}
İfrat ve Tefrit 19.02.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 100240

 

SOHBETİN ADI: TASAVVUF VE KUR’ÂN KAVRAMLARI- İFRAT VE TEFRİT
TARİHİ: 19.02.2003

Konumuz; Tasavvuf ve Kur’ân kavramlarından ifrat ve tefrit.

Şu dünya üzerinde herşeyin bir ölçüsü vardır. Allah'ın söylediği ölçü asıldır. Allahû Tealâ 24 saat namazı emretmiyor. Ama 5 vakit namazı emreder. 5 vakit yerine günde 15 vakit namaz kılmak bir ifrattır. Ama 5 vakit yerine 1 vakit namaz kılmak da tefrittir. Allah'ın emrettiği asgarî standartları yerine getirmemek, ondan çok daha aşağıda bir şeyi, o asgarî standardın yerine ikame etmeye çalışmak tefrittir. Allah'ın emrettiğini hiçbir ölçüye vurmadan, onun çok daha ötesini Allah'ın emretmediği konularda yapmaya çalışmak, gerçekleştirmek ifrattır.

Allahû Tealâ orucun ölçüsünü vermiştir. Ramazan ayı boyunca oruç tutulacaktır. Tamam. Buna Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir sünnetini eklemiştir; perşembe günleri de oruç tutulacaktır. Tamam. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bazen pazartesi günleri de oruç tutmuştur. Pazartesi günleri de oruç tutulacaktır. Tamam. 3 ay oruç da mübâh kılınmıştır. O da tamam. Ama bütün seneyi oruçlu geçirmek? Allah'ın buna müsaadesi yoktur. Bu 3 ayın dışında da 3 ay daha oruç tutmak, 6 ay daha oruç tutmak; Allahû Tealâ bunu tefrit olarak kabul eder. Senenin en çok yarısına kadar orucu Hazreti Davud’a vermiştir. Bunu talep eden kardeşlerimiz oldu. Onlardan sadece bir kardeşimize Allahû Tealâ Hazreti Davud’un orucunu yapmayı nasip etti.

Allah ile olan ilişkilerinizde Allah'ın bir sevgilisi olun, Allah'tan talep edin. Tefrite girmeden önce Allah'tan izin almaya çalışın. Kardeşlerimizden sadece bir tanesine Allahû Tealâ böyle bir şeyi müsaade etti. Onun dışında hiç kimse Allahû Tealâ’dan o konuda bir yetki alamadı. Peygamberlerden ise sadece Hz. Davud'a Allahû Tealâ “Savmu Davud"u verdi. Hz. Davud orucunu. Senenin yarısını oruçlu, gün aşırı oruç tutarak geçiriyordu. Başka hiç kimse böyle bir yetki alamadı. Allah'ın peygamberlerine verdiği normal standardın ötesi, Allahû Tealâ tarafından tefrit kabul edilir.

Sevgili kardeşlerim, hiç kimse 24 saat oruç tutamaz. Tutması Allahû Tealâ tarafından tefrit kabul edilir. Ama zikre gelince, Allahû Tealâ herkesin 24 saat zikir yapmasını farz kılmıştır. Öyleyse zikirde ifrat müessesesi mevcut değildir. Çünkü hududun en üstüne kadar Allahû Tealâ emretmektedir. Kim 24 saat zikri gerçekleştiremiyorsa, onların hepsi tefrittedir. İfrat yoktur. Zikirde ifrat müessesi yoktur. 24 saatlik bir zaman parçasının bütünü zikir yapılması emri ile bezenmiştir, dizayn edilmiştir ve Allahû Tealâ herkesin 24 saat süreyle, aralıksız zikir yapmasını Kur’ân-ı Kerim’ine farz olarak koymuştur. Kim 24 saat zikre ulaşmışsa, o Allah’ın emrini yerine getirmiştir. O ifrata gitmemiştir, emri yerine getirmiştir. Kim 24 saat zikir yapamıyorsa, yapamayanların hepsi tefrittedir.

İfrat ve tefrit müessesesi hayatımızın bir parçası olmalıdır. Normal ve onun yakınları, yapılması lâzımgelen güzellikleri sergiler. Eğer bir insan vazifelerini normal standartlarda yerine getiremiyorsa tefrittedir. Allah'ın emrettiğinin ötesine geçiyorsa ifrattadır. İfrat ve tefrit bakımından orta yol, Allah'ın standartları asıldır. Öyleyse böyle bir müessesede nerede ifrat vardır, nerede tefrit vardır, oraya dikkatle eğilmemiz lâzım. Her alanda ifratı ve tefriti açık bir şekilde ortaya koymamız gerekir.

Allah'ın emirleri konusuna bakalım. En büyük emir hangisidir? Zikir. Farzların arasında en büyüğü zikirdir. Yani ibadetlerin farzlarından bahsediyoruz. Namaz kılmak bir ibadettir, oruç tutmak bir ibadettir, zikir yapmak bir ibadettir, hacca gitmek bir ibadettir, zekât vermek bir ibadettir. Bu ibadetlerin her birinin hudutları vardır. Bir insanın her alanda yapması lâzım gelen bir vecîbe söz konusudur. Hac en az bir kere farz kılınmıştır. “Ben farzı yerine getirdim, hac ibadetimi gerçekleştirdim. Ama benim çok hoşuma gitti ve her sene hacca gideceğim.” diyen kişi hacca her sene gidebilir. Ama bu kişinin serveti bu iş için uygun değilse, başkalarından borç almak suretiyle her sene hacca gidiyorsa, bu borçlarını ödeyemiyorsa birincinin ötesindeki borç alarak gittiği bütün haclar o kişi için ifrattır. Evet, Allah'ın bir emrini yerine getiriyor; ama bu emrin gerçek farziyeti en az bir defa olarak vasıflandırıldığı için bir defa. Ve borç parayla zaten hacca gidilmez. Birinciyi de borç ile hacca giden kişi gene ifrattadır. Hele borcunu ödeyemiyorsa, gene ifrattadır. Allahû Tealâ ölçüyü koymuştur: Borç para ile hacca gidilmez. Herkesin gelirinin hacca gitmek için müsait olması şarttır. Sadece müsait olanlar hacca gidecektir.

Öbür taraftan Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’in emirlerini yerine getirenlere başka bir hac, Ekber Hac nasip kılmıştır. Onlar Seyr-i sülûk boyunca her gece, her gün ruhlarını Allah'a doğru yola çıkartırken 5. katta hacc’ul ekber'i gerçekleştirirler. Beyt-ül Haram'ın aslı 5. kattadır. Göklerin 5. katında. Manevî hac, ruhun her seferinde seyr-i sülûk boyunca her gün 1 defa Beyt-ül Haram’ın aslını ziyaretidir. Orada secde etmek, namaz kılmak, ondan sonra 6. kata yükselmek bir gerekliliktir. Her gece bu işlem tahakkuk eder. Gündüz veya gece. Bu bir ifrat değildir. Bu Allah’ın emridir. Ruh 7. Gök katına yükselip de Allah'ın Zat’ına ulaşıncaya kadar her seferinde Beyt-ül Haram’dan geçilir. Orada mutlaka secde edilir. Ruhların bu secdeyi yapmaları da asla ulaştıkları için hacc’ul ekber hüviyetinde kabul edilir. Ve vuslattan sonra ruh artık geri gelmeyecektir. Bir defa daha hac etmesi de, hacc’ul ekberi gerçekleştirmesi de normal şartlar altında söz konusu değildir Öyleyse burada da hac vazifesi bir defa daha tamamlanmıştır. İşte parası müsait olmadığı halde şundan bundan aldığı borçla defaatle hacca giden insan aslında ifrattadır. Parası var; hiç hacca gitmiyor. Bir defa gitmesi üzerine farz olduğu için o da tefrittedir.

Namaz konusunda Allahû Tealâ 5 vakit farz koymuştur. Bu Kur’ân-ı Kerim’deki farzdır. Ama Kur’ân-ı Kerim 7 vakit namazdan bahseder? Namazlara bakarsanız vakitlerin 7'ye ayrıldığını göreceksiniz. O zaman öteki ikisi nedir? Onlar da kuşluk sünneti ile teheccüd sünnetidir. Kuşluk sünneti sabah namazı ile öğlen namaz arasında kılınır. Diğeri normal saatlerde gece 12 ile sabah namazı arasındaki devrededir. Sabah namazının başlangıcından evvele kadar geçerlidir. Birisi kuşluk sünneti birisi teheccüd sünnetidir. İkisi de Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünnetidir.

Bir insan günde 100 vakit namaz kılıyorsa bu ifrattır. Bu 7 vaktin dışında kılınan namazları, bütün işlerini bırakıp da namazı asıl gören bir insanın günde bu şartlar içinde kılabileceği rekât sayısı bellidir. Bu rekât sayısının 10 katını kılan bir kişi bir günde beş vakit namazını, kuşluk sünnetinin teheccüd namazını kılarak 7 vakte çıkaran bir insan, bu 7 vakit yerine 17 vakit namaz kılıyorsa, 20 vakit namaz kılıyorsa, o kişinin namazlarında ifrat vardır. Neden böyle söylüyoruz? Çünkü Allahû Tealâ: “Zamanınızı Allah'ın emirleri istikametinde harcayın.” buyurmaktadır. Belki o süreç içerisinde sizin başkalarına bir hayır ulaştırmanız, zikir yapmanız, Allah'ın bir güzelliğini işlemeniz söz konusudur. Allah'ın emirleri, şu fizik vücudunuzun tahammül gücüne göre dizayn edilmiştir, ölçülüdür. Ve böyle bir dizayn her halükârda sizin için, bütün insanlar için en uygunudur. Öyleyse haddi aştığınız her alanda ifrat vardır. Haddin altında kaldığınız her alanda tefrit vardır.

7 vakit namazın 5'i farzdır. 5 vakit namazını kılmayan bir insan tefrittedir. Sünnetleri kılmadığı takdirde bir ölçüye göre tefrittedir. Sünnetler açısından, bir ölçüye göre tefritte değildir; farzlar açısından. Bu da kişisel dileğe göre değişir. Peki bu kişi namazlarını 7 vakit yerine 10 vakit kılıyorsa kötü bir şey mi yapıyor? Bir defa bu kıldığı namazları hangi isim altında kılıyor? Başka vakit yok. Kur’ân-ı Kerim’de başka bir vakit namazı mevcut değildir. Allahû Tealâ çok namaz kılanı da sever. Ama hiçbir zaman had aşılmamalıdır. 7 vakit yerine 17 vakit namaz kılmak, 27 vakit namaz kılmak. Burada haddin aşılması söz konusudur. İfrat söz konusudur. 7 vakit namazı olmazsa bile, 5 vakit namazı kılmayan bir insan 7 vakit namazı kılmazsa, 5 vakit farzları kılarsa o kişi görevini yapmıştır. İfratta da değildir, tefritte de değildir. 7 vakit namaz kılarsa gene ifratta da değildir, tefritte de değildir. Ama 7 vakit yerine 17 vakit namaz kılıyorsa, orada başka ibadetlerinin yerini namaza veriyor demektir. Burada ifrat söz konusudur. Saatlere gelince, uzun namaz kılmak Allah'a göre yasak bir fiil değildir. Hatta Allahû Tealâ vaktiniz varsa, uzun namaz kılmanızı uygun görür. Acele etmemenizi ister. Acele şeytandandır; te'enni Allah'tandır.

Bütün ibadetlerde, meselâ zekât ibadetinde de ifrat ve tefrit vardır. Herkes kazancına göre zekât verecektir. Kazancınızın 40/1'i size helâl değildir. Sahâbe bir o kadar daha verirlerdi. 40/2 yani %5. Bu normal bir zekât müessesesidir. Ama bunun ötesinde birr vermek isterseniz kazancınızla oranlı bir statüde dilediğiniz kadar birr verebilirsiniz. Bu, Allah yolunda harcadığınız takdirde ifrata girmez.

Burada bir hususa dikkat etmenizi istiyorum sevgili kardeşlerim. Peygamber Efendimiz (S.A.V) savaş için para toplamıştır. “Savaş yapacağım. Silâh alacağım, teçhizat alacağım. Bana para verin." dediğinde, herkes para vermiştir. Çok para vermiştir. Hiçbirisi ifrat değildir. Ama Hazreti Ebubekir evinin anahtarını getirmiş teslim etmiştir. “Ey Allah'ın Resûlü! Evim de dahil olmak üzere içindeki herşey senindir." demiştir. Burada tefrit vardır diyebilir misiniz? Hayır, diyemezsiniz. Allahû Tealâ bunu ifrat kabul etmez. Burada Allah yolunda fedakârlık vardır. Hazreti Ebubekir Sıddîk'tır. Hazreti Ebubekir en çok sadaka verendir. Hazreti Ebubekir Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e en çok sadık olandır. Hazreti Ebubekir doğruyu söyleyendir.

Sıddîk müessesesi, 3 ayrı konuyu kapsamına alır:

1- Doğruyu söyleyen.
2- En doğruyu söyleyen.
3- En çok sadaka veren.

En çok sadık olan kişi Hazreti Ebubekir-i Sıddîk’tır. O’nun davranışlarını Allahû Tealâ ifrat kabul etmemektedir. Bunu bir istisna olarak değerlendirebilirsiniz. Ama Allahû Tealâ’nın ölçüsü budur.

Sevgili kardeşlerim, ibadetlerde birer birer bakın. Daima “Lâ ilâhe illallah Muhammeden resûlullah” diyen bir insan tefritte midir? Hayır, değildir. Hele kalbi “Allah, Allah, Allah, ... Allah” diye zikrederken, o “Lâilâhe illallah Muhammeden resûlullah" diyorsa, kelime-i şehâdet getiriyorsa bütün zaman parçası onundur. Hem işini yapacaktır, geçinmek için rızık kazanmaya çalışacaktır ama bir taraftan da zikrini yapmakta devam edecektir. Kelime-i şehâdet de söyleyebilir.

İbadetler dizaynı içersinde ifrat ve tefrit farklı seviyelerde oluşur. Söylediğimiz gibi zikirde ifrat müessesesi mevcut değildir. Çünkü daimî zikir farzdır. Bu sebeple zikirde ifrat yoktur. İbadetlerden sadece zikirde ifrat yoktur. Onun dışında ifrat bütün ibadetlerde mevcuttur. Öyleyse burada dikkatle bakın. İbadetlerin ötesine geçip de davranış biçimlerimize ulaştığımız zaman ifrat ve tefriti bütün boyutlarıyla her davranışımızda görmemiz, yakalamamız mümkündür.

Anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerde ifrat ve tefrit her zaman oluşmaktadır. Allah yolunda hizmet ederken ulûl’emrlerle hizmeti yapanlar arasında ifrat ve tefrit her zaman oluşmaktadır. Kardeşlerimizin birbirileri ile olan münasebetlerinde ifrat ve tefrit her zaman oluşmaktadır. Öyleyse insanın hayatı boyunca her alanında ifrat ve tefriti dikkatle yerli yerine oturtması lâzımdır.

Bir insan düşünün; kendisi geçimini temin edecek kadar para kazanamıyor, etrafından borç alıyor ama daha fazla para kazanabilecek olan durumda olmasına rağmen bu kişi çalışmıyor. Hep başkalarından borç almayı ve ödememeyi usul ittihaz etmiş. Burada ifrat vardır. Borç, ihtiyaç halinde alınan ve mutlaka ödenmek üzere alınan bir paradır. Borç, mutlaka ödenmek mecburiyetindedir. Borç alan herkes, bu borcu ödemek üzere aldığını bilmelidir. Borç alıp da ödemeyen herkes tefrittedir. Aldığı borçlar itibariyle borç alıp da borcunu ödemeyen herkes tefrittedir. Ödemesi lâzım gelen borcu ödemiyor. Çok aşağılarda ödemesi lazımgelen paradan çok az bir bölümünü ödüyor. Burada borcun ödenmesinde tefrit vardır. Borcun alınmasında ifrat vardır. Olması lâzım gelenden çok daha aşağıda bir miktarın ödenmesi sebebiyle borcun ödenmesinde tefrit vardır.

Her alanda davranış biçimlerinize dikkat edin. Başkalarına en güzel davranışlarda bulunmakla mükellefsiniz. Diyelim ki bazı konularda başkalarını ikaz etmekle mükellefsiniz. Bu mükellefiyetinizi başkalarına rahatsızlık verecek bir hüviyette bir gösteriş için, başkalarına ondan üstün olduğunuz izlenimini vermek için yapıyorsanız, insanları lüzumsuz yere tenkit ediyorsanız, siz tenkit müessesesinde ifrattasınız. Ama öbür taraftan da hatalar oluşunca o kardeşlerimizi üzmeden incitmeden onların karşısında olarak değil, onlardan yana olarak o eksikliklerini gidermek açısından onlara yardımcı olmak istikâmetinde müdahale etmek de zarurî bir müsessesedir. Bunu hiç yapmayan kişi de tefrittedir. Gözünüzün önünde birtakım insanlar başka kardeşlerinin haklarını çiğniyorlar. Borç alıyorlar, vermiyorlar. Yeri geldiği zaman bu kardeşlerimizi ikaz etmekle hepimiz vazifeliyiz. Böyle bir davranışı o kişiye kin duymanız sebebiyle mütemadiyen onun başına kakarak, onu rahatsız ederek, onu rencide ederek yapmak ifrattır. Hiç yapmamak da tefrittir. Peki alacaklı için de aynı şey söz konusu mudur? Hayır değildir. Bir alacaklı 2 şekilde borç verir.

1- O, borcu karz-ı hasen olarak verir .
2- Verdiği paraya ihtiyacı vardır. Geri almak kaydıyla verir. Hedefi verdiği paraya falanca tarihte geri almaktır. Verdiği kişiye de bunu söyler.

Öyleyse vakti geldiği zaman borçlunun borcunu ödemesi asıldır. Alacaklının da borcunun istemesi onun hakkıdır. Hem de vazifesidir. Bunu söylemek ifrat değildir. Söylememek tefrittir. Eğer kişi ihtiyacı olan bir parayı başka birine vermişse ve verirken de söylemişse, “Falan tarihte bu paraya ihtiyacım var, o tarih gelmeden evvel bana o parayı geri vereceğine söz veriyor musun? Ben bu şartlarda sana bu parayı verebilirim.” demişse onu hatırlatmak üzerine borçtur. Bu ifrat değildir. Ama parayı karz-ı hasen olarak vermişse, yani parayı verirken ona hiçbir zaman vermemişse, iç dünyasında da “Ben bu parayı veriyorum o işini görsün, eğer bu parayı bana getirirse Allah için kabul ederim ama getirmezse bu para ona benim hediyem olsun. Ben bu parayı Allah için verdim.” diye düşünen bir kişi, öteki kişi parayı getirdiği zaman alacaktır. Başka birisine aynı hizmeti yapabilmek için. Çünkü birinci kişi o paradan istifade etmiştir, olay bitmiştir. Ama borcu veren kişi için başkaları da ondan para isteyecektir. O zaman o para her zaman elinin altında olmalı ki, başka birisi para istediği zaman gene versin, o kişi getirirse getirsin getirmezse onda kalsın. Ama getirirse onun da ihtiyacı tamamlanmıştır. Bir üçüncü kişiye o parayı verebilmelidir. Bu zevki tekrar tekrar yaşayabilmelidir. Bu hizmeti yapabilmelidir. Bu açıdan karz-ı hasen olarak borç veren kişinin, verdiği borçların kendine ödenmesi halinde kabul edilmesi asıldır. Ama paraya ihtiyacı olduğu halde kendisinin de başkalarına borcu olduğu halde, borçluya verdiği para kendisine falan tarihte geri dönecek olan bir paraysa ve borçlu borcunu vermiyorsa, o borçluya bunu hatırlatmamak tefrittir. Kişinin görevini, alacaklının görevini yapmaması halidir. Çünkü olay kendisini aşmıştır. Kendisinde para olsaydı, kendi borcunu başkasına ödeyecekti. Ama onlara ödeyeceği borcu başkasına borç olarak vermiş ve o kişi de borcunu ödemiyor. O zaman alacaklı mutlaka borçluya müracaat etmek mecburiyetindedir. Kişinin “Bu parayı bana vermek mecburiyetindesin. Çünkü ben bu parayı başkasına ödemek üzere iken sen benden geldin talepte bulundun ve ben sana şu tarihte parayı geri isterim diye söyledim. Sen bana paramı vermiyorsun, ben paramı geri isterim.” demesi lâzım. Demezse tefrit vardır. Derse ifratta mıdır? Hayır. Tam olarak vazifesini yapmıştır. Peki, tekrar tekrar söylerse? Gene tam olarak vazifesini yapmıştır. Öbür taraf söylerse gene tam olarak vazifesini yapmıştır. Öbür taraf tefrittedir. Borcunu vermiyorsa eğer o kişi tefrittedir. Borcunu verirse ifratta mıdır? Hayır değildir. Görevini yapmıştır.

Sevgili kardeşlerim, ya aile arasındaki ilişkilerimizde? Aile arası ilişkilerimizde hepimizin üzerine düşen büyük vazifeler vardır. Çocuk ailenin meyvesidir. Geleceğin insanını çocuklar oluşturacaktır. Allahû Tealâ’nın çocuklar konusundaki emri: “Çocuklarınıza sorumluluk veriniz.” şeklindedir. Öyleyse çocuklar hayatta alacakları sorumluluğu çocukken üzerlerine almanın standartlarına mutlaka sahip olmalıdırlar. Anne-baba çocuklarına mutlaka sorumluluk vermelidirler. Çocuklar küçük yaştan itibaren üzerlerine bir sorumluluk düştüğünün duygusunu içermelidir. İç dünyalarına yerleştirmelidirler.

Anne- babalar, “Biz babamızdan hep kötü muamele gördük. Babamız bize hep kötü davrandı, sert davrandı. Biz çocuklarımızı o şekilde yetiştirmeyeceğiz. Onlara çok iyi davranacağız.” düşüncesi içinde olabilirler. İyi davranmak başka bir şeydir, çocuklarınıza sorumluluk vermemek başka bir şeydir. Gene iyi davranın ama sorumluluklarını yerine getirmedikleri zaman onları cezalandırmak gibi bir yetkinin de sahibi olduğunuzu bilin. Önemli olan çocuklarınızın sizin çektiklerinizi çekip çekmemesi değildir. Çocuklarınızın, sorumluluk duygusu taşımadan büyümeleridir. Siz olmadığınızda, hayata atıldıkları, yalnız kaldıkları zaman sorumluluk duygusunu taşımayanların hep ikinci planda kaldıklarını, ezildiklerini göreceksiniz.

Çocuklar, hayata atıldıkları zaman sorumluluk taşıyan insanlar olarak hayata atılmalıdır. Hayatın her alanı sorumluluklarla doludur. Çocuklarınız için de aynı şey geçerlidir; sorunluluk duygusu. Hepiniz onlara bu sorumluluk duygusunu aşılamakla vazifelisiniz. Bu sorumluluğu onlara vermekle mükellefsiniz. Onu gerçekleştirdikleri zaman herşey en güzel standartlarda mevcut olacaktır. Onun için çocuklarınıza onları sorumlu kılacak olan görevler verin. Küçük yaştan itibaren bu görevler başlamalıdır. Daha bebekliğinden itibaren, anaokuluna giderken çocuk sorumluluk taşımalıdır. Çocuk kendi yemeğini kendisi yemelidir. Anne, baba ellerinde gıdalarla yemeklerle çocuğun arkasından koşturmamalıdır. Çocuk aç kaldığı zaman vücudu ona yemek yemesinin gerekliliğini açıklar, ispat eder. O zaman çocuk yemeği kendisi yiyecektir. Öyleyse hangi anne babalar ifrattadırlar? Çocuklarına sorumluluk vermekte çok üst seviyelere geçenler yani bir küçücük çocuğa bir ailenin bütün yükünü yüklemek, ifrattır. Ama küçücük çocuğa sahip olması lâzımgelen sorumlulukları vermek vazifedir. Hiç vermemek veya onu yapabileceğinden daha az işlerle donatmak da tefrittir.
Ailede babanın anneye ve çocuklarına, annenin babaya ve çocuklarına, çocukların birbirlerine ve anne ve babalarına karşı görevleri vardır. Bu görev dizilişini çocuklarımıza aile yuvası içinde öğretmek mecburiyetindeyiz. Allah'a karşı sorumluluklarını da öğretmek mecburiyetindeyiz. Öğretmek, boynumuza borç olmalıdır. Eğer anne baba sabah namazını kılarken çocuklar kılmıyorsa, “Aman evlâdımız yemeğini yesin aman evlâdımız üzülmesin.” diye onlara bu büyük imkânı vermiyorsak, o zaman bizler anne baba olarak sorumluyuz.

Sevgili kardeşlerim, unutmayın; acımaktan sadece maraz doğar, hastalık doğar. Çocuklarınıza acıdığınız sürece onlara iyi bir gelecek hazırlayamazsınız. “Ben çok ezildim, hep büyüdüğüm sürece ailem bütün evin görevlerini bana verdiler. Ben çocuklarıma bu görevlerden hiçbirini vermem.” diye düşünen bir anne veya baba, çocuklarına karşı en büyük zulmü yapmaktadır. Farkında bile değildir. O çocuğunu üzmediğini, huzursuz olmadığını düşünmektedir. Öyle anneler var ki çocukları iş yapmasın diye kendileri iş yapmaya koşarlar, çocuklarını saf dışı bırakırlar. Aman ona dokunmayın, o yapmasın! Büyük bir hata. Çocuğunuzu böylece hayata hazırlamanın dışına çıkartıyorsunuz. O çocuk hiç kimseye faydası dokunmayan bir zavallı olur.

Hizmette olan kardeşlerimiz arasında mutlak olarak bir sorumluluk zinciri oluşturulmalıdır. Ulûl’emr, grup başkanlarını oluşturmalıdır. Grup başkanları kendi grupları için gene bir ulûl’emr hükmündedirler. Dikkat edin; hiçbir ulûl’emr kendi emrini yaptırmak için orada değildir. Ulûl’emr demek; Allah'ın emrini alan ve yaptıran insan demektir. Emir sahibidir. Emir, kendisine ait değildir. Allahû Tealâ onu, o emri sahiplenerek o emri yaptırmakla vazifeli kılmıştır.

Bir ulûl’emr için görevi yaptırırken kendisinden bir şeyler ilâve ederek, nefsinin afetleri doğrultusunda insanları ezerek yaptırmak söz konusuysa orada zulüm vardır. Orada ifrat vardır. Bir ulûl’emr veya bir grup başkanı sadece ait olduğu vazifeyi en güzel standartlarda yapacak, kardeşlerini o Allah'ın görevinin yapılması istikametinde en iyiye ulaştırmaya çalışacaktır. Nefsinin afetlerini katiyyen devreye sokmayacaktır. Ne zaman nefsinizin afetleri devreye girerse o zaman haddi aştınız demektir. Ne zaman insanlar sizlerden şikâyet ediyorlarsa, nefsinin afetleri doğrultusunda bize şunları, şunları, şunları söylüyor, şunları, şunları yaptırıyor diye sizlerden şikâyet geliyorsa, siz ifrattasınız. Bu sivriliklerinizi yok etmek mecburiyetindesiniz. Ulûl’emirler olarak bunu yapmakla zorunlusunuz. Yoksa bu konudaki vazifelerde devam edemezsiniz. Ne zaman da bir ulûl’emr, kendine düşen görevi yerine getirmiyorsa, görevin yapılması konusunda gereken dikkat ve ihtimamı sarfetmiyorsa, emrindeki kişilerin Allah'ın emirlerini gerçekleştirip, gerçekleştirmediklerini yakîn takiple takip etmiyorsa, orada tefrit vardır. Kim ulûl’emrin yerine ulûl’emirlik taslıyorsa, kim kendisini ulûl’emirden üstün görüyorsa ve kendisi ulûl’emirmiş gibi davranıyorsa, bu ifrattır. Dikkat edin ki; bazen bu tarzda davranan insanlar mevcuttur. Bazen bunlar bu davranışları ile ulûl’emirlerin gerçekten rahatsızlık duymasına sebebiyet verirler.

Allah yolunda olan insanların birbirinin kırmasını biz hep önleriz. Müracaat mercii her zaman biz olmalıyız. Kim kendisini ait olduğu yerde değil de, ulûl’emr ile aynı seviyede ya da ulûl’emirden daha ötede görüyorsa, bilsin ki eğer o ulûl’emr olsaydı, Allahû Tealâ onu ulûl’emirlik makamına tayin ederdi. Tayin, Allah'a aittir. Tayinlerde hata söz konusu olmaz. Biz naçiz bir insanız netice itibariyle, Allah'ın vazifelisiyiz. Allah neyi nasıl, kimi hangi göreve tayin edecekse onu gerçekleştiririz sadece. Tayin bizim yetkimizde olan bir iş değildir. Öyleyse kendilerini ulûl’emirlerden daha ötede sayanlar varsa aranızda, bilsinler ki onlar ifrattadırlar ve yanlış bir şey yapıyorlar.

Nerede bir ulûl’emr, emrindekileri takip etmiyorsa, onların görevlerini yapıp, yapmadıklarını kontrol etmiyorsa, takip etmiyorsa, neticelenmesi için elinden gelen gayreti sarf etmiyorsa, orada tefrit vardır. Ulûl’emr için bu konuyu halletmek zor değildir. Hangi açıdan zor değildir? Ulûl’emr, kendisini her hafta rapor vermek mecburiyetinde hissederse ve telefonla, e-maille ulaşarak bir haftalık olayı kısacak bir tek sayfa içinde, problemleri, çözümleri genel hatları ile ulaştırabilirse (bu konunun en kestirmesi telefondur), o zaman zaten problem halledilmiş olur.

Telefonun yanında, bilgisayarlar vasıtasıyla konuşmayı da başarılı bir hale getirdik sayılır. Öyleyse ulûl’emrler görev sahipleridir. Görevlerini yaparken her hafta rapor vermeyi usul haline getirmelidirler. Bu raporların yazılı olması da mümkündür. Faks da çekilmesi mümkündür. E-mail şeklinde ulaştırılması da mümkündür, telefonla ulaştırılması da mümkündür. Ama ulûl’emr hesap vermek mevkiinde olan kişidir ve hesap almak mecburiyetinde olan kişidir. Emri altındakilerden hesap alacak, üst makama hesap verecektir. Bu onun aslî görevidir.

Sevgili ulûl’emr kardeşlerimiz, sakın görevlerinizi yaparken insanları nefsiniz istikametinde zorlamayın. Onlar ne derse, hangi talepte bulunursa, onların karşısında olmayı onlara huzursuzluk vermeyi bir marifet zannetmeyin. Böyle yaptığınız zaman nefsinizin emrindesiniz, şeytanın emrindesiniz. Oysaki Allahû Tealâ sizi, Allah'ın emrinde olmak için oraya getirdi.

Ya ulûl’emrin emrindeki kişiler, grup başkanlarının emrindeki kişiler ne yapmalılar? Her grup başkanı, kendi çapında bir ulûl’emirdir. Ulûl’emr veya grup başkanı emir vermek yetkisinin sahibidir. Dikkat edin ki bu emir kendi emri olmayacaktır. Allah'ın emri olacaktır. İkincisi, sadece emrin yapımıyla görevlidir. Nefsinden bir şeyleri kattığı zaman bunun adı sadece zulümdür. İfrattır.

Öyleyse ulûl’emirlerin emrinde olan, asıl arabayı çeken kardeşlerimiz; ulûl’emrin ve grup başkanlarınızın emrine mutlak itaat edin. Eğer sizi kıracak bir davranış olmuşsa, sakın bu konuda onunla tartışmaya girmeyin. Allahû Teala diyor ki: “Aranızda nizaya girmeyin, resûle ulaştırın.” Kur’ân-ı Kerim’deki emir böyledir. Aranızda tartışmayın, bize ulaşın. Hatalar her zaman olabilir. İnsanlar bilerek de hata yapabilirler, bilmeyerek de hata yapabilirler. Bilmeyerek hata olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Orada bir haksızlıkla karşılaştığınız zaman, ulûl’emirden hesap sormak yetkisinin sahibi değilsiniz. Ama onunla bu konuyu her zaman konuşabilirsiniz. Ve bir tartışma alanına girmeden konuyu bize ulaştırmakla vazifelisiniz.

Arabayı çeken sevgili kardeşlerimiz, sizler bizim en kıymetli kardeşlerimizsiniz. Sizi çok sevdiğimizi bilmenizi istiyoruz. Hiçbir haksızlığa muhatap olmanızı istemeyiz. Öyleyse bir problemle karşılaştığınız zaman, onu kendi aranızda çözmeye, tartışmaya sakın kalkmayın. Size niye öyle davranıldığını, sorabilirsiniz. Tartışmadan cevabı alırsınız. Ve bir tartışma ortamına girmeden bize onu ulaştırmakla vazifelisiniz.

Allah'ın yolunda olanlar, birbirlerine karşı olmamak, enerjilerini birbirlerine karşı değil, Allah'ın işini yapmak istikametinde kullanmak mecburiyetinde olanlardır. Öyleyse birbirinizle de çok iyi ilişkiler içinde olmalısınız. Hepinizden bunları beklediğimizi unutmamalısınız. Çalışanlar başımızın tacıdırlar. Allah için bedelsiz çalışıyorlar; sadece Allah rızası için. Bu, en kıymetli müessesesidir.

Sevgili kardeşlerim, aranızda daima bir muhteşem anlaşma dizaynı oluşmalıdır. Bir sesli zikir kaseti siz çalıştığınız sürece, orada devamlı açık olmalıdır ve sizlerde hafif bir sesle bu zikre iştirak etmelisiniz. Zikirle yapılan bütün işler, zikirsiz yapılan işlerden çok ötede Allah'ın rızasını kazanır.

Öyleyse nefsiniz sebebiyle ulûl’emre karşı gelmek, canınız istediği zaman işyerini terk etmek, sizin için araba geliyorsa, servis geliyorsa, gelemeyecekseniz önceden haber vermemek, insanları oraya kadar getirip de ondan sonra "Ben gelemiyorum." diye kapıyı yüzlerine kapatmak gibi yanlışları sakın yapmayın. Allahû Tealâ’nın sizlere ulaştırmak istediği şey daima en güzelidir. Allah size zorluk çıkarmaz, Allah size sadece kolaylık sağlar.

Ulûl’emrlerinizi sevin, birbirinizi sevin. İtaatin, Allah'ın emri olduğunu unutmayın. Kibir ve gurur afetinizi bir kenara bırakın. Allah yolundaki hizmet tevazu ister. Hepiniz birbirinize karşı sorumlusunuz. Evvelâ birbirinizi sevmekle. Herkes, herkesin işine yardım etmekle de vazifelidir.

Sevgili kardeşlerim, ifrat ve tefrit konusu inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek konumuzu inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R