TARİHİ: 22.09.2001
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Yüce Rabbimiz, Allahû Tealâ bizleri bir araya getirdi. Gene üçümüz birlikteyiz. Sizler, biz ve Allah. Allah’ın mutluluk üçgeninde, Allah’ın ülkesinde yaşıyoruz. Bir güzelliği yaşıyoruz. Allah’tan bahsetmek üzere, O’nun Kuran’ı Kerim’inden bahsetmek üzere, İslâmî kavramlardan bahsetmek üzere burada bir aradayız. İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ, siz ve biz. Ve konumuz: Allah’a tevekkül etmek; Allah’a güvenmek.
Tevekkül kelimesi, vekil kelimesi, vükela kelimesi, mütevekkil kelimesi hep aynı kökten geliyor. Vekil etmek demek, sizin yerinize hareket etmek yetkisini bir insana vermeniz demektir. Eğer bir avukatı vekil tayin ederseniz bunun adı vekâlettir. Bu vekâlet ile o sizin vekiliniz olur. Siz onun müvekkili olursunuz. Vekil kılan kişi olursunuz. İşte tıpkı bunun gibi vekil etme işlemi. Allahû Tealâ’ya sizi, her konuda size yardım etmesi istikametinde, sizi müvekkil kılmak üzere Allahû Tealâ’yı vekil tayin ediyorsunuz. Sizin adınıza hareket etme yetkisini ona veriyorsunuz. Bu, ona duyduğunuz güvenin sonucudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “ Eğer Allah’a inanıyorsanız, Allah’a tevekkül edin. O zaman en kuvvetli siz olursunuz.” Allah’ı kendisine vekil tayin etme müessesesi daha baştan itibaren başlar.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, neticede Allah’ı kendisine vekil tayin edecektir. Allah’a ulaşmayı dilediği zaman henüz 3. basamaktadır. Allah’ın bir vekiline tâbî olmak mecburiyetindedir. 14. basamakta bunu gerçekleştirir. 21. basamakta ruhu Allah’a ulaşıp teslim olur. Ne olmuştur? Ruh, Allah’ı vekil tayin etmiştir. Gerçek anlamıyla Allah onun vekili olmuştur. Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Artık ruhunuz sizde değildir. Başınızın üzerine devrin imamının ruhu gelip yerleşmiştir ama o içinizde değildir, dışınızdadır. O da vekil. Size her alanda yardımcı olsun diye Allahû Tealâ devrin imamının ruhunu vekil tayin edip üzerinize gönderir. Başınızın üzerinde vekiliniz vardır. O vekâlet iki taraflıdır. Devrin imamının ruhu başınızın üzerinde hem Allah’ın vekilidir hem de sizin vekilinizdir. Allah’ın vekilidir; Allah’ın sizin için tayin ettiği vekil olduğu için, sizi hidayete erdirecek vekil olduğu için, sizin vekilinizdir çünkü siz ona emanetsiniz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Ne zaman Allah’a ulaşmayı dilerseniz, 12 tane ihsanda bulunur Allahû Tealâ size ve sizi teslim olacağınız Allah’ın yeryüzündeki vekillerinden birine ulaştırır. O vekiller Allah adına hareket ederler ve tövbe ettiğiniz zaman sizi teslim alırlar. Allah’ın vekili olarak, aynı zamanda devrin imamının da vekili olarak.
Devrin imamı Allah’ın vekilidir. Bütün kavimlerdeki resûller, Allah’ın irşad makamına tayin ettiği bütün mürşidler, hepsi Allah’ın vekili oldukları gibi aynı zamanda devrin imamının da vekilleridir. Onu temsil ederler. Allah’ı tayin edildikleri makam olarak temsil ederler. Ama asıl temsil ettikleri makam devrin imamıdır. Bir başka ifadeyle, asıl ifadesiyle devrin imamı, kâinatta Allah’ın yegâne vekilidir. O’nun dışındaki bütün vekiller, devrin imamının vekilidir. Ama onları oraya kim tayin etmiştir? Allah tayin etmiştir. Eğer vekil eden kimdir diye soruyorsak, vekil eden Allah’tır. Tayin müessesesi Allah’a aittir. Tayin eden O’dur ama devrin imamını temsil etmek üzere tayin etmiştir. Öyleyse bir işletmede müdür izinli. Müdürün yerine oradaki bu işi yapmaya en ehil kişi, ikinci kişi gelir, müdür vekili olarak kâğıtları imzalar. O müdür değildir ama müdürün vekilidir. Onu temsil ederek iş yapar. İşte böyle bir dizayn sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Temsil müessesesinde devrin imamı Allah’ı temsil eder. O’nun dışındaki bütün mürşidler, bütün yetkililer devrin imamını temsil ederler. Öyleyse gidip mürşidinize teslim olduğunuz zaman vekile teslim oluyorsunuz; devrin imamının vekiline. Gerçek vekâletin sonucu hemen hasıl oluyor ve başınızın üzerinde tâbî olduğunuz kişinin temsil ettiği devrin imamının ruhu oluşuyor ve derhal 3 ayrı hidayete birden başlıyorsunuz. Ruhunuz Sıratı Mustakîm üzerinde oluyor, hidayet yolu. Fizik vücudunuz kendi Sıratı Mustakîm’i üzerinde oluyor. Nefsiniz, o da kendi Sıratı Mustakîm’i üzerinde oluyor. Peki Allahû Tealâ’nın sizden istediği ne? Mürşidinizi, devrin imamını Allah’ın yoluna girdiğiniz zaman, siz ona yetki verseniz de vermeseniz de kendinize vekil tayin etmişsinizdir. Ama Allahû Tealâ onların vekil tayin edilmesini yeterli görmez. Allah’ı vekil tayin etmenizi ister. Bu noktada Allah’ın davranış biçimi herkesle bire bir karşı karşıya olmak şeklindedir; yüz yüze. Herkes direkt olarak Allah’ı vekil tayin edecektir. Yani Allah’a tevekkül edecektir. Bu buradaki tevekkül etmenin mânâsı, Allah’a duyulan güvenin bir dizaynını içerir. Hangi ölçüde Allah’a güven duyuyorsunuz? İşte Allah’a o kadar tevekkül etmişsinizdir demektir. Allahû Tealâ diyor ki: “Bana güveniyorsanız Bana tevekkül edin. O zaman en kuvvetli sizsiniz.” diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-160: İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler (Allah’a güvensinler).
Kişi gerçekten kuvvetli mi oluyor? Hayır ama en kuvvetli olan, bütün kuvvetlileri yaratan, kuvvetlilerin en kuvvetlisi Allah’tır. Allah o kişiyle birlikteyse o kişi, en kuvvetli olan, kendisiyle beraber olduğu için en kuvvetli hüviyetine giriyor. Kendisi en kuvvetli olduğu için değil en kuvvetli olan Allah, kendisiyle beraber olduğu için. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Eğer Bana tevekkül ederseniz; sizi yenecek yoktur.” diyor Allahû Tealâ.
O zaman Allah’a tevekkül etmek;
1- Kişisel tevekkül: Kişilerin enfüsî olarak iç dünyalarında Allah’a teker teker tevekkül etmeleri ve tevekkül ilişkisinin kişiyle Allah arasında herkes için ayrı ayrı oluşması tevekkülün enfüsî açıdan, subjektif açıdan değerlendirilmesini ifade eder. Öyleyse bunun ötesinde tevekkül müessesesine baktığımız zaman kişisel tevekkülün ötesinde, toplumsal bir tevekkül daha Allahû Tealâ tarafından isteniyor. Hanif dîninin esaslarına baktığımız zaman aynı zamanda İslâm’ın, aynı zamanda Hristiyanlığın, aynı zamanda Musevîliğin esaslarına bakmış oluruz. Çünkü hepsi sadece hanif dînidir. Hanif dîninin temel olgusu tekliktedir. Tek Allah’a inanmak, bir. Allah yolunda tek bir toplum oluşturmak. İki tane toplum değil, tek bir toplum oluşturmak. İşte Allahû Tealâ’nın asıl tevekkülü, Allah’a tevekkül etme standardında, sahasında Allah’ın bütün dünyadaki insanlardan beklediği şey, insanların tek bir kitle halinde Allah’a tevekkül etmesidir. Allah’ı vekil tayin etmesidir. O zaman hanif dîninin gereğini yerine getirmiş olursunuz. Öyleyse kişisel tevekkül; sübjektif tevekküldür, enfüsî tevekküldür. Toplum halinde, toplumu oluşturan kişilerin hepsinin birden Allah’a tevekkül etmeleri söz konusuysa, bu objektif tevekküldür. Yani afakî tevekküldür. Toplumsaldır. Öyleyse tevekkül; Allah’ı Tealâ’yı vekil etme müessesesi, enfüsî tevekküllerin toplamı olarak afakî tevekkülü oluşturur.
Allah’ın hepinizden istediği şey, tek bir toplum oluşturmanız. Allah’ın emrinde, fırkalara ayrılmamanız ve hepinizin birden Allah’a tevekkül etmeniz. Elbette toplum halindeki insanların tevekkülleri eşit seviyede olmayacaktır. Herkesin Allah’a teslim seviyesiyle paralel bir tevekkülü söz konusudur. Ruhunu Allah’a teslim etmiş olan bir kişi, henüz fizik vücudunu, nefsini, iradesini Allah’a teslim etmemiştir. Onun tevekkülü, bihakkın takvadaki bir kişinin tevekkülüyle aynı hüviyette değildir. Bu kişi daha sonra daha büyük bir tevekkülün sahibi olacak, fizik vücudunu da Allah’a teslim edecektir. Öyleyse yapımıza dikkatle bakalım; teslimler sırasıyla, ruhumuz var, fizik vücudumuz var, nefsimiz var, irademiz var. Böyle bir sıra dâhilinde ruhunu Allah’a teslim etmiş olan kişi, tevekkülünü ruh açısından tamamlamıştır. Allah’a tevekkül etmiştir. Ruh Allah’a teslim olmuştur. Allah ruhun vekili olmuştur. Ama henüz fizik vücudun, henüz nefsin, henüz iradenin değil. İşte bundan sonraki safhada, fizik vücudunuzu Allah’a teslim edeceksiniz. Fizik vücudunuz da Allah’a tevekkül edecek. Allah’ı kendisine vekil tayin edecek. Sonra nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz. Daha zor bir teslim ve daha zor bir tevekkül ama nefsiniz de Allahû Tealâ’ya tevekkül edecek ve irşada ulaştıktan sonra bihakkın takvada da iradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz, o zaman tevekkülünüz tamamlanacak. Her normal insan için tevekkülün üst safhası burada tamamlanır. Bu tevekkülün de ötesinde her devirde her kavimdeki resûller vardır. Daha üst seviye bir teslimin, tevekkülün sahipleridir. Bütün bu resûllerin ötesinde tevekkülün en büyük temsilcisi devrin imamıdır. O ruhunu, vechini, nefsini, iradesini ve bunların ötesinde aklını da Allah’a teslim etmiştir. Artık onun hakkı hiyarı yoktur. Seçim hakkı kendisine ait değildir. Sadece Allah’ın emrettiğini yapar diye düşünüyorsanız hayır. Allah’ın emrettiğini yapmaz. Allah ona yaptırır. Ne yaptıracaksa Allah ona yaptırır. Yani Allahû Tealâ onun iradesine bir emir verip de onun iradesiyle o emrin yerine getirilmesi diye bir şey devrin imamında mevcut değildir. Bakınız Allahû Tealâ ne diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V) için; “O kumu onlara attığın zaman sen atmadın, Biz attık.”
8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Onları siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı. Ve Allah, mü’minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah, işitendir ve bilendir.
Yani kumu yerden alan ve atanın Peygamber Efendimiz (S.A.V) olduğunu herkes görmüş. Ama bu dış görünüş, acaba iç dünyadaki olay ne? Onun kendi iradesi mi yerden o kumu almasını ve atmasını emretti de Peygamber Efendimiz (S.A.V) bunu yaptı? Hayır. Allahû Tealâ ona kumanda etti. Aklı değil, kendi aklı değil Allah, kumanda etti ve aldı kumu. O fizik vücut, Allah’ın kumandasında kumu aldı attı. Her bir kum tanesi kimin gözüne gelirse, onun gözünü kör etti. Düşmanlar böyle bir olayı hiç görmemişler. Çok sayıda insanın gözlerinin kör olması bir avuç kumla oluşuyor. Belli ki kumlar atıldıktan sonra da Allah’ın kontrolü bitmiyor. Onları ait olduğu hedeflere sevk eden Allah’ın iradesi.
İşte tevekkül müessesesi, demek ki asgari seviyede, bir kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesiyle başlar. Bu asgarî tevekküldür. En alt seviye tevekkül budur. Bunun altında tevekkül var mıdır? Hayır yoktur. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, Allah’ı kendisine vekil tayin edemez. Cehenneme giden hiçbir insan Allah’ı vekil tayin edemez. Ve Allah’a ulaşmayı dilemenin alt boyutunda sadece cehennem vardır. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri şöyle söylüyor:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlar Bize ulaşmayı dilemezler (mülâki olmayı dilemezler). Ruhlarını dünya hayatını yaşarken Bize ulaştırmayı dilemezler.” Yani ne demek istiyor Allahû Tealâ? Yani “Onlar dünya hayatından razıdırlar. Ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmak istemezler. Dünya hayatıyla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar, dünya hayatı onları doyuma ulaştırır. Onlar bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır, bizim âyetlerimizden haberi olmayanlardır. Âyetlerimizi yerine getirmeyenlerdir.” diyor Allahû Tealâ ve sonucu söylüyor: “Onların kazandıkları dereceler itibariyle gidecekleri yer sadece cehennemdir. Hepsinin gideceği yer cehennemdir.” diyor. Bunlar Allah’a tevekkül etmeyenler. Allah’ı vekil tayin etmeleri mümkün olmayanlar. İbadetler, Allah’a boyun eğmek karın doyurmaz diyen zümre.
Ne zaman ki 2. aşamaya gelirsiniz, 12 tane ihsanla mürşidinize ulaşırsınız; o zaman tevekkülün 2. safhasındasınız. Allah’ın bir vekiline, daha açık bir ifade ile devrin imamının vekiline, Allah’ın vekili olan, devrin imamının vekiline tâbî olursunuz. Burada O’na tevekkül ediyorsunuz. Vekâlet veriyorsunuz. O, Allah ile aranızda olan ilişkilerinizde, sizi temsil ediyor. Hangi mürşide insanlar tâbî olursa olsunlar, herkesin ulaşabileceği yerde mutlaka mürşidi vardır. Hazır bekliyordur. Hangi mürşide tâbî olursanız olun, başınızın üzerine gelen o mürşidin ruhu değil devrin imamının ruhudur. Öyleyse vekâlet yakın planda gerçekleşiyor. Asaleten sizi temsil eden ruhunuz, Allah’a gitmiştir. Artık vekâlet müessesesi vardır. Başınızın üzerinde devrin imamının ruhu, bir muhafız olarak oluşmuştur. İşte burada vekâletin 2. safhası oluşur. Başınızın üzerine devrin imamının ruhu geldiği andan itibaren şeytanın hüddamı ve büyüsü size tesir edemez. Bir takım sözleri belli dalga boyları oluşturacak şekilde, negatif dalga boyları oluşturacak şekilde, bir dizayn etmek bir takım vasıtalar kullanmak ve bu dizaynla oluşan negatif dalga boylarıyla, insanları rahatsız etmek, huzursuz etmek, sıkıntılı kılmak, işte bunun adı büyüdür. Hüddamda ise insanların üzerine cinler saldırtılır. Zavallı cinler bu konuda seçim hakkının sahibi değillerdir. Çünkü şeytan cinleri yakacak olan formülü biliyor.
Sevgili kardeşlerim! Cinler biz insanlar gibi ölmezler. Fizik vücutları aynen kalmaz. Toprağa girmez. İnsan topraktan yaratılmıştır. Onun için öldüğü zaman toprağa girecek ve toprak olacaktır. Nadir insanlar için o da mümkün değildir. Onlar toprak olmazlar. Ama cinler yanarak ölürler. Enerjiden oluşturulmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim buna “dumansız ateş” diyor. Enerjiden oluşturulmuşlardır. Tekrar enerjiye dönüşürler. Yani yanarlar. Ve Allah’ın yoluna girmeyen cinleri, şeytan, o sırrı bildiği için onları yakıyor. Şimdi dünya üzerinde birçok cinci hoca var. Bu cinci hocalar da bu cinleri yakacak formülü öğrenmişler iblisten. Onlar da yakıyorlar. Bu sebeple mürşidlerine tâbî olmayan cinler için kurtuluş yoktur. Tabii olmayanlar, o cinci hocalar tarafından yakılır. Şeytan tarafından yakılır. Yanmak istemeyenler ise şeytanın ve cinci hocaların emirlerine itaat ederler. Bir takım cinci hocalar büyü yaparlar ve hüddam yaparlar. Cinleri insanların üzerine saldırtırlar. Cinler o insanların vücuduna girerler ve onları kontrolleri altına alırlar. İşte ne zaman 2. seviye tevekkül noktasındaysanız, mürşidinize tâbî olmuşsanız, dünya standardında mürşidinizi kendinize vekil tayin etmişseniz, aynı zamanda başınızın üzerinde devrin imamının ruhu vekil olarak oluşmuştur ve onun başının üzerinde bulunduğu hiçbir vücuda cinlerin girmesi mümkün değildir. Onun başının üzerinde bulunduğu hiçbir vücuda şeytanın büyü yapması mümkün değildir. Büyünün o kişiye tesir etmesi mümkün değildir. Daha kötüsü devrin imamının ruhunda öyle bir reflekt olayı vardır ki kim büyüyü yapmışsa büyü ona yönelir. İşte bundan endişe duyan şeytan ve taraftarları etraflarına büyü yaptıkları zaman kendilerine şeytanın öğrettiği bir daire çizerler. Şeytanın öğrettiği zulmanî dualarla, o geriye reflekte edilen dalga boylarını önleyebilir.
Sevgili kardeşlerim! Görüyorsunuz ki tevekkül müessesesinde adım adım yukarıya doğru bir çıkış var. Ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız zaman ruhunuz da Allah’a tevekkül etmiştir. Tam bir teslimiyetle Allah’ı kendisine vekil tayin etmiştir. Daha ötede ne var? Daha ötede fizik vücudunuzun teslimi var; 25. basamaktasınız. Fizik vücudunuz da Allah’ı kendisine vekil tayin eder. Allah’a tevekkül eder. Daha sonraki aşamada 27. basamakta nefsinizin Allah’a tevekkül etmesi, Allah’ı vekil tayin etmesi söz konusudur. 28. basamağın 5. mertebesinde iradeniz, Allah’a tevekkül eder. Allah’ı kendisine vekil tayin eder. Allah’ın kontrolü altına girer. Devrin imamı için ise aklının da Allah’a tevekkül etmesi, Allah’ı kendisine vekil tayin etmesi söz konusu olur. İşte Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V) için diyor ki: “O kendiliğinden bir şey söylemez. Biz ona ne söylersek, ne söyletirsek sadece onu söyler.”
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bir dizi tevekkül olayı gördünüz. Allahû Tealâ herkesten bu söylediğim normal hiyerarşik düzen içerisindeki tevekkülün ötesinde, herkesin bu standartların her birini kullanarak, insanların Allah’ı kendilerine vekil ayin etmesini ister. Allah’ın istediği son vekâlet muhakkak ki, bütün insanlar için mümkün olan iradenin Allah’a teslimi ile tamamlanır. Kim iradesini Allah’a teslim etmişse, o kişinin tevekkülü (normal insanlar arasında) en üst mertebededir. Onun ötesinde sadece her devirde mevcut olan imamlar, her devirde mevcut olan, her ülkedeki resûller vardır. Onlar da Allah’a tevekkül etmişlerdir. Ruhlarıyla, vechleriyle, nefsleriyle ve iradeleriyle. İradenin üzerinde bir tevekkül, sadece bir tek kişiye aittir. O, devrin imamıdır. Öyleyse devrin imamına baktığımız zaman onun tevekkül seviyesi en üst noktadadır. O Allah’a, Allah’ın kendisine verdiği bütün emanetleri Allah’a teslim ederek yalın halde Allah’ı kendisine tevekkül etmiştir. Allah her şeyine vekildir. Şimdi subjektif yani enfüsî tevekkülün bütün boyutlarını beraberce görmüş olduk.
Şimdi afakî tevekküle gelelim yani objektif tevekküle. Bu, kitlenin Allah’a tevekkül etmesidir. İşte kitlenin arasında her türlü insan vardır. Allah’a tevekkül etmeyenler vardır her şeyden evvel. Sonra Allah’a tevekkül edenlerden sadece Allah’a doğru, Allah’a ulaşmayı dileyenler vardır. Daha üst boyuta çıkamamışlardır henüz. Allah’a ulaşmayı dileyen ve mürşidine ulaşanlar vardır. Ruhunu Allah’a ulaştıranlar vardır. Her biri ayrı bir tevekkülün sahibidir. Nefsini Allah’a teslim edenler vardır. İradesini Allah’a teslim edenler, iradî açıdan da tevekkülünü tamamlayanlar vardır. Öyleyse toplum olarak, hanif fıtratının değerini ve ait olduğu şeyi yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz.
Ne diyor Allahû Tealâ hanif fıtratının tayininde; kâinatın yegâne dîninde, tek dîninde? “Hanif dininin esası tekliktir. Tek Allah’a inanacaksınız. Birden fazla Allah yoktur. Olsaydı gökte onlar birbirleriyle kavga ederlerdi.” diyor.
Tek Allah’tan başka Allah yoktur. Allah’ın indinde tek bir toplum olmalıdır. Hepsi Allah’a tevekkül eden tek bir toplum, birbirinin düşmanı olan iki toplum, birbirlerinin düşmanı olan 3 toplum, 4 toplum, 5 toplum değil. Eğer insanlar Allah’ın yolunda ise onların tek bir toplum oluşturmasını istiyor Allahû Tealâ. Onun için Allahû Tealâ sahâbe için diyor ki: “ Ey sahâbe! Siz birbirinizin can düşmanıydınız. Sonra Allah kalplerinizi telif etti de birbirinizin can dostu oldunuz. Siz bir uçurumun kenarındaydınız da Allah sizi uçuruma düşmekten kurtardı.”
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
Ne diyor Allahû Tealâ? “Birbirinizin can dostu oldunuz.” İşte bu Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de ifade buyurduğu vahit toplumdur. Tevhid üzere olan toplumdur. Bu toplumun içinde insanlar çeşitli kademelerde olabilir. Allah’a ulaşmayı dileme kademesinde, mürşide ulaşmış kademede, ruhunu Allah’a ulaştırmış kademede ve daha üst kademelerde insanlardan oluşan bir toplum. Ama bir tek toplum. Asr-ı saadetin de esası budur. 1. asr-ı saadette bütün sahâbenin ister ensar olsun, ister muhacirîn hepsinin tek bir toplumu oluşturduğunu görüyoruz; tevhid toplumu; hanif dîninin toplumu. Hanif dîni tek bir toplumu hedef alır.
İşte bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sahâbesi, hepsi tek bir toplum içeriyordu. Birbirleri için yaşayan insanlar. Başkalarına hizmet için yaşayan insanlar. Hizmet etmeyi mutluluklarının bir parçası olarak gören insanlar. Niçin diye düşünüyorsunuz, Hz. Ömer’in her gece Allahû Tealâ’ya hesap vermesini? “Ben bugün Allah için ne yaptım” deyip de kendisini hesaba çekmesini? İşte o tevhidin temeli. Başka insanlara yardım için yaşayan insanlar. Hayatlarını başka insanların mutluluğuna adamış olan insanlar. Onun için var olan insanlar. İnsanlar arasındaki problemleri çözen insanlar. İnsanlara mutluluk vermek için yaşayan insanlar. Hayatlarını başka insanları mutlu etmeye vakfetmiş olan, adamış olan insanlar. İşte onlar tevhid dîninin, Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin tevhid esasını yaşayanlardır. Yani Allah yolunda Allah’ı kendisine vekil tayin etmiş olan tek bir toplum. Bütün milletlere dikkatle bakın; toplumlar asla tek değildir. Sahâbe zamanında Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte böyle bir dizaynda şunu görüyoruz ki; Allahû Tealâ ile olan bu müesseseyi en güzel boyutlarda Allah, sahâbe zamanında yerli yerine oturtmuş. Herkes sadece başkaları için yaşıyor. Her sabah namazından sonra uyumayan sahâbe dağılıyor.
Birbirleriyle karşılaşan sahâbeden birincisi; “esselâmu aleykum verahmetullah” diyor, ikincisi: “esselâmu aleykum verahmetullah ve berekatuhu.” diyor. Arkasından da ya birinci ya ikinci mutlaka, Vel Asr Suresini okuyor. Sonra mı ne söylüyorlar birbirlerine?
Diyor ki bir tanesi: “Zekâtımı alabilecek kimseyi bulabilmek için sabah namazından beri dolaşıyorum. Acaba aziz kardeşim, benim zekâtımı kabul eder misin?” Öteki de aynı cevabı veriyor: “Ben de aynı gaye için dolaşıyorum. Kaç kişiye rastladım, onlar da bana hep zekât vermek istediler. Acaba sen benim zekâtımı alır mısın diye sana sormak için geldim.”
Sevgili kardeşlerim! Toplum yapısını görebiliyor musunuz? Allah’ı kendisine vekil tayin eden insanların toplum yapısı. Allahû Tealâ’nın yoluna yeni girmiş olan bir genç diyor ki: “Yarabbi! Şu senin evliyaların var ya ben onları yazacağım. Şimdi gidiyorum bir defter almaya kendime, hepsini birer birer yazacağım.” Gidiyor. Bakkallar veriyor o zamanlar defterleri, öyle kırtasiyeci falan yok.
- Bana bir defter verir misin, diyor.
Bakkal kıs kıs gülüyor. Çıkarıyor defteri veriyor,
- Beni de yaz deftere, diyor.
Delikanlı hayretle bakıyor ona ama hiç sesini çıkarmıyor. Çıkıyor manavın önünden geçerken manav sesleniyor:
- Beni de yaz.
Kasabın önünden geçerken kasap sesleniyor:
- Beni de yaz.
Sevgili kardeşlerim! Görüyor musunuz toplumu? Osmanlı’yı Osmanlı yapan toplumu görüyor musunuz? Hepsi tevhid üzerineydi. Hepsi Allah’ın izindeydi. Asker, Allah’ın askeriydi. Bir tasavvuf grubuna tâbî olmayan hiç kimse, Yeniçeri Ocağı’na acemi oğlan olarak kabul edilmezdi. Böyle bir şey mümkün değildi. Bütün asker tasavvuftandı. Bütün esnaf tasavvuftandı. Hiçbir esnaf zümresine, bir mürşide tâbî olmadan girebilmek mümkün değildi. Bütün kalfalar mutlaka velîydi. Allah’ın evliyası idiler. Ustalarsa daimî zikrin sahipleri.
İşte Barbaros Hayrettin, o daimî zikrin sahiplerinden bir tanesi olarak Preveze deniz zaferinde, zaferden evvel sabaha kadar uyumuyor. Allahû Tealâ’ya diyor ki: “Yarabbi! Ben insanları öldürmek, hâkimiyet kurmak için savaşmıyorum. Ben senin için savaşıyorum. İlây-Kelimetullah için savaşıyorum. Eğer böyle değilsem emanetini teslime hazırım şimdi. Ama benim söylediğim gibiyse o zaman bana yardım et. Bu insanlar benim 3 katım. 3 kat gemileri var. 3 kat orduları var. Gemileri de üstelik yüksek bordalı, yetmez rüzgârı da arkadan alacaklar. Bu şartlar altında beni korumanı, beni muzaffer kılmanı istiyorum.”
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Gemilerin üzerine Allah dilerse rüzgârları başka istikametlerden estirir âyetini yaz. Derhal şimdi emir vereceksin.” Barbaros Hayrettin Paşa derhal emir veriyor. Bütün gemilerin bordalarına “Allah dilerse rüzgârları başka istikametlerden estirir.” âyeti yazılıyor. Ve yazılar biterken savaş başlıyor zaten. Şafakla birlikte savaş başlıyor. Rüzgârı arkadan alan yüksek bordalı gemilerin sahipleri, Andrea Doria’nın kumandasındaki gemiler şiddetle hücum ediyor. Çok şehit veriyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Ama öğleden sonra savaşın kaderi değişiyor. Allahû Tealâ rüzgârı, Osmanlı donanmasının arkasından estiriyor. Ne yüksek bordalı gemi oluşları ne 3 kat asker sahibi oluşları… Andrea Doria’nın o güne kadar yenilmeyen donanmasını mağlup ediyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bu, Allah’a tevekkül etmenin neticesidir. Allahû Tealâ diyor ki: “Eğer inanıyorsanız Bana tevekkül edin, o zaman sizi yenecek olan yoktur.” Buradaki tevekküle dikkat edin. Burada Allahû Tealâ subjektif tevekkülden, kişisel tevekkülden bahsetmiyor. Objektif tevekkülden, toplumsal tevekkülden bahsediyor. Yani siz fert fert değil, fert fert bana tevekkül etmenin ötesinde, kütle halinde tevekkül edeceksiniz. “Eğer öyle iseniz, sizi yenecek yoktur.” diyor ve Allahû Tealâ ilâve ediyor: “Dînde fırkalara ayrılmayın. Eğer ayrılırsanız kuvvetiniz gider. O zaman yenilirsiniz.” Ne demek bu? Yani ne zaman objektif tevekkülden, afakî tevekkülden çıkarsanız, ayrı ayrı gruplara ayrıldığınız anda, objektif tevekkülün dışındasınız. Artık siz parçalara bölünmüşsünüz. Her parçanın içinde Allah’a tevekkül edenler olsa da toplam bir tevekkül müessesesi artık yok. Bir kuvvet düşünün sevgili kardeşlerim! 100 kişiden oluşan bir kuvvet. Bunun ihtiva ettiği bir güç değeri düşünün. Şimdi bu insanlar 10 gruba ayrılsınlar. 5 grup bir tarafta, 5 grup bir tarafta, birbirlerine karşı savaş versinler. Ne oldu? Bütün o güç yok oldu; birbirlerine karşı savaştıkları için. Ne yapmaları lâzım? Hepsinin bir olması. Eğer düşmandan bir saldırı gelirse, hepsinin birden Allah’a tevekkül etmesi ve böylece en güçlü olmaları söz konusu.
Hz. Musa zamanında Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ diyor ki: “Onlara dedik ki bu şehre bu kapıdan girin. Besmeleyle girin. Eğer böyle yaparsanız bu şehri işgal edeceksiniz. Ama İsrail kavmi dedi ki: Ya Musa, orada çok cerbezer bir toplum yaşıyor. Biz onlarla savaş veremeyiz. Eğer çok istiyorsan savaş vermeyi, sen ve Rabbin beraber gidin, ikiniz savaşın.”
Ne görüyoruz? Objektif yani toplumsal, yani afakî tevekkül müessesesi oluşmamış. Ve mağlup oluyorlar. Binlercesi öldürülüyor.
Sevgili kardeşlerim! Dikkat edin, Bedir savaşında İslâm ordularının 3 katından fazla düşman vardı. Kuvvetliydiler, silahlıydılar. Ama Allah’a tevekkül ettiler. Hepsi. Böylece kitle halinde tevekkülü oluşturdular ve Allah’ın gönderdiği meleklerin de yardımıyla savaşı kazandılar. Ne demek istiyoruz? Eğer Allah size savaşı kazandırmak istiyorsa bu, Allah için güç değildir. Her şey Allah’ın elindedir. Allahû Tealâ diyor ki: “Yerlerin ve göklerin orduları Allah’ındır.” Göklerin orduları deyince ne gelecek aklınıza? Bilin ki sevgili kardeşlerim, kim Allah’ın düşmanlarına karşı yapılan bir sıcak savaşta kendisine o gün, savaşacağı gün, cennet gösterilmiş ise o, onun son günüdür. O gün şehit olacaktır. Ve şehit olduğu zaman mutlaka Allah’ı görür. Yetmez! Orada olsaydınız da görseydiniz, o sırtüstü yatmış, yüzü ve göğsü göklere doğru. Onun içinden birisi çıkıyor, aynı onun gibi. Ve ordunun arasına katılıyor. İşte o göklerin ordusuna karışıyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Siz şehitleri ölüler sanırsınız. Hâlbuki onlar canlıdırlar ve onları biz bilemeyeceğiniz bir şekilde rızıklandırırız. Onlar göklerin ordularının mensuplarıdır.”
İşte sevgili kardeşlerim! General Trikopis esir ediliyor istiklâl savaşında ve diyor ki: “Şu bizi esir alanları görmek istiyorum. Nasıl insanlardı onlar?” Gösteriyorlar, “İşte” diyorlar, “Bunlar.” General Trikopis gülüyor. “Hayır” diyor, “Bunlar değil. Bu gösterdikleriniz sizin gibi insanlar. Biz bunlara ateş ettiğimiz zaman bunlar ölüyordu. Ama başkaları vardı, cüppeliydiler, sarıklıydılar. Onlar bize ateş ettiği zaman biz ölüyorduk ama biz onlara ateş ettiğimiz zaman onlar ölmüyorlardı, onlar nerde? Onları soruyorum.”
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Savaşı kazanan ne silahtır ne mühimmattır. Ama savaşı kazanan Allah’a olan dostluktur. Çanakkale savaşında Abdullah Çavuş 120 okkalık gülleyi kaldırması için (etrafında kimse yok tek başına kalmış) Allah’tan yardım istiyor: “Yarabbi! 120 okka bunu kaldırmalıyım, yardım et bana.” Kaldırıyor. Topun içine yerleştirdikten sonra diyor ki: “Yarabbi! Sen bilirsin nereye göndereceğini, ben ateşliyorum.” diyor ve ateşliyor. O bir tek mermi Çanakkale savaşının neticesini tayin ediyor. Goliath zırhlısını öyle bir yerinden vuruyor ki; Goliath zırhlısı bir tek mermiyle batıyor. 120 okkalık bir tek gülle. Batmakla kalsa iyi. Akıntı istikametinde batan gemi akıtı tarafından yavaş, yavaş yavaş döndürülüyor ve akıntıya ters yönde öyle bir yere oturuyor ki, artık kımıldaması imkânsız. Mânâsı ne biliyor musunuz? Mânâsı, o noktadan yukarıya düşman gemilerinin geçmesi mümkün değil. Yolu tıkıyor. Kim tıkıyor? Goliath zırhlısı tıkıyor. Ona tıkatan kim? Allah. Savaşın kaderi tayin edilmiştir. Osmanlı galiptir. General Hamilton telgrafını çekiyor; “Askerimi Goliath zırhlısının ötesine geçiremiyorum. Boğazın üst yakasına geçiremiyorum. Savaşın kaderi belli olmuştur, mağlup olduk.” diyor. Bütün dünyaya savaş veren Osmanlı tek başına. Tevekkül ne demek anladınız mı?
İşte o tevekkül var ya, Allah’a duyulan güven duygusu. O’na ne kadar güven duyarsanız, sizi o kadar mükâfatlandırır. Onun için Allahû Tealâ diyor: “ Bana tevekkül ediyorsanız; en kuvvetli sizsiniz. Sizi yenecek yoktur.”
Diyor ki Allahû Tealâ: “ Bana tevekkül edin. O zaman bütün dünya düşmanınız olsa, ben onları yenerim. Ama Siz bana düşmansanız, bütün dünya dostunuz olsa, ben hepinizi gene yenerim.” Yaratan O. Öyleyse yaratma gücü, kuvvet Allah’ın elinde. Zafer, Allah’ın 7 kudretindedir. Kudret elindedir. Öyleyse zaferi kazanmak için buna lâyık olmak mecburiyetindesiniz. Lâyık olmak için de afakî tevekkülü gerçekleştirmek durumundasınız. Fırkalara ayrılmayacaksınız. Tek yürek olacaksınız. Tek kalp olacaksınız. Ve böyle bir dizaynda Allah’a tevekkül edeceksiniz. Allah’ı kendinize vekil kılacaksınız. Ve kâinatın en kuvvetlisi, kâinatı yaratan sizinle beraber olacak. “Eğer bana tevekkül ederseniz, en kuvvetli sizsiniz.” diyor Allahû Tealâ. Gerekten Allah’a tevekkül eden kişi en kuvvetli midir? Hayır, değildir. O en kuvvetli değildir. Ama eğer en kuvvetli, kâinatı yaratan en kuvvetli onunla beraberse, ikisi beraberlerse, o da en kuvvetli kendisiyle beraber olduğu için en kuvvetli hüviyetine giriyor.
İşte böyle sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allah’a tevekkül edin. O’na tevekkül edin ki en kuvvetli olasınız. O’na tevekkül edin ki galip gelen siz olasınız. Bir defa daha burada konumuz tamamlanıyor. Allah’a tevekkül etmek, Allah’a güvenmek. Kod numarası: 2.1.11.5.
Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşallah burada tamamlıyoruz, sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bir sohbet daha burada tamamlanıyor. Biliyorsunuz sizinle beraber olmaya doyum olmaz. Ama zaman denilen müessese de akıp geçiyor. İşte nasıl olduğunu anlayamadan 1 saatlik bir Kur’ân-ı Kerim tefsiri, 1 saatlik bir İslâmiyet tasavvufî konularının anlatılması sona eriverdi. Ama bunlar iz bırakan anılar. Onunla huzur duyuyorum. Çünkü söylediklerimin hepsi hamdolsun ki görüntüleriyle birlikte hafızaya giriyor. Kardeşlerimiz ne zaman istifade edeceklerse, bilgisayarın hafızasından onu çıkarmak imkânının her zaman sahipleri. Onun için Allahû Tealâ’ya sonsuz hamdediyor ve şükrediyorum. Bizlere bu kadar büyük bir imkânı sağladığı için. Her anlattığımız şey bilgisayarın hafızasında, sizlerin istifadeniz için.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R