}
Mutluluk Sohbeti 17.03.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 105796


SOHBETİN ADI:  MUTLULUK

TARİHİ:  17.03.2003


Esselâmu aleykûm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allah’a şükürler olsun, işte bir defa daha beraberiz.

Turuncuyu sever misiniz? İşte bu renk, arkamdaki renk. Sarıyla turuncunun armonisine dikkatle bakın. Sevdiniz mi? İşte orada, o sıcak renklerde bir güzellik var sevgili kardeşlerim. İçinizin açıldığı, bir güzele doğru yaklaştığınızı hissettiğiniz bir duygu, bir güzellik.

 

Allahû Tealâ sevgili kardeşlerim, ne kadar güzel renkler yaratmış. Bir gün Sidretül Münteha’yı göreceksiniz; en sondaki, varlıkların en sonundaki ağaç. O ağacın yapraklarındaki güzelliği ne kelimeler ne renkler anlatamaz. Ağacın yapraklarındaki güzellik dediğim zaman yaprakların şeklinden bahsetmiyorum, renklerinden bahsediyorum.

 

Sevgili kardeşlerim, eğer güzel bir şey görmeye niyetliyseniz güzeli görebilirsiniz, yakalayabilirsiniz. Hani size hep anlatırım ya bir sokaktan geçmişsinizdir birçok defa ama bir gün o sokak içerisinde güzel çiçekler, güller olduğunu fark etmişsinizdir. O zaman kafanıza dank etmez mi sevgili kardeşlerim? “Ben bunca zamandır bu caddeden geçiyorum, bu güzel gülleri, bu güzel çiçekleri nasıl olmuş da görmemişim?” Çünkü kendi dünyanızda yaşamışsınız. Çünkü iç dünyanızın karanlığı -nefsinize tâbî olduğunuz bir devreden bahsediyoruz- dışarıdaki güzellikleri görmenizi engellemiş. Hep bir şeylerin eksik olduğu bir dünyada yaşadınız. Hep güzelliklerin kayıp olduğu bir dünyada, sizin gözünüze görünmediği bir dünyada.

 

Ne diyordu? Orhan Velî’yi hatırlayalım, ne diyordu?

 

“Denizin yeşili, göğün mavisi ve lapinaların en harelisi.

 Hâlâ tuzlu akıyor kanım, istiridyelerin kestiği yerden.”

 

Çok hisli, değil mi sevgili kardeşlerim?

 

Sevmek güzelliğin temelidir. Sevince daha bir güzel olur etrafınız. Sevince siz güzel olursunuz. Hele sevdiğiniz Allah’sa. O’na olan aşkınızın dereceleri boyunca daha güzel, daha güzel, daha güzel olursunuz. Öyle bir dizayn düşünün ki orada siz varsınız ve Allah var. O zaman etrafınızdaki her şey güzeldir. Her şey dokunulamayacak kadar güzeldir. İçiniz titrer o güzelliklerle beraber olduğunuz için. İşte böyle bir tablo. Bu sarılar, bu turuncu, bu hafif yeşil ve güzellikler, güzellikler, güzellikler.

 

Aynı sokaktan bir daha geçtiğiniz zaman beni de hatırlayın. “Hatırlatmıştı.” deyin, “Bu sokaktaki güzellikleri hatırlatmıştı bana; vaktiyle yüzlerce defa geçip de hiç farkına varmadığım güzellikleri.” Aynı cinsten ağaçlar görürsünüz yan yana, geçip gidersiniz aralarından. Sonra bir gün aklınıza gelir de: “Hepsi aynı cins ağaç, acaba aralarında fark var mı?” diye baktığınızda hayret edersiniz ki hepsi birbirinden farklı yaratılmış. Aynı ağacın her birisi farklı bir yeşil sergiliyor, aynı tür ağaç.

 

Sonbahar neden o kadar güzel oluyor? En çok sarıyla turuncu muhtevasında olduğu için. Sevgili kardeşlerim, her şey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor? Sormaz mıyım şimdi size: Mutlu musunuz diye. Mutlu musunuz? Laf aramızda eğer Allah ile beraber değilseniz, O sizinle beraber değilse mutlu olamazsınız. Geçici zevkler yaşarsınız. Kısacık süreler içerisinde zevkler kaybolur. Yeniden bir süre sonra arzuya dönüşür ama tatmin kısacık bir tatmindir.

 

Ya sevgili kardeşlerim, Allah’a âşık olduğunuz zaman? Ömrünüz boyu bitiremeyeceğiniz bir güzelliğin etrafında döner, ha dönersiniz. Hani, hani kelebekler gecenin karanlığında yanan bir lambanın etrafında dönerler ya, pervaneler dönerler ya, Mevlevîler dönerler ya, işte öyle bir dönüş. İç dünyanızda pırıl pırıl renkler. Sadece sevginin hâkim olduğu bir dünyada yaşarsınız. Allah’ı düşündükçe gözleriniz yaşarır. Âşık olmanın, sizi Yaratan’a âşık olmanın, hayran olmanın o doyumsuzluğunu yaşarsınız. “Hayat,” dersiniz, “ne kadar zevkli bir şeymiş.”

 

Sevgili kardeşlerim, bir görseniz O’nu. O kadar çok seversiniz ki. O, sizin için sizden çok daha kıymetli bir yere oturur ve ömrünüz boyunca orada kalır. Hayran olduğunuz Allah’ınız, Yüce Rabbimiz, bizleri, hepimizi Yaratan. Sevmek değil sevgili kardeşlerim, âşık olmak da değil, onun da ötesi, onun da ötesi; hayran olmaktan bahsediyorum ben. O zaman söyleyeceksiniz: “Her şey ne kadar güzelmiş de ben nasıl olmuş, ömrümün bu kadar senesini boşuna geçirmişim; rüzgârlarda, fırtınalarda ne aradığını bilmeden bir aramanın içerisinde?”

Avunmak için, şu sevgiye dayalı standartta avunmak için Allah’ı tanımadan evvel yaptığınız şeyleri bir düşünün. Neler yaptınız? Ancak O’nu tanıdıktan, O’na âşık olduktan sonra; ancak o zaman yaşadığınızın farkına varırsınız. “Hayat güzel bir şeymiş.” dersiniz, “Harika bir olay.” dersiniz. Rabbinize hamd edersiniz, şükredersiniz sizi yaratmış diye.

Küçücük şeylerde O’nu görürsünüz sevgili kardeşlerim. Nano âlemde, mikroskobun normal görüntüsünün, 1 milimetrenin milyonda birine iniyorsunuz, hücre yapısını görüyorsunuz. Bir parmağınızın ucunda milyonlarca hücre. Nasıl hayran olmazsınız O’na, sevgili kardeşlerim? Her şeyinizle sizi mükemmel bir hilkat abidesi olarak yaratmış; yaratılış abidesi. Görmek için gözler vermiş, işitmek için kulaklar ve hissedebilmek için, özellikle O’nu (Allah’ı) hissedebilmek için, fıkıh edebilmek için, idrak edebilmek için kalp vermiş size. “Mutlu mu olmak istiyorsunuz?” diyor. “Öyleyse Beni sevin.” Sevgi mutluluğun temelidir, nefret de mutsuzluğun.

 

A benim sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, O’nu sevin, çok sevin. Bilin ki sevginizin yüzlerce katı, binlerce katı sevilirsiniz. O’nun sevgisinin kalbinize verdiği o sürûr var ya o sevilmenin verdiği o büyük güzellik, o zaman gözleriniz yaşarır. O sevginin vücuda getirdiği bir muhteşem bulutlardan akan rahmet gibi gözyaşlarınız dökülür gözlerinizden. O’na âşık olmakla kalmazsınız, hayran olursunuz her şeyine. Sizi sevdiğini söylemekten hiç bıkmaz. Her zaman kulaklarınızda değil, kalbinizde o sesi duyarsınız; sevgi çağlayanlarını. O’na hayran olursunuz.

Bütün güzellikler sizin için sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Her şey sizin için, bütün kâinat sizin için yaratılmış, her güzellik sizin için. En basit yaratığına bakın, muhteşem bir dizayn göreceksiniz. Herkes kendisinin, her şey kendisinin en güzel prototipi olarak ele alınmış. Herhangi bir ağaca bakın; eşsiz bir el onu dizayn etmiş. Hilkat, yaratılış. Ne kadar güzel renkleri, ne kadar güzel bir araya getirmiş. Nasıl hayran olmazsınız?

 

Hadi sorayım size gene: “Her şey çok mu güzel, yoksa bana mı öyle geliyor?” Ne diyorsunuz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım? Unutmayın, her şey sizler için yaratıldı, siz ise Allah için yaratıldınız. Öyleyse en çok sevdiği mahlûku; insanı Kendisi için yaratıyor. Sonra da her şeyi insan için yaratıyor; yeryüzünün halifesi. Sizler yeryüzünün vârislerisiniz ve olacaksınız. Allahû Tealâ yeryüzünü vârislere bıraktığını söylüyor ve onların salihler olduğunu söylüyor. Siz de salihlerden olacaksınız. O zaman yeryüzünün mirasçısı olmanın o kesintisiz mutluluğunu yaşayacaksınız. Bu yerler, bu gökler, hepsi sizin için yaratıldı. Sonsuz galaksiler, yıldızlar. 

21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).

Andolsun ki; zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık.

 

Her yere gittiniz. Her şey sizin için ve siz oralara hep gidersiniz. Ama hem giderken hem dönerken iki defa ışık duvarını aşmak mecburiyetindesiniz. Giderken sıfır hızdan sonsuz hıza ulaşacaksınız, dönerken sonsuz hızdan sıfır hıza. Işık duvarını mutlaka geçeceksiniz; hız açısından yani saniyede 300 bin kilometre. İşte o geçiş sırasında, O size bir şeyleri hatırlatır veya unutturur. Bir gün size söylediğimi hatırlayacaksınız; bir tek noktadan iki gözünüze ulaşan bir ışık huzmesi göreceksiniz. O, O’nun işaretidir. İki gözünüze ayrı ayrı ulaşır. Belki o zaman da siz bana sorarsınız: “Her şey çok mu güzel yoksa bana mı öyle görünüyor?” diye, hım?

 

Nasıl biz mutlu olmayız ki sevgili kardeşlerim? Neredeyiz? Nerede olursak olalım, hep kalp kalbeyiz, hep gönül gönüleyiz, hep beraberiz. İşte şimdi beni nerede görebiliyorsanız, çayından bir fırt çeken ve size mutluluğu anlatan ben -bir Allah dostu- sizinleyim. O’nun güzelliklerini paylaşmak üzere, göstermek üzere, mutluluğunuza bir nebze renk katmak üzere, üslup katmak üzere, ferahlık katmak üzere yani hep mutluluğa dönük şeyler sevgili kardeşlerim.

 

Öyleyse böyle bir dizaynda sonuçlara bakıyoruz beraberce. Sonuçlar başlangıçtan sonuna kadar mükemmel kelimesiyle anlatılabilir sadece. O’nun yarattığında bir eksiklik bulamazsınız, aramazsınız ki zaten. O sizi güzelliklerinde öyle bir kaybeder, öyle bir mest eder ki her şey gözünüze en güzel, en güzel, en güzel biçimde görünür. Kelimelerle anlatılamaz ki sevgili kardeşlerim, yaşamak söz konusu. Yaşadığınız zaman siz de aynı şeyi hissedeceksiniz. Kelimelerin kifayetsiz olduğunu, yetersiz olduğunu, anlatılamayacağını, yaşanacağını anlayacaksınız.

 

Öyleyse sevgili kardeşlerim, her şeyin Allah ile bütünleneceğini bilmenizi istiyorum. Hâlik ve mahlûk ilişkisi: Yaratan ve yaratılan. Biz insanlardan bazıları ne kadar gururlu, ne kadar kibirli olurlarsa olsunlar, neticede bir gün idrak edeceklerdir ki sadece bir yaratık. Hepimiz işte oyuz; sadece bir yaratığız. Sadece kendinize baksanız bile üzerinizdeki mucizeler size Yaratan’ın neye muktedir olduğunu anlatır. Gözleriniz var sevgili kardeşlerim ve görmeye hasredilmiş, size bedelsiz teslim edilmiş. Görebiliyorsunuz. Hepiniz birer trilyonersiniz. Gören gözlerinizle, işiten kulaklarınızla, konuşabilen dilinizle, düşünen beyninizle, çalışan bütün uzuvlarınızla siz Allah’ın hilkatinin en güzel göstergelerisiniz. “Varız.” diyorsunuz her biriniz. “Biz Allah’ın yaratıklarıyız.” Diyorsunuz ki: “O, bizim sahibimiz. Bizi yaratan O. O’nunla varız. O’nunla bütünüz.” Yaratan ve yaratılanlar. Bir tane Yaratan, sonsuz sayıda yaratılan.

Bu hayat başlar ve biter mi diyorsunuz? Hayır, bitmez sevgili kardeşlerim, sonsuza kadar gider. Bir gün hepimiz ölmeyecek miyiz diyeceksiniz. Evet, öleceğiz. Ya sonrası? Sonrasını düşünmüyor musunuz? Kıyâmet günü yeniden canlanacağız. Ve bize soracaklar: “Ne kadar kaldın, ne kadar zamandır buradasın?” Söyleyeceğimiz şey: “En çok 1 gün.”

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).



Ha gece uyumuşsunuz, sabah kalkmışsınız; ha ölmüşsünüz, kıyâmet günü dirilmişsiniz. İkisinin arasında hiçbir fark yok sevgili kardeşlerim. Üstelik de hangi yaşta ölürseniz ölün, ebedî hayata ondan sonra gitmek üzere varsınız.

 

Ölümden korkanlara sesleniyorum: Kendinize yazık ediyorsunuz. Ölüm sadece bir uyku halidir. Evvelâ şunu bilin: Ölürken hiç kimse ızdırap çekmez, acı yoktur, acı yaşanmaz. Tıpkı uykuya girmek gibi.

 

Sevgili kardeşlerim, ilk defa kendinize dışarıdan baktığınız zaman bunun ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz. Öldüğünüz zaman da aynı şey olacak. Gene kendinize dışarıdan bakacaksınız. Evet, bu vücudunuza. O zaman ölümün hiç de korktuğunuz gibi korkunç bir şey olmadığını yaşayacaksınız. Nasıl ölmeden evvel vücudunuzdan ayrıldığınız zaman ona tekrar gireceğinizi biliyorsanız, öldüğünüz zaman da kıyâmetle birlikte tekrar ona döneceğinizi öğreneceksiniz.

 

Kıyâmetten sonra zamanın geriye dönmesinde hepiniz tekrar canlanacaksınız. Bir sonsuz hayatı -eğer Allah’ın yolundaysanız- en güzel standartlarda Allah’ın cennetlerinden bir cennette geçirmek üzere. Görmediniz değil mi oraları? Ama bir gün gösterecek. Sevgili kardeşlerim, cehennemi de gösterecek. O zaman Allah’a o kadar çok hamd edeceksiniz, şükredeceksiniz ki doğru yolu seçmişsiniz diye, Allah’ın yolunu seçmişsiniz diye, Allah ile bile olmuşsunuz diye. Biliyorsunuz Osmanlıca’da “bile” beraber olmak demek.

 

Sevgili kardeşlerim, mutluluk mu? O’nu sevin yeter. Geri kalanını siz yapmayın, bırakın O’na, O yapar. Yaşamanın doyulmaz bir zevk olduğunu size yaşatır. O’nu seversiniz ve mutluluğu size öğretir, ücretsiz öğretir. Yeter mi? Yetmez, karşılığında O, ücret öder. Çünkü sizi Yaratan Rabbiniz Allahû Tealâ, sizden sadece bir tek ister, bir tek şey ister. Ne ister? Sizin mutlu olmanızı. İşte O, öyledir. O, Allah’tır, Yaratıcıdır. Siz O’na hiçbir şey veremezsiniz. Sizin O’na verebileceğiniz hiçbir şey yoktur. O’nun için yaptığınız her şey aslında sizin mutluluğunuzun oluşturulması istikametinde bir kilometre taşıdır. O’nun için değil, sizin için. Namaz kılmak da öyle, oruç tutmak da öyle, zikir yapmak da öyle ama özellikle zikir yapmak.

 

Sevgili kardeşlerim, biliyor musunuz, herkesin kalp gözü zikir yaparken açılır. Neden siz yapmıyorsunuz? Şu zavallı transandantal meditasyon yapanlara ne kadar acıyorum, biliyor musunuz? Şeytanın elinde oyuncak olmuş zavallı insanlar, onun takımına yenik düşmüşler, yalanlara inanmışlar. Derler ki: “Transandantal meditasyon mu? Ooo, onu yaptığınız zaman rahatlarsınız.” Şimdiye kadar hiç göremedik; transandantal meditasyon yapmış da rahatlamış birisini. Her meditasyondan sonra bir stres kaplıyor insanların içini. Neden kardeşlerim acaba? Söyleyeyim mi neden? O kullandıkları Sanskritçe kelimeler -mesela “ohm” kelimesi- havada öyle bir ihtizaz, titreşim yapıyor ki o insanların içine huzursuzluk akıtıyor. Ayaklarından yukarıya doğru çıkan bir şeylerin kalplerine ulaştığını ve kalplerini biraz daha kararttığını hissediyorlar.

 

Onlara sormanızı isterim. Birinci sual: “Sizin yolunuz,” deyin onlara, “yukarıya doğru mu, yoksa aşağı doğru mu?” Cevabı alacaksınız. Bizim vaktiyle onlardan aldığımız cevabı alacaksınız: “Yol aşağı doğru.”

 

Ne olmuştu biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Bir gün bu transandantal meditasyon yapanlardan müsaade istedik: “Bizi de aranıza alır mısınız?” dedik. “Yahu, ne olur, gelelim biz de.” Kabul ettiler. Ama o ilk girdiğimiz toplantıda biz de konuştuk. E, çok hüzünlü şeyler oldu. Ne oldu, biliyor musunuz? O günkü toplantıda olanların önemli bir kısmı ondan sonra bir daha gitmediler oraya. Biz onlara sadece hakikatleri anlattık. Ha, ondan sonra mı ne oldu? Bizi bir daha kabul etmediler. Kabul etselerdi belki orada kimse kalmayacaktı.

 

Uzatmayalım sevgili kardeşlerim, onlardan bir tanesi ve tanınmış birisi bizden müsaade istedi: “Biz,” dedi, “sizin oraya gelip konuşabilir miyiz sizin dergâhınızda?” “A,” dedik, “çok büyük mutluluk duyarız. Ne zaman isterseniz buyurun.”


Geldi, 2 saat veya 2,5 saat konuştu. Ve biz de ona dedik ki: “Sualimiz var.”

 

Birinci sual: “Sizin yolunuz yukarıdan aşağı mı gidiyor, yoksa aşağıdan yukarı mı?” Samimi bir çocuktu. Onların, Ankara’dakilerin başındaki kişiden bahsediyorum. Dedi ki: “Aşağı doğru.”

 

İkinci sual dedik: “Aşağı doğru giderken yolunuz aydınlanıyor mu yoksa kararıyor mu?” Gene samimiyetle: “Kararıyor.” dedi.

 

“Peki,” dedik, “Allah Kendisine ulaşılmasını istiyor. Siz de Allah’a ulaşıyor musunuz?”

“Tabii.” dedi. “Biz,” dedi, “yukarıdan aşağı indikçe okyanusların dibine, dibine, en dibine dalarız.” dedi. “Orası,” dedi, “zifiri karanlıktır. Allah sonsuzluktur.” dedi. “O zifiri karanlık da sonsuzluktur. Biz böylece Allah’a ulaşırız.” dedi.

 

Sevgili kardeşlerim, o kardeşimize gerçekten çok samimi olarak çok acımıştım. Ama o artık ayrılamayacak kadar önemli bir yerdeydi. Ve hicranını içine atarak yaşamaya devam ediyor. Ona Allah’ın nurlarını anlattık. Ne yazık ki hiç göremeyeceği nurlar.

 

Sevgili kardeşlerim, bunca güzellik varken, bunca mutluluğu oluşturacak olan bizi Yaratan Allah’ın güzellikleri, onları hiç yaşamamak ve iblisten bir şeyler almaya çalışmak ilim adına, marifet adına, adını ne koyarlarsa koysunlar sevgili kardeşlerim, sadece cehenneme bilet alınır. Oysaki Allahû Tealâ sizi cennetine bilet almaya çağırıyor. Biletlerini -doğrusunu isterseniz- pahalı satar. Çok pahalı biletleri. Ne kadar pahalı? Bir tek dilek kadar pahalı. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilediğiniz zaman bitti. Bileti aldınız, uçağa atladınız demektir. O uçak sizi doğru O’na götürür. Yani ruhunuzu demek istiyorum. Ha, bir küçücük ilâvemiz daha var. Hiç boş yok. Yani kim, insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse dilesin, dileyen kişi hangi şartların içinde olursa olsun mutlaka ruhunu Allah’a ulaştırır. Pardon, pardon! O ulaştırmaz, Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırır. Çünkü sözü var, diyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım. Onun ruhunu Kendime ulaştırırım ve o evliya olur.” diyor.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

 

Hani şu gördüğünüz evliyalar var ya kavuklarıyla falan türbelerde yatarlar. Hani insanlara sorarsınız: “Yav, bu evliyaymış. Ne diyorsun?” “Tabii evliyaymış ya. Onlar eskiden varmışlar. Şimdi evliya mı olurmuş be kardeşim?”

 

“Bu zamanda evliya mı olurmuş?” sualini size sorarlarsa, “Evliya olurmuş-muş.” deyin. Ve bizim topluluğumuzdan bahsedin onlara, şu bir avuç insan.

 

Allahû Tealâ her seferinde aynı güzel şeyi söylüyor, içime huzur veren şeyi söylüyor: “Onların yarısından çoğu evliyadır.” Buradakiler için, oradakiler için, nerede olursanız olun, oradakiler için bizim kardeşlerimizseniz, Allahû Tealâ sizin için söylüyor bunu: “Onların çoğu evliyadır.” “yarısından” kelimesini kullanmıyor; “çoğu” diyor. Bu “çok” yarısından çoğu değil, çok daha fazlası mânâsına gelir diye düşünüyoruz. Biz öyle düşünüyoruz.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, her şey o kadar güzel ki. Öylesine bir intizam içinde, öylesine bir uyum içinde, öylesine bir güzellik içinde yaratmış ki her şeyi. Sadece Yaratıcı’nın yaratış gücüne, ustalığına, sadece ona bile, sadece hayran olabilirsiniz, O’nun yaptığını sevmek değil, her vücuda getirdiği her şey bir şaheserdir. O, sizi yaratmış, siz de mutluluğu yaşayın diye.

İşte şimdi beni dinliyorsunuz. Aranızda mutsuzlar var. Onlara sesleniyorum: “A benim mutsuz kardeşim, bil ki sen eğer mutsuzsan seni mutsuz yapan başkaları değil, a benim gözümün bebeği. Seni mutsuz yapan sadece sen, kendinsin.”

 

Hiç kimse başkaları sebebiyle mutsuz olmaz. Mutluluğunuzun anahtarı Allah’ın elindedir. Siz mutlu olmak istiyorsanız ve o mutluluğun bedeli olan şeyi Allah’a ödüyorsanız, mutluluğu yaşamamanız imkânsızdır. Hiç kimse olmamıştır ki insanlık tarihi boyunca Allah’a ulaşmayı dilesin de Allah’a ulaşmasın; Allah’ın hani şu, hiç olması mümkün değilmiş gibi görünen evliyası olmasın. Böyle bir şeyi hiç tarihler yazmıyor. İnsanlık tarihi, Allah’ın tarihi yazmıyor.

 

Bu güzel dizayn içerisinde güzelliği yaşamayanlara nasıl acımazsınız, sevgili kardeşlerim? Kendilerine ne kadar zulmettiklerinin farkına bile varamadan, mutsuz, huzursuz bir dünya hayatından sonra orada, kıyâmette cehenneme girecekler ve bir daha çıkamayacaklar oradan. Kendilerine ne kadar yazık ettiklerini ilk defa öldükleri zaman fark edecekler.

 

Şu, Allah’ı tanımadan ölen herkesin ilk yapacağı şey: “Ya Rabbi! Böyle olduğunu bilmiyordum. Beni tekrar dünyaya gönder de Sana ne kadar itaatli bir kul olduğumu ispat edeyim. Senin gösterdiğin mürşide tâbî olayım. Senin emirlerini yerine getireyim.”

 

32/SECDE-12: Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).

Ve keşke mücrimleri, Rab’lerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, biz gördük ve işittik. (Bundan sonra) bizi (dünyaya) geri döndür, salih amel yapalım. Muhakkak ki biz, mukinun (yakîn hasıl edenler) olduk." (derken) görseydin.

26/ŞUARÂ-102: Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).

Bizim için keşke bir kere daha (dünyaya dönüş) olsaydı, o zaman biz mü’minlerden olurduk.

 

Firavun da böyle söylüyor Allahû Tealâ’ya. Allahû Tealâ diyor ki:

 

“Hadi bakalım,” diyor, “açtık, kalp gözünü açtık. Öldün artık. Kalp gözünü açtık. Şimdi hakikati gördün.”

 

Firavun diyor ki:

“Ya Rabbi! Beni tekrar dünyaya gönder. Sana ne kadar itaat eden bir kul olacağımı orada ispat ettiğimi göreceksin.”

 

Allahû Tealâ diyor ki:

“Ey Firavun! Hiç kimseye böyle bir yetkiyi vermeyiz. Bu dünyada yaşarken Bize ulaşmayı dilemeyen, küfrün içinde yaşayan, kendisini başkalarına tanrı diye takdim eden, senin standardında olan insanların öldüğü anda kalp gözünü açarız ki hakikatin ne olduğunu görsünler; Bizi görsünler diye. Sen, dünyaya dönmek istiyordun, öyle değil mi? Seni dünyaya göndereceğim.” diyor Allahû Tealâ, “Şu cesedin var ya,” diyor, “seni öyle bir yere koyacağım ki senden sonra gelecek bin yıllar boyunca, insanlar senin şu andaki şu secde vaziyetindeki halini görecekler. Secdenin milattan evvel de bütün o devirlerde var olduğunu görecekler.” diyor Allahû Tealâ.

Firavun’un cesedi hâlâ Londra’daki British Museum’da, secde vaziyetinde sevgili kardeşlerim. Ve hiçbir tahlit izi yok. Yani ilaçlarla falan muhafaza edilmiş bir vücut yok. Aynen kalmış vücut. En az 4000 senelik bir vücut, aynen öyle kalmış. Saçları hâlâ başında duruyor. Ve secde vaziyetinde firavun. Bizden sonra da gelecek olan nesiller, gelirse onlara da örnek olmak üzere.

10/YÛNUS-90: Ve câveznâ bi benî isrâîlel bahre fe etbeahum fir’avnu ve cunûduhu bagyen ve advâ(adven), hattâ izâ edrakehul garaku kâle âmentu ennehu lâ ilâhe illâllezî âmenet bihî benû isrâîle ve ene minel muslimîn(muslimîne).

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Böylece firavun ve onun ordusu, azgınlıkla (zulümle), düşmanlıkla onları takip etti. (Sular), onu boğacak düzeye erişince, (firavun) o zaman: “İsrailoğullarının kendisine (O’na) inandığı ilâhtan başka (ilâh) olmadığına ben de îmân ettim. Ve ben (de), müslümanlardanım (teslim olanlardanım, İslâm’a girenlerdenim).” dedi.

10/YÛNUS-91: Âl’âne ve kad asayte kablu ve kunte minel mufsidîn(mufsidîne).

Şimdi (mi) (teslim oldun, öyle mi?) Ve sen, daha önce asi olmuştun. Ve sen, fesat çıkaranlardan idin.

10/YÛNUS-92: Fel yevme nuneccîke bi bedenike li tekûne limen halfeke âyeten, ve inne kesîren minen nâsi an âyâtinâ le gâfilûn(gâfilûne).

Böylece senden sonraki nesillere, bir delil (ibret) olman için, bugün seni bedeninle kurtaracağız. Ve insanların çoğu, elbette âyetlerimizden gâfillerdir.


Öyleyse sevgili kardeşlerim, terazinin bir tarafında mutluluk var, huzur var, saadet var, bütün güzellikler var avuç avuç. Öbür tarafında da mutsuzluk, bütün karanlıklar, kötülükler. Seçim sizin. Dilediğiniz gibi bir seçim yapacaksınız. Aslında çok alternatifiniz yok, sadece iki tane.

 

1- Allah’a ulaşmayı dilemek.

2- Dilememek.

 

Zaten şimdiye kadar dilemiyordunuz -dilemeyenlere sesleniyorum- bundan sonra da dilemezsiniz. Şimdiye kadar nasıl huzursuz olduysanız, şu Allah’ın dostlarının yaşadığı mutluluğu kıyısından, köşesinden hiç yaşayamadıysanız, bundan sonra da öyle yaşayıp hayatınızı bitireceksiniz. Ama sakın mutsuzluğunuzun sebebini başkalarına bağlamayın. Onların üzerine atmayın. Her hata yapan insan, arkasından mutsuzluğu yaşar ve mutlaka başka birine yamamaya çalışır. “O bana böyle kötü davrandı da ben ondan mutsuzum. Yoksa ben mutsuz olacak insan mıyım?” Herkes mutsuzdur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes mutsuzdur. Mutlu olması da mümkün değildir o kafa yapısıyla. Öyleyse kapılar ardına kadar açık sevgili kardeşlerim.

 

Sahi size bir şey sormak istiyorum. Çok zor bir şeyden mi bahsediyorum acaba ben? “Allah’a ulaşmayı dilemek.” Bir tek dilekten bahsediyorum. Sizi mutlaka cennete, mutlaka 3. kat cennete alacak olan bir tek sebep. Bir tek talepte bulunacaksınız, istekte bulunacaksınız Allahû Tealâ’dan: “Ya Rabbi,” diyeceksiniz, “ben Sana ulaşmak, ruhumu ölmeden evvel Sana ulaştırmak istiyorum.” Bitti.

 

Hadi bakalım söyleyin şimdi. Çok mu zor? Çok mu zor ki bu kadar mutsuzsunuz? Oradaki kardeşimiz, sen! “Şu anda bu dünyada,” diyorsun, “benden mutsuz insan mı var?” Diyelim ki o sensin. En çok mutsuz olan sensin. Peki, bu mutsuzluk kalıbından, kabuğundan seni mutlaka çıkaracak olan formülü veriyorsam sen de onu tatbik etmiyorsan, bizler gibi mutluluğu yaşayamıyorsan kabahat bizim mi sevgili kardeşim? Sen, başkalarına o mutluluğu yaşamayan birisi olarak sadece mutsuzluk verebilirsin. Çünkü nefsinde baştan aşağı afetler var. Her söz sana batar. İnsanların her davranışı seni huzursuz kılar. Ve zannedersin ki onlar sebebiyle mutsuzsun. Hâlbuki aynı davranışı bir Allah dostuna yapsalar, onların o davranışı onu üzmez, umurunda bile olmaz. Onlar üzdükleriyle kalırlar.

 

Sevgili kardeşlerim, her güzellik en güzel standardı Allah olan bir üçgenin bir parçasıdır. Güzellik mi diyorsunuz? Orada mutlaka Allah vardır. İnsanları mutsuz eden, huzursuz eden, bütün karanlık kalplerde ise iblis hükümrandır. Hayata atıldığınız zaman nefsinizin kalbi %100 afetlerle doludur. Kapkaranlık bir kalp: Öfke, kin, kıskançlık, haset, nefret, iptilalar, düşmanlık. Sayayım mı daha? Her biri sizi mutsuz etmek için bir ilaçtır, bir vesiledir.

 

İşte hep mutsuz insanlar. Neden mutsuz? Nefsleri ne derse onu yapmak isterler. Allah’ın dostları ne yaparlar? Ruhları ne derse onlar da onu yapmak isterler. Küçücük bir fark; taraftarlardan biri başka insanları mutlu etmek için yaşar. Her başkasına ulaştırdığı mutluluğun arkasından onların iki katı kendisi mutlu olur.

 

Sevgili kardeşlerim, vermeden almak, Allah’ın Kitab’ında yazmaz. Toprağa tohumu ekeceksiniz, sonra mahsulü alacaksınız. Etrafınıza güzellikler vereceksiniz, onlardan güzellikler toplayacaksınız. Hayır, toplamayacaksınız. O, kendiliğinden gelir. Bileşik Kaplar Kanunu gereğince kendiliğinden gelir.

Sizin dışınızdaki bütün insanları bir bütün kabul edin: Siz varsınız (1), sizin dışınızdaki herkes var (2), Allah var (3).

 

Onlara yaptığınız her güzel davranış -kime yaparsanız yapın- başka birinden size pozitif olarak mutlaka geri dönecektir. Hem o güzelliği işlediğiniz zaman Allahû Tealâ’nın size verdiği huzuru yaşayacaksınız hem de toplumdan belki başka birisinin, size ona benzer başka bir güzelliği ulaştırdığını göreceksiniz. Arttıkça sizin verileriniz, algılamakta olduğunuz güzellikler de ona paralel olarak artacak, artacak, artacak.

 

Kur’ân hükmünü atalarımız: “Ne ekersen, onu biçersin.” diye söylemişler. Ne verirseniz, onu geri alırsınız. Eğer mutsuzluk ekiyorsanız, mutsuzluk meyvelerini toplarsınız. Mutluluk ekiyorsanız o zaman da mutluluk meyvelerini.

 

Sevgili kardeşlerim, buradan öyle görünüyor. Sizin oradan nasıl görünüyor söyleyin bana? Her şeyin bu kadar güzel olduğu bir ortamda, a benim canlarım, sevgili kardeşlerim, neden yanlış yolu seçersiniz de hep mutsuz olursunuz? Her gün sizden 100’den fazla telefon alıyorum, e-mail alıyorum 100’den fazla. Hep bana mutsuzluklarından bahsediyor kardeşlerimizin dışında olan insanlar, kardeşlerimizin de bir kısmı. Onlara hep anlatıyorum nerelerde hata yaptıklarını. Arkasında başkalarını arayanlar kendileriyle karşılaşıyorlar. Eğer çevrenize mutluluk ulaştırırsanız, onlardan size sizi mutlu edecek davranışlar geri döner.

 

Hani insanlar vardır, onunla konuşmak istemezsiniz, içinizi sıkar; gene yeni bir söz söyleyecek de sizi gene rahatsız edecek diye üzülürsünüz, karşılaşmak istemezsiniz, yanında olmak istemezsiniz. Sakın onlardan biri olmayın sevgili kardeşlerim. Öyle bir insan olun ki herkes sizinle konuşmak istesin, herkes sizinle beraber olduğu zaman mutluluğu yaşasın ve başkalarına sizden bahsederken: “İşte o var ya, onu çok seviyorum. Ne zaman beraber olsam mutlaka onun yanında kendimi rahat, huzurlu ve mutlu hissediyorum. Acaba nereden kaynaklanıyor bu?” Allah’tan. Böyle olmalısınız. Sizden bahseden herkes böyle söylemeli.

 

Hep bekliyorum sevgili kardeşlerim. Sizler hakkında başkalarından bana ulaşacak olan: “Falanca kardeşimiz bana şöyle şöyle, öyle güzel bir davranışta bulundu ki unutamam. Ben ona bunu nasıl iade edebilirim? Ben nasıl onu mutlu edebilirim?” Ne zaman bana böyle ulaşacaksınız sevgili kardeşlerim? Hepinizden bunu beklediğimi biliyor musunuz? Bunu yapanlar olduğu zaman biliyorsunuz ki o zaman da ben size ulaşıyorum. Bu güzelliği başkalarına verenlere ulaşıyorum, diyorum ki: “Tebrik ederim, Allah’ın emrini yerine getirmişsin. Bazı kardeşlerimiz senden sitayişle, çok güzel standartlarda bahsediyorlar.”

 

Sevgili kardeşlerim, nefs öyle çirkin bir afetler silsilesidir ki bunun bile standartlarını değiştirmeye çalışanlar oluyor bazen. O kadar kendilerinden talepte bulunduğumuz halde: “Güzel davranışlarla insanlara öyle bir şeyler ver ki bana ulaştıklarında senin onlara olan o güzel davranışından bahsetsinler.” Böyle bir şeyi eğer yapamıyorsa o kardeşimiz, nefsi de bunu duymak istiyorsa başka insanları ulaştırmaya çalışıyor bize: “Biz ondan memnunuz.” desinler diye. Olur mu sevgili kardeşlerim, yukarıdakini unutuyorsunuz. O bize söylemez mi zannediyorsunuz yoksa? O zaman biz size teşekkür etmiyoruz. Arkasında sadece bu var.

 

Ne zaman siz de sevgili kardeşlerim, hepinize sesleniyorum: A benim mutsuz kardeşlerim, sevgili kardeşlerim, dünyayı kendilerine zindan eden kardeşlerim, hâlâ bana mutsuzluğunuzun arkasında başkaları olduğunu zannettirmeye çalışan kardeşlerim. Allah bize söylemez mi bunları? Sadece kendinizi aldattığınızın farkında değil misiniz? Size ne kadar acıdığımızın, onun da farkında değil misiniz? Kendinizi heba ediyorsunuz. O dünyanızdaki mutsuzluğa açılan kapının arkadan kilitlenmiş, açıp da içeride size yardım edemeyeceğimiz bir noktada saklanan kardeşlerimiz. Allah’a şükürler olsun ki sayınız çok değil. Allahû Tealâ: “Onların çoğu evliyadır.” diyor.

 

Sevgili kardeşlerim, Allah ile beraber olmak istemez misiniz? Eğer bizi ilk defa dinliyorsanız, Allah’a ulaşmayı dileyin. Sonra da en azından Allah’a ulaşmayı dilemek konusundaki kasetleri şöyle bir gözden geçirin. Mutluluğa ulaşmanın hiç de zannettiğiniz kadar zor olmadığını göreceksiniz.

 

Mutluluk mu? Sizin için sevgili kardeşlerim. Evet, sen! Hani “Şu dünyada benden daha mutsuz insan mı var?” diyen, demin seslendiğim kardeşimiz, sen! Orada sadece yanlış yaptığın için bulunuyorsun. Doğruları tatbik etmeye başladığın gün güzele döneceksin. Seni Allah’ın güzellikleri bekliyor.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, işte bir defa daha bir beraberlik tamamlandı. Doğrusunu isterseniz gönlüm sizden ayrılmak istemiyor. Bu kalp kalbe olan beraberlik, içimizi ısıtan sevgi bilin ki bizden Allah’tan dolaşarak size ulaşıyor, sizden Allah’tan dolaşarak bizim kalbimize ulaşıyor. Sevgi Allah’tan geliyor. Öyleyse sevmeyi öğrenin. Hiç de zor bir şey olmadığını göreceksiniz. Nefret edenler etmekte devam etsinler ama siz sevin.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu akşam da sözlerimiz inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi, O’nun yaşatacağı, yaşatmaya her an hazır olduğu o sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

Esselâmu aleykûm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.


İmam İskender Ali  M İ H R