}
Tasarruf 12.12.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 105251

 


SOHBETİN ADI: TASARRUF
TARİHİ: 12.12.2002

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi, hem cennet saadetine hem de dünya saadetine ulaştırması dileklerimizle konuşmamıza başlamak istiyorum. Sevgili kardeşlerim, bu akşamki konumuz: Tasarruf. Şu âyetlerin size ne hatırlattığını sormak istiyorum, Allahû Tealâ buyuruyor:

53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.

Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.


“O kendiliğinden konuşmaz.”

Allahû Tealâ buyuruyor:

8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun).

Onları siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı. Ve Allah, mü’minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah, işitendir ve bilendir.


“Habîbim! O kumu attığın zaman sen atmadın, Biz attık.”

Allahû Tealâ buyuruyor:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


“Akabe’de sana biat ettikleri zaman, onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı. Sana biat etmek, Allah’a biat etmek demektir.”

“Onların seçim hakkı yoktur. Dilediklerini yapamazlar. Allah ne dilerse onu yapabilirler. Bu yüzden sorumlulukları yoktur.”

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allah bir şeyler söylüyor ve diyor ki sahâbe için:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbî olurlar.”

Bu âyetlerde acaba ne diyor Allahû Tealâ, ne düşünüyorsunuz? İşte tasarrufun dizaynı bu: Allahû Tealâ’nın hükümranlığına kişinin bilerek, isteyerek kendisini teslim etmesi. Ama Allahû Tealâ’nın hükümranlığına kişinin kendisini teslim ettiği yer, aslında iradesini Allah’a teslim ettiği yer. İradesini teslim edince Allahû Tealâ ona devamlı emirler verir, o da devamlı emirleri yerine getirir. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ama bu tasarruf altında olmak değildir. Bu, iradenin Allah’ın iradesine bağlanması hâlidir. Öyleyse tasarruf, ne tarzda bir kontrol altında bulunmadır? Ne tarzda bir Allah’ın güdümünde olmaktır? Muhtevaya baktığımız zaman insanların daha başlangıçta seçilenler ve seçilmeyenler olarak ikiye ayrıldığını görüyoruz.

Birinci basamak; İslâm’ın 28 basamağından birincisi olayları yaşamaktır. Herkes yaşar.
İkincisi; olayları değerlendirmek ve ona göre davranmaktır. Herkes değerlendirir.

İşte bu olayların değerlendirilmesi ve kişinin olayları kendi ölçülerine göre değerlendirmesinin ardından aksiyonları, Allah’ın o kişiyi seçip seçmediği konusunda bir ölçüdür. Kişiler acaba Allah’ın âyetlerini yalanlıyorlar mı? Kişiler acaba Allah’ın âyetlerini bozuyorlar mı? İnsanlar acaba Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar mı? İnsanlar acaba Allah’ın âyetlerini gizliyorlar mı? Hangi maksada mebni olarak bunları yapacaklar? Kendileri Allah’ın yolunda olmayan bu insanlar, başka insanları da Allah’ın yolundan men ediyorlarsa bu olay vardır. Allah’ın âyetlerini yalanlamak (tekzip etmek), Allah’ın âyetlerini inkâr etmek (küfretmek), Allah’ın âyetlerini gizlemek (ketmetmek), Allah’ın âyetlerini nakzetmek (bozmak).

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kim böyle bir dizaynını içindeyse, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsa, yalanlıyorsa, gayesi; kendisi Allah’ın yolunda olmamakla beraber başka insanları da Allah’ın yolundan men etmekse, zaten bir kişi Allahû Tealâ’nın yolundaysa başka insanları Allahû Tealâ’nın yolundan men etmesi şöyle dursun, herkesi Allah’ın yoluna almaya çalışır. Sadece Allah’ın yolunun dışında olanlar yani kâfir hüviyetinde olanlar, sadece onlar, onlar başka insanları da dalâlette bırakmak üzere harekete geçenlerdir. Kendileri dalâlettedirler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için ve başka insanları da Allah’ın yolundan men ederler. İşte onlar seçilmezler sadece, sevgili kardeşlerim. Allah’ın yoluna girmeyi özellikle dilemeyenler, Allah’ın âyetlerini saptırarak, Allah’ın âyetlerini inkâr ederek, Allah’ın âyetlerini değişik ifadelerle yoruma tâbî tutarak insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasına başka insanları da inandırmamaya çalışanlar, bundan men etmeye çalışanlar. Yalnız kendileri söz konusuysa; Allah’a ulaşmayı dilememeleri Allah’ın âyetlerini bilmemelerinden değil, özellikle âyetlere cephe almasından kaynaklanan insanlar. Bunlar seçilmezler. Bu, Allahû Tealâ’nın ilk seçimidir. Bu seçilmeyen insanların tabiatıyla Allah’a ulaşmayı dilemeleri de Allah’a ulaşmaları da söz konusu olmaz. Seçilenler, insanların daima çok büyük bir kısmıdır. Sadece söylediğimiz kasta makrun bir şekilde başka insanların da hidayete ermesine mâni olanlar; bir. İki; âyetlerin mânâsında olmalarına rağmen, bilmelerine rağmen, özellikle Allah’ın Allah’a davet ettiğini bilmelerine rağmen, Allah’a ulaşmayı asla dilemeyenler. Hem kafalarındaki muhteva itibarıyla bunu bildikleri kesin olanlar hem de bilmelerine rağmen Allah’ın yoluna girmemekte, Allah’a ulaşmamakta ayak direyenler. Şeytanın tesiri altında bu insanlar, Allah’ın âyetlerini reddetmekteyseler, yalanlamaktaysalar; başka insanları Allah’ın yolundan ayırmaya çalışmasalar da sadece kendilerine zararları da olsa onlar da seçilmezler. Özellikle Allah’ın âyetlerini ve özellikle Allah’ın, Allah’a insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşması konusundaki Allah’a mülâki olmak konusundaki âyetlerini yalanlayanlar, örtenler, gizleyenler. İster yalnız kendilerine zararları dokunsun, isteyerek, bilerek Allah’a ulaşmayı öğrenmelerine rağmen hakikati dilemesinler, inatla Allah’a ulaşmamayı dilememeyi sürdürsünler, isterlerse başka insanların da Allah’ın yolundan ayrılmalarına, Allah’ın yoluna girmemelerine sebebiyet versinler, hiçbiri seçilmezler.

Seçilenler ne olur? Seçilenlerden sadece bir kısmı Allah’a ulaşmayı diler; seçilenlerin %10’undan daha azı. Seçilenler insanların %90’ından fazlasıdır. Bu seçilenlerin içinde Allah’a ulaşmayı dileyenler, onların %10’undan azıdır. Allah’a ulaşmayı dileyen insanlar, işte kurtuluşa ulaşacak olanlar onlardır. Allah’a ulaşmayı dilerler, 3. basamaktadırlar. Allah, Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bundan sonra Allahû Tealâ’nın o kişilerin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alması söz konusudur. Rahîm esması tecelliye başlamıştır. Kulaklarındaki vakrayı alması söz konusudur. Kalplerindeki ekinneti alması ve yerine ihbat koyması söz konusudur. Kalplerine ulaşması, kalplerinin nur kapısını Allah’a çevirmesi söz konusudur. O kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açması söz konudur. Hep seçilmişler üzerinde tahakkuk eder bu işlemler. Ondan sonra Allahû Tealâ, o kişilerin zikri sebebiyle nefslerinin kalbinde biraz rahmet birikimiyle o kişileri huşû sahibi kılar, sonra da mürşidlerini gösterir.

Böylece 10 tane ihsan vermiş olur onlara. Allah’ın seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyen bu insanlar mürşidlerine ulaşırlar. Kalplerine mürşid sevgisini veren Allah’tır. Mürşidi seçen Allah’tır. Onları ulaştıran gene Allah’tır. Onlara namaz, oruç, zekât, zikir sevgisini veren, ibadetlere karşı sevgi uyandıran, mürşidi onlara sevdiren Allah’tır. Yani kişi, sadece Allah’a ulaşmayı diliyor. Allah, 10 tane ihsanla o kişiye yardımda bulunuyor; onu mürşidine ulaştırıyor. Kim bu insanlar? Allahû Tealâ tarafından Allah’a ulaşmak konusunda seçilmiş olanların %10’undan daha azı. Sonra ne oluyor, sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Sonra, muhtevaya bakıyoruz, bu insanlar irşad makamına ulaşıp tâbî oluyorlar. Tâbî oldukları zaman 10 tane ni’met alıyorlar Allahû Tealâ’dan. Devrin imamının ruhu başlarının üzerine geliyor. O kişilerin kalplerinin mührü açılıyor Allahû Tealâ tarafından. Kalplerindeki küfür kelimesi alınıyor. Kalplerinin içine îmân kelimesi yazılıyor. 4 nimet oldu. O kişinin bütün günahları sevaba çevriliyor; 5. nimet. O kişinin ruhu vücudundan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkıyor. Nefs tezkiyesine başlıyor kişi. Fizik vücudu şeytana kul olmaktan kurtulmaya, Allah’a kul olmaya başlıyor nefs tezkiyesi oranında. İradesi, nefsin afetleri azaldıkça düşman kuvvetler azalacağı için güçleniyor. Ve Allahû Tealâ ona o güne kadar 1’e 10 verirken her sevabına; 1 derecelik sevabına 10 katını verirken 100 katını vermeye başlıyor.

Ve böyle bir dizayn söz konusu, kişi Allahû Tealâ’dan tam 10 tane böylece ni’met alıyor. Bundan sonra ne oluyor? Kişi nefs tezkiyesi yapmaya başlıyor. Nefsinin kalbinde ilk %7 nur birikimiyle ruhu 1. gök katına ulaşıyor. Sonra 2., 3., 4., 5., 6., 7., defa nur birikimleriyle ruh, göğün 7. katına ulaşıyor. 7. katta 7 tane âlemi geçiyor ve Allah’ın Zat’ına ulaşıyor. Bu noktaya gelenler kimlerdir? Bu noktaya gelenler, Allah’ın o noktaya getirdikleridir. Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olanlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler, diledikleri takdirde bu hedefe mutlaka ulaştırılırlar. Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah, kullarından dilediğini Kendisine seçer. Onlardan kim Allah’a enâbe olursa (yönelirse, ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilerse) Allah, onları Kendisine ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.

Bunların hepsi, Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olanlardır. Ve Allahû Tealâ bu noktaya kadar yardımını mutlak olarak sürdürür. Hiçbir kuvvet, o kişinin ruhunun -o kişiye Allahû Tealâ gerekli hayatı vermişse -5-6 aylık bir hayat- Allah’a ölmeden evvel ulaşmasına mâni olamaz. Ne şeytan ne onun avanesi, hiçbir grup, hiçbir güç o kişinin ruhunun Allah’a ulaşmasına mâni olamaz. Allah onlara müsaade etmez. Mutlaka o kişinin ruhu Allah’a ulaşır, gerekli hayatın sahibiyse. Burası 3. kat cennettir. Dünya mutluluğunun yarısından daha fazlasını da ihtiva eder. Bu insanlar seçilmişler. Seçilen bu insanlar, iki grupta mütâlaa edilebilir:

1- Allah’a mütevekkil olanlar.
2- Olmayanlar.

Allah’a mütevekkil olanlar zikirlerini giderek artıracaklardır. Ayrılık burada başlıyor. Zikirler giderek artacaktır. Bu kişi daha sonra fizik vücudunu, daha sonra nefsini Allah’a teslim edecektir. Ama sadece Allah’a ulaşmayı diledikleri için Allah’a ulaştırılan çok sayıda insanda bu noktadan sonra, Allah’ın koruyucu sisteminin kalktığı bu noktadan sonra zikirlerde azalmalar, ibadetlerde eksilmeler, Allah’ın emirlerinde aşağı doğru bir itaatsizlik başlar ve kişiyi yavaş yavaş dejenerasyona götürür.

Kişide Allahû Tealâ gerekli bazı göremezse, kendisi istemesine rağmen o kişi böyle bir bazın sahibi değilse, Allah’a tevekkül etmiyorsa ki, bunun ölçüsü zikirdir, sadece Allah’a tevekkül edenler zikirlerini giderek artıracaklardır. Artan zikir, o kişiyi daha üst noktalara götürür. Kişide böyle bir temayül yoksa, o bazı Allahû Tealâ bir insanda göremiyorsa, o kişi yavaş yavaş tereddiye girecektir. Adım adım yolu aşağı doğru inecektir. E bu kişi de seçilmişti, evet. Bu kişi de Allah’a ulaşmayı dilemişti, evet. Ama Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra Allah’a tevekkül etmedi. Ne diyor Allahû Tealâ?

3/ÂLİ İMRÂN-160: İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).

Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler (Allah’a güvensinler).


“Eğer Bana inanıyorsanız, o zaman Bana tevekkül edin. Tevekkül ederseniz, bilin ki en kuvvetli sizsiniz.”

Ama kişi tevekkül etmedi; tevekkül etmezse o kişinin kuvveti gider. Tevekkül eden de seçilmiştir, tevekkül etmeyen de seçilmiştir. Ama tevekkül eden, seçilmenin idrakinde olandır. Hedefini tayin etmiş, o hedefe yönelmiş ve Allah’a tevekkül etmiştir. Zikrini giderek artırmaktadır. Bu kişi zikrini artırma talebinin sahibidir. Allahû Tealâ da bu talebi görür, işitir ve bilir ve bu kişiye yardımını devam ettirir. Eğer kişi lâzımgelen boyutta Allah’a tevekkül etmişse, 25. basamakta fizik vücudunu teslim edecektir. Daha sonra daimî zikre ulaşacaktır; 26. basamakta. 27. basamakta nefsini de Allah’a teslim edecektir. Allah’ın yardımı artarak devam eder. Kişinin iştiyaki artar, liyakati artar, mükâfatı da buna paralel olarak hep artarak gider. Bu kişi irşada ulaşacaktır. 28. basamağın 4. kademesi. Sonra kişi iradesini de Allah’a teslim etmek isteyecektir, iradesini de Allah’a teslim edecektir. 2. basamakta seçilmiş olanların ulaşabilecekleri yer buraya kadardır. İrade Allah’a teslim edilir ve kişi, iradesi Allah’a bağlı olan, Allah’tan aldığı emirleri yerine getiren; mutlaka yerine getiren bir hüviyet kazanır. “İrşada memur ve mezun kılındın,” ifadesiyle irşad makamına tayin edilir. Bütün sahâbe bu hedefe ulaşmışlardı. Konumuz, bundan daha ötesiyle alâkalı olan seçilmişlerle ilişkili ve seçilmişlere dikkatle bakıyoruz. Kimdir üst seviye seçilmişler? Risalete seçilmişler; onlar Allah’ın resûlleridir. Her kavimde her devirde resûller vardır. Allahû Tealâ diyor ki Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesinde:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).

Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


“Biz, bütün kavimlerde resûl beas ederiz (vazifeli kılarız), bütün kavimlere resûl göndeririz ve ardarda göndeririz (ardı arkası kesilmeksizin göndeririz).” Yani: “Hangi kavme resûl gönderdiysek, o kavimdeki resûl öldüğü anda yerine mutlaka başkasını tayin ederiz. O da ölsün, onun yerine gene başkasını tayin ederiz. Hiçbir zaman hiçbir kavmi resûlsüz bırakmayız, ardarda resûl tayin ederiz.” diyor Allahû Tealâ. “Ve bugüne kadar hangi kavme resûl gönderdiysek, bütün kavimler resûllerini inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ.

İşte Allah’ın gönderdiği resûller söz konusu, her kavme ardı arkası kesilmeksizin. Seçilmişlerin bu noktası, üst seviye seçilmeyi ifade eder. Bütün resûller, Allahû Tealâ tarafından risalet görevi için seçilmişlerdir. İrşad makamına kadar ulaşanlar; Allah’ın, “irşada memur ve mezun kılındın,” cümlesiyle o vazifeyi kendilerine verdiği, iradelerini Allahû Tealâ’ya bağlamış olanlar, bu risalet için seçilenlerin daima daha altındaki bir kademeyi işgal edeceklerdir. Öyleyse Allah’ın resûllerine baktığımız zaman, resûller de bütün kavimlerdeki resûller de iradelerini Allah’a teslim etmiş olanlardır. Bütün resûllerin iradeleri Allah’a teslim edilmiştir. İradesini Allah’a teslim ederek irşad makamına gelen, resûl olmayan kişilerden Allah’ın resûlleri üstündürler. Hangi açıdan üstündürler? Allahû Tealâ onlara risalet görevini verdiği için, risaletini tebliğ görevini verdiği için. Bütün kavimlerdeki resûller, şu anda da dünyanın bütün kavimlerinde Allah’ın resûlleri yaşamaktadırlar ve o resûller, Allah’ın risalete seçtiği kişilerdir.

Dikkat edin ki bütün resûller, daimî zikre vehbî olarak ulaştırılırlar. Kendileri hak etmemişlerdir. Müktesep hak olarak daimî zikrin sahibi değillerdir. Allah, onları daimî zikrin sahibi yapmıştır, Allah, onları zikirden sonra tespihe ulaştırmıştır. Yani küllî irâde, o kişilerin kalplerinin her atışında iç sesleriyle daima, “Allah, Allah, Allah” diye Allah’ı zikretmelerini nasip kılmıştır. Kişi evvelâ zikir yapmaktadır, sonra çok zikir yapar. Sonra da bu Allahû Tealâ’nın usulü-, daimî zikre ulaşır. Ama aslında çok zikir de daimî zikir de Allah’ın vehbî olarak onu ulaştırdığı bir yeri ifade eder. Kesbî değildir; hiçbir resûlde, hiçbir nebîde kesbî değildir. Kesbedilmemiştir, hak olarak elde edilmemiştir, sadece kendi gayretinin üzerine bina edilmemiştir. Allahû Tealâ bütün resûllerine, risalet görevi verdiği bütün resûllerine vehbî olarak ni’met verir.

Öyleyse bu bütün kavimlerdeki resûllerin iradî yapısına baktığımız zaman, hepsinin iradesinin mutlaka Allah’ın iradesine bağlı olduğunu görürüz. İrşada ulaşanlar nasıl iradelerini Allah’a bağlamışlarsa, teslim etmişlerse onlar da iradelerini Allah’a bağlamışlar, teslim etmişlerdir. Ama bunlar risalete seçilmiş olarak bu görevi yapmışlardır. Risalete seçilmiş olarak lâzımgelen hususa, lâzımgelen noktaya ulaşmışlardır.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde diyor ki:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


“Biz, bütün kavimlerde resûl beas ederiz; o kavimlerde bulunanları şeytana kul olmaktan içtinab ettirsinler de Allah’a kul etsinler diye. Bu sebeple bir kısmı hidayete erdiler, bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak oldu.”

Ne olmuş? Tâbî olmuşlar, hidayete ermişler. Tâbî olmamışlar, Allahû Tealâ resûl göndermiş, davetini çıkarmış, tebliğini yaptırmış ama davete icabet etmemişler. O zaman üzerlerine dalâlet, dalâlette kalmak hak oluyor. Zaten dalâletteler, ama tebliğe rağmen (açıklamalara rağmen) hayır, o resûle tâbî olmuyorlar. O zaman dalâlette kalıyorlar.

Bütün kavimlerde Allah’ın resûlleri hep vardır. Allahû Tealâ diyor ki: “Her kavimde resûl vardır.”

13/RA'D-7: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihî, innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).

Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen, sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).


“kulli kavmin min resûl: Bütün kavimlerde resûl vardır.”

İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Hiçbir kavim yoktur ki; Ben onlara, onların lisanıyla açıklama yapsın diye, onların diliyle açıklama yapsın diye bir resûl göndermiş olmayayım.” diyor.

Öyleyse resûller, bütün kavimlerde resûller var; ardarda gönderiliyorlar. Ve resûller öldükçe yenileniyorlar. Aynı anda yerine bir başka resûl mutlaka vazifeli kılınıyor Allahû Tealâ tarafından.

“Ya bazı insanlara tebliğ yapılmazsa ne olur?” diye soranlar var. Tebliğ yapılmamış olan bir insan hiçbir devrede yaşamamış sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ diyor ki: “En basit bir kabile olsun; Biz onlara, onlardan birine vahyetmeyelim, açıklamalarda bulunmayalım, bu mümkün değildir.”

Amazon ormanlarında bir Pigme kabilesi, onların da bir tanesine Allahû Tealâ mutlaka vahyederek o kavme açıklamada mutlaka bulunuyor. Ama şimdi nasıl durum aynıysa, insanların çoğu resûlün söylediklerine gülüp geçiyorlarsa, onu alay konusu ediyorlarsa, “Bizim ilmimiz bize yeter.” diyorlarsa ve öğrendikleri ilim yanlışsa, bütün devirlerde bu olay tahakkuk eder. Öyleyse Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).

Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


“Biz, bütün kavimlere resûl göndeririz ve ardarda göndeririz.” Sonra da Yahudi kavmine hitap ediyor, diyor ki: “Ne zaman size resûl gönderdeysek, söyledikleri sizin nefsinize ağır geldiği için bir kısmını öldürdünüz, bir kısmını da inkâr ettiniz.”

Bütün resûllerin kaderi budur sevgili kardeşlerim; inkâr edilmek. Hiçbir devirde hiçbir kavimde, hiçbir resûl reddedilmemiştir denemez. Bütün resûller mutlaka inkâr edilmiştir. Mu’minûn-44 de bunu söylüyor. Bakara-87 de bunu söylüyor. Mutlaka inkâr. Kimler tarafından? O kavmin büyük kitlesi tarafından. Bunlar risalet kademesi.

Resûller, iki grup oluşturur:

1- Velî resûller.
2- Nebî resûller.

Nebî resûller peygamber resûllerdir. İşte tasarruf müessesesi, konumuz olan tasarruf müessesesi her şeyden evvel nebî resûller için geçerlidir. Velî resûller de seçilmiştir risalet için, nebî resûller de seçilmiştir risalet için. Ama nebî resûller, peygamber resûl olarak en üstün statünün sahipleridir. Her nebî resûl, mutlaka devrinin huzur namazının imamıdır. Bütün huzur namazının imamı olan nebî resûller, adından da anlaşıldığı gibi aynı zamanda kendi kavimlerinin resûlüdürler. Nübüvvetleri kâinat içindir, risaletleri kendi kavimleri içindir. Nebî resûlün dışındaki bütün diğer kavimlerdeki resûller, resûl olarak risaletle vazifelendirilmişlerdir. Ve kendi kavimleriyle alâkalıdır risaletleri, onunla hudutludur.

Huzur namazının imamlığıyla tasarruf arasında bir ilişki var mıdır? Kesin. Tasarruf altında olan kişilerin hepsi, bu özelliğin sahibidir; yani huzur namazının imamı olmak. Allahû Tealâ’nın huzurunda Âdem (A.S)’dan bugüne kadar hep, insan ruhları huzur namazı kılarlar. Huzur namazının imamı, eğer nübüvvet varsa o devirde mutlaka nebîdir. Bütün nebîler bulundukları devirde huzur namazının imamı olmuşlardır. Her zaman bir nebî, ama birden fazla resûl. Her kavimde bir resûl, ama hepsi için bir tek nebî.

İşte Hz. Harun, işte Hz. Musa. Hz. Musa nebîydi. Hz. Harun, nebî olmayan resûldü. Bütün devirlerde birden fazla kişinin adı geçiyorsa bilin ki onlardan sadece bir tanesi nebîdir ve huzur namazının imamıdır. Diğeri resûldür, huzur namazının imamı değildir, nebî de değildir. Sadece bir imam, dikkat edin ki huzur namazının imamları yani tasarruf altındaki kişiler hepsi, hangi devirde yaşamışlarsa hepsi Allah’ın tasarrufu altındadırlar.

Öyleyse huzur namazının imamlığı yani tasarruf altında olmak her şeyden evvel nebîlere has bir olgudur. Allah’ın peygamber olarak seçtiklerine, nebî olarak seçtiklerine has bir olgudur. Nebî olarak seçilenler aynı zamanda mutlaka resûldürler. Nebî olarak seçilenlere mutlaka Allahû Tealâ şeriat kitabı vermiştir. Resûllere de Allahû Tealâ kitap yazdırır. Ama yazdırdığı kitaplar şeriat kitabı değildir. Bir sevgi bağlantısını ifade eder. Allah’ın o resûlüne duyduğu sevgiyi dile getirir, emir niteliği taşımaz.

Sevgili kardeşlerim, Peygamber Efendimiz (S.A.V), son nebîydi. Allahû Tealâ O’na, Kur’ân-ı Kerim’i indirdi. Kur’ân-ı Kerim Allah’ın, son nebîsine indirdiği son şeriat kitabıdır ve emirleri muhtevîdir. O emirlere mutlaka itaat edilmesi gerekir. Ama Allahû Tealâ’nın resûllerine yazdırdığı kitaplara gelince (nebî olmayan resûllerine yazdırdığı kitaplara gelince), bunlar emir niteliği taşımazlar. Bunlar sohbet niteliği taşırlar. Öyleyse bu sohbet niteliği taşıyan kitaplar bütün devirlerde, bütün resûllere Allahû Tealâ tarafından yazdırılmıştır. Ama başka insanlara emredici bir hüviyet taşımazlar. O resûl aynı zamanda devrin imamı da olsa nebîlerin bulunmadığı bir devrede, netice değişmez. Resûllere, nebî olmayan resûllere Allah’ın yazdırdığı kitaplar şeriat kitabı değildirler, sohbet kitabıdırlar.

Öyleyse konumuzun şu anda içindeyiz. Kimler tasarruf altındadır? Bütün nebîler mutlaka tasarruf altında olmuşlardır. Tasarruf altında olmanın görev açısından değerlendirilmesi; o kişinin mutlaka huzur namazının imamı olmasını ifade eder. Huzur namazının imamları nebîlerdir. Enbiyâ Suresinin 73. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ peygamber isimleri verdikten sonra diyor ki, bakalım Enbiyâ Suresinin 73. âyet-i kerimesine. 72’den başlasak daha güzel olacak:

21/ENBİYÂ-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileten, ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).

Ve ona, İshak (A.S)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)’ı vehbî (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.


“İbrâhîm’e, İshak ve istemeksizin Yâkub’u ihsan ettik. Onların hepsini salihlerden kıldık.” diyor Enbiyâ-72.

Enbiyâ-73:

21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).

Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.


ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ: Ve Biz, onları emrimizle hidayete erdiren (ruhlarını Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık.
ve evhaynâ ileyhim: Ve onlara vahyettik.
fi’lel hayrâti: Hayırlar işlemeyi onlara vahyettik.
ve ikâmes salâti: Namaz kılmalarını vahyettik.
ve îtâez zekâti: Ve zekât vermelerini emrettik (vahyettik).
ve kânû lenâ âbidîn: Ve onlar Bize kul oldular.

Kimlerden bahsediyor? Nebîlerden bahsediyor. Hz. İshak, Hz. Yâkub, bunlar Allahû Tealâ’nın nebîleri. Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ, nebî olmayan imamlardan bahsediyor.

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.


“Biz, onlardan (insanlardan) imamlar kıldık (peygamberlerden; nebîlerden değil, nebî olmayan insanlardan imamlar kıldık, huzur namazının imamları kıldık); emrimizle insanları hidayete erdirsinler diye.” diyor Allahû Tealâ, “Sabrın sahibi oldukları için (sabır unsuru, 12 defa müzeyyen kılındığı için o kişilerde). Ve âyetlerimize yakîn hâsıl ettikleri için (İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn ve Hakk’ul yakînin sahibi oldukları için, iradelerini de Allah’a teslim ettikleri için, onların iradelerini de teslim aldığımız için).” diyor Allahû Tealâ.

İşte nebîler varsa, Enbiyâ Suresi 73. âyet-i kerimesi gereğince huzur namazının imamıdırlar bütün nebîler. Eğer nebîler yoksa bütün kavimlerdeki resûllerinden bir tanesini, Allahû Tealâ nebî olmadığı halde devrin imamlığına tayin eder. Biliyorsunuz ki nebîler arasında fetret devirleri vardır. Hz. Musa’dan 2000 sene sonra Hz. İsa vazifeli kılınıyor. İkisi de nebî. Hazreti İsa’dan 600 yıl sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) vazifeli kılınıyor. Gene ikisi de nebî. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V), son nebî. Ama birinci ile ikincinin arasında 2000 yıl, ikinci ile üçüncünün arasında 600 yıl peygambersiz (nebîsiz) geçen devir var. Peki, bu devirler içerisinde bütün kavimlerde resûller yok mu? Hep var olmuş. Âdem (A.S)’dan kıyâmete kadar böyle kurulmuş kanun, böyle devam edecek sevgili kardeşlerim. Her devirde bütün kavimlerde mutlaka Allah’ın resûlleri bulunacak ve eğer nebîler yoksa o kavimlerdeki resûllerden bir tanesi, huzur namazının imamlığına seçilecek Allahû Tealâ tarafından. Bunlar nebî olmayan resûller. Ama insanlardan her kim, ister nebî olsun ister resûl olsun, huzur namazının imamıysa o kişi, mutlak olarak tasarruf altındadır. Tasarruf, sadece huzur namazının imametine ait bir müessesedir. Bir nebî, huzur namazının imamıysa Allahû Tealâ ona tasarruf eder. Nebîlerin olmadığı devirde bütün kavimlerdeki resûllerinden birini seçer. Onu huzur namazının imamı yapar. Ve o, Allah’ın tasarrufu altına girer.

Öyleyse tasarruf nedir? Tasarruf: Kişinin iradesinin ötesinde aklını da Allah’a teslim etmesi hâlidir. Peki, bu kişi düşünemeyecek mi? Düşünecek. Muhakeme edemeyecek mi? Edecek. Zekâsı aynı hüviyette devam edecek, hatta artacak. Öyleyse aklını teslimden, tasarruf altındaki kişinin aklını Allah’a teslimden murad ne? Seçim hakkını Allah’a teslim etmesi. Yani o kişi kendiliğinden bir işlevi vücuda getiremez. Kendiliğinden bir söz söyleyemez. O, Allah’ın söylettiklerini söyleyebilir. Kediliğinden bir şey yapamaz, Allah’ın yaptıklarını yapar. Peki, ama resûller de resûllerin dışında iradelerini Allah’a, Allah’ın iradesine bağlamış olan, iradelerini Allah’a teslim etmiş olanlar da aynı durumda değiller mi? Hayır, değiller. İradesini Allah’a bağlayan ve Allahû Tealâ tarafından bu sebeple irşad makamına getirilen kişiye, Allah devamlı emirler gönderir. O kişi iradesini Allah’a bağlamıştır. O kişinin Allah’a bağlı olan iradesi Allah’tan aldığı emrin muhtevasını yapmak üzere gene kişi tarafından kullanılır. Ama hududu buraya kadardır. O irade Allah’a bağlı olduğu için, sadece Allah’ın emirlerini Allah, ona emir olarak verir; kişinin aklı vücuduna kumanda eder, Allah’ın verdiği emri gerçekleştirir.

Öyleyse burada tasarruf müessesesi yoktur. Burada Allah’tan emir almak vardır. Devrede kişinin aklı vardır; Allah’tan aldığı emri akıl, vücuda kumanda etmek suretiyle aynen yerine getirir. Kumanda eden; vücuda kumanda eden o kişinin aklıdır. Bütün kavimlerdeki resûller de bu hüviyettedir. Bu kavimlerdeki resûllerden olmayan, Allahû Tealâ tarafından iradesini Allah’a teslim edip de irşad makamına getirilenler de bu hüviyettedir.

Peki, bu resûllerle irşad makamına getirilen risalet sahibi olmayan kişiler arasındaki fark nedir? Resûller risalet için seçilmişlerdir. Elde ettikleri her şey vehbîdir. Diğerleri risalete seçilmemişlerdir. Onun için elde ettikleri her şey kesbîdir. Ama Allah onlardaki bazı gördükçe; daha öteye gitme talebini (iştiyakını) gördükçe onlara vermiştir. Onlar da o hedeflere birer birer ulaşmışlardır.

Öyleyse risalet, görüyorsunuz ki diğerlerinden farklı bir olay. Mutlaka üst seviye seçimi ifade eder. Bütün resûller risalete seçilmiş olanlardır. Öyleyse nebî yok; sadece resûllerin olduğu bir devre yaşanıyor, huzur namazının imamlığını kim yapacak? Mademki nebî yapıyordu bu görevi, nebî olmadığına göre? O zaman Allahû Tealâ bütün kavimlerdeki resûllerden birisini devrin imamlığına vazifeli kılıyor, devrin imamlığına tayin ediyor. O kişiye hangi noktada bulunduğu, evvelce ve ne zaman devrin imamlığı görevini aldığı ve imamlığa başladığı, hepsi net bir şekilde gösterilir. O kişi, göğün bütün sırlarını ve Allah’ın Zat’ı da dâhil olmak üzere hepsine aşinadır, hepsini Allahû Tealâ göstermiştir. Göğün 7. katındaki 7 âlemin hepsini, Ümmülkitab’ı, Kader hücrelerini, Kudret denizini, Makam-ı Mahmud’u, Divan-ı Salihîn’i, Zikir hücrelerini, Sidretül Münteha’yı, yokluğu ve yokluktan kâinatı ve Allah’ın Zat’ını ve huzur namazının bütün boyutlarını, huzur namazının bulunduğu yerdeki, imamın sol tarafındaki 30-40 metre ilerideki altın tahtları, seccadeleri, her şeyi Allahû Tealâ devrin imamına mutlaka gösterir.

Peki, devrin imamının muhtevası nedir? O, tasarruf altındadır. Yani Allah’ın tasarrufu altında olması dolayısıyla seçim hakkı yoktur. Dilediği şeyi yapmak yetkisi yoktur, sadece Allah’ın yaptırdıklarını yapar ve bu, ona sonsuz bir haz verir: Sadece Allah’ın yaptırdıklarını yapmak, seçim hakkının olmaması.

Öyleyse şimdi bakalım, ne diyordu Allahû Tealâ:

“Habîbim! O kumu attığın zaman sen atmadın, biz attık.”

Herkes görüyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) atıyor; ama o sırada O’na Allah tasarruf ediyor. Yani orada, vücuda o işi yaptıran Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in iradesi değil, aklı değil, o vücuda kumanda eden direkt olarak Allahû Tealâ. Allah aldırıyor, vücuda kumanda ediyor; beynine kumanda etmek suretiyle, Allah, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kumu almasını ve atmasını temin ediyor. O sırada o vücuda bütünüyle Allahû Tealâ tecelli etmekte.

Peki, Peygamber Efendimiz (S.A.V) okuma yazma bilmiyor; ama Kur’ân’ı baştan aşağı okuyor. Nasıl okuyor? Allahû Tealâ tecelli ediyor O’nda. O’nun aklı O’na kumanda etmiyor, Allah kumanda ediyor ve Allah, kalbindeki Kur’ân-ı Kerim’i O’na okutuyor. Hiçbir zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir Kur’ân-ı Kerim kitabına bakarak yazılarını okumamıştır. Hiçbir zaman yazı öğrenmedi, ümmîydi. Ama kalbindeki Kur’ân-ı Kerim’i, Allah O’na hep okuttu.

Allahû Tealâ diyor ki:

53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.

Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.


“O kendiliğinden konuşmaz, her konuştuğunu biz konuştururuz.”

Tasarruf altında Peygamber Efendimiz (S.A.V). “O’nun seçim hakkı yoktur. Bu yüzden sorumluluğu da yoktur.” diyor Allahû Tealâ.

28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).

Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan’dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.


Seçim hakkı yoktur, ne demek? Allah yaptırıyor, her yaptırdığını. Peki, Allah’ın her zaman tecellisi altındaysa kendisine tâbî olunduğu zaman, O’nun bütün vücuduyla birlikte eline de Allahû Tealâ tecelli etmekteydi ve o el, el öpen, tâbiiyette bulunan ve el öpen herkesin mutlaka elinin üstündeydi. İşte Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Onların ellerinin üzerinde sana biat ederken (sana tâbî olurlarken) Allah’ın eli vardı,” demekle bunu kastediyor.

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


Tecelli, ele de tecelli. Tecelli, tabiatıyla el şeklinde oluşuyor o zaman. Ve Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’de tecelli ediyor, O’nun vücudunu kullanan, kumu attığı zaman da bu söylediğimiz işlevleri yaptığı zaman da hep Allah.

75/KIYÂME-16: Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî.

O’na (Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemeye), acele ederek, O’nunla (Cebrail (A.S) ile beraber) dilini hareket ettirme.


“Niye telaşlanıp duruyorsun?” diyor, “Ezberleyeceğim diye. Senin kalbine O’nu indiren Allah, onları sana okutmaya da muktedirdir.” diyor.

Çünkü tasarruf söz konusu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e seçme hakkını vermiyor, seçim hakkı hep Allah’ta. Tasarruf altında olan herkes için, bütün nebîler için resûllerden huzur namazının imamlığına seçilenler için tasarruf hakkı hep Allah’tadır.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R