TARİH: 01.03.2005
Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde inşaallah birlikteyiz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Ümmetimin en hayırlısı Kur’ân-ı öğrenen ve öğretendir."
Bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V), Kur’ân-ı Kerim’i bütün sahâbeye öğretti, hem de yaşatarak öğretti. Bütün sahâbe Kur’ân’ın bütün insanlara emrettiği 7 safhasını da yaşadılar. O 7 safha ki Hz. Nuh ve ona tâbî olanlarca da yaşandı, Hz. İbrâhîm ve ona tâbî olanlarca da yaşandı; ama onlara ait olan şeriat kitapları kayıp olmuştur. Onlar da nebî oldukları için Allahû Tealâ onlara da şeriat kitabı indirdi. Ama onların şeriat kitapları yok. Şeriat kitaplarının olduğu Kur’ân-ı Kerim’de açık ve kesin bir şekilde anlatılmaktadır. Hem Hz. Nuh'un hem de Hz. İbrâhîm'in kendilerine kitap verilenlerden de olduğu ve şeriat sahibi oldukları da anlatılmaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Öyleyse Hz. Nuh’un şeriatı, Hz. İbrâhîm’in şeriatı, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şeriatı birbirinden farklı şeriat değildir. Şeriatlar yok, şeriat var. Dînler yok, dîn var. Hz. Âdem’den (ilk peygamber ve ilk insan) Peygamber Efendimiz (S.A.V) (son peygamber)’e, yani kendisine şeriat kitabı verilmiş ilk peygamberden son peygambere kadar şeriat kitapları sadece peygamberlere verilir.
Resûller de Allahû Tealâ’dan kitap sahibi olabilir. Peygamber olmayan resûllere de onlara da Allah kitap yazdırır; ama onlar hiçbir zaman şeriat kitabı değillerdir, onlar peygamber değillerdir, velî resûllerdir. Bütün dînlerde zannettiğimiz birbirinden farklıymış gibi görünen, başka başka peygamberler zamanında yaşanmış olan dîn hep aynı dîn olmuştur. Bütün peygamberlerin her birinin hayatta bulunduğu devirde yaşadığı şeriat mutlaka aynı şeriattır.
1-Allah’a ulaşmayı dilemek
2-Mürşide ulaşıp tâbî olmak
3-Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek.
(7. basamak, 14. basamak, 21. basamak.
4-Fizik vücudu Allah’a teslim etmek; 25. basamak
5- Nefsi Allah’a teslim etmek; 26. basamak, muhlis olmak
6-irşad olmak; 26. basamak
7-İradeyi Allah’a teslim etmek; 28. basamak.
İslâm’ın 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. safhaları, Kur’ân-ı Kerim’de bütün boyutlarıyla yer almıştır. Hem hepsi farzdır. Hem de Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe bunların hepsini yaşamıştır. Ama hepsi o kadar değil sevgili kardeşlerim, daha ötesi var. Aynı konuya Tevrat’ı incelediğimiz zaman bakıyoruz ki; Tevrat’ta da Hz. İbrâhîm’in dîninin, yani Allah’a teslim dîninin 7 safhası var, farz. Yeter mi? Hayır, yetmez. Hz. Musa ve ona tâbî olanların hepsinin bu 7 safhanın 7’sini de yaşadığı gene Tevrat’ta yer almıştır. Hz. Musa ve ona tâbî olanların da tıpkı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve ona tâbî olanlar gibi, Hz. İbrâhîm ve ona tâbî olanlar gibi, İslâm’ın 7 safhasını yaşadıklarını görüyoruz. Sonra İncil’i ele alıyoruz. İncil’de de 7 safhanın 7’si de farz ve Hz. İsa ile beraber ona tâbî olanlar, 7 safhanın 7’sini de yaşamışlar. Öyleyse sevgili kardeşlerim, bir tek şeriat olmuş ve muhteva bir bütün.
Şeriat, dînin yaşanmasına neden olan emredici kaideler diye değerlendirilir. Oysaki şeriat onun ötesinde bir kavramdır, bütünü temsil eder. Fırkalara ayrılmamayı da ifade eder ve dîni ikame etmeyi, ayakta tutmayı da ifade eder. Ezelî ve ebedî dîn, hiç değişmeyen dîn. Hz. Âdem’den, ilk insandan şu dünyada yaşayacak olan son insana kadar devam edecek olan bir tek dîn söz konusudur. O dîn Kur’ân-ı Kerim’imizde Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olarak adlandırılmaktadır. Ve ulûl’azm adı verilen 5 peygamberin de aynı dîni yaşadıkları kesindir. Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Peygamber Efendimiz (S.A.V). İşte bu dîn, kâinatın tek dîni sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ sadece bu dîni dîn olarak vaad etmiş, insanlık tarihi boyunca hiç değiştirmemiştir. Milyonlarca yıldır, bundan sonra gelecek olan bir zaman parçası geçecekse, o zaman parçasında da hiç değiştirmeyeceği kesindir.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Yani Âdem (A.S)’dan son insana kadar bütün insanlar hanif fıtratıyla yaratılacaklardır ve dîn de hiçbir zaman değişmeyecektir, sadece ve sadece tek bir dîn olacaktır, hanif dîni! O dîn ezeli ve ebedi dîndir.
Bundan 14 asır evvel başta Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) olmak üzere bütün sahâbe, Kur’ân’ı öğrendiler ve öğrettiler. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra sahâbe de tâbiînin kendilerine tâbî olmasını sağladıkları cihetle, Kur’ân’ı öğrendiler. Tebe-i tâbiîn sahâbeden Kur’ân’ı öğrendi, tebe-i tâbiînden Kur’ân-ı Kerim’i öğrendi ve hepsi de 7 safhanın 7’sini de yaşadılar. Kur’ân’ı öğrendikleri bu sebeple kesindir. Çünkü sadece Kur’ân kültürünün bunu verdiğini görüyoruz. Neden bunu söylüyoruz? Çünkü artık Kur’ân kültürü diye bir kültür mevcut değil. Kur’ân’ın aslı, özü, hem lafzı unutulmuş hem de o lafzın arkasındaki 7 tane ruh olarak unutulmuştur.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan Kur’ân’daki âyetler gereğince kurtuluşu mümkün olmayan bir cehennem yolcusudur. Öyleyse bütün insanların cehenneme gideceği bir dizaynda yaşıyoruz ve bunları söylediğimiz için bize bir deliye bakar gibi bakıyorlar. “Bu adam üşütmüş” diyorlar. Bunca üniversitede bunca dîn öğretisi var, bunca imam hatip lisesi, 285 bin kadrolu Diyanet İşleri Başkanlığı, Ee sonra? Sonra bunca profesöre, doçente rağmen onlar da dâhil olmak üzere insanlar cehenneme gidecek. Sevgili kardeşlerim! Kur’ân hükümleri bugün sadece tarikatların, onların da bir kısmında yaşanıyor ve birtakım tarikat mensupları söylediklerimizin insanlar tarafından anlaşılmaması için diyorlar ki: “Onun söylediklerini incelemeyin, yoksa mürted olursunuz.”
Sevgili kardeşlerim! Ne kadar hazin bir şey değil mi? Şeytan insanları, insanların kurtulmasını önlemek üzere dîn adamlarının kandırmasını temin edecek olan bir noktaya ulaştırmış. Dîn adamları bunları söylüyor: “Onun söylediklerini incelemeyin” diyorlar. O insanlar incelerlerse ne olacak? İncelerlerse “İncelemeyin” diyenin yalan söylediği tespit edilecektir. Sevgili kardeşlerim! Düşünebiliyor musunuz, kişi kendi itibarının zedelenmemesi aslına dayalı olarak, bütün insanların cehenneme gitmesine rıza gösteriyor. Ve rıza göstermekle de kalmıyor, kendi de cehenneme gidecek. Ama “Aman söylediklerimin eksik olduğu anlaşılmasın.” diyor.
Sevgili kardeşlerim! Ne kadar korkunç bir tuzak değil mi? İblis gene insanları kullanarak cehenneme sürüklüyor. Biz bütün kardeşlerimize diyoruz ki: “Gidin ne kadar tarikat varsa, ne kadar dîn öğretim müessesesi varsa hepsini inceleyin, inceleyin ve Allah’ın size verdiği ilimle karşılaştırın ki farkı anlayabilesiniz.” Kur’ân-ı Kerim öğretisiyle insanların asırlardan beri değiştirdiği, Kur’ân kültürüne ters düşen birçok faktörü, fazlaları ve eksikleri muhtevasına alan bir geleneksel dîn anlayışı… İslâm’ın 5 şartından ibaret bütün insanları cehenneme doğru sürükleyen bir dizayn.
Sevgili kardeşlerim! Bu korku neden? “Onun söylediklerini incelemeyin” korkusu neden? Herkes cehaletinin meydana çıkacağı endişesini taşıyor. Oysa biz onları cehaletle suçlamıyoruz ki. Şunu kesin olarak biliyoruz; herkes sadece öğrenebildiği ilmi öğretebilir. Kimse o kişiden daha fazlasını öğretmesi talebinde bulunamaz. Herkes neyi öğrenmişse sadece onu öğretecektir. Şimdi eğer birisi çıkar da derse ki: “Birisi çıkmış insanlara hidayeti anlatıyormuş, sakın onun söylediklerini dinlemeyin. Yoksa mürted olursunuz. Cübbeli birisi bunu söylüyormuş, biz onu tanımayız; ama o herhalde bizi tanıyor”. Güzel; ama bu cehrin ifadesi değil mi sevgili kardeşlerim? Bir korku değil mi? Doğruların öğrenilmesine manî olmak… Bu bir cinayetten daha ciddi bir fitnedir. Herkes incelemek mecburiyetindedir. Doğrular ve yanlışlar ancak incelemekle ortaya çıkar.
Bir tek furkan vardır; Kur’ân-ı Kerim. Neyi öğrenirseniz Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırın. Peygamber Efendimiz (S.A.V) şunu söylüyor: “Benim hadîslerim tartışılacaktır, Kur’ân’a bakın. Hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” Bugün yüzlerce uydurma hadîs ortalıkta dönüp dolaşıyor. Uydurma olduğunu nereden biliyoruz? Kur’ân’a bakıyoruz. Kur’ân’a uygun mu, yoksa ters mi düşüyor? İşte İslâm’ın 5 tane şartı… İslâm’ın şartı 5 değil, 7’dir. Bir defa İslâm’ın şartları deyince insanlar İslâm’ın hedeflerini devreden çıkarmışlar, vasıtaları hedef yerine koymuşlar. Şeytan son derece büyük bir kurnazlıkla bunu gerçekleştirmiş. Söylediğimiz gibi Allahû Tealâ’nın koyduğu yargılar; Allah’a ulaşmayı dilemek, mürşide ulaşıp tâbiiyet, böylece ruhun vücuttan ayrılması ve ruhun teslimi, fizik vücudu, nefsi, iradeyi teslim. Bunlar Allah’ın Kur’ân’a koyduğu hedeflerdir ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirmişlerdir.
Bugün insanlar diyorlar ki: “İslâm’ın 5 tane şartı vardır. İslâm Allah’a teslim olmak demektir. Biz islâm’ın 5 şartını da yerine getiriyoruz, biz Allah’a teslim olanlarız. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek, islâm’ın 5 şartı. Biz bunu yapıyoruz.” Peki, sevgili aziz kardeşlerim! Yapıyorsunuz; ama Allahû Tealâ’ya neyinizi teslim ediyorsunuz? Madem Allah’a teslim olanlarsınız; ruhunuzu mu, fizik vücudunuzu mu, nefsinizi mi, iradenizi mi, teslim edebileceğiniz şeyler bunlar mı? Neyi teslim ediyorsunuz? Hiç biriniz bunun cevabını veremezsiniz.
Yeter mi? Hayır, yetmez. Kur’ân ispat ediyor ki, bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe İslâm’ın 7 safhasını da yaşamışlar. Kur’ân ispat ediyor ki, bu 7safhanın 7’side farz. Ve bugün bu unutulmuş olan hakikatleri sizlere öğretiyoruz diye birçok insanın düşmanlığını celp ediyoruz ve bu insanlar öyle bir korkunun içine girmişler ki insanlar söylediklerimizi incelerse, âyetlerle konuştuğumuz için Kur’ân hakikatlerini öğrenecekler, öğrenince onlar da hakikatleri yaşamaya başlayacaklardır. Yetmez, bu cübbeli olan bir kardeşimizin, “Cübbeli Hasan Efendi” gibi bir isim kullanıyor kendisi için, bu zatın Allah’ın dîninden ne kadar nasibini alabildiğini göreceklerdir. Ne yapması lâzımdı bu kardeşimizin? “Onu inceleyin ve Kur’ân’a bakın. Kur’ân’la söyledikleri hangi ölçüde bağdaşıyorsa, o kadar doğrudur.” demesi lâzımdı. Yeter mi? Hayır yetmez. Bu Kur’ân öğretisine karşı çıkarken kendi söylediklerinin Kur’ân’a ters düşüp düşmediğini de incelemek mecburiyetindeydi. Bunun için incelemesi gerekir ki söyledikleriyle Kur’ân arasında ne kadar büyük farklılıklar olduğunu tespit etsin.
Şimdi bizim söylediklerimizle başkalarının ve bu cübbeli kardeşimizin söylediği birbirine ters düşüyor diye Allah’ın bize söylettiklerinin incelenmemesi lâzım geldiği herzesini yumurtlamak, Allah’a isyan etmektir. Yani bu kardeşimiz “Siz Kur’ân-ı Kerim’i incelemeyin. Söylediklerini araştırmayın” dediği zaman söylediği söz, “Kur’ân’ı araştırmayın” sözüdür, çünkü bizim hiçbir söylediğimiz hiçbir gün Kur’ân’ın dışından olmadı. Sadece Allahû Tealâ bize Kur’ân âyetlerini öğretti ve bizim de sizlere bunları öğretmemiz emir olundu. İşte bunun için buradayız ve İslâm’ın 7safhasını sizlere öğrettiğimiz için bundan huzur ve sûrur duymaktayız. Allah’ın öğretisini sizlere ulaştırmak için Allahû Tealâ’nın bizi seçmiş olması dolayısıyla.
İncelemek, konunun temelini teşkil eder. Mukayese ancak incelemekle yapılır. İnsanlar ne söylüyor, Allah ne söylüyor? Allah’ın ne söylediği belli mi? A’ dan Z’ ye belli. Kur’ân-ı Kerim Allah’ın ne söylediğini söylüyor. Şimdi biz sadece Kur’ân-ı Kerim’i söylüyorsak ve birisi de çıkıp diyorsa ki: “Onun söylediğini incelemeyin, incelerseniz mürted olursunuz.” Bu, ancak mürted olan birisinin söyleyebileceği bir sözdür.
Sevgili kardeşlerim! Kimse hakkında bu güne kadar bu ithamda bulunmadık; ama bunu söylemeye cesaret edebilen birisi, biz sadece Kur’ân-ı Kerim’i söylediğimiz için Kur’ân’a hakaret etmiş oluyor. Buna cevap vermek mecburiyetindeyiz. Hiç kimse Kur’ân’ı öğreniyor diye mürted olmamıştır, ancak bunu söyleyen kişi mürted olabilir. Hiç kimse Kur’ân’a dil uzatamaz, hiç kimse bizim Kur’ân’ın dışında bir şey söylediğimizi bugüne kadar iddia edemez, neyi ortaya koymuşsak hepsi Allah’ın bize öğrettiği sadece Kur’ân âyetleriyle ortaya konmuştur. Öyleyse şimdi bunların ışığında konumuza girelim. Böyle insanlar, Kur’ân’dan habersiz olan insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemezler. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu insanların durumuna Kur’ân’a göre sadece âyetler açısından bir göz atalım. Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa;
1- O kişi takva sahibi değildir.
2- O kişi şirktedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Kişinin müşriklerden olmamasını temin eden faktör ne? Kişinin Allah’a yönelmesi, Allah’a ulaşmayı dilemesi. “O müşriklerden olmayın ki onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır, hizipleri oluşturmuşlardır, her hizip kendi elindekiyle ferahlanır.” (Rûm-32).
3-Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Allah’ın âyetlerinden gâfildir.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
4- Gidecekleri yer cehennemdir.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allah’a ruhlarını ölmeden evvel ulaştırmayı dilemeyenler, Allah’ın âyetlerinden gâfildirler. Eh, şimdi “onların söylediklerini dînleme” diye bu adamlar kalkıp ahkâm kesiyorlar. Bu adam Allah’ın âyetlerinden gâfil, Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir kavramdan haberi dahi yok ve bir 4. faktör, kim Allah’a ulaşmayı dilemezse onun gideceği yer cehennemdir sevgili kardeşlerim. Böyle bir insan dalâlettedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi dalâlettedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Allahû Tealâ açık ve kesin bir şekilde diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi dalâlettedir.” 5 oldu.
10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
Kim Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse ki, sadece Allah’a ulaşmayı dilemeyenler inkâr ettiğine göre bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemediği kesin. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar hüsrandadırlar ve onlar hidayette değildirler.” 6 ve 7. konular kişi hüsranda, kişi hidayette değil.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Onlar ki; taguta kul olmaktan içtinap ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar.”
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Bu âyet Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hem tagutun dostu olduğunu, hem de kâfir olduğunu söylüyor. 10 oldu. Tagutun kulu, tagutun dostu aynı zamanda da kâfir. İşte bir açıdan daha bakıyoruz:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Allâhû Tealâ diyor ki: “Kıyâmet günü şeytan insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.”
Gördük ki şeytanın kulları, tagutun kulları, tagutun dostları kâfirler ve Allah’a ulaşmayı dileyen tek bir fırka mü’minler. Gene tek fırka kesinleşiyor. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V), “Aranızda en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir” hadîs-i şerifiyle, Peygamber Efendimiz (S.A.V) bizim neden en hayırlı olduğumuzu söylüyor? Çünkü biz Kur’ân’ı Allah’tan öğrendik ve sizlere, ne kadar bahtlısınız ki sevgili kardeşlerim, sadece ve sadece Kur’ân’ı öğretiyoruz. Onun için bu devirdeki en hayırlı kişi biziz. Şu unutulmuş olan Kur’ân’ı Allah bize öğrettiği için, bizim de size öğretmemiz söz konusu olduğu için. Ve Kur’ân hidayettir.
Biz size Kur’ân’ı, yani Kur’an’daki hidayeti öğretiyoruz. Onun için en hayırlı olan statüsündeyiz. Elbette öğretileri yanlış olanlar, eksik olanlar, inceledikleri zaman bunu görüyorlar; ama bunu görüp de kendi öğretilerinin eksik olduğunu görenler, “Sakın onun öğretisine inanmayın. Hem de onun söylediklerini incelemeyin, yoksa mürted olursunuz” diyorsa orada çok çirkin bir durum vardır. Evvelâ Allah’ın kesinlikle yasak ettiği bir haset müessesesi vardır, ayrıca adaletsizlik müessesesi vardır. Bir insanın başka bir insan hakkında bir hüküm verebilmesi için mutlaka onun söyledikleri üzerinden hareket etmesi lâzım. Ne söylemiş, söylediği hangi ölçüde Kur’ân’a uygun? Eğer bütün söyledikleri Kur’ân’sa, o zaman onun söylediklerini inceleyen hiçbir zaman mürted olmaz. Ama “Onun söylediklerini incelerseniz mürted olursunuz” diyen mürted olur.
Allahû Tealâ’nın dizaynına bakalım şimdi. Peygamber efendimiz (S.A.V)’in ağzından çıkan ifade nasıl? “Aranızda en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir”. İşte bugün bu kadar dîn öğreticisi arasında sadece biz varız. Sadece biz Allah’ın bize öğrettiği Kur’ân’ı size öğretiyoruz. Unutulmuş olan bütün gerçekleriyle bütün Kur’ân-ı Kerim. Öğretmediğimiz kesim ne? Öğretmediğimiz kesim fıkıhla alâkalı kesim. O bizi hiç alâkadar etmiyor. Bizim öğretim müessesemiz o değil, o konunun gerçekten dünya üzerinde ve bizim ülkemizde uzmanları var. O, onların sahası. Herkes kendi sahasında öğretisini gerçekleştirecek. Biz onları her zaman saygıyla karşılamışızdır. Onlar fıkıh öğretmenleridir, fıkhı öğretecekler. İnsanlar arasındaki davranış biçimlerini Allah’ın emrettiği doğrularla yaşamalarını temin edecek olan bir fıkhî öğretim dizisi. Saygı duyarız. Onların yaptığı ne? Kur’ân’daki fıkhı öğrenip onu tam olarak öğretmek. Tatbikat ayrı şey, öğretim ayrı şey. Öğretmekle görevliler. Tatbikat kişisel iradeye bağlıdır. Kişi ne kadarını dilerse o kadarını tatbik eder; ama öğretim küllü ifade eder.
İşte bugünkü fıkıh öğreticileri de aslında Kur’ân öğretiyorlar, ama fıkhı tek başına bir ilim dalı olarak alırsanız, fıkıh kimseyi fıkıh öğreniyor diye Allah’ın cennetine götürmez. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in “Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” demekten muradı, Kur’ân’daki şeriati öğretmektir. Bunun mânâsı, Kur’ân’ın bütünüdür. Çünkü fırkalara ayrılmamak da şeriatın temelidir, dîni ikame etmek de şeriatın temelidir. Kayyum olan dîn, kıyâmete kadar sürecek olan dîn, ezelî ve edebî kâinatın tek dîni. Yaşama kaideleri bir insanı cennete götürmez. Bir insanın cennete girebilmesi için mutlak olarak bir hedefe sahip olması lâzımdır; Allah’a ulaşmayı dilemek. Gördük ki Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın gerçekten gideceği yer cehennemdir ve saydığımız faktörlerin ötesinde onun amelleri de boşa gider. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Allahû Tealâ diyor ki: “Size amellerinizi hasara uğratacak şeyi söyleyeyim mi? Onlar ki Allah’a mülâki olmayı inkâr ederler ve Allah’ın âyetlerini inkâr ederler. Onların amelleri boşa gitmiştir. Kim Allah’a mülâki olmayı, ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı inkâr ederse, inkâr edenin amelleri boşa gitmiştir.”.
İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını inkâr eden kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen birisi olabilir mi? Mümkün değil, çünkü reddettiği şey o. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanın amelleri boşa gider. Bu insan hüsrandadır. O zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in; “Ümmetimin en hayırlısı Mehdidir.” demekten muradı ne? Çünkü Mehdi hidayeti öğretendir. Hidayet kavramına baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın hidayeti zamanımızda doğru yol olarak değiştirilmiştir. Dîn adamlarına, “Hidayet nedir?” diye soruyorsunuz, “Hidayet doğru yoldur.” diyorlar. “Çok güzel” diyorsunuz, “Hay Allah razı olsun.” “Peki, Sıratı Mustakîm nedir?” diyorsunuz, “Sıratı Mustakîm doğru yoldur.” diyorlar. Bu doğru yol nereye götürür? Allah’a götürür, diyemiyorlar. Sıratı Mustakîm Allah’a istikametlenmiş yoldur. Allahû Tealâ Hicr Suresinde: “Sıratı ileyhe mustakim” diyor. Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yoldur. Hidayete erdiren yoldur. Allah’a ulaştırıyor mu? Elbette. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
Sıratı Mustakîm’in Allah’ın Zat’ına ulaştırdığı kesinleşmiş bir hükümdür, ama insanlar Sıratı Mustakîm'i öyle bir noktaya ulaştırmışlar ki, “Sıratı Mustakîm nedir?” dediğimiz zaman, “Sıratı Mustakîm doğru yoldur” veya “Dosdoğru yoldur” diyorlar.
Aslî unsurları yok edilmiş olan bir Kur’ân-ı Kerim’le karşı karşıyayız. Kur’an-ı Kerim hamdolsun ki olduğu gibi duruyor. Kılına halel gelmemiş. Öyleyse yapmamız lâzım gelen şey, o asıllarını aynen koruyan Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmektir. Öğrenmek ve bugünkü dîn tatbikatını yargılamaktır. Ne kadar Kur’ân-ı Kerim’den sapıldığını görmek ve bundan büyük bir hayrete düşmektir.
Sevgili kardeşlerim! Kur’ân-ı Kerim’e bir sürü bid’at sokulmuştur; ya ilâvelerle, ya da Kur’ân-ı Kerim’den alınmalarla. İşte İslâm’ın 7 safhasının 7’si de Kur’ân’da mevcut olmasına rağmen bugün tatbik edilmemektedir. Öyleyse bu bir bid’attır. Kur’ân’ın temel hükümleri, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe tarafından tatbik edilen bu 7 tane safhanın 7’si de bugün artık mevcut değildir. İnsanlara bunu söylediğiniz zaman sizi düşman saflarında görüyorlar. Olur mu, sevgili kardeşlerim? Biz onların hepsinin en büyük dostu hüviyetindeyiz. Neden? Çünkü onlara unuttukları hidayeti biz öğretmekle vazifeliyiz. Şimdiye kadar acaba kim, insanlara bu hakikatleri Kur’ân âyetleriyle ne zaman söyledi? Bizden evvel İslâm’ın 7 safhasından bahseden birisini hiç duydunuz mu sevgili kardeşlerim? Şu son 5-6 asır içinde, 10 asır içinde? Hayır, böyle bir insan yok.
Şeytan insanlara Kur’ân-ı Kerim’i unutturmuş. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Bu Kur’ân’ı hiç kimseye ellettirmeyiz, değiştirtmeyiz.” Kur’ân’ı değiştirmesi mümkün olmayan iblis, insanlara Kur’ân’ı unutturmayı başarmış durumda. Onun için hidayetin bugünkü öğretisi Kur’ân üzerinden yapılmak zorundadır ve insanlara Kur’ân’ın öğretilmesiyle vazifeli olan kişi; o biziz! İnsanların bu kadar nefretini çeken kişi, düşmanlığını çeken kişi; o biziz. Hiçbir şey bizi korkutamaz. İnsanların söyledikleri umurumuzda olmaz. Biz Allahû Tealâ’dan emri alırız, mutlaka o emri uygularız. Kim hakkımızda neyi söylerse söylesin, bizim hakkımızda çok şeyler söylenmiştir, ama hepsinin yanlış olduğunu bugüne kadar hep ispat etmişizdir. Buna rağmen aynı yaygaralar hep devam edecektir. İnsanların öğretilerinin yanlışlığını ortaya koyduğunuz ve ispat ettiğiniz zaman size düşman olmalarından daha tâbiî bir şey yok, ama bu emri bize Allah verdi. Hangi şartlar içinde olursa olsun, kim bize düşman olursa olsun, biz görevimizi hiç kimseden korkmadan gerçekleştiririz. Bir tek canımız var ve Allah yolunda feda etmeye şu anda da hazırız.
Sevgili kardeşlerim! İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Ümmetimin en hayırlısı o Mehdi’dir.” diyor. Kimdir o? Kur’ân’ı Allah’tan öğrenen ve herkese sadece Kur’ân’ı öğreten o olduğu için. “Ümmetimin en hayırlısı Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir” hadîsiyle, “Ümmetimin en hayırlısı Mehdi’dir.” ifadesi birbirine tam olarak tutuyor. Çünkü bugün dünya üzerinde sadece o hidayeti öğreten ve sadece Kur’ân’la öğreten, Kur’ân’ı Allah’tan öğrenen ve öğreten iki hadîs birbiriyle %100 örtüşüyor, %100 birbirini ihata ediyor. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, Allah bizi bununla vazifelendirdi. Bu ahîr zamanda sizlere Kur’ân’ı öğretmekle, Kur’ân’ın aslî muhtevası olan, yegâne hedefi olan, 7 tane safhadan oluşan 4 teslimi içeren hidayeti öğretmekle vazifeliyiz.
Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlıyoruz ve Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını yüce Rabbimizden dileyerek konumuzu inşaallah burada tamamlıyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Kur’ân öğreniminiz ve Kur’ân öğretiminiz mübarek olsun…
İmam İskender Ali M İ H R