}
Gaflet Nedir? 30.05.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 104031


SOHBETİN ADI:
GAFLET
TARİHİ: 30.05.2002

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Yüce Rabbimiz bizleri Allah’ın bir zikir sohbetinde bir araya getirdi.

Konumuz: Gaflet; Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Kur’ân-ı Kerim’de önemli bir müesseseden bahsediyoruz gaflet dediğimiz zaman. Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak, gafletin en büyüğüdür. Bir konu hakkında, bir emir konusunda, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir emir konusunda bir kişinin gafleti demek; o emrin yerine getirilmesinin imkânsızlığı mânâsına geliyor ve gaflet kişiyi cehenneme sürüklüyor; Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak. Hadi gelin sizinle beraber, beraberce bakalım, Allahû Tealâ nerede kullanıyor bu gafleti? İşte Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).



 “innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne), ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).”


Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlar Bize ulaşmayı (ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı) dilemezler.” diyor Allahû Tealâ. “Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.”

Allah’ın âyetlerinden gâfil olma müessesesi.

“ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne): Kazandıkları dereceler itibarıyla onların gidecekleri yer ateştir (cehennemdir).” diyor Allahû Tealâ.

 

Burada ne görüyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Burada önemli bir olgu var; insanların bir müesseseyi bilmemesi hali. Bunun adı gaflettir. Allah’ın koyduğu kanunlardan, emirlerden haberdar olmaması hali gaflettir, gâfil olma. Bilinmesi lâzım gelen bir hususu bilmemek. Tatbik edilmesi lâzım gelen bir hususu bu sebeple tatbik edememek ve Allah’ın cezasına muhatap olmak, bu gafletin sonucu. Gaflet bizi cezalanmaya götürüyor. Öyleyse önemli bir kavram.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişi gafletin içinde kabul ediliyor. Cezası mı? Cezası cehennem. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes bu gafletin içerisinde ve cehenneme gitmek mecburiyetinde. Önemli mi? Çok önemli bir şey sevgili kardeşlerim.

Şimdi düşünün: Bütün dünyadaki üniversitelerde dîn öğretiliyor, İslâm öğretiliyor ve bu üniversitelerde Allah’a ulaşmayı dilemek öğretilmiyor ve öğretim kadrolarının hepsi Allah’ın âyetlerinden gâfil. Onlardan bu ilmi öğrenenler de gâfil. Talebeler de gâfil ve öğretim üyelerinin gafleti sebebiyle ötekiler cehenneme gitmek mecburiyetinde.

Öyleyse bu gaflet, öğretim kadrolarının üzerine Allah’ın bir cezalandırma sistemini yüklüyor. Sırf öğretim kadrosunun gafleti sebebiyle talebeler de gaflette ve öğretimin yapıldığı milyonlarca talebe, milyonlarca öğrenci Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir şeyin Kur’ân-ı Kerim’de olduğundan haberdar değil. Bunun üzerlerine bir farz olduğundan haberdar değil. Bunu gerçekleştirmezlerse gidecekleri yerin cehennem olduğundan haberdar değil ve bu insanlar cehenneme gidecekler. Sevgili kardeşlerim, o zaman bu gaflet sonuçları çok ötelere kadar uzanan, öğretim kadrolarını çok büyük bir sorumluğun altına iten bir müessese, Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, son derece net olarak Allahû Tealâ buyuruyor: “Kim Bana mülâki olmayı (ruhunu ölmeden evvel Bana ulaştırmayı) dilemezse o kişi Benim âyetlerimden gâfildir,” diyor, “gaflettedir.” diyor. “Ve o kişinin kazandığı dereceler itibarıyla gideceği yer cehennemdir.” diyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ne zamandan beri biz Allah’ın Kur’ân hakikatlerini insanları dalâletten kurtaracak olan, hidayete erdirecek olan temel müesseseleri herkese, özellikle öğretim üyelerine anlatmaya, öğretmeye çalışıyoruz. Bu emri aldık. Bunu yapmakla vazifeliyiz ama herkese sesimizi ulaştıramamak bir vakıa olarak çıkıyor karşımıza. Ne zaman ki insanlar bizim uydudaki görüntülerimizi izlerler, ne zaman ki bilgisayardan Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak kesimine,  gaflet kesimine bakarlar,  o zaman haberdar olabilirler. Belki haberdar olmaları milyonlarca kişinin geleceğini cehennemden cennete çevirir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gafletin bedeli çok ağır bir bedel. Şimdi bir, Allah’ın âyetlerinden samimi bir şekilde gaflet sahibi olanlar var. Gerçekten bilmiyorlar. Evet, öğretim üyesi insanlar ama Kur’ân-ı Kerim’de böyle bir hüviyet mevcut olduğunu, Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir talebin insanlar tarafından mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini, eğer yerine getirilmezse kurtuluşun mümkün olmadığını henüz bilmiyorlar. Bir kısmı samimiyetle bilmiyor. Peki, kendilerine düşen her şeyi yapmışlar mı? Evet yapmışlar. Okudukları okullarda kendilerine öğretilen her şeyi öğrenmişler, sınıflarını geçmişler, mastırlarını yapmışlar, doktoralarını yapmışlar, öğretim kadrolarına geçmişler, doçent olmuşlar, profesör olmuşlar ama hiçbir kasıtları olmaksızın sadece bilmiyor onlar. Ne yazık ki onların bu konudaki hüsnüniyeti onları kurtaramaz ve daha ötesi var sevgili kardeşlerim. Yetmez, onlar kendilerinden dîni öğrenmesi lâzım gelenlere kurtuluşu öğretemedikleri için o insanların cehenneme gitmelerine engel olamamak durumundalar. Bu husus onları Allah’ın huzurunda sorumlu tutar mı tutmaz mı, bu konu Allah’a ait. Ama bu insanlar okullarından bunları öğrenmeyerek mezun olmuşlarsa bizim söylediklerimizden de haberdar değillerse, başka ülkelerdeki üniversitelerdeki profesörler de öğretim üyeleri de kendi ülkelerinde bulunan, Allah’ın mutlaka bu emirleri kendilerine tebliğ ettiği resûlleri var; onların söylediklerinden haberdar değillerse, konuyu hafife alıyorlarsa ama samimi bir şekilde gerçekten haberdar değillerse -ki rahatlıkla bu mümkün olabilir, haberdar olmayabilirler- o zaman sorumluluk derecelerinin ne olacağı Allah’a ait bir konu. Ama şurası kesin; onlar öğretmiyorlar diye öğrenim mevkiinde olanlar Allah’ın âyetlerinden gaflet içinde bir hayat geçireceklerdir ve kurtuluşları da söz konusu değildir. Sırf Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar diye insanların cehenneme gitmesi.

Düşünelim: Bu insanlar namazlarını kılıyorlarsa, oruçlarını tutuyorlarsa zekâtlarını veriyorlarsa, hacca gidiyorlarsa, kelime-i şahadet getiriyorlarsa ve İslâm’ın beş şartının kendilerini kurtaracağına samimiyetle inanıyorlarsa buraya kadar sorumluluğun Allah ile kendi aralarında olması söz konusudur. Ama sevgili kardeşlerim, bir kısmı var ki bizim söylediklerimizi dinliyorlar, izliyorlar, öğreniyorlar, tahkik ediyorlar. Doğru olduğuna evvelâ şüphe ile bakıyorlar, bir âyetten sonraki bütün âyetleri inceledikleri zaman doğru olduğundan kesin şekilde emin oluyorlar. İşte bu noktadan itibaren sorumluluk başlıyor, çok ağır bir sorumluluk.


Bu hakikatleri öğrenen öğretim üyeleri ikiye ayrılıyor. Bir kısmı bir vicdan azabı duyuyor. “Ben,” diyor, “bunca yıl dîn öğrendim. Arapça öğrendim, Kur’ân öğrendim, Fıkıh öğrendim, Kelâm öğrendim ama asıl öğrenmem lâzım gelen şeyi öğrenmemişim. Hadi ben öğrenmemişim, tamam. Diyelim ki cezalanacağım ama ya bunu ben öğrendikten sonra öğretemiyorsam başka insanlara? Ve ben ve benim gibi öğretim üyesi durumunda bulunanlar öğretemiyorlarsa müfredat programı sadece şunları, şunları, şunları ihtiva ettiği için bunu ve buna mümasıl olan şeyleri ihtiva etmediği için ve doğruyu öğrendikten sonra ben müfredat programını değiştiremiyorsam ve insanlara bunu ulaştıramıyorsam, o kadar insanın cehenneme gitmesinde benim de katkım olmayacak mı?” diye ciddi şekilde düşünmeye başlıyorlar. Bunlar samimi olanlar. Ne yapacaklarına karar verememiş durumdalar. Ama samimi olmayanlar var sevgili kardeşlerim. Ve söylediklerimizin yüzde yüz doğru olduğunu,  âyetleri birer birer inceleyerek kesin bir şekilde kabul etmek mecburiyetinde kaldıktan sonra, tekebbür hissi onlara hâkim oluyor. Diyorlar ki: “Biz profesörüz, biz dekanız, biz rektörüz. Dînimizi bundan mı öğreneceğiz?”

Sevgili kardeşlerim, bizden değil, Allah’tan öğreniyorsunuz. Bunları hiçbir insanın kendi kendine bulup ortaya çıkarması mümkün olabilir mi? Bu kadar düşünmüyor musunuz? Bunca zamandır bizi tanıyorsunuz. Hakkımızda bütün o iftiralar yapılırken onlarla hiç kavga etmediğimiz hiç dikkatinizi çekmedi mi? Biz sadece sizlere bir bilgi ulaştırmak için oradaydık. Allah’ın bize verdiği mesajı sizlere ulaştırmak için. Onların bizi karalaması, hakkımızda çeşitli iftiralarda bulunması bizi hiç alâkadar etmiyordu, şimdi de alâkadar etmiyor ama vazifemizi yapmakla mükellefiz. Bu konu bizi çok alâkadar ediyor.

Şimdi bu tarzdaki öğretim üyeleri, Kur’ân-ı Kerim’de çok net olarak yer almış durumda ve biz onlar adına gerçekten kaygı duyuyoruz. Allahû Tealâ A’râf-146 ve 147’de aynen şöyle söylüyor:

7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).

Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhirati habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Ve onlar ki; âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşmasını) tekzip ettiler (yalanladılar) ve onların amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır?



“Onları,” diyor, “âyetlerimizi, âyetlerimizin gerçek mânâlarını öğrenmekten çevireceğiz ki (se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı); onlar,” diyor, “kibirle (hakları olmadığı halde kibirle) yeryüzünde dolaşmaktadırlar.”

“ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ:
Onlar bütün âyetleri görseler ona inanmazlar.”

 

“ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen: İrşad yolunu gördükleri zaman onu yol olarak kabul etmezler.”

“ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîla(sebîlen): Gayy yolunu (insanları cehenneme götürecek olan yolu) gördükleri zaman, o yolu kendilerine yol edinirler.”


“zâlike
bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ: Bunun sebebi, onların âyetlerimizi tekzip etmeleridir.”

“ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne): Ve onlardan (o âyetlerden) gâfil olmalarıdır.”

 

“vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum: Onlar ki âyetlerimizi tekzip ederler (yalanlarlar) ve Allah’a mülâki olmayı (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı, ulaştıracakları o günü, o sonradaki günü) inkâr ederler (tekzip ederler, yalanlarlar). Onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor Allahû Tealâ.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, şimdi düşünün: Bir külliye var. Asırlardan beri, on dört asırdan beri bir birikim. Dîn konusunda yazılan binlerce kitap. İşte zamanımızdaki dîn kültürünün en çok hüzünlendiğimiz noktası burası. Çünkü Allahû Tealâ, o yazılan kitaplar hakkında sonuç bildiriyor Kur’ân-ı Kerim’de, Bakara Suresinin 87 ve 88. âyetlerinde:

2/BAKARA-77: E ve lâ ya’lemûne ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne).

Ve onlar, gizlenen ve açıklanan şeyleri Allah’ın bildiğini bilmiyorlar mı?

2/BAKARA-78: Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).

Ve onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah’ın) Kitabı’nı bilmezler, sadece emaniyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zanda bulunuyorlar.



“Onlar Kitab’ı bilmezler.” diyor, “İlla emaniyye.”

“Ve onlar Kitab’ı bilmezler. Sadece zanlarına tâbî olurlar.”

Daha açık bir ifadeyle: “İnsanların bin dört yüz yıldır yazdığı kitaplara, onların hepsinin doğru olduğunu zannederek tâbî olurlar.” diyor. Ve kurtulmalarının mümkün olmadığı da Kur’ân’da yer alıyor.

Şimdi sevgili kardeşlerim, bir muhteva var Kur’ân’da; Allah’ın iki tane yolu. Birisi irşad yolu; İnsanların ruhlarını Allah’a ulaştırarak, kıyâmetten sonra mutlaka cennete ulaştırıyor. Dünyada da mutlak bir dünya saadetine ulaştırıyor. Öbür taraftan gayy yolu söz konusu. İnsanların Allah’ın yoluna girmemeleri hali.

Hidayet yolu, sonradan kazanılan bir vetiredir. Ama gayy yolu herkesin zaten doğuştan itibaren tâbî olduğu, içinde bulunduğu yolun adıdır. Bütün insanlar dalâlette olarak doğarlar. Yani doğdukları andan itibaren hidayet üzere olmadıkları için Sıratı Mustakîm üzerinde olmadıkları için, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için bütün insanlar dalâlettedirler. Ama sorumluluk taşıdıkları ana kadar, taşıyacakları ana kadar bu, onlar için bir tehlike teşkil etmez. Sübyanlar için yani on beş yaşına gelmemiş, rüşdünü ispat etmemiş, rüşd sahibi olmamış insanlar için bu onları cehenneme götürecek olan bir vakıa değildir. On beş yaşında İslâm’da sorumluluk başlar. Bu sorumluluk, akîl ve balîğ olmakla geçerlidir. Rüşdün; doğruyu yanlıştan temyiz kabiliyetinin (ayırma kabiliyetinin) var olduğu nokta kişinin normal bir akla sahip olması ve bulûğa ermesiyle şekillenir. Bu noktadan itibaren sorumluluk başlar. Herkes dalâlettedir ve Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse hidayete adım atamaz, hiç kimse hidayete eremez. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe insanların gideceği yer cehennem.


Öyleyse Allahû Tealâ A’râf-146’da insanlardan bahsediyor.

 “Yeryüzünde haksız yere kibirle dolaşanlar, âyetlerin gerçek anlamlarını öğrenmekten çevireceğim onları.” diyor Allahû Tealâ. Yani: “Öğrenmelerini gerçekleştirmelerini sağlamayacağım.” diyor. “Gafletleri sebebiyle sağlamayacağım.” diyor.

Şimdi buradaki muhtevaya dikkat edin. Âyetlerden; Allah’ın sorumluluk taşıyıcı âyetlerinden gâfil olan bu insanlar, çeşitli bölümleri içeriyorlar. Derece derece suçları ağırlaşıyor. Bu suç, biz insanlara karşı onların dalâlette bırakılması sebebiyle kişiyi sorumluluk altına sokan bir suçtur. Allah’a karşı işlenmiş bir suçtur ve gafletin bedeli, ulaştığı insan kitlesinin miktarınca kişiyi sorumluluğunu büyüten bir sathı mail üzerinde bırakır ve en kötüsü Allah’ın lânetine muhatap kılar.

Ne diyor Allahû Tealâ? “Bu tekebbürle yeryüzünde yaşayan insanlar.” Ne diyor? “Ben,” diyor, “öğretim üyesiyim. Ben,” diyor, “bunca yıl okudum. Üniversiteyi bitirdim, mastırımı yaptım, doktoramı verdim, doçent oldum, bugün profesörüm. Ve” diyor, “ben dînimi biliyorum.” diyor. “Bu okuduğum kitaplar, bana yıllardır, yirmi yıldır, otuz yıldır ben bunu öğreniyorum ve okumadığım kitap kalmadı.” diyor.

Haklı mı? Haklı sevgili kardeşlerim. Çünkü okuduğu kitaplarda gerçekten bunlar yok. Buraya kadar okuması, öğrenmesi, kendisine verilen müfredat programı içinde, üniversitede ona öğretilenler açısından onu ancak oraya ulaştırır. Haklı. Peki, şimdi konunun can alıcı noktasına ulaşmak istiyorum. İncelemişse, söylediklerimizi birer birer Kur’ân’dan karşılaştırmışsa hepsinin doğru olduğunu ve kendisinin bunları eksik bildiğini tespit etmişse, o zaman normal standartlarda aklı başında bir insanın, kibirlenmeyen bir insanın ne yapması lâzım sevgili kardeşlerim? Bu doğruları öğrendiğinden itibaren evvelâ kendi hayatında tatbike geçirmesi lâzım. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan Allahû Tealâ tarafından cehenneme konulacaksa, Allah’ın âyetlerinden gâfil kabul ediliyorsa o zaman bu hakikatleri ortaya koyması gerekmez mi? Ama öyle yapmıyorlar. Bir kısım öğretim üyesi öyle yapmıyor. Gizliyorlar Allah’ın hakikatlerini ve Allah’a karşı sorumlu oluyorlar.

İşte âyetin bundan sonraki kısmı onu anlatıyor. “Onlar rüşd yolunu (irşad yolunu) gördükleri zaman onu yol olarak kabul etmezler.” diyor. “Onu yol olarak seçmezler (kabul etmezler, yol ittihaz etmezler).” diyor.

Onu yol olarak ittihaz etmedikleri takdirde durumları ne? Dalâlet yolunda kalmak.

“Onlar dalâlet yolunu gördükleri zaman, dalâlet yolunu kendilerine yol ittihaz ederler.” diyor.

Gayy yolu, dalâlet yolu. İki tane yol var sevgili kardeşlerim. Allah hangi ismi verirse burada A’râf Suresinin 146. âyet-i kerimesinde, “rüşd yolu ve gayy yolu” demiş. “İrşad yolu” diyor bazen Allahû Tealâ, gene gayy yolu kullanıyor. “Allah’a ulaştıran yol” diyor, “Cehenneme ulaştıran yol” diyor. “Sıratı Mustakîm” diyor, “Tarîk-i Mustakîm” diyor, bir taraftan da “Cehennem yolu” diyor. Yolları birbirinden kesin şekilde ayırmış.

Şimdi, rüşd yolunun bir kurtuluş yolu olduğunu, gayy yolunun ise cehennem yolu olduğunu Allahû Tealâ açıkça açıklıyor burada ve insanlar, Allah’ın açıklamasına rağmen Allah’ın yolunu yol ittihaz etmiyorlar ve kendilerine yazık ediyorlar.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ Bakara Suresinin 256. ve 257. âyetlerinde bu konulardan bahsediyor.

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).

Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.



“lâ ikrâhe fîd dîni.” buyuruyor, “Dînde zorlama yoktur.”

kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi).”


İşte aynı kelimeler: Rüşd yolu, gayy yolu geçiyor, A’râf- 146’da. Burada da “Rüşd ile gayy birbirinden ayrılmıştır (beyan edilmiştir, açıklığa kavuşmuştur). İkisi aynı şey değildir.” diyor Allahû Tealâ. “Birbirinden ayrılmıştır.” diyor, “tebeyyün etmiştir, açıklığa kavuşmuştur.”

“fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ.”

“Kim tagutu (insan ve cin şeytanları) inkâr ederse (devre dışı bırakırsa) ve Allah’a âmenû olursa...”

Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayan:

1. safhada: Allah’a ulaşmayı dilemek.

2. safhada: 12 tane ihsanla irşad makamına ulaşıp tâbî olmak, hidayetlere başlamak.

3. safhada: Ruhu Allah’a ulaştırmak, teslim etmek.

4. safhada: Fizik vücudu Allah’a teslim etmek.

5.safhada: Nefsi Allah’a teslim etmek.

6. safhada: İrşada ulaşmak.

7. safhada: İradeyi de Allah’a teslim etmek.


“İşte rüşd yolunu seçenler, rüşdü seçenler bu istikamette.” diyor Allahû Tealâ.

“Kim tagutu, (insan ve cin şeytanları) devre dışı bırakırsa (inkâr ederse), onların taleplerini kabul etmezse ve Allah’a âmenû olursa (Allah’a ulaşmayı dilerse) onlar, Allah’tan kopması mümkün olmayan sağlam bir kulba yapışırlar.” diyor.

“O takdirde onlar,  Allah’tan kopması mümkün olmayan sağlam bir kulba yapışırlar.”

İşte bu, irşad makamıdır; mürşiddir. İrşad makamının eline yapışırlar, tâbî olurlar.


Sonra ne olur? 257’de diyor ki Allahû Tealâ:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


 “allâhu velîyyullezîne âmenû: Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur.”

 “yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri): Onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.


Ve diyor ki:  “vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu.”

“Kim de kâfirse o da” diyor, “onlar da tagutun insan ve cin şeytanların dostlarıdır.”


“yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumâti:  Onların da kalpleri nurdan zulmete götürülür o tagut tarafından (insan ve cin şeytanlar tarafından).”

 

Öyleyse gayy yolu ve rüşd yolu burada şekilleniyor. Gayy yolunun sahipleri tagutun dostları. Kimdir tagut; insan ve cin şeytanlar? Ne yaparlar? İnsanları Sıratı Mustakîm’den uzaklaştırırlar. İnsanların ruhlarını Sıratı Mustakîm’e ulaştırmasını engellerler, onlara mâni olurlar. Bu sebeple yeryüzünde fesat çıkarırlar. Allah’ın lânetine muhatap olurlar.

Şimdi gördük ki gayy yolunun bir sonucu var. Kişi bir defa (gayy yolundaki kişi) bu âyette açıklandığı üzere kâfir. Kalbinde küfür kelimesi var olduğu halde, var olduğu için Allah’a inansa da o diliyle mü’min ama kalbiyle mü’min değil. Allahû Tealâ kalbinde küfür kelimesi bütün insanların yazılı olduğunu söylüyor ve “Kimin kalbinde küfür kelimesi varsa o, kalbine îmân girmeyendir.” diyor ve “Kâfirdir.” diyor Allahû Tealâ. “Mümin olamaz.” diyor.

Hucurât-14:

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûl'üne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.”



Diyor ki Allahû Tealâ: “Araplar dediler ki: ‘Biz mümin olduk.’ Habîbim! De ki: Hayır, siz mü’min olmadınız. İslâm’a girdik deyin ama mü’min olduk demeyin. Çünkü sizin kalbinize henüz îmân girmedi.”

Ne zaman girer?  Ne zaman kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona 10 tane ihsanda bulunur. Mürşidine ulaştırır o kişiyi ve tâbiiyetiyle o kişi hidayet üzere olur. Hidayete adım atar. Sonra ruhunu Allah’a ulaştırıp teslim eder, ruhu hidayete erer. Fizik vücudunu ahsen kılarak Allah’a teslim eder, fizik vücudu hidayete erer. Nefsini ahsen kılarak hidayete erer. Bu hidayete eren nefsidir. İradî yapısını bu olaylar boyunca, nefsinin afetleri devamlı azaldığı için, sonunda sıfırlandığı için, karşısındaki düşman sıfıra müncer olduğu için çok güçlü bir iradî yapı oluşur. Kişi sağlam bir iradenin sahibi olmuştur.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, burada bir sonuca ulaşıyoruz. Tagutun dostları, nefslerinin kalbi giderek kararıyor ve gidecekleri yer cehennem. Gayy yolunun sahipleri. Ama rüşd yolunun sahipleri, onların kalpleri giderek aydınlanıyor ve teslimlerini birer birer gerçekleştiriyorlar. Allah’a ulaşmayı diledikleri anda zaten cennet saadetinin sahipleri. Hemen ertesi gün ölseler, cennete mutlaka girecekler. Ama yollarında ilerledikçe, rüşd yolu onlara çok şeyler sağlıyor. Evvelâ birinci kat cenneti, sonra ikinci kat cenneti. Bu ikisinde dünya saadeti henüz yok. Sonra Allah’a ulaşıyor ruhları; üçüncü kat cenneti Allahû Tealâ onlara sağlıyor, dünya saadetinin de %51’ini. Sonra fizik vücudunu Allah’a teslim ediyor; dördüncü kat cennet, dünya saadetinin %91’i. Nefsini Allah’a teslim ediyor; beşinci kat cennet, dünya saadetinin %100’ü. İrşada ulaşıyor; altıncı kat cennet, dünya saadetinin %100’ü. İradesini Allah’a teslim ediyor; yedinci kat cennet, dünya saadetinin %100’ü. Ne sağladı onlara bunu? Rüşd yolu, irşad yolu sağladı.

Hz. İbrâhîm diyor ki çevresindeki insanlara:

19/MERYEM-43: Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ(seviyyen).

Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).



 “Bana tâbî olun ki sizi irşad yollarına ulaştırayım.”

İşte bu irşad yolu, dört tane yol.

1- Ruhun hidayet yolu.
2- Fizik vücudun hidayet yolu.
3- Nefsin hidayet yolu.
4- İradenin hidayet yolu.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gafletin içinde bulunanlar, çeşitli kategorilerin içinde mütâlaa ediliyor Allahû Tealâ tarafından.

*Allah’ın âyetlerini tekzip edenler (yalanlayanlar).
*Allah’ın âyetlerini yalanlamakla kalmayıp örtenler, küfredenler.
*Allah’ın âyetlerini ketmedenler, özellikle gizleyenler.

Şimdi burada Allah’ın bütün âyetleri aynı öneme haiz mi? Hayır. Âyetler arasında derece derece farklılık var. Ama bu âyetlerden söz konusu olan hidayetse, rüşdse, insanların hidayete ermeleri ve daha üst cennetlere ulaşmak için gayretlerini devam ettirmelerini icap ettiren bir seyir takip ediyorsa olay, herhangi bir âyetin tekzip edilmesi (yalanlanması) başka şeydir, hidayetin (Allah’a ruhun, vechin, nefsin, iradenin tesliminin) yalanlanması, tekzip edilmesi başka şeydir. Hidayetin yalanlanması, topyekûn bir Kur’ân-ı Kerim’i yalanlamak anlamına geliyor. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın tabiriyle bir hidayet rehberidir. Ve insanlar bin yıldan fazla bir süredir sürdürülen şeytanî, şeytanın çabaları sebebiyle, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ini bir kenara bırakıp, dîni birçok yanlışları içeren, Kur’ân’a göre eksikleri içeren kitaplardan öğrendikleri ve öğrettikleri için hidayet artık onlar için mevcut olmayan bir şey. Hidayeti reddediyorlar.

İşte bunların standartları değişik standartlar gösteriyor. Yani gafletin muhtevasına baktığımız zaman gerçekten değişik sonuçlar görüyoruz. Ne var gafletin muhtevasında? Evvelâ Allah’ın âyetlerini tekzip etmek var. Allahû Tealâ A’râf-146’da: “Allah’ın âyetlerini tekzip ederler ve Allah’a mülâki olmayı tekzip ederler,”  diyor, “ahirete ulaşmayı.” Aslında buradaki ahiret, sonraki gün istikametinde. Ruhun Allah’a ulaştırılmasını ifade ediyor, A’râf-147’deki Allah’ın âyetlerini tekzip edenler, daha da öteye geçiyorlar. Tekzip etmeleri neyi ifade ediyor? Allah’ın âyetlerini tekzip ettikleri için irşad yolu onlara bir şey ifade etmiyor. Onu öğrenmemişler. Onu (rüşd yolunu, irşad yolunu) öğrenmemişler. Öğretinin içinde bu yer almadığı için onu inkâr ediyor insanlar. Tabii bu inkâr, onları bir başka yere ulaştırıyor. Allah’ın âyetlerinin inkâr edilmesi, reddedilmesi ve Allah’ın onları cezalandırması. Eğer bu tekzip, Allah’ın âyetlerinin inkârının yanında hidayetin de inkârıysa o zaman amellerin boşa gitmesine sebebiyet veriyor. Amellerin boşa gitmesi, cehennemin başka bir safhasını ifade ediyor. 

Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde şöyle bir olgudan bahsediyor, diyor ki:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).



“kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne): Andolsun ki onlar hüsrandadırlar. Onlar ki Allah’a mülâki olmayı (ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı) tekzip ederler (yalanlarlar). Onlar hüsrandadırlar.”

“ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne): Ve hidayete ermezler (eremezler).”

“Hidayet üzere değillerdir (hidayete eremezler).”

Öyleyse: “Allah’ın âyetlerini tekzip eden insanlar var; hidayete eremezler. Onların gidecekleri yer cehennemdir.” diyor Allahû Tealâ. Ama Kehf Suresinin 104, 105. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ: “Onlar ki Allah’ın âyetlerini ve Allah’a mülâki olmayı (ruhu Allah’a ölmeden evvel ulaştırmayı) küfrederler, örterler.” diyor Allahû Tealâ. “Onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor.

18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).

Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.



Ne demek amellerin boşa gitmesi? Eğer bir insan bir hayat yaşıyorsa bütün amelleri yanlış değildir. Mutlaka güzel bir şeyler de yapacaktır; başkalarının kalbini kazanacak davranışlar, başkalarına iyilik etmek, Allah’ın namazını kılmak, orucunu tutmak, zikrini yapmak… Birçok kazançlar sağlayacaktır kişi hayatı boyunca. Amel defterine bunlar yazacaktır, yazılacaktır. Ama eğer bu insanlar Allah’ın âyetlerini ve Allah’a ulaşmayı inkâr ettilerse örttülerse o zaman amelleri boşa gidiyor, kazandıkları hiçbir derecat yok.


Daha ötesi var mı? Evet. Allah’ın âyetlerini tekzip edenler, Allah’ın âyetlerini örtenler, şimdi de daha ötesi, Allah’ın âyetlerini ketmedenler, saklayanlar, bilerek gizleyenler.

Allahû Tealâ Bakara-159’da diyor ki:

2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).

Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.



“İndirdiğimiz kitaplarla, ispat vasıtalarıyla insanlara Allah’ın ispat etmesine rağmen âyetlerimizi ve özellikle hidayeti ketmedenler var ya! Allah da onlara lânet eder, lânet edenlerin de hepsi onlara lânet eder.” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gaflet, Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak, insanlar için onları mutlaka cehenneme ulaştıran bir vasıtadır. Onun için söylediklerimize dikkat edin. Bizleri, aramızda olmayan ve dinleyenler, sözlerimize dikkat edin ki; eğer Allah’a ulaşmayı dilemiyorsanız dalâlettesiniz, küfürdesiniz ve fısktasınız. Kur’ân-ı Kerim böyle söylüyor. Lütfen açıklamalarımızı bilgisayardan çıkartın, kopya edin ve tekrar tekrar dinleyin. Kur’an-ı Kerim’le hepsini tek tek karşılaştırın. Hepsinin doğru olduğunu, yerli yerine tam olarak oturduğunu göreceksiniz. Allah hepinizin kurtuluşa ulaşmasını ister. Bunun için bu görevle görevlendirildik. Çağımız hidayet çağıdır ve onu biz temsil ediyoruz.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, gâfil olmak konusundaki konuşmalarımız bu akşam inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi bütün mutluluklara ulaştırmasını bütün gönlümüzle Allahû Tealâ’dan dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

 

İmam İskender Ali M İ H R