}
Aktüel Bilim Konulu Sualler 05.01.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107475


SOHBETİN ADI: AKTÜEL BİLİM KONULU SUALLER
TARİHİ: 05.01.2004

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bizleri bir sualler ve cevaplar faslında bir defa daha bir araya getirdi, beraber kıldı. Aktüel Bilim, konumuz bu.

İlk sual, Abdulcabbar Boran’dan geliyor, diyor ki:

SORU: ”Zahirî âlemde en basit atomun hidrojen atomu olduğunu sizden öğrendik. Hidrojen atomu merkezde pozitif yüklü bir proton ile çevrede, yörüngede dönen negatif yüklü bir elektrondan ibarettir, oluşur. Buna göre pozitif ve negatif yükleri dikkate alarak karşıt zahirî âlem, gayb âlemi ve karşıt gayb âleminin atomlarının şekillenmesi konusunda ne buyurursunuz?” diyor.

CEVAP:
Zahirî âlemle zahirî âlemin karşıt âlemi olan berzah âlemi yani nefslerimizin biz öldükten sonra devamlı kıyâmete kadar yaşamakta olacakları âlem, birbirinin zıddıdır. Bir zahirî âlem elektronu 4 enerji küresinden oluşur. 

* 1. küre zahirî âleme aittir; dominanttır.
* 2. küre karşıt zahirî âleme aittir. Yani berzah âlemine aittir; bağımlı unsurdur. 
* 3. küre gayb âlemine aittir.
* 4. küre onun berzah âlemine aittir.

1. küre ile 3. küre ters yönlerde dönerler. 2. küre de 1. kürenin tersi istikametinde döner. 3. küre de 1. kürenin tersi istikametinde döner.1. küre ile 4. küre aynı istikamette, 2. küreyle 3. küre aynı istikamette dönerler. Bu bir elektrondur. Dominant olan iki küre, 1 ve 3 numaralı küreler ters istikamette döndüğü için hız sonsuz hız değildir; ışık hızının altına düşmüştür. 

Böyle bir dizaynda muhtevaya baktığımız zaman, normal bir elektron kavramıyla karşı karşıyayız. Bu elektronun oluşturduğu bir hidrojen atomuna baktığımız zaman, bunun merkezdeki bir protondan ve çevresindeki bir elektrondan oluştuğunu görürüz. Merkezdeki proton 3676 tane karşıt elektron, 3675 tane de elektron ihtiva eder. Karşıt elektron sayısı 1 fazla olduğu için merkezin elektriksel yükü artı (+) yüktür. Karşıt elektronlar artı (+) elektrik yüklüdür. Elektronlar eksi (-) elektrik yüklüdür. Merkezinde artı (+) elektrik yükünün hâkim olduğu bir sistemde karşıt manyetik alanlar söz konusu olduğu için, bu âlemde karşıt elektronlar, karşıt çekim alanları dengeyi sağlarlar. Merkezdeki protonun artı (+) elektrik yükü ihata etmesi sebebiyle çevresinde yörüngede dönen, eliptik yörüngede dönen elektron mutlaka eksi (-) elektrik yüklü olmak mecburiyetindedir. Bu, zahirî âleme ait olan bir hidrojen atomudur. Ama bunun zıddı olan, karşıt âleme ait olan yani berzah âlemine ait olan bir hidrojen atomu, atomun içindeki her elektronun 1. küresi berzah âlemine aittir. 2. küresi bu zahirî âleme aittir. 3. küresi gayb âleminin berzah âlemine aittir. 4. küresi onun gayb âlemine aittir. Gene dominant kürelere baktığımız zaman karşıt zahiri âleme ait olan dominant küre, gayb âlemi için de aynı geçerliliği taşır. Gayb âleminin de karşıt âlemine ait olan enerji küresi dominanttır.

Böyle bir dizaynda elektrik yüklerine baktığımız zaman, buradakinin tersi bir olayla karşılaşırız. Buraya göre değerlendiriyorsak elektrik yükü merkezin negatiftir. Çevresinde de bu sebeple artı (+) elektrik yüklü bir pozitron döner; karşıt elektron döner. 

Öyleyse zahirî âlemin pozitif elektrik yüklü merkezine karşılık, onun zahirî âlemin berzahında, berzah âleminde, zıddı olan âlemde merkezdeki protonun temel elektrik yükü; merkezi elektrik yükü negatiftir. Bu sebeple çevresinde bizim âlemimize göre bir pozitron dönecektir. Ya da karşıt elektron dönecektir. Bir başka ifadeyle eksi (-) elektrik yüklü bir nesne değil, artı (+) elektrik yüklü bir elektron dönecektir. Bu ise karşıt elektrondur. Nasıl zahirî âlemle gayb âlemi birbirlerinin karşıt unsurlarını ihata ediyorsa, gayb âlemindeki sistem de bir ters hüviyet taşır. Gayb âlemindeki elektron yapısına baktığımız zaman, gayb âlemine ait olan küre, 1. küredir. Onun berzah âlemine ait olan küre, 2. küredir. Zahirî âleme ait olan küre, 3. küredir. Onun berzah âlemine ait olan küre, 4. küredir. Gayb âleminin küresiyle zahirî âleme ait olan küre dominanttır. Burada zahirî âlemin karşıtı bir olguyla karşı karşıyayız. Oradaki elektronlar artı (+) elektrik yükü taşırlar, bizim âlemimizin tersi olarak. 

Bu ölçümlemeler bizim dünyamıza göredir. Ve bir artı (+) elektrik yüklü sistemin çevre elektronunu oluşturması söz konusudur. Bir başka ifadeyle protonun ağırlığı eksi (-) elektrik yüklü, bizim âlemimize göre elektron hüviyetindeki sistem ağırlığı teşkil eder. Tamamen ters bir dizayn söz konusudur. Nasıl bizim âlemimizde elektronlar eksi (-) elektrik yüklüyse, karşıt elektronlar artı (+) elektrik yüklüyse gayb âleminde, bizim âlemimize göre onların elektronları eksi (-) elektrik yüklü değildir; artı (+) elektrik yüklüdür. Yani karşıt elektronların yükünü taşır. Elektronlar da bu istikamette değerlendirdiğimiz zaman bizim âlemimizin tamamen tersi bir hüviyette olacaktır. Yani gayb âleminin elektronları artı (+) elektrik yükü taşır. Karşıt elektronları eksi (-) elektrik yükü taşır, bizim âlemimize göre. 

Eğer biz gayb âleminin varlıkları olsaydık, bizim âlemimizdeki olayın aynını yaşayacaktık. Nasıl bizim elektronlarımız bu âleme ait eksi (-) elektrik yüklü elektronlarsa, orada da aynı şey vücuda gelecekti. Ümit ederim ki çok karmaşık bir olay olmadı. Her âleme göre karşıt âlem, 1. âlemin standartlarında bir değerlemeye aldığınızda onun tam zıddı bir karakter taşır. Ama siz o âlemde yaşasaydınız, bu zahirî âlemdeki olayın aynıyla karşılaşacaktınız. Yani gayb âlemindeki elektronlar, gayb âlemindeki cinlere göre eksi (-) elektrik yüklüdür. Ama bizim âlemimize göre bu eksi (-) elektrik yükü artı (+) elektrik yükü olarak tecelli eder.

Sevgili kardeşlerim, bir elektrik devresinin tamamlanabilmesi için nasıl artı (+) kutuptan eksi (-) kutba bir elektrik akımı söz konusuysa, bir nötrino akımı söz konusuysa bu, bu âlemde görev yapıyorsa aynı anda başlayan bir 2. nötrino akımı ki bu anti nötrino akımıdır. Eksi (-) kutuptan artı (+) kutba doğru hareket eder. Eğer ikisi aynı anda hareket edemezse elektrik enerjisi oluşmaz. Mutlaka devre karşılıklı olarak birbirini tamamlayacaktır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir dizaynda âlemlerin karşılıklı olarak dikkate alınması, bir âlemin gözlükleriyle; sadece bu âlemin gözlükleriyle anlatımda büyük zorluklar oluşturmaktadır. Ama söylediklerimizi âlemler açısından değerlendirirseniz, zahirî âlemde olmasaydınız da gayb âleminde yaşayan bir cin olsaydınız, o zaman sizin atomlarınızda da merkezi proton artı (+) elektrik yükü ağırlıklı, çevrede dönen elektron da eksi (-) elektrik yükü ağırlıklı bir sistem olacaktı. Ama bu âleme göre gayb âlemini değerlendirdiğimiz zaman, bu âlemin ölçülerine göre (bu âlemdeki esaslarına göre) değerlendirdiğimiz zaman tam tersi bir olguyla karşılaşıyoruz. Elektron yapısı da farklı, elektronlardaki ve karşıt elektronlardaki elektrik yükü de farklı. Bu âleme göre artı (+) elektrik yükü, gayb âleminin eksi (-) elektrik yüküdür. O söylediğimiz, bu âlemde tespit edemediğimiz ama karşı kutuptan bu tarafa gelen 2. nötrino akımı, karşıt elektrik yükünü ifade eder. Karşıt elektron, karşıt nötrino akımını; enerji akımını ifade eder. Bu âlemde hissedilemez, tespit edilemez. Ama mutlaka bir akım söz konusudur. Her âlemde aynı standartlar duruma hâkimdir.

Öyleyse bu durumda zahirî âlemde artı (+) yük olan, artı (+) yüklü olan karşıt elektronlar, bu âlemin berzah âleminde eksi (-) yük taşırlar. Bu âlemde eksi (-) elektrik yükü taşıyan elektronlar, berzah âleminde artı (+) elektrik yükü taşırlar. 

Gelelim gayb âlemine; bu âlemde eksi (-) elektrik yükü taşıyan elektronlar, gayb âleminde artı (+) elektrik yükü taşırlar. Yani tamamen terstir, tıpkı berzah âlemindeki gibi. Bu âlemde artı (+) elektrik yükü taşıyan karşıt elektronlar (pozitronlar), gayb âleminde eksi (-) elektrik yükü taşırlar. Ama gayb âleminin berzah âlemine ulaştığınız zaman dünyadaki statünün aynını orada da görürsünüz. Orada elektronlar eksi (-) elektrik yüklüdür, karşıt elektronlar artı (+) elektrik yüklüdür. Gayb âleminin tam tersi bir olgu. Ama bizim dünyamızın berzah âlemiyle aynı özellikleri taşır. Gayb âlemi bizim zahirî âlemimizle aynı özellikleri taşır; gayb âleminin berzah âlemi. 

Her şeyi not etmişseniz ya da bu kaseti birkaç defa dinlerseniz ne demek istediğimizi çok iyi anlayacaksınız. Her âlemde mutlak olarak bir karşıt simetri vardır. Ve iki âlemi yan yana getirdiğiniz zaman zahirî âlemle gayb âlemini ve onun karşıtlarını; bu simetri bir 4’lü olarak teşekkül eder. Bu simetri emr âlemiyle zahirî âleme uymaz. Oradaki elektron yapısı 4 âleme ait değildir, 6 âleme aittir. Onun için böyle bir kıyaslamayı yapamazsınız.

Allah razı olsun.

S. D. diyor ki: 

SORU:  Saint Louis Üniversitesi’nden araştırmacılar, gribe yol açan virüsü genetik olarak değiştirerek kanser hücrelerine karşı savaşta kullanmışlar. Adeno virüs denilen, gribe yol açan virüsün genetik yapısını değiştiren araştırmacılar, adeno virüs kanser gen tedavi vektörleri oluşturmuşlar. 

CEVAP: Demek ki bir virüs var, bu virüs grip yapıyor, grip hastalığının virüsü. Bunu genetik olarak değiştirmeyi başarmışlar, genetik yapı olarak değiştirmeyi başarmışlar. Adeno virüsü öyle bir şekle sokmuşlar ki; adeno virüsler kanser gen tedavi vektörleri vücuda getirmiş.

“Bu virüslerin genetik yapısı değiştirince normal hücrelerde çoğalamaz. Yani negatif etkisi olamaz. Genetik, bu genetik yapı değişikliği onu ters hüviyete sokuyor ve adeno virüsü hücrede çoğalamıyor. Yani hücreye bir zararı dokunamıyor. Fakat kanserli hücrelerde bu yeni gen, tahribata yol açmakta ve kanserli hücreleri yok etmekteymiş.” 

Gördünüz mü sevgili kardeşlerim? Kanserli hücrelerde, kanserli hücreleri yok edecek olan bir özellik taşıyor. Bir taşla iki kuş, hem virüsü grip oluşturmaktan men ediyorsunuz; birinci faydayı sağlıyorsunuz. Yetmez, onu müdafaa askerlerinin arasına alıyorsunuz, kansere karşı savaş veriyorsunuz onunla. Ve kanser hücrelerini yok ettiğini görüyorsunuz. İki ayrı cepheden iki ayrı kazanç.

“Spesifik olarak kolon veya akciğer kanserli hücreleri etkileyecek vektör virüslerle de bu çalışma denenmiş.”

Yani kolon kanserinde de akciğer kanserinde de kanser hücrelerini etkileyebiliyor.

“Daha önce karaciğer kanseri hücrelerinde laboratuvar şartlarında yapılan bu çalışmanın bu klinik öncesi çalışma safhasında, safhasına ulaşmasının ilerisi için büyük ümitler vaad ettiğini bildirmiş.” 

Tabii bu konunun başlangıç safhası sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Konunun başlangıç safhasında bu sonuçla karşı karşıyayız. Ama gelecekte çok daha önemli sonuçlara ulaşmak mutlaka mümkün. Bu daha konunun uvertürü (açışı, girişi). Önemli olan burada iki tane unsur var.

1- Hastalığa, gribe yol açan o virüsü grip hastalığını artık vücuda getiremeyecek bir şekle sokuyoruz. Hastalık vücuda getiren sistem, artık hastalık vücuda getiremiyor. 

Ama bu yetmez ikincisi de var.

2- Hastalık vücuda getiremedikten başka, bu virüs bir genetik şekil değişikliğiyle kanser hücrelerine hücum eden bir hüviyet kazanıyor. Ve kanser hücrelerini yok edecek bir özelliği taşıyor. Burada belki suni bir statü vücuda geldiği için bunun bilinmeyen yan etkileri oluşabilir. 

Bu suni oluşumlarda hep dikkat etmek lâzım sevgili kardeşlerim. Yaratıcı Yüce Allahû Tealâ, her şeyi en uygun sistemlerde yaratmıştır. Hastalıkları oluşturacak virüsleri vücuda getiren Allahû Tealâ, vücudu koruyacak olan koruyucu sistemi de immün sistemi de sağlıklı bir insanda bütün hastalıklara karşı koyar bir hüviyete sokmuş. Şimdi biz ne zaman normal bir virüsü, onun hüviyetini değiştirmek suretiyle hastalığı vücuda getiremeyecek olan bir noktaya ulaştırmışsak aynı hüviyet değiştirme bir de kanseri yok edecek bir hüviyete ulaştırdıysa o virüsü, bunun arkasındaki bir negatif faktörün çıkma ihtimali her zaman mümkündür; bilmediğimiz bir başka açıdan, bir başka zarar. 

Burada çok dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Allahû Tealâ'nın yaratışı, kudret eli bize göre sonsuz bir mükemmeliyet arz eder; biz insanların vücuda getirebilecekleri sonuçlara göre, Allah’ın vücuda getirmesi sonsuz bir muhteva ifade eder. Ne zaman ki biz, O'nun yarattıklarını değişime tabii tutarız, burada onun vücuda getirdiği sonuçları almamız mümkün değildir. Aynı ölçüde, aynı ölçekte, aynı hüviyette mümkün değildir. Bizler bir mahlûk olduğumuz cihetle, vücuda getirdiğimiz sistemler de her zaman Allah’ın vücuda getirdiğiyle mukayese edilmesi mümkün olmayan bir eksikliktedir.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, çok hayırlı bir olayla karşı karşıyayız. Hem bir virüsü hastalık yayıcı özelliğinden men edebilmişiz hem de yetmez, onu kanser mikroplarının yok edicisi hüviyetine de getirmişiz. Bu büyük bir başarıdır. Neticeleri önümüzdeki günlerde, aylarda, yıllarda adım adım ortaya çıkacaktır. Allah razı olsun.

Ş. D. kardeşimiz diyor ki:

SORU: ”Yıllardır bizlere aktardığınız bilgilerin ışığında, bilimsel araştırmalara baktığımızda, asıl olanın yerli yerine muhteşem bir şekilde oturduğunu hamdolsun görmekteyiz.” diyor. “Örneğin, çekirdekte proton ve nötron arasındaki enerji etkileşiminin varlığı ve enerjisi bilinmekte. Değerli açıklamalarınızda bunun aslında daimî bir elektron değiş tokuşu olduğunu öğrendik.” 

CEVAP: Merkezdeki nötron proton değişimine dikkati çekmek istiyor kardeşimiz. Basit olarak misali verelim aydınlatmak istikametinde. Bir hidrojen atomu merkezde bir proton taşır, çevrede de bir tane elektron. Bütün elementler hidrojen atomlarının bir araya getirilmesi ile teşekkül etmiştir. Şimdi iki tane hidrojen atomunu bir araya getirdiğimizde normal akla göre ne olması lâzım? Merkezde iki tane proton olması lâazım. Birinci elektronun protonu merkezde, çevresinde de bir elektron vardı, ikincisinde de durum aynıydı. Öyleyse birinci elektron merkezde, ikinci hidrojen atomunun elektron protonu da gene merkezde olması lâzım. Yani merkezinde bir proton, çevresinde bir elektron olan iki tane hidrojen atomu birleştiği zaman ne olması lâzım? Merkezinde iki tane proton, çevresinde de iki tane elektron olması lâzım. İki yörüngede veya aynı yörüngenin üzerinde iki elektron, merkezde de iki tane proton. Hayır, öyle olmuyor sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ yapıyı öyle yapmış ki; merkezde iki tane proton oluyor ama bir de merkez elektronu oluyor. Çevrede ise sadece tek elektron dönüyor. Burada Allahû Teala’nın verdiği bir boş bir faz elektrik yükleri, enerji yükleri sebebiyle merkezdeki iki protondan sadece bir tanesine enerji geliyor. Elektrona gelen enerji ile birinci protona gelen enerji aynı anda geldiği için, proton elektronu merkez elektronun kendisine çekiyor. Birleştiği zaman proton bu elektronla, eksik olan son elektron protona ulaştığı cihetle bu bir nötron vücuda getiriyor.

Bir nötron nötr bir hüviyet taşır, yani merkezinde 3676 tane elektron vardır, 3676 tane de karşıt elektron vardır. Protonunsa merkezinde 3675 tane elektron, 3676 tane karşıt elektron vardır. Yani protonlar nötronlardan sadece bir elektron eksik yapıdadırlar. İşte bu eksik elektronu merkez elektronu olarak kendisine çeken bir proton ne olur? 3676 tane karşıt elektronu vardı, 3675 tane elektronu vardı, bir elektron daha gelince ne oldu? 3676 tane de elektron oldu. Yani elektron sayısı ile karşıt elektron sayısı dengeye geldi ve bizim proton nötron oldu, nötr oldu. 3676 tane artı elektrik yüklü sistem, 3676 tane de eksi elektron yüklü sisteme dönüştü. Artı yükler eksi yükleri nötralize etti. Artık bir nötron vardır. Elektrik yükü hem artı hem elektrik yükü mevcut olduğu halde, dolu dolu mevcut olduğu halde birbirlerini yok ettikleri için sıfır noktada bir hüviyet kazandı. Burada artı elektrik yükü de eksi elektrik yükü de görüntüye çıkamayan, tesir sahası oluşturamayan bir eski nötron var, bir eski proton var ama sayısal denge tamamlandığı için artık elektrik yükü yok farz ediliyor. Aslında var. 3676 tane karşıt elektronun artı elektrik yüküne sahip; 3676 tane de elektronun eksi elektrik yüküne sahip ama bu yükler birbirini nötralize ediyor.  Ama bu olayın birinci yanı, ne gördük baştan başlayalım. Sol tarafta bir proton, sağ tarafta da bir proton var, ortada da merkez elektronu var. Birinci devrede soldaki protona enerji geldi, elektrona da aynı anda geldi ve manyetik alan elektronu kendisine çekerek birinci protonun manyetik alanı güçlendiği için, o elektron protona ulaşarak protonu nötrino haline getirdi. Diğer proton, proton olarak duruyor. İkinci devrede sol taraftaki nötron haline gelmiş olan protona enerji gelmiyor. Sağ taraftaki protona enerji geliyor. Niçin proton diyoruz? Zaten protondu. Bu protona gelen enerji aynı zamanda elektrona da enerji gelmesiyle aynı ana rastlıyor. Ve ikisi de elektro manyetik alan sahibi oldukları için, o anda sağ proton elektronu kendisine çekiyor. Bir elektron arttığı için de sağdaki proton nötron hüviyetine dönüşüyor. Ama solda birinci evrede nötron olan proton bir elektron kaybettiği için, tekrar proton hüviyetine dönüşüyor. Bir boş devre, ondan sonra gene faz devresi merkez elektronun her seferinde enerji akımı var. Sağdaki protona enerji akımı yok, soldaki protona enerji akımı var. Ve çekim gücü soldaki protona geçtiği için merkez elektronu soldaki proton tekrar çekiyor. Neyi oluşturuyor bu? Elektron tekrar soldaki protona geçmiştir, onu nötron yapmıştır. Böylece merkezdeki iki proton arasında devamlı bir değişim söz konusu. Merkez elektronun devamlı bir protondan ötekine hareketi söz konusu. Böylece merkezde devamlı protonların nötrona dönüşmesi, nötronların da protona dönüşmesi söz konusu. Devamlı bir vetire, kesintisiz bir vetire, sonsuz bir hareketlilik.

Şimdi kardeşimizin söylediklerine devam ediyoruz.

“Beta bozulması olarak bilinen nötronun bozularak proton ve elektron oluşması veya proton ve elektronun birleşip nötron oluşturmasını bilim adamları bildiği halde, çekirdekte de bunun oluşabileceğini tahmin edememekteler.” diyor.

Evet, onlar tahmin edemezler tabiatıyla ama hamdolsun ki Allahû Tealâ bize öğretiyor.

A şıkkında diyor ki kardeşimiz:  

“Yakın tarihli bilimsel olaylara baktığımız zaman, aslında Allahû Tealâ'nın bazı hastalıkları bilim adamlarına gösterdiğini, fakat bilim adamlarının bunları anlayacak ve idrak edecek yapıda olmadığını, bunların da açıklanmaya muhtaç olduğunu söyleyebilir miyiz?” 

Söyleyebiliriz. Yetmez, bir yazı hazırlamalıyız, bir açıklama hazırlamalıyız, bir manifesto hazırlamalıyız, bildiri. Ve Allah'ın kanunlarını bütün bu konuda çalışan kurumların hepsine resmi bir hüviyette, Internatıonal Mihr Foundation olarak ulaştırmalıyız diye düşünüyorum.

B şıkkında diyor ki kardeşimiz:  

“Her âleme gelen nötrinoların enerji kürelerinden oluştuğunu öğrendik. Elektronların da enerji kürelerinden oluştuğunu deneysel anlamda da anlatabileceğimiz bir düzenek olabilir mi?” 

Bakalım nereye gidiyor buradan kardeşimiz? “Bu konulardaki değerli açıklamalarınızı, emirlerinizi bekleriz.” diyor kardeşimiz.

Deneysel anlamda açıklayabileceğimiz bir düzeneği, elimizde deney yapabilecek olan imkânlar olmadığı için biz onları sunamayız. Ama sonuçların hepsini hamdolsun ki Allahû Tealâ bize öğretti. Hareketimiz; sonuçları onlara bildirerek, Allah'ın kanunlarını bildirerek bir türlü yerli yerine oturtamadıkları gerçekleri onların öğrenmesini temin etmek, dünyaya bu çağın en büyük hizmeti olur diye düşünüyoruz. Ve geleceğin ışıkları da buradan yanacak sevgili kardeşlerim. Allah razı olsun.

Ankara’dan O. A. kardeşimiz diyor ki:

SORU: ”Cardiff Üniversitesi bilim adamlarından Max Wallis, Chandra Wickramasinghe ve yeni teorisi, dünyadaki mikropların uzayda dağılmış oldukları görüşüne dayanıyormuş. Araştırmacıların hesaplarına göre: 'Organizmalar asteroit çarpışmaları ile dünyadan koparılarak kuyruklu yıldızların donmuş tabakalarına, buralardan da uzayın derinliklerine taşınmış olabilirler.' deniyor.”

CEVAP: Teori bu. Yani bütün teorilerde bir büyük hata görüyoruz; sanki kâinatın oluşması bu dünyadan dizayn ediliyormuş gibi. Dünyadaki mikroorganizmaları bir kuyruklu yıldızın alıp gitmesi. Dünya bu koskocaman kâinatta iki buçuk milyar galaksi diyoruz. İki buçuk milyar galakside, her birinde iki buçuk milyar yıldız diyoruz. Astronomların ulaşabildiği rakam kalın çizgilerle böyle. Bunun doğru olduğunu kabul edelim bir an için, dünya nedir ki? Ama öbür taraftan Allahû Tealâ indinde dünyanın ne olduğunu düşünüyorsanız; kâinatın merkezidir. Allah'ın dîn ilminin; Allah ile ilişkili ilimlerin merkezi burasıdır. 

“Bu kuyruklu yıldızlar milyonlarca yıl sonra Kuiper kuşağına ulaşıp Neptün yörüngesinin karşı tarafında bulunan küçük buz ve kaya topraklarının bol olduğu bölgeymiş. Kuiper kuşağı yaşamı içeren niteliklerini diğer kuyruklu yıldızlara aktarmış.”

Sevgili kardeşlerim, yani varsayımın değersizliğini görüyorum ben, aslında bahsetmeye bile gerek yok. Bu dünyada hayatı başlatan Allahû Tealâ, bunun gibi kim bilir kaç yüz gezegende hayat vücuda getirmiş. Yetmez, insan yaşıyor bizim gibi biraz değişik hüviyette ama insanlar yaşıyor. On yedi âyet-i kerime bunu söylüyor Kur'ân-ı Kerim'de. Yani hayatın merkezinin bu dünya olup, bu dünyadan başka gezegenlere hayat aktarılması bize çok akılcı bir yol olarak gelmiyor yani değerli de değil. Önemi de yok. Kâinattaki sayısız, 2,5 milyar galaksinin her birinde yüzlerce hayat olan gezegen var. Bu dünyadan oralara normal standartlarla ulaşmak zaten mümkün değil. Nihayet hareket haline geçen şey, maddelerden bahsediyoruz. Kuyruklu yıldızlar da dünya da netice itibarıyla makro âlemin birer parçası. Ve bunlar önemi olmayan açıklamalar diye düşünüyorum.

“Buz topaklarından oluşan bu kuyruklu yıldızlar düzenli aralıklarla Kuiper kuşağını terk ettikleri için, bazıları yabancı güneş sistemlerine ulaşarak yaşamın tohumunu atmış olabilir, diyorlar.”

Yani sadece bizim galaksimizden bahsediliyor. 2,5 milyar galaksinin bir tanesinde, hayatın dünyadan başladığı kabul edilerek başka gezegenlerden ve de bu dünyadan hayat ulaşması tezi işleniyor. Aslında hiç önemli bir şey olarak görünmüyor bize.

“Tezlerinde, mikroplar milyonlarca, hatta milyarlarca yıl sürecek olsa bile bu tür yolculukları atlatabilirlermiş. Dünya üzerinde de bir kaya içinde yaklaşık aynı süre dayanabilen mikroplar bulunmuş. Dünyamızdan bir kilogram ile bir ton kadar minik organizmanın yabancı güneş sistemlerine taşındığını tahmin eden Wallis ve Wickramasinghe, bir kilo organizmanın bile yeni bir gezegen sistemindeki yaşamı başlatmak için yeterli olduğunu söylüyormuş.”

Var sayıma dikkat edin sevgili kardeşlerim, dünya canlı organizmaların merkezi. Buradan diğer gezegenlere canlılık nasıl taşınmış? Konu bu. 

“Araştırmacı, güneş gözlem evi Soho’nun kızıl ötesi spektrometresi ile Kudo-Fujikawa kuyruklu yıldızında ilk kez karbon iyonları saptamış, tespit etmiş. İyonlaşmış karbon genelde genç yıldızların çevresindeki gezegen doğum bölgelerinde bulunurmuş. Monthly Notices of the Royal Astronomical Society dergisinin son sayısında Bill Napier’ın tahmini şöyle: ‘Dünyadan kopan organik malzemeli kaya parçaları uzayda yavaş yavaş aşınıp iyice küçüldüklerinde, güneş ışınlarının etkisiyle gezen sistemimizden dışarı atılır. İşte bu nedenle,’ diyor Napier, “güneş sistemi uyumakta olan mikroplardan oluşan bir biyosferle çevrili olabilir.’ Bilim adamlarının aslında son derece ilginç sonuçları var. Bu sonuçlardan birine göre ise yaşam, on milyardan daha kısa bir süre içinde (samanyolunun tahmini yaşı bu kadar) galakside yayılmış olabilir. Bu da yaşamın galakside son derece geniş alanlara yayıldığını, ancak büyük bir olasılıkla dünya kökenli olmadığı anlamına gelmekteymiş.” 

Nihayet böyle bir noktaya varmışlar. Hay Allah razı olsun.

“Amerikalı Bilim adamları ise son tasarımlarıyla uzaydaki yaşama biraz daha yaklaştıklarını söylüyor. Tasarımlar yolculuk eden mikropların sayısız vahalar bulmaları gerektiğini gösterince, Washington Üniversitesinden Sean Reymond, bir güneş sisteminin oluşumunu bilgisayarda kırk dört kez tasarlamış.Icarus dergisindeki yazıda, bu senaryoların her biriyle dünya benzeri dört gezegenin saptandığından söz edilmekteymiş. Ve bunların arasındaysa yaşanabilir 11 gezegen bulunmuş ki, bunlar da güneşlerinin etrafında tıpkı dünyanınkine yakın bir mesafede dönüyorlarmış. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diyor.

Düşündüklerimizi söyledik sevgili kardeşlerim. 

 İstanbul’dan Z. Ö. kardeşimiz der ki:

SORU: Dünyamız normalde kendisini güneşten yansıyan enerji rüzgârları ve diğer kozmik ışınlardan koruyan bir kalkanla çevrilidir. 

CEVAP: Bakalım, kalkan neymiş? 

“Fakat zaman zaman bazı yırtıklar oluşabiliyor. Bu kalkanda yırtıklar oluşabiliyor. Bilim adamlarının son bulgularına göre bu yırtıklar birkaç saat kadar devam ederek, güneş rüzgârlarındaki elektron ve iyonların atmosferin üst tabakalarına ulaşmalarına neden olabilmekteymiş.”

Güneş rüzgârlarındaki elektron ve iyonların atmosferin üst tabakalarına ulaşmalarına neden olabilmekteymiş.

“Bu durumda, kutup ışığı gibi gök olaylarını doğurduğu gibi, telsiz ve uydu iletişimlerinin aksamalarına da yol açabiliyormuş. ‘Dünya rüzgâr alan eski bir ev gibidir.’ diyor Berkeley Üniversitesi araştırmacısı Harold Frey. Manyetik alan her ne kadar dünyayı uzaydan yansıyan ışınlardan önemli ölçüde korusa da bazı ışınlar zaman zaman içeri sızabiliyor.”

Manyetik alan, şu yukarda kalkan olarak geçen.

“Normalde kendisini güneşten yansıyan enerji rüzgârları ve diğer kozmik ışınlardan koruyan bir kalkanla çevrilidir dünyamız.” diyor. 

Bu kozmik ışın kalkanı manyetik alanlar. Yani dünyamızın içinden geçerek kuzey kutbuna kadar ulaşan, kuzey kutbundan çıkıp dünyanın çevresini yalayarak tekrar güney kutbuna dönen dünyanın bütün çevresini yalayarak ve güney kutbunda tekrar toprağın içine giren ve sonsuz bir akım halinde kesintisiz bir şekilde devam eden bir manyetik alan akımı.

“Bilim adamları manyetosferdeki yırtık oluşumuyla (yani manyetik alanın yırtığı) ilgili yeni bilgiler sayesinde güneşteki patlamaların dünya üzerindeki etkisini daha iyi önleyebileceklerini düşünüyorlarmış.”

Allahû Tealâ, dünyayı hayat olan bir gezegen olarak yaratmış. Burada hayatın var olacağını Allahû Tealâ uygun görüyor. Burada hayat olacak. Ve Allahû Tealâ hayatı sudan başlatmış; insanı dünya adı verilen bu gezegene indirmeden milyonlarca yıl önce. Ve suda başlayan hayat, karaya sıçramış. Karada bir sürü hayvanlar oluşmuş. Gökte kuşları Allahû Tealâ oluşturmuş. Karada, denizde, göklerde, her yerde hayatı vücuda getirmiş. İnsanın yaşayabileceği bir atmosferi, bir ortamı, bir fizik ortamını vücuda getirdikten sonra Âdem (A.S) ve Havva anamız bu dünyaya indiriliyor. Ve dünya bir insanın yaşaması için gerekli bütün standartları haiz.

Öyleyse, dünyada manyetik alanların ötesinde bir de ozon tabakası var; ışıkların dünyamızı etkilemesine engel olan. O da bir kalkan olarak çalışıyor.

Bursa’dan F. U. kardeşimiz diyor ki:

SORU: Singapurlu bilim adamları, bir genin alzheimer hastalığının ilerlemesini durdurabileceğini tespit etmişler. Bilim adamı Li hui Chang, pin1 geninin beyinde bulunan sinir hücrelerindeki değişimleri tamir eden bir protein ürettiğini söylemiş. 

CEVAP: Beyindeki sinir hücrelerindeki değişimleri tamir eden; yani aşınma veya herhangi bir şekildeki değişimi tamir eden bir özellik, bir protein.

“Chang, fareler üzerinde yapılan deneylerde, pin1 geni alınan farelerin beyinlerindeki sinir hücrelerinin değişime uğradığını belirterek, bu genin sağlıklı beyinlerde çok miktarda bulunduğunu, alzheimer hastalarında ise daha az olduğunu kaydetmiş.” 

Demek ki bu genin beyinde arttırılması halinde beynin özelliğini; alzheimer hastalığının oluşmasını engelleyen özelliğini uzun süre devam ettirmesi söz konusu olacak.

“Bilim adamları bu bilgiler ışığında, alzheimer hastalığının tedavisinde yeni adımlar atılabileceğini söylemişler.”

Gerçekten ilginç bir buluş. Ve sadece alzheimer hastalığının değil, belki başka beyinle alâkalı başka hastalıkların da önlenebilmesi bu genin üretilmesiyle ve tıp tarafından kullanım alanına sokulmasıyla geçekleştirilecektir diye düşünüyoruz.

Adana’dan H. G. kardeşimiz diyor ki:

SORU: Fareler üzerinde yapılan bir çalışma, şizofreninin psikotik semptomlarına tek bir molekülün neden olabileceği öne sürülüyor. Şizofreni dünya çapında yirmi dört milyon kişiyi etkiliyormuş. Nöro ileticiliğinden kimyasal taşıyıcılar durumu olumsuz etkiliyormuş.

CEVAP: Nöro iletici, sinirleri birbirine bağlayan bir iletici sistem. 

“Farklı araştırmacılar, bir molekülü hastalıktan sorumlu tutuyorlarmış. New York Rockefeller Üniversitesi’n den Paul Greengard ve arkadaşları zihin etkileyen ilaçlar olan Amfetamin, LSD ve melek tozu olarak da bilinen PCP ile fareleri etkilemişler. Bu üç uyuşturucudan her biri nöro iletici sistemin belli bir noktasını etkiler; ayrıca beyin ve davranış üzerine benzer etkiler yaratırmış.”

Yani hem LSD hem melek tozu hem de PCP.

“Ekip bu üç maddenin de aynı beyin proteinini, DARPP 32'yi değiştirdiğini bulmuş.” 

Beyin proteini, beyindeki yüzlerce proteinden bir tanesi DARPP 32; bunu değiştirdiğini bulmuş.

“Hayvanlar, sinirlilik ve yinelenen kaşınma gibi şizofrenik semptomlar geliştirmiş.”

Devamlı kaşınma ve şizofrenik semptomlar.

“Bir sonraki adımda moleküler bir değişikliğin nasıl halüsinasyon ve abuksama yarattığı araştırılacakmış.”

Gene bu genle alakâlı.

…W. Üniversitesi’nden dopamin uzmanı A.D, DARPP 32'yi hedefleyen ilaçların birçok nöro ileticiyi etkileyeceğini belirtiyormuş. Böylelikle yan etkiler azalırken ilaçlar daha iyi sonuç verebilecekmiş.”

Bu konudaki düşüncelerimiz, aslında bu şizofreninin tedavisinde bir genin kullanılması gün geçtikçe genetik kodların ne kadar önem taşıdığını bizlere açık bir şekilde ifade ediyor.

Sevgili kardeşlerim, tıbbın gelecekteki savaşı tamamen genetiğe dönük olacaktır. Ve içimizdeki Allahû Tealâ’nın temin ettiği immün sistemin muhafızları, bu vücudu bütünüyle koruyabilecek olan bütün özelliklerin sahibi. Onların faydalı alanlarının genişletilip, zararlı kesimlerin yok edilmesi mikro planda, hatta nano planda değerlendirilmesi insanlığı yeni bir hedefe götürecek; sağlıklı bir yaşam. 

Denizli’den E. T. kardeşimiz diyor ki:

SORU: Beyine göre insanın kendi gölgesi tıpkı kol ve bacak gibi bedenin bir parçası. Psikologlar, gölgenin insanın bir mekân içinde daha kolay hareket etmesine yardımcı olduğunu söylüyormuş. Trento Üniversitesi bilim adamları deneyler sırasında, deneklerin ellerinin yakınındaki küçük lambalara en az gölgedeki görüntüsü kadar reaksiyon gösterdiklerini saptamışlar.

CEVAP: Yakındaki küçük lambalara en az gölgedeki görüntüsü kadar reaksiyon gösterdiklerini saptamışlar.

“Buna göre insanlar, kendi gölgelerini bedenlerinin bir parçası gibi algılıyorlarmış.”

Biraz anlaşılması güç bir konu. Gölgenin bedenin bir parçası gibi algılanabilmesi. 

“Bulguyu, pek şaşırtıcı bulmayan psikolog Francesko Pavani, ‘Gölgemizin üzerine düşen yabancı bir gölgenin ne kadar rahatsız edici olduğunu çocukluğumuzdan biliriz.’ diyor. Pavani, çalışma arkadaşı Umberto Castiello ile parmaklarına dokunulduklarında işaret vermeleri istenen on yetişkinin reaksiyonunu test etmiş. Araştırmalar, önce lambaları parmak uçlarının hemen yanına, daha sonra da parmağın gölgesine yerleştirmişler. İlginç bir biçimde yanıp sönen ışıklar, her iki durumda da dokunuşların algılanmasını zorlaştırmış. Denekler her iki durumda da dokunuşları hissetmekte zorluk çekmişler. Ama gölge kendilerine ait olmadığı zaman, yanıp sönen ışık rahatsız etmemiş. Bilim adamları bunu, kişinin kendi gölgesinin önemli ölçüde etkili olduğu ve beyin tarafından güvenli bir biçimde işleniyor olmasına bağlıyormuş. Benzer fenomeni bilim adamları şimdiye dek sadece objelerde biliyorlarmış. Ama gölgenin de bedenin bir parçası gibi algılandığı yeni keşfedilmiş. Pavani ve Castiello'nun bulguları için parlak bir açıklamaları da var: ‘Gölgenin algılanışı, bedenimiz ve dış dünya arasındaki mesafeyi ayarlıyor. Ama bedenimizin gerçek görüntüsü beden pozisyonunu ayarlamak ve çevredeki objelere reaksiyon göstermemizi sağlamakta.’ demişler.”

Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de birçok yerde gölgelerden bahsediyor sevgili kardeşlerim. Bu gölgelerin fonksiyonel oluşu ilk defa ortaya konuluyor.

 “İnsanlar ve gölgeleri hep Allah'a secde ederler.” diyor Allahû Tealâ.

13/RA'D-15: Ve lillâhi yescudu men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ)

Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam, isteseler de istemeseler de Allah’a secde ederler. (Fizik vücutların gölgesi nefs ve ruhtur. Fizik vücutlar secde edince, nefsler de secde ederler. Ruh hasletleri ile isteyerek secde eder. Nefs, afetlerinden dolayı istemeyerek secde eder. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse, nefs tezkiyesine ulaşınca; ağırlık Allah’ın nurlarına geçer. O zaman nefs de isteyerek secde eder.)



Gölgenin fizik bedenimizin bir parçası, bir uzantısı olması olayı, üzerinde çok düşünülmesi lâzım gelen bir konu. 

İstanbul’dan A. K. kardeşimiz diyor ki:

SORU: Şu anda uzayda diğer gezegenlerde sizin bize öğretmiş olduğunuz üzere yaşam olduğunu öğrendik. Acaba bunlar insan mıdır?

CEVAP: Evet, birçok gezegende insan var. 

“Bu insanlar kâinatın yaratılmasından bu yana dünyanın dışında mı yaşamaktadır?”

Evet.

“Yoksa milyonlarca yıl önce insanlığın teknolojide ilerlemesi ve savaşlar, hastalıklar, ölümler nedeni ile araçlarla dünyayı terk etmiş insanlar mıdır?”

Oralarda da Allahû Tealâ hayatı oluşturmuş. Dünyayı terk eden insanların da başka bir gezegene gitmeleri mümkün. Ama onların ulaşamayacakları çok uzak mesafelerde de insanlar mevcut.

“Ve eğer insan değillerse kendilerine tebliğ ulaşmakta mıdır?”

İnsandırlar. Hayvanlar da var yaşadıkları yerlerde.

“Ve Allah, kendilerini Allah'a ulaşmayı dilemekle yükümlü kılmış mıdır?”

Elbette. Muhakkak.

Ankara’dan A. S. kardeşimiz diyor ki:

SORU: Haber bülteni… çıkan haberde bilim adamları, laboratuvar ortamında deneyler yaptı: Besmele mucizesi. Besmele ile kesilen hayvan eti ile besmelesiz kesilen hayvan eti üzerinde yaptıkları araştırmalar sonunda, bilim adamları besmelenin tıbbî bir mucizesini keşfetti.
(Besmele ile kesilen hayvan eti ile besmelesiz kesilen hayvan eti üzerinde yaptıkları araştırmalar sonunda bilim adamları, besmelenin tbbî bir mucizesini keşfetti.) İnternetteki Arapça sitelerden Muhit.com da yer alan habere göre, Suriye’nin çeşitli üniversitelerinde farklı alanlarda uzman olan 30 profesörden oluşan bir araştırma grubu, Şam’da üç sene boyunca besmele ile kesilen hayvan etleriyle besmelesiz kesilen hayvan etleri arasındaki farkları ortaya çıkarmak için laboratuvar ortamında deneyler yaptı. Bilim adamları hayvan ve kuş kesimlerinde dînen gerekli olan, ‘bismillâhi allâhu ekber’ sözünün kesilen etler üzerinde etkileri olduğu sonucuna vardı. Araştırmacılar, laboratuvar ortamında yapılan deneylerde besmelesiz kesilen sığır, küçükbaş ve kuşların et dokularında pıhtılaşmış kan, çoğalmaya müsait bakteri ve mikroplar tespit ederken, besmele ile kesilen hayvan et dokularında ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadığını ifade etmişler.”

CEVAP: Ne kan var ne mikrop ne bakteriler.

“Bu sürpriz sonucun insan sağlığı açısından tıpta bilimsel bir devrim olduğunu belirtmişler.”

Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ'nın vücuda getirdiği ve emrettiği her şey, mutlaka biz insanların bir kısmına henüz varamadığımız bir takım Allah'ın sırlarını ihata etmektedir ve ihtiva etmektedir. Öyleyse Allah'ın dediğini yapalım. Besmeleyle hayvanlarımızı keselim. Ve dünya için çok önemli bir bulgu bu, şu andaki bulgu. Bunun lâzım gelen boyutta inşaallah değerini bilerek, Allahû Tealâ'ya hamd edelim ve şükredelim.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali M İ H R