}
Yâsin Suresi 31-46 (Âyetlerin Sırları) 27.05.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108076

SOHBETİN ADI: YÂSÎN SURESİ 31-46 (Âyetlerin Sırları)

TARİH: 27.05.2004 

 

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri dersinde birlikteyiz. Bir defa daha söyleyelim ki; Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, Kur’ân’ın lafzının değil; ruhunun anlatımıdır ve Allah’a bağlı açıklama gerektirir.


Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


Yâsîn Suresi, 31. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-31: E lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn(yerciûne).

Ondan önceki nice nesillerden (kimleri) helâk ettiğimizi, onların (helâk edilenlerin) kendilerine dönmediklerini görmediler mi?


e: …mı?

lem yerev: Görmediler.

kem: Nice, kaç.

ehleknâ: Biz helâk ettik.

kable-hum: Onlardan önce.

min el kurûni: Aynı asrın insanlarından, nesillerden.

enne-hum: Muhakkak ki onlar.

ileyhim: Onlara.

lâ yerciûne: Dönmezler.


“Ondan önceki nice nesillerden helâk ettiğimizi, onların (helâk edilenlerin) kendilerine dönmediklerini görmediler mi?”


“Nice nesillerden helâk ettiğimizi (nice nesillerden kimleri helâk ettiğimizi) ve onların kendilerine dönmediklerini görmediler mi?”


Allahû Tealâ sayhayla, Allahû Tealâ gökten taş yağdırarak, Allahû Tealâ çekirgeleri insanların üzerine musallat ederek, denizin içinde boğarak nice nesilleri yok etmiş. O nesiller, elbette öldükten sonra bu dünyaya tekrar geriye dönmüyorlar ve ancak kıyâmet günü diriltilecekler.

 

Ve Yâsîn Suresi, 32. âyet-i kerime:


Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-32: Ve in kullun lemmâ cemîun ledeynâ muhdarûn(muhdarûne).

Ve ancak herkes toplandığı zaman (onlar da) huzurumuzda hazır bulundurulacak olanlardır.

ve in: Ve ancak.

kullun: Hepsi.

lemmâ: Olduğu zaman.

cemîun: Toplanma.

ledeynâ: Huzurumuzda.

muhdarûne: Hazır bulundurulanlar.


“Ve ancak herkes toplandığı zaman, (onlar da) huzurumuzda hazır bulundurulacak olanlardır.”

ve in kullun: Onların hepsi.

lemmâ cemîun: Herkes toplandığı zaman.

ledeynâ muhdarûn: Bizim huzurumuzda hazır olacaklardır.


Yani Allahû Tealâ demin söylediğimiz gibi, kıyâmet günü onların da bütün insanlar gibi Allah’ın huzurunda hazır bulunacağını, Allah’ın huzurunda toplanacağını ifade buyuruyor. Herkes nasıl Haşr Meydanı’nda toplanacaksa, o hangi nesil olursa olsun, o nesilde ölmüş olanlarda orada kendi nesilleriyle birlikte toplanacaklardır. Her nesil, kendileriyle beraber yaşayanların dizaynı içerisinde toplanacaklardır. Her nesil, kendilerine ayrılan yerde bulunacaklardır, Mahşer Meydanı’nda.


Kıyâmet günkü toplantıdan bahsediyor Allahû Tealâ:


“Herkesin, Allah’ın huzurunda toplandığı zaman.”


Yani zaman durduğunda, evvelâ zaman duracak, sonra geri dönecektir. Geri dönerken, herkesin yaşadığı günlere zaman ulaştığında onlar mezarlarından çıkıp canlı hale geleceklerdir. O günü yaşayacaklardır, geçmiş zamanı yaşayacaklardır ve kendi bulundukları âlemde yerçekimi kuvveti olmayacağı için onların gidecekleri yer, yerçekimi olan tek yer mahşer meydanıdır, oraya ulaşacaklardır.

 

Ve 33. âyet-i kerime:


Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-33: Ve âyetun lehumul ardul meyteh(meytetu), ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhu ye’kulûn(ye’kulûne).

Ve ölü toprak onlara bir âyettir (mucizedir). Onu dirilttik ve ondan habbeler (taneler) çıkarttık. Böylece ondan yerler.


ve âyetun: Ve bir âyet, bir mucize, bir delil.

lehum: Onlar için.

el ardu: Arz, yeryüzü, yer, toprak.

el meytetu: Ölü.

ahyeynâ-hâ: Biz onu dirilttik.

ve ahrecnâ: Ve Biz çıkarttık.

min-hâ: Ondan.

habben: Taneler.

fe: Böylece.

min-hu: Ondan.

ye’kulûne: Yerler.


Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:


“Ve ölü toprak, onlara bir âyettir (bir mucizedir). Onu dirilttik ve ondan habbeler (taneler) çıkarttık. Böylece ondan yerler.”


Toprak ölüyken, Allahû Tealâ semadan (göklerden) su indiriyor. Su ile toprağı canlandırıyor, toprağa hayat getiriyor. Ağaçlar yeşeriyor ve tekrar hayat geri geliyor bitkiler dünyasına.


Ve: “Bunların hepsi birer mucizedir.” diyor Allahû Tealâ.


Elbette Allaû Tealâ’nın mucizesi. Ağaçlar, eğer su olmazsa klorofil özümlemesi yapamazlar. Yani köklerinden aldıkları suyla, havadan aldıkları karbondioksitle, aynı zamanda yapraklarından da aldıkları suyla klorofil özümlemesi yapamazlar. Ve su ve karbondioksitin devreye girmesiyle güneş ışığından da yararlanmak suretiyle reaktör olarak devreye sokarak güneş ışıklarını, fotosentez yoluyla bitkiler karbonhidroksitleri oluştururlar, yani kendi gıdalarını oluştururlar ve oksijen açığa çıkar; yani insanların ve hayvanların hayatî maddesi olan oksijen. Oksijen olmasa biz insanlar yaşayamayız, ama karbondioksit olmasa bitkiler de yaşayamaz.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, görüyorsunuz ki Allahû Tealâ, bitkileri ve insan ve hayvanları iki grup halinde yaratmış. İnsan ve hayvanlar bir grup; havadan oksijen alıp havaya karbondioksit bırakırlar, artık madde olarak. Oksijen, bitkilerin artık maddesidir. Ama insanların artık maddesi olan karbondioksit olmasa, bitkiler klorofil özümlemesi yapamazlar ve oksijeni açığa çıkartamazlar. Tabiatta devamlı bir döngü söz konusu, hep birbirine muhtaç olan sistemler söz konusu.


34. âyet-i kerime:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-34: Ve cealnâ fîhâ cennâtin min nahîlin ve a’nâbin ve feccernâ fîhâ minel uyûn(uyûni).

Ve orada, hurma ve üzüm bahçeleri kıldık (yaptık). Ve orada, pınarlar fışkırttık.


ve cealnâ: Ve Biz kıldık, yaptık.

fî-hâ: Orada.

cennâtin: Bahçeler.

min nahîlin: Hurmalıklar(dan).

ve a’nâbin: Ve üzüm (bağları).

ve feccernâ: Ve fışkırttık.

fî-hâ: Orada.

min el uyûni: Pınarlar.

 

 

“Ve orada, hurma ve üzüm bahçeleri kıldık (yaptık). Ve orada, pınarlar fışkırttık.”


Allahû Tealâ, dirilttiği topraklardan bahsediyor. O topraklarda neler yaptığını söylüyor:


“Orada, hurma ve üzüm bahçeleri kıldık (yaptık). Ve orada, pınarlar fışkırttık.”


Nasıl oluşuyor pınarlar? Göklerden yağan yağmurlar toprağın altına giriyor, orada birikiyor ve sonra taşıyor. Ve Allahû Tealâ’nın orada vücuda getirdiği itiş gücüyle sular yeryüzüne çıkıyor ve çıkana kadar birçok engeli aşarak çıktıkları için bir temizlenme söz konusu oluyor, arınma söz konusu oluyor ve pınardan berrak, pırıl pırıl sular fışkırıyor.

 

Ve 35. âyet-i kerime:


Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-35: Li ye’kulû min semerihî ve mâ âmilethu eydîhim, e fe lâ yeşkurûn(yeşkurûne).

Onun ürünlerinden (meyvelerinden) ve elleriyle yaptıklarından yesinler diye. Hâlâ şükretmezler mi?



li ye’kulû: Yesinler.

min semeri-hi: Onun ürününden, meyvesinden.

ve mâ: Ve şey.

âmilet-hu: Onu yaptılar.

eydî-him: (Onların) elleri.

e: …mı?

fe: O hâlde, hâlâ.

lâ yeşkurûne: Şükretmiyorlar, şükretmezler.


“Onun ürünlerinden (meyvelerinden) (ürünlerinden; semeresinden; meyvelerinden) ve elleriyle yaptıklarından yesinler diye. Hâlâ şükretmezler mi?”


Allahû Tealâ diyor:


“e fe lâ yeşkurûne: Hâlâ şükretmezler mi?”


Neden? Allahû Tealâ’nın çıkardığı suyla su ihtiyaçlarını gideriyorlar. Allah’ın yetiştirdiği ağaçlardan meyvelerle meyve ihtiyaçlarını gideriyorlar. Ektikleri buğdaydan, arpadan semere alıyorlar, onlarla da bütün gıda ihtiyaçlarını gideriyorlar. Denizlerde balıklar, hayvanlar, göklerde kuşlar, yerde büyük ve küçükbaş hayvanlar, hepsi insan için yaratılmış. Atlar; üzerine binilip dolaşılsın diye, koyunlar, inekler, davarlar; insanlar onları kesip etlerinden yesinler diye, sütlerinden faydalansınlar diye.


Sevgili kardeşlerim, her şey öylesine güzel ki. Allahû Tealâ her şeyi biz insanlar için yaratmış. Ve insanların hayatı; Allah’a göre asıl olan odur. Allah’tan bir varlığı; ruhu bünyesinde taşıyan tek varlık insandır. Ve biz ruhumuzu Allahû Tealâ’ya geri döndürdüğümüz zaman, gene ruhsuz kalmıyoruz, başımızın üzerinde devrin imamının ruhu gene bulunuyor. Yani her insan mutlaka ruh adı verilen bir emanetle her an beraberdir. Onun için bütün diğer varlıklardan üstündür. Allah’a ait, Allah’ın olan, Allah’a mutlaka iade edilmesi gereken bir ruh; o, insanda mutlak olarak vardır, sadece insanda.

 

Ve Yâsîn Suresinin 36. âyet-i kerimesi:


36/YÂSÎN-36: Subhânellezî halakal ezvâce kullehâ mimmâ tunbitulardu ve min enfusihim ve mimmâ lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Arzın yetiştirdiği herşeyden, onların nefslerinden ve bilmedikleri şeylerden çiftler (eşler) yaratan, O (Allah), Sübhan’dır (herşeyden münezzeh).

 

subhânellezî (subhâne ellezî): O Sübhan’dır, her şeyden münezzehtir.

halaka: Yarattı.

el ezvâce: Çiftler, eşler.

kulle-hâ: Onun hepsi.

mimmâ (min mâ): Şeylerden.

tunbitu: Yetiştirir.

el ardu: Arz, yer.

ve min enfusi-him: Ve onların nefslerinden.

ve mimmâ (min mâ): Ve şeylerden.

lâ ya’lemûne: Bilmezler, bilmiyorlar.

 

“Arzın (dünyadaki şu kara toprağın) yetiştirdiği her şeyden, onların nefslerinden ve bilmedikleri şeylerden çiftler (eşler) yaratan, O (Allah), Sübhan’dır (her şeyden münezzehtir).”

Arzın yetiştirdiği her şey, çift olarak yaratılıyor. Yani daima bir dişi, bir de erkek var.


“Onların nefslerinden (insanların da kendilerinden) erkek ve de dişi olmak üzere gene çiftler yaratan O, Allah’tır. Bir de bilmedikleri şeylerden çiftler yaratan.”


Bilmedikleri ne? Şeytanları bilmiyorlar, görmemişler. Cinleri bilmiyorlar, görmemişler. Onlardan da çiftler yaratıyor Allahû Tealâ. Hayvanlardan da yaratıyor. Hayvanların bir kısmını biliyoruz, bir kısmını bilmiyoruz. Afrika’nın bilmem hangi ormanında, hiç görmediğimiz bir mahlûkun da herhangi bir mahlûkun, bir kuşun, bir hayvanın mutlaka çift olması gerekir ki; nesli devam edebilsin. Sonsuz hayatı böyle devam ettiriyor. Çiftler yaratıyor. Çiftlerin çocukları oluyor. O çocuklar büyüyor, onların çocukları oluyor. O çocuklar büyüyor, onların çocukları oluyor. Bu arada evvelkilerin hepsi sırayla ölmüş oluyorlar. Ama nesiller boyu insanlık ve hayvanlar devam ediyor, hayat devam ediyor.

 

Ve 37. âyet-i kerime, Yâsîn Suresi:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-37: Ve âyetun lehumul leyl(leylu), neslehu minhun nehâre fe izâ hum muzlimûn(muzlimûne).

Ve gece onlar için bir âyettir (ibrettir). Ondan gündüzü sıyırırız (çekip alırız). O zaman onlar karanlıkta kalanlardır.



ve âyetun: Ve bir âyet, delil, mucize, ibret.

lehum: Onlar için, onlara.

el leylu: Gece.

neslehu: Sıyırırız, çekip alırız.

min-hu: Ondan.

en nehâre: Gündüz.

fe: O zaman.

izâ: Olduğu zaman.

hum: Onlar.

muzlimûne: Karanlıkta kalan kimseler, karanlıkta kalanlar.


zulüm: Karanlık.

zulümât: Karanlıklar.

muzlimûn: Karanlığın zarar verdiği, karanlıkta kalan kimseler.

 

“Ve gece, onlar için bir âyettir (ibrettir). Ondan gündüzü sıyırırız (çekip alırız). O zaman onlar, karanlıkta kalanlardır.”


Allahû Tealâ: “Ve gece, onlar için bir ibrettir.” diyor, “Bir âyettir.”


Çünkü gece karanlıktır. Gündüzün aydınlığındaki gibi insanlar birbirlerini ve her şeyi göremezler. Gündüzden tamamen farklı bir dizayn. Ay olursa, bir ölçüde aydınlatır, olmazsa gece karanlıktır.


“Ondan gündüzü sıyırırız.” diyor Allahû Tealâ, “Çekip alırız (neslehu).”


Allahû Tealâ’nın Güneş’in etrafında Dünya’yı döndürerek yılı vücuda getirmesi ve Güneş’in etrafında dönen Dünya’yı kendi etrafında çevirerek, Güneş’in geldiği yer, devamlı değişeceği için gecelerin ve gündüzlerin ardarda gelmesi. Dünya mütemadiyen döndüğü için, her 24 saatte bir dönüşünü tamamlıyor Dünya. Burada da dönüşün tamamlanması söz konusu. Ve her 24 saat tamamlandığında dünyada her taraf hem gece olmuştur hem de gündüz olmuştur, hem geceyi yaşamıştır hem gündüzü yaşamıştır. Her 24 saatin tamamlandığında dünyadaki her yer, hem geceyi hem gündüzü yaşamış olur.  

 

Yâsîn Suresi, 38. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-38: Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).

Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi bilen) Allah’ın takdiridir.


ve eş şemsu: Ve Güneş.

tecrî: Akar, gider.

li: İçin.

mustekarrin: Karar kılınmış, kararlaştırılmış.

lehâ: Ona.

zâlike: İşte bu.

takdîru: Takdir.

el azîzi : Azîz olan, güçlü ve üstün olan.

el alîmi: Alîm olan, en iyi bilen.

 

 

“Ve Güneş, onun için kararlaştırılmış (yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi bilen) Allah’ın takdiridir.”


“Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider.”

 

Biliyorsunuz; Dünya ile beraber daha birçok gezegen, Güneş’in etrafında eliptik bir yörünge üzerinde gider. Eliptik bir yörünge. Eliptik bir yörüngede Dünya da diğer yıldızlar da Neptün, Uranüs, Satürn, birçok yıldız, Güneş’in etrafında dönmektedirler. Hepsi eliptik bir yörüngede, hem de hepsi kendi etraflarında da dönerler. Bu, istikrarlı bir dizayndır.


Yani mustekarr; istikrar bulmuş, tespit edilmiş, karar kılmış.


“İstikrarlı kılınan bir yörüngede.” diyor. Yörünge hiçbir zaman bozulmaz. Dünya, Güneş’in etrafında bu seyr-ü seferini, 365 gün 6 saat, ondan sonra da şu kadar dakika, şu kadar saniyede alır. Ve Güneş’in etrafında Dünya dönmesine devam eder, gider. Kararlı bir şekilde, her sene turunu aynı süreç içerisinde tamamlar, aynı zaman parçasında tamamlar. Kendi etrafındaki dönüşünü de hep 24 saatte tamamlar. O zaman; istikrarlı kılınmış, müstekar bir müessese.

 

Âyet-39, Yâsîn Suresi, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:


36/YÂSÎN-39: Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm(kadîmi).

Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik.

ve el kamere: Ve kamer, ay.

kaddernâ-hu: Biz ona takdir ettik.

menâzile: Menziller.

hattâ: Oluncaya kadar.

âde: Döndü.

ke: Gibi.

el urcûni: Hurma salkımının dalı.

el kadîmi: Eski (kurumuş).


“Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı şekli gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) hâline dönüp gelinceye kadar, ona menziller takdir ettik.”


“Bedir halinden hilâl haline dönünceye kadar.”


 Kurumuş bir hurma salkımı şekli; bir yay şekli ve bu şekil, o kurumuş hurma dalı gibi.


“Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden, tam ay şeklinden) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik.”


Biliyorsunuz ki; Ay’ın dolaştığı 12 tane menzil var, adlarına burçlar deniliyor. Bu da bir zülmanî ilmin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ve “ilm-i nücûm” deniyor adına, yıldızlar ilmi. Ay’ın uğradığı takımyıldızların her birinin ayrı adı var; yay burcu, boğa burcu ve daha birçok burçlar. Bir burçtan, Ay’ın öteki burca ulaşması yaklaşık 28 gün sürüyor. Oysaki güneş takviminde aylar birer aydır, 30’ar gündür. Ama güneş takvimindeki 28 veya 29 günlük aylar sebebiyle, 12 ay tamamlandığında, 365 gün değil, 355-356 gün oluşur. Yani ay takvimi, her yıl güneş takviminden 10 gün kısa kalır ve Allahû Tealâ’nın bu konuda Ramazan ayı için insanlara bir kolaylık oluşturması söz konusu. Sadece en sıcak olan aylarda, en soğuk olan aylarda değil, bütün aylarda Ramazan yaşanır. Her sene Ramazan 10 gün evvele gelir, güneş takviminin kısalığı sebebiyle 10 gün evvele gelir. Ve 365 gün olduğuna göre sene, demek ki 10’ar günden 36 yılda veya 37 yılda, bütün aylardaki oruçlar tamamlanmış olur. 36 yılda herkes, bütün aylarda oruç tutmuş olur, her sene 10 gün evvele gittiği için. Ramazanı bu tarzda Allahû Tealâ bütün insanların yaşadıkları, bütün zaman parçalarında yaşadıkları bir hale getirmiş. En kısa günlerde değil, en uzun günlerde de değil, sadece en kısa günlerde değil, sadece en uzun günlerde de değil, bütün günleri 36 yılda insanoğlu, her sene bir ayını oruçlu geçirmek suretiyle, bütün günlerde her türlü günde oruç tutmuş oluyor.


İşte bu yay burcu, akrep burcu gibi, boğa burcu gibi burçların 12 tanesi bir araya geldiği zaman, bir yıldızlar ilmi; ilm-i nücûm oluşmuş. Bu, rabbanî bir ilim değildir.

 

Yâsîn Suresinin 40. âyet-i kerimesi:


Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-40: Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).

Güneş’in Ay’a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler (seyrederler).



“leş şemsu.”

Allahû Tealâ: “Güneş.” diyor.

lâ eş şemsu: Güneş olmaz, güneş olamaz.

yenbegî: Gerekir, mümkün olur.

lehâ: Ona.

en tudrike: Erişmek, yetişmek.

el kamere: Kamer, ay.

ve lel leylu (ve lâ el leylu): Ve gece olmaz (olamaz).

sâbikun: Öne geçen.

en nehâri: Gündüz.

ve kullun: Ve hepsi.

: İçinde.

felekin: Felek, yörünge.

yesbehûne: Yüzerler, seyrederler, giderler.

 

Allahû Tealâ buyuruyor ki:


“Güneş’in Ay’a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz.”

Birisi bitmeden birisi oluşmaz. Gece bitmeden gündüz oluşmaz, gündüz bitmeden gece oluşmaz.

 

“Ve hepsi, feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler (seyrederler).”


Şimdi burada Güneş’in de kendi etrafında dönmesi lâzım. Ama Güneş, kendi etrafında dönerken, o da kendi kursunda bir daire çizer. Nasıl Dünya, Güneş’in etrafında bir eliptik yörünge çiziyorsa, bu onun kursuysa Ay, Dünya’nın etrafında eliptik yörüngede bir kurs üzerinde gidiyorsa (yörünge üzerinde gidiyorsa), Güneş de kendi feleği içinde hareket halindedir. Güneş’le birlikte, bütün onun gezegenleri de Güneş’le birlikte onun feleğinde hareket halindedir. Bütün güneşler de hareket halindedir, hem kendi etraflarında dönerler hem de bir felekte hareket halindedirler.


Kıyâmet günü, bunların hepsi sona erecektir. Hepsi birbirine yapışacak ve dünyadaki, kâinattaki bütün uzaylar yok olacak. Kâinat, küçücük bir noktaya doğru; o tek, bir olan noktaya doğru yürüyecektir. Şu anda her şey sulh ve sükûn içinde kendi feleklerinde yolculuğuna devam ediyor. Ama o gün, öyle olmayacak. Kıyâmet günü Allahû Tealâ, bütün gezegenlere birbirinden ayrılma imkânını veren Allah’ın kinetik enerjisini tüketmiş olacaklar. O zaman kâinatın, insan şeklindeki olan kâinatın büyümesi duracak, büyüme durunca zaman duracak. Bu durma ise bütün sistemleri, hünnes ve künnes kanunlarını alt üst edecek. Ve bunun neticesinde de duran sistemde hareket, hünnes ve künnes kanunlarının yani merkezi çekim gücü) ve onun çevresinde dönen sistem, belli bir hareketi belli bir uzaklıkla yapabilir. Her ikisinin de çekim gücü olacak. Ama bunlardan bir tanesi durursa ötekilerin de hepsi otomatik olarak duracaktır. Ve büyük kütleler, küçük kütleleri kendisine çekecektir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, “Güneş, Dünya’yla birleştiği zaman.” diyor, “Dünya da Ay’la birleştiği zaman.” diyor.


75/KIYÂME-9: Ve cumiaş şemsu vel kamer(kameru).

Ve Güneş ve Ay birleştirildiği (zaman).



Kıyâmet gününden bahsediyor.

 

Ve 41. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-41: Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn(meşhûni).

Ve onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız onlar için bir âyettir.


ve âyetun: Ve bir âyet.

lehum: Onlar için.

ennâ: Nasıl.

hamelnâ: Taşıdık.

zurriyyete-hum: Onların zürriyeti.

fî el fulki: Gemi içinde, gemide.

el meşhûni: Dolu.


“Onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız, onlar için bir âyettir.”


“Dolu gemilerde taşımamız.” diyor Allahû Tealâ. Geminin yüzme kanunu, deniz seviyesinde, deniz seviyesinin altında kalan alanda, orada bulunan hacim, eğer o kesimi tamamen su kaplasaydı, onun ağırlığından hafifse o zaman o gemi yüzer. O geminin yüzmesi de bütün insanlar için gerçekten bir âyettir, bir ibrettir.


Deniz, normal bir şey, suyun özgül ağırlığından daha fazla özgül ağırlık taşıyan bütün cisimler suya girdiği zaman, otomatik olarak batar. Ama gemi demirden yapılıyor, çelikten yapılıyor, sudan kat kat ağır bir nesne. Ama batmıyor. Neden? Suyun içine girdiği zaman, su seviyesinin altında kalan kesimin ağırlığı, suyun ağırlığından az olduğu için. Yani bir geminin toplam ağırlığını hesaplayın; 10 ton olsun. Bu geminin suyun altında kalan kesimindeki hacmi hesaplayın. Oradaki suyun ağırlığını da tespit edin. Eğer suyun ağırlığı, geminin ağırlığından fazlaysa o zaman gemi batmaz. Geminin ağırlığı, o suyun ağırlığından fazlaysa yani geminin suya batan kesiminin hacmindeki ağırlıktan, hacminin kapladığı alandaki suyun ağırlığı, geminin hacminden, geminin toplam ağırlığından fazlaysa gemi batmaz. Geminin ağırlığı fazlaysa gemi batar. Bu, Allah’ın kanunudur.

 

Ve 42. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-42: Ve halaknâ lehum min mislihî mâ yerkebûn(yerkebûne).

Ve onlar için, onun gibi (gemiler gibi) binecekleri şeyler yarattık.


ve halaknâ:
Ve Biz yarattık.

lehum: Onlar için.

min misli-hi: Onun benzerlerini, onun gibi.

mâ yerkebûne: Bindiğiniz şeyler.

 

“Ve onlar için, onun gibi (gemiler gibi) üzerine binecekleri şeyler yarattık.”

 

Onun benzerlerinden bindiğiniz şeyler; atlar, eşekler, develer, binek hayvanları, şimdi havada uçan uçaklar, hava gemileri.


Öyleyse Allahû Tealâ her şeyi yaratmış. Yaratan O. Ve O’nun kanunlarından istifade ederek insanlar, hareket haline geçen gemiler, otomobiller, trenler, uçaklar yapıyorlar. Sonra da uzaya açılıyor artık insanlık.


Ve 43. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-43: Ve in neşe’ nugrıkhum fe lâ sarîha lehum ve lâ hum yunkazûn(yunkazûne).

Ve dilersek onları boğarız, o zaman onlara yardım edilmez ve onlar kurtarılmaz.



ve in: Ve eğer.

neşe’: Dileriz.

nugrık-hum: Onları boğarız, garkederiz.

fe: Artık, o zaman.

lâ sarîha: Yardım edilmez.

lehum: Onlar için, onlara.

ve lâ hum yunkazûne: Ve onlar kurtarılmazlar.

 

Diyor ki Allahû Tealâ:


“Ve dilersek onları boğarız. O zaman onlara yardım edilmez ve onlar kurtarılmaz.”

 

Nasıl ki Allahû Tealâ, Hz. Musa’nın halkını takip eden firavun ordusunu, Hz. Musa’nın ordusunun (Hz. Musa’nın kardeşlerinin, arkadaşlarının, tayfasının) geçmesinden sonra, Kızıl Deniz’i firavunun ve adamlarının (askerlerinin) üzerine nasıl kapattıysa ve onların hepsini suda boğduysa, Allahû Tealâ dilediklerini de suda boğar.

 

Ve 44. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-44: İllâ rahmeten minnâ ve metâan ilâ hîn(hînin).

Bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar metalanmaları (faydalanmaları) hariç.


illâ: Ancak, hariç.

rahmeten: Bir rahmet.

min-nâ: Bizden.

ve metâan: Ve metalanma, faydalanma.

ilâ: …’e kadar.

hînin: Belli bir zaman.


“Bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar metalanmaları (faydalanmaları) hariç.”


“Bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar metalanmaları (faydalanmaları) hariç.” diyor Allahû Tealâ.


Yani Allahû Tealâ dilerse o insanlara ömür veriyor, insanlar boğulmuyorlar. Bir süre daha dünya yüzünde yaşıyorlar, dünya yüzünde yaşıyor insanlar.


Yâsîn Suresi 45. âyet-i kerime:


36/YÂSÎN-45: Ve izâ kîle lehumuttekû mâ beyne eydîkum ve mâ halfekum leallekum turhamûn(turhamûne).

Ve onlara: "Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden sakının. Umulur ki böylece rahmet olunursunuz." denilmişti.


ve izâ: Ve olduğu zaman, olmuştu.

kîle: Denildi.

lehum: Onlara.

ittekû: Sakının, takva sahibi olun.

mâ beyne eydî-kum: Elleriniz arasındaki, önünüzdeki şeyler.

ve mâ halfe-kum: Ve arkanızdaki şeyler.

lealle-kum: Umulur ki böylece siz.

turhamûne: Rahmet olunursunuz.


“Ve onlara; ‘Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden sakının. Umulur ki böylece rahmet olunursunuz.’ denilmişti.”


“Önünüzdeki ve arkanızdaki şeylerden sakının.” ifadesi; “Geçmişte kazandığınız ve bugünden sonra kazanacağınız derecelerden sakının.”


Çünkü kaybettiğiniz dereceler, kazandığınız derecelerden fazla olursa gideceğiniz yer cehennemdir. Ama bu sakınmada başarı kazanmışsanız, kazandığınız dereceler fazla olmuşsa o zaman gideceğiniz yer cennettir.

Burada sevgili kardeşlerim, çok önemli bir konuyu hiçbir zaman unutmamalısınız. Bir kişinin cennete gidebilmesi, kazandığı derecelerin fazla olması bir tek şartla mümkündür; o da Allah’a ulaşmayı dilemek. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin dereceleri, mutlaka kaybettiği derecelerden fazladır. Kazandığı dereceler, mutlaka kaybettiği derecelerden fazladır. Kim de Allah’a ulaşmayı dilemezse onun da kaybettiği dereceler, mutlaka kazandığı derecelerden fazladır.


Öyleyse burada iki faktör var; ya kaybettiğiniz dereceler kazandığınız derecelerden fazla; gideceğiniz yer cehennem ya da kazandığınız dereceler, kaybettiğiniz derecelerden fazla; gideceğiniz yer Allah’ın cenneti.


Geçmiş hayatınızda ve bundan sonraki hayatınızda kazanacağınız ve kaybedeceğiniz dereceler, önünüzdeki geleceğiniz, arkanızdaki geçmişiniz.


Ne zaman Allahû Tealâ, sizi 7. gök katına çıkarırsa, oradaki altın fetih kapısından geçerseniz ki önünde 7 tane mermer basamak var, o kapının arkasındaki tavandan yukarı çıktığınız an nereye ulaşırsınız? Kader hücrelerine ulaşırsınız. Kapıyı arkanıza alırsanız, çıktığınız yerde sol tarafınız geçmiştir, sağ tarafınız gelecektir. O güne kadar yaptığınız bütün şeyler, arkanızda kalmıştır. Bir duvarla orası daima örülür. O duvar sıvasızdır, o duvar sadece taşlardan oluşur. Geleceğiniz, altıgen kader hücrelerini oluşturur. Her altıgen, yaklaşık bir metre çapında, belki biraz daha geniş. Altıgen her kader hücresi, 24 saatlik bir zaman parçasını ihata eder. Her gelecekteki, o günden sonraki günlerdeki 24 saatinizde neler yapacağınız orada mevcuttur. Onlar, kıyâmetten oraya geri döndürülerek getirilmiştir.


Ve burada da Allahû Tealâ: “Geçmişinizden ve geleceğinizden sakının.” diyor. Yani: “Yaptıklarınıza dikkat edin.” diyor.


46. âyet-i kerime, Yâsîn Suresinin:


Bismillâhirrahmânirrahîm.


36/YÂSÎN-46: Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’ridîn(mu’ridîne).

Ve Rab’lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirenler olmasınlar.


ve mâ te’tî-him: Ve onlara gelmedi.

min âyetin: Bir âyetten.

min âyâti: Âyetlerden.

rabbi-him: Onların Rabbi.

illâ: Ancak, …den başka, olmaz ki.

kânû: Oldular.

an-hâ: Ondan.

mu’ridîne: Yüz çevirenler.


“Rabb’lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki; ondan yüz çevirenler olmasınlar.”

 

“Rabb’lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki; ondan yüz çevirenler olmasınlar.”


“Rabb’lerinden hiçbir âyet gelmez ki; ondan yüz çevirenler olmasınlar.”


Allah’ın hangi âyeti gelirse gelsin, eğer insanlar Allah’a ulaşmayı dilemezlerse Allah’ın âyetlerinden yüz çevirenlerdir. Ve işte zamanımızdaki bütün topluluklarda da bu genel bir hastalıktır. Allah’ın emirleri tamamen unutulmuş. Bütün kavimlerde insanların %90’dan daha fazlası tarafından, çok büyük bir kısmı tarafından unutulmuş. Allah’ın âyetlerinden yüz çevirmişler. Zaten bir tek şey, âyetlerden yüz çevirmek için yeterli: Allah’a ulaşmayı dilememek. Ve artık unutulan bir kavram olduğu için insanlar da Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir güzelliğini birlikte yaşadık. Bir Kur’ân Tefsirini birlikte tamamladık.


Allahû Tealâ’nın hepinizi, hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz, sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.


Allah, hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali M İ H R