Hem de ruhumuz var, bizi devamlı derecat kazanacağımız güzelliklere doğru sevk ediyor.

Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerimizde bu muhteva, nefsimizin kalbindeki bu afetler, %100 afet, insanları hep Allah'ın emirlerini yerine getirmemeye, Allah'ın emirlerini gerçekleştirmekten uzaklaştırmaya çalışır. Ruhun hasletleri ise Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmemizi ister ve iç dünyamızda devamlı bir çatışma süregelir.

Allahû Tealâ'nın istediği sonuç nedir? Nefsimizin kalbinin %100 nurlarla dolması... İşte bu %49 nurdan %100 nura ulaşabilmek %2 rahmet nurunu da başlangıç için devreye koyarsak, %51 bir aydınlığın, kişi Allah'a ulaşmayı dilediği taktirde kalbinde var olması sonucuna ulaşırız. Mutluluksa nefsin kalbinin daha çok nurlarla dolmasıyla hedefe ulaşacaktır. Hedef nedir? Nefsin kalbinde hiç afetin kalmadığı bir yeni sonuç.

Sevgili kardeşlerim! Nefsimizin kalbinde afetlerin azalabilmesi bir şarta bağlıdır. "Allah" kelimesi, nefsimizin kalbindeki afetleri devre dışı bırakacak olan ve yerine Allah'ın katından gelen, Allah'ın kalbimize gönderdiği nurları oraya ulaştıran bir hüviyet taşıyacaktır.

Bir mürşide tâbî olmadan "Allah" kelimesinin tekrarı, insanlara fazla bir şey sağlamaz. Ama insanın zikirde olması onun, en azından zikirde olduğu sürece huzurlu olması demektir. Bu nefsin kalbinde bir değişiklik yapmaz eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilememişse ve tabiatıyla mürşidine de ulaşmamışsa Allah'ın katından nur gelmesi söz konusu değildir.

Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, mürşidine ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirirse, bu noktadan itibaren o kişinin zikretmesi, o kişinin kalbine Allah'ın nurlarının gelmesini intaç eder, konuşlandırır. Bu nurlar o kişinin kalbine gelecek ve kalpteki karanlıkları yani afetleri oluşturan statüyü, afetleri oluşturan muhtevayı adım adım kapı dışarı edecektir.

Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerimizde, her zaman Allah'ın bizden ne istediğine bakmalıyız. Allahû Tealâ bizden, cemaat halinde yaşamamız itibariyle başka insanlara yardım etmemizi ister. Allahû Tealâ bizden, etrafımızdaki insanları mutlu etmemizi ister.

Kim hayatını başkalarının mutluluğuna adarsa, bunun ne kadar muhteşem bir sevinç verici muhteva taşıdığını yaşayacaktır. Adım adım güzellikler onu saracaktır. Allah'ın dostu olan kişi, Allah için yaşayan kişidir. Allah için yaşayan kişi ise başkaları için yaşayan kişidir aynı zamanda... Kim hayatını başkalarına adamışsa, hayatını başkalarının mutluluğu için sürdürüyorsa, her açıdan bunu gerçekleştirmeyi bir vazife telakki etmişse, o zaman bu kişi için dünya yaşanmaya değer bir yerdir. O dünya üzerinde yaşarken mutlu bir hayat onu saracaktır. Başkalarına hizmeti çoğaldıkça mutluluk da artacaktır. Zikri çoğalacaktır, zikri çoğaldıkça nefsinin kalbine gelip yerleşen nurlar da nefsinin kalbinde daha çok, daha çok yer tutacaktır ve kişi daimî zikre ulaştığı zaman nefsinin kalbi hiçbir karanlığı kalmayan, %100 aydınlığa ulaşacaktır. İşte bu, kalbin nurlanmasıdır. Daimî zikre ulaşan herkesin kalbi %100 nurla dolar. Bunun anlamı; artık o kişide afetler ona hâkim olamaz. O kişi Allah'ın emirlerini yerine getirecektir. Allah'ın yasak ettiği fiilleri işlemeyecektir. Bu istikamette iç dünyası ona bir talep getirmeyecektir.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ insanların yaşamasını istiyor ve insanların mutlu bir hüviyette yaşamasını istiyor. Tevrat da İncil de Kur'ân-ı Kerim de insanları bu hedeflere ulaştırmak üzere Allahû Tealâ tarafından ayrı ayrı peygamberlere indirilmiştir.

Hz. Musa (A.S), kendisine Tevrat indirilen bir peygamberdir. Hz. İsa (A.S), kendisine İncil indirilen bir peygamberdir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, kendisine Kur'ân-ı Kerim indirilen bir peygamberdir.

Tevrat da İncil de Kur'ân-ı Kerim de bir şeriat kitabıdır. Şeriat kitapları nebîlere yani peygamberlere indirilir. Bütün peygamberler aynı zamanda mutlaka resûldür. Ama bütün resûller peygamber değildir.

Bir; peygamber resûller var. Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S), Hz. Muhammed (S.A.V) bir peygamber resûldür. Bir de; velî resûller vardır. Her devirde, o devrin imamı resûldür. Bu risalet peygamberlerin olduğu devirde o peygamberin ikinci vasfıdır ama peygamberliğin Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ile sona erdiğini biliyoruz. O, Son Peygamberdir. Yani hatemün nebiyyîndir. Nebiyyîn; nebîler demektir. Nebîlerin hitam bulduğu peygamberdir. "Hatem" kelimesi ve "hitam" kelimesi aynı kökten gelir ve sona ermek mânâsını taşır.

Peygamberlik müessesesi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ile sona ermiştir. Bu sebeple O'na hatemün nebiyyîn denir. Nebîlerin hitam olduğu kişi, nebîlerin sonuncusu olan kişi...

Devrin imamlığı müessesesi, peygamberlerin hayatta olduğu devrelerde mutlaka peygamberler tarafından yürütülmüştür, mutlaka peygamberlerden oluşur. Ama peygamberlerin devre dışı kaldığı zaman parçaları, Hz. Musa (A.S)'dan Hz. İsa (A.S)'ya kadar, Hz. İsa (A.S)'dan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Peygamber Efendimiz'e kadar... Bir açıklık görüyoruz, bir devre, peygamberlerin olmadığı devre; bu devreler fetret devridir. Peygamberler arasındaki o devrelerde de devrin imamları hep görev yapmışlardır ama peygamber değillerdir yani nebî değillerdir. Onlar resûllerdir.

Öyleyse, bir tarafta nebî olan peygamberler var, nebî olan devrin imamları var. Bir tarafta da velî olan devrin imamları var. Üstün olanlar nübüvvetin sahipleridir yani peygamber olan resûllerdir.

Risalet hiçbir devirde bitmeden, kıyâmete kadar devam edecektir. Ama nübüvvet hem aralıklı olarak tahakkuk etmiştir, Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve Hz. İbrâhîm'le başlıyor olay, nihayet son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz... Sevgili kardeşlerim! Ama arada bir hayli boşluk var. Bu boşluklarda devrin imamı var olmak mecburiyetindedir. Olmaması mümkün değildir. Çünkü huzur namazını, Allah'ın huzurunda kılınan namazı kıldıran bir kişi vardır. O, devrin imamıdır.

Mutlaka bütün devirlerde bir devrin imamı mevcuttur. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz hatemün nebiyyîndir yani nebîlerin hitam olduğu, sona erdiği peygamberdir. O'ndan sonra artık peygamber gelmeyecektir.

Bunun mânâsı nedir? Bunun mânâsı; kıyâmete kadar devrin imamlığı devam edecektir. Ama nebîler tarafından değil, nebî olan resûller tarafından değil, velî olan resûller tarafından idare edilecektir. Görev deruhte edilecektir.

Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerimizde herşeyin en güzel olması aslî hedefimiz olmalıdır. İnsanların mutluluğuna hepimiz zemin hazırlamak üzere kendimizi teçhiz etmeliyiz. Kim başka insanlara ne kadar mutluluk verebilirse, kendisi onlara verdiği mutluluğun toplamı kadar mutlu olur. Bu Allah'ın öyle bir güzelliğidir ki; Allah bu standartları koyarak insanları başka insanları mutlu etmeye yöneltmiştir.

Bir insana ne kadar mutluluk verirseniz, siz de o kadar mutluluğu yaşarsınız. Ama iki insana mutluluk verirseniz, ikisine verdiğiniz mutluluk kadarını yaşarsınız. 3, 4, 5, 6 veya çok sayıda insana mutluluk vermeyi başarırsanız, hepsine verdiğiniz mutluluk kadar, onların toplamı kadar mutluluğu gene siz yaşayacaksınız.

Allahû Tealâ'nın ne kadar muhteşem bir kanun koyduğunu belirtmek istiyorum. Allahû Tealâ istiyor ki, herkes bu ni'metten faydalansın, herkes başkalarını mutlu etsin. Ne kadar çok insanı mutlu ederse, o kadar çok kendisi mutlu olsun. İşte bu dizayn İlâhi dizayndır, Allah'ın dizaynı.

Öyleyse bizler hasbel kader dünyaya bu devrede gelenleriz. Bu devrede, dünya adı verilen bu gezegende hayatlarını yaşayanlarız.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ hayatımızı boş geçirmemizi uygun görmüyor. Bizi, hepimizi, bir amaca yöneltiyor Allahû Tealâ. Bu amaç; başkalarını mutlu etmektir. Ama sonuç? Başkasını hangi ölçüde mutlu ederse, mutlu eden kişinin o kadar mutluluğu kendisinin de yaşaması vakıasıdır.

Kim başka insanları mutlu edecek bir güzelliği oluşturmuşsa, ona verdiği mutluluğun aynını Allahû Tealâ mutluluğu veren kişiye de mutlaka yaşatacaktır. Bu Allah'ın temel kanunudur.

Niçin Allahû Tealâ böyle bir statüyü koymuş uygulamaya ve insanlara açıklama yapmış bu istikamette? Bu açıklamayı yapmış ki; insanların hepsi başka insanları mutlu etmek istikametinde çalışsınlar da kendileri mutlu olsun diye... Hem başkalarını mutlu etsinler ama hem de kendileri mutlu olsunlar diye...

10 kişiye mutluluk veren bir insanla, 100 kişiye mutluluk veren bir insan arasında büyük mutluluk farkı vardır. Kim ne kadar çok insanı mutlu ettiyse, o da Allahû Tealâ tarafından o kadar çok mutlu edilir.

Öyleyse, sevgili kardeşlerim! Hayatımızı eğer biz başkalarının mutluluğuna adarsak, hayatımız boyunca başka insanları mutlu etmeye çalışırsak, o mutluluğu hangi ölçüde başarmışsak, ne kadar çok insana mutluluk vermişsek, onlara vereceğimiz mutluluğun aynını Allahû Tealâ bize de yaşatacağı için o muhteşem kalabalığa verebildiğimiz mutluluğu toplam olarak biz de yaşarız.

10 kişiye mutluluk veren bir insanla, 100 kişiye mutluluk veren bir insan aynı boyutta mutluluğu yaşayamaz. Allahû Tealâ'nın kanunları adaleti tam olarak aksettirir. Allah El-Adl'dır. Adil sıfatı Allah'ın temel kanununu oluşturur. O, adaletin gerçek sahibidir. Ne ister? İster ki herkes mutlu olsun. İster ki bu sebeple insanlar başkalarını mutlu etsinler de, herbirine verdikleri mutluluk kadar kendileri de mutluluğu yaşayacakları için daha çok, daha çok, daha çok insana daha büyük, daha büyük mutluluk versinler. Böylece onları mutlu ederek kendileri de mutlu olsunlar.

Sevgili kardeşlerim! O zaman herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor? Ne diyorsunuz? Allah kanununu ne kadar güzel koymuş, değil mi? Hani bir zamanlar ne söylüyorduk? "Ne kadar köfte, o kadar ekmek." Ne kadar çok insanı mutlu ederseniz, o kadar çok siz mutlu olursunuz. Etrafınıza sizden hangi ölçüde mutluluk yayılıyor? İşte sizin mutluluğunuz, o etrafa ulaştırdığınız mutluluk kadardır. Ne kadar çok insanı mutlu edebilirseniz, o kadar çok mutluluğu kendiniz yaşarsınız ve yaşadıkça aynı şarkıyı beraberce söyleriz. "Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?" diye...

Sevgili kardeşlerim! Neden başkalarını mutlu etmek ve neticede kişinin kendisinin mutlu olması mümkünken, neden başkalarına huzursuzluk verelim de, biz de onlara verdiğimiz huzursuzluk kadar huzursuzluğu yaşayalım? Bu eşyanın tabiatına aykırı bir şey değil mi? Bunu yapmak, huzursuzluğu satın almak demek. Başkalarını mutsuz etmek, kişinin kendisinin mutsuz olmasına sebebiyet veren en önemli olaydır.

İşte insanlar bunun farkına varacak diye şeytanın ödü kopuyor. Ama Allahû Tealâ da bize öğretiyor. Biz de sizlere öğretiyoruz sevgili kardeşlerim. Hiç korkmayın. Hayatınızı başka insanların mutluluğuna adayın, görün bakalım hangi ölçüde mutlu oluyorsunuz. O zaman Allahû Tealâ'ya beraberce hamdedeceğiz ve şükredeceğiz.

Allahû Tealâ istiyor ki; herkes başkalarına mutluluk versin. Hayatını buna göre tanzim etsin. Hayatı boyunca hep bu istikamette gayret etsin. Hep başkalarını mutlu etmeye çalışsın da, asıl kendisi mutlu olsun.

İşte dünya adı verilen bir gezegende hayata Allahû Tealâ bizi ulaştırmış. Bu dünyada doğmuşuz ve Allahû Tealâ hepimizi başka bir hedefe yönelik olarak değil, mutlu olalım diye yaratmış.

Allah'a yaklaşamayan bir insan, Allah'ın kendisine verdiği görevleri yerine getiremeyen bir insan, başka insanları sevemez sevgili kardeşlerim. Sevgi, onun yüreğine lâzımgelen boyutta yerleşemez. Allahû Tealâ onun için: "Seviniz." diyor. "Nefret etmeyiniz." diyor. "Sevdiriniz" diyor. "Nefret ettirmeyiniz." diyor. O zaman hem biz bu lâzımeye riayet etmek mecburiyetindeyiz hem de etrafımızdaki insanların bu istikamette yanlış yapmalarına mâni olacak sözleri onlara, onları kırmadan söylemeliyiz, anlatmalıyız.

Herkes hayatını başka insanların mutluluğuna adadığı taktirde bütün dünya sütliman mutluluktan ibaret bir dünya olacak. Sevgili kardeşlerim! Hayatınızın hedefi bu olsun. Başkalarını mutlu ederek mutlu olmayı kendinize şiar edinin.

Allahû Tealâ'nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R