SOHBETİN ADI: ALLAH HER ŞEYE KADİRDİR
TARİHİ: 03.05.2007
Esselâmu aleykum verahmetullâh ve berekâtuhu.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, sevgili dinleyenler, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Allah her şeye kaadirdir.
Şöyle bir bakın göklere doğru: Ne göreceksiniz? Gökte yıldızlar göreceksiniz. Gündüz bakıyorsanız güneşi görebilirsiniz. Allahû Tealâ nasıl bir yaratıcıdır? Allah sonsuzluğun sahibidir. Ne demek istiyoruz? Şu anda dünya adı verilen bir gezegende yaşıyoruz. Bu kâinat bir bütün olarak ele alındığında dünyamız bir mikro sistemi ifade eder; o sonsuzluğun içinde bir nokta, bir hiç.
Allah’ın yaratma stratejisine baktığımız zaman her şeyin en ince şekilde hesap edildiğini, yerli yerine oturtulduğunu görürüz. Kâinatın yaratılmasına bakıyoruz: Şu anda bütün yıldızlar yılda 500 milyon kilometre hızla hareket halinde bir akışın içindedirler. Her şey bir hareket halinde. Allahû Tealâ: “Onlar kendi güzergâhlarında hareket halindedirler.” diyor, “Akar giderler,” diyor, “kendi yörüngelerinde.”
39/ZUMER-5: Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), yukevvirul leyle alen nehâri ve yukevvirun nehâre alel leyli ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), e lâ huvel azîzul gaffâr(gaffâru).
(Allah), gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Güneş’i ve Ay’ı musahhar (emre amade) kıldı. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar (yörüngelerinde) akar (gider). O; Azîz (yüce ve üstün), Gaffar (çok mağfiret eden) değil midir?
Her tarafta güneş sistemleri görüyoruz yani bir merkezi çekim gücü, sonra onun etrafında değişik yörüngelerde dönen birçok gezegen. Merkezdeki sabite aslında gene sabit değildir; daimî bir dönüş hareketi halindedir. Bu dönüş, ezelden ebede devam edecek olan bir özelliktir. Çünkü hızı kesebilecek olan bir ortam yoktur.
Allahû Tealâ’nın yaratma dizaynına baktığımızda; eğer Allah’ın yarattığı bu sonsuz kâinat Allah’ın yaratış hızından, sıfırdan sonra bir virgül koyun, 19 tane de sıfır koyduktan sonra 1 yazın oraya; işte şu andaki hızının sıfır virgül 19 sıfırdan sonraki 1’le birlikte milyonda, milyarda, trilyonda, trilyarda değil; çok daha ötede bir rakam kadar eğer Allahû Tealâ daha hızlı hareket eden bir sistem oluştursaydı sistem dağılırdı, sonsuzluğun içinde kaybolurdu. Gene sıfır virgülden sonra 19 tane sıfır koyun, bir de en sonuna 1 koyun; o kâinatın şu anda büyümekte olduğu yılda 500 milyon kilometrenin o sıfır virgül 19 sıfırdan sonraki 1, yani yüzde 1 değil, binde 1 değil, milyonda 1 değil, milyarda 1 değil, trilyonda, trilyarda 1 değil; çok daha büyük bir rakam içinde bir, o kadar bir eksik hızla Allahû Tealâ kâinatı yaratsaydı, bu sefer de kâinat kendi içine katlanmış ve çökmüş olacaktı.
Allahû Tealâ’nın yaratış stratejisine baktığımız zaman, hangi olayla bakarsak bakalım duyabileceğimiz bir tek his vardır sevgili kardeşlerim, o his hayranlıktır. Biz Allah’a hayran olanların şu anda dünya üzerinde başında geleniz. O’nu en yakından tanıyan, yaşayanların içinde şu anda o biziz. Biz kendimizden bir şey yapamayız. Ne yaparsak O yaptırır. Ne söylersek O söyletir. Bunları da O söyletiyor.
Şu anda dünya üzerinde… Dünya üzerinde diyorum, kâinatta bu sonsuzluk içinde 100 milyar galaksi bulunduğu söyleniyor ve her galaksinin içinde gene ortalama -ikisi de ortalama rakamlar, öyle tahmin ediliyor- 100 milyar yıldız olduğu kabul ediliyor. Genel kabul görmüş olan rakamlar bunlar. 100 milyar galaksi; her galaksinin içinde 100 milyar yıldız. Bir sonsuzluğun içinde bir küçücük nokta dünyamız. İşte bu sonsuzu yaratan, O mutlak yaratıcıdır. Ve bütün kâinatı yaratmış, sonra hayatı başlatmış ve en mütekâmil varlık olarak da tekâmül etmiş, en üst seviyede yaşayan mahlûk olarak da insanı yaratmış Allahû Tealâ.
Neden en üst seviyede? Çünkü insan, Allah’ın ruhunun muhtevasına sahiptir. Bütün insanlar doğduğunda Allahû Tealâ’nın onlara ruh üfürmesi söz konusudur. Her saniye 1 milyar çocuk doğsa, hepsine Allahû Tealâ aynı anda ruh üfürür. O, sonsuzun sahibidir ve insandan başka hiçbir mahlûkta ruh adı verilen bu emanet yoktur.
Allah zamandan ve mekândan münezzehtir. Neden zamandan münezzehtir? Sevgili kardeşlerim, insanlar kendilerine baktıkları zaman üç boyut görürler: Yükseklik, genişlik, derinlik. Ve der ki insanoğlu: “Ben üç boyutluyum.” Hayır, üç boyutlu değilsiniz. Beş boyutlusunuz. Yükseklik, genişlik ve derinliğin ötesinde bir zaman boyutunuz var bir de hız boyutunuz var. Zamanın içinde yaşıyoruz. Allahû Tealâ bu boyutlardan münezzehtir, bu boyutların dışındadır. Neden? Çünkü zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibidir. Hızla zaman arasında bir ters ilişki söz konusudur. Hız arttığında zaman kısalır. Hız azaldığında zaman uzar. Allahû Tealâ zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibi olduğu cihetle sıfır zaman aralığında her şeyi yapmaya kadirdir.
Şimdi bakıyoruz Mutaffifin Suresine; 7. ve 18. âyetlerde Allahû Tealâ iki husustan bahsediyor:
83/MUTAFFİFÎN-7: Kellâ inne kitâbel fuccâri le fî siccîn(siccînin).
Hayır, muhakkak ki, füccarın (şeytanın fücuruna tâbî olan kâfirlerin) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette siccîndedir (zemin kattan 7 kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir).
83/MUTAFFİFÎN-18: Kellâ inne kitâbel ebrâri le fî illiyyîn(illiyyîne).
Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin’dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader hücrelerindedir).
“Biz,” diyor, “füccarın hayat filmlerini siccîne yerleştirdik. Ebrarın rakamlı kitaplarını ise illiyyîne yerleştirdik.” diyor.
Allahû Tealâ bize göre gelecek zaman olan kıyâmet gününü, onun daha ötesini hep Kur’ân-ı Kerim boyunca geçmiş zaman olarak kullanıyor. Geçmiş zaman olarak kullanmasını kesinleştiren hüküm nedir? Budur, bu hükümdür. Eğer Allahû Tealâ illiyyîne ebrarın kader hücrelerini koymuşsa, siccîne de cehenneme gidecek olanların kader hücrelerini koymuşsa o zaman Allahû Tealâ kıyâmetten sonra bunları koymuş olabilir. Sadece bu mümkün. Yani kıyâmet kopmadan hiç kimse hayat filmlerinin ne yazdığını bilemez.
Bütün insanların kıyâmet günü ölümden sonra tekrar dirilmeleri ve insanların dirilme süreci boyunca mahşer meydanında toplanmaları, sonra İndi İlâhi’ye ulaşarak oradaki kader hücrelerine ulaşmaları… rakamlı kitaplarına ulaşmaları (kader hücreleri değil), rakamlı kitaplarına ya da kendi hayat filmlerine (üç boyutlu olan hayat filmlerine), hologram usulü kendilerine gösterilen, doğumlarından ölümlerine kadar geçen süreç içinde hayat filmleri kişilerin her saniye kaybettikleri ve kazandıkları dereceleri ihtiva etmektedir. Ancak o gün herkes cehenneme mi gideceğini yoksa cennete mi gideceğini görür. Hayatını yaşamıştır, kıyâmet günü hayatına bakmaktadır. Hem düşüncelerinin filmini görüyor; ne düşünüp ne yaptı, taammüden neler işledi hem de işlediği fiilleri görüyor. Yetmez, kendisine bir de mizan verilmiş durumda. Bu mizanda kâinatta mevcut olabilecek bütün suçlar ve bütün Allah’ın beğendiği davranış biçimleri yer almış durumda. Şaşmaz şekilde bir ilâhî nizam, adaletli bir ölçü dizaynı içerisinde bütün suçları ve bütün güzel davranışları hiçbir eksik olmaksızın kayda almış ve her birine derecat tayin etmiş ve bunun adı mizan.
Kişi hayat filmine bakıyor; işlediği suç veya yaptığı güzel bir davranış karşılığında o davranışa ait olan derecat derecesini, derecatı gösteren mizan elinde. Hepsini kontrol ediyor bir bir. Mizana tam olarak uygun verilen notlar. Ve diyor ki: “Bana hiçbir haksızlık yapılmamış.” Kıyâmet günü bu olay söz konusu ve herkes hayat filmini görüyor. Eğer hayat filmindeki kişinin kazandığı dereceler fazlaysa o kişi cennete girecek yani hayat filmi illiyyîne konulmuş olan birisi bu. Eğer kaybettiği dereceler fazlaysa o zaman gideceği yer cehennem. Yani Allahû Tealâ tarafından hayat filmi siccîne konulmuş olan birisi bu. Allahû Tealâ’ya göre kıyâmet mutlaka kopmuş olması lâzım ki; Allah bu kıyâmetin sonunda ancak ortaya çıkacak olan rakamlı kitapları (hayat filmlerini), negatif derece ile sonuçlanmışsa siccîne koysun, pozitif dereceler ağırlıktaysa illiyyîne koysun.
Öyleyse nereye ulaşıyoruz sevgili kardeşlerim? Allah öyle bir sonsuz hızın sahibidir ki; bu hız zaman boyutunu bizim ölçülerimize göre mutlak sıfıra indiriyor. Allah’ın ölçüsüne göre sıfıra o kadar yakın bir değere indiriyor ki; buna sıfır demek rahatlıkla mümkün. O zaman Allahû Tealâ zamanı sıfırlayabilecek olan o sonsuz hızı sebebiyle zamandan münezzeh. Aynı sebeple aynı sonsuz hız, O’nu mekândan da münezzeh kılıyor.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, biz insanlar yer çekimi kuvvetine tâbîyiz. Mutlaka ayaklarımız normal standartlarda yere değer. Yer çekimi kuvveti her yerde vardır. Allah’a göre böyle bir kuvvet O’na işlemez. O, sonsuzun sahibidir. Zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibi olduğu için kıyâmet Allah’a göre çoktan kopmuş olan bir olaydır. Ama biz insanlar, kim bilir ne kadar zaman sonra kıyâmet denilen o olayı yaşayacağız? İşte biz insanlar birer mahlûk olduğumuz için zaman ve hız mefhumları bizim 4. ve 5. boyutumuz olarak daha kıyâmetin kopmadığı, insanların yaşamakta oldukları bir zaman boyutunda bizi yaşatıyor. Allahû Tealâ’nınsa o günlerin çok ötesinde olduğu kesin. Ancak hayat filmlerimizin neticeleri olan rakamlı kitaplar oradan alınmış, illiyyîne veya siccîne götürülüp yerleştirilmiş. Biz insanlar ancak kıyâmet koptuğu zaman gideceğiz, onları göreceğiz. Ancak o zaman kıyâmete ulaştığımızda bütün ölenler canlanacak, hayat filmlerini görecekler (bu hayat filmlerindeki derecelerini görecekler), ona göre cennete veya cehenneme sevk edilecekler. Kimin cehenneme gideceği, kimin cennete gireceği o hayat filmlerinde belli. Bütün bu olaylar olmuş bitmiş, hayat filmleri oradan alınmış. İnsanlar görüp cennete veya cehenneme atıldıktan sonra hayat filmleri oradan alınmış ve illiyyîne ve siccîne yerleştirilmiş.
Allah’ın dostlarının manevî olarak ziyaret ettikleri yer daima illiyyîndir. Ama şeytanın takımı da bir yerlere gidiyorlar. Ankara’dayken zülmanî ilimlerle meşgul olan birisi bir konferans vermek istediğini söyledi bizim kardeşlerimize. Biz de dedik: “Çok memnun oluruz, gel inşaallah, ver konferansını.” Verdi. Konferansı tamamladıktan sonra soru soruyoruz:
“Sizin yolculuğunuz yukarıya doğru mu? Aşağı doğru mu?”
“Aşağı doğru.” diyor. Cevap açık ve kesin.
“Peki, aşağı doğru indikçe ortalık aydınlanıyor mu, kararıyor mu?”
“Kararıyor.” diyor.
“Peki, aşağı doğru iniyorsunuz da nereye gidiyorsunuz?” diye soruyoruz.
“Allah’a ulaşıyoruz.” diyor, “Allah bir sonsuzluktur ve karanlıktır. Biz de aşağı doğru indikçe giderek karararak o karanlığın içinde kayboluyoruz. Bu, Allah’ta yok olmaktır.” diyor.
İşte yoga yaptıklarını söylüyor, nasıl oraya gittiklerini söylüyor. Görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim, şeytan insanları nasıl aldatıyor.
Allahû Tealâ 7 tane gök katından bahsediyor. “7 gök katı aşılmadan Allah’a ulaşılmaz.” diyor.
23/MU'MİNÛN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.
Bu yogayla, buna benzer şeylerle (zülmanî ilimlerle) uğraşanlar da Allah’ı karanlığın kendisi olarak görüyorlar. Gerçekten ne kadar belli öyle değil mi sevgili kardeşlerim, şeytanla ilişkileri? Şeytan, karanlığın sahibidir. O, ancak karanlıkta insanları tesiri altına alır. Karanlık onun dünyasıdır ve bu insanları hem de yaşatarak inandırmış ki; bu insanlar Allah’a gittiklerini zannediyorlar aşağı doğru inerek, zifiri karanlığa inerek. Allah’ı da kapkaranlık zannediyorlar. Hâlbuki İndi İlâhi’yi görseler pırıl pırıl aydınlık, üstelik de ışığın nereden geldiği belli olmayan bir muhteşem dizayn; İndi İlâhi, Allahû Tealâ’nın huzuru. Namaz kılınan yer, imam, arkasında iki kişi, iki kişi, yedi kişi, kırklar, yetmişler ve diğerleri.
Sevgili kardeşlerim, Allah, Kendisinin nur olduğunu söylüyor. Nur üstüne nur olduğunu söylüyor. Allah aydınlığın (nurun) sahibidir. İşte bir insan da eğer Allah’ın yolundaysa nefs tezkiyesi yapacaktır. Yaptıkça Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât isimli nurlar o kişinin kalbine ulaşacaktır ve %2 rahmet nuru kişinin kalbine yerleşecektir baştan. Sonra da %7, %7 fazıllar; her %7 fazlın kişinin kalbine yerleşmesiyle o kişi ruh olarak, nefsinin kalbine yerleşen bu %7 nurların karşılığı olarak kişi Allah’a doğru ruh olarak yola çıkar. Her %7 nefsin kalbindeki bu dünyada zikir adı verilen işlevle o kişinin kalbinde %7 fazl birikir. Her %7 fazılda ruh Allah’a doğru bir gök katı yükselir. 7 tane gök katını aşar, yedinci katta 7 tane âlem geçer. Sidretül Münteha’ya ulaşır zikir hücrelerindeki süresini doldurunca, oradan dikey bir yolculukla Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ına ulaşınca Allah’ın Zat’ında yok olur. Nasıl bir şey bu? Biliyorsunuz ki hepinizde ruh var ama sizin ruhunuz değil Allah’ın ruhu.
Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
“ve nefeha fîhi min rûhihî.” diyor, “Ona ruhumdan üfürdüm.” diyor.
Âdem (A.S)’a üfürdüğü ruhu, bütün insanlara Allahû Tealâ üfürüyor ve üfürdüğü ruhu da geri istiyor; bu dünya hayatını yaşarken istiyor. İşte Allahû Tealâ’nın bu muhtevası içinde, Allahû Tealâ’nın her şeye kadir olmasının hükmü yatar. O, zamanın zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızı sebebiyle dışındadır. Zaman O’na tesir edemez. Zaman Allah üzerinde hükümferma değildir; Allah’ın bir mahlûkudur. Mekân da mahlûkudur.
Zaman ve mekân boyutları biz mahlûklar için geçerlidir. Hepimiz netice itibarıyla Allahû Tealâ’nın bir yaratığıyız. Hepimiz mahlûkuz. Allah ise Halik’tır; mahlûku halk edendir, yaratandır. İşte Yüce Yaratıcı Allah, insanı da yaratmıştır, melekleri de yaratmıştır, cinleri de yaratmıştır, şeytanları da yaratmıştır. Zaten şeytanlar da cinlerin ayrı bir bölümüdür. Onlar da cin hüviyetinde. Allahû Tealâ şeytanın yani iblisin, şeytan adını verdiğimiz mahlûkun cinlerden olduğunu söylüyor.
18/KEHF-50: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbihî, e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvvun, bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
Ve meleklere, “Âdem’e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hâlâ onu ve onun zürriyyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel (cehennem).
Öyleyse neyi görüyorsanız, var olarak neyi düşünüyorsanız hepsi Allahû Tealâ tarafından yaratıldı. Ve daha biz kıyâmetten evvelki devreyi yaşıyoruz. Allah ise kıyâmeti tamamladıktan sonra gene kâinata hükmetmeye devam ediyor. Tamamlamış, neticeler belli olmuş, hayat filmleri. Herkesin hayat filmini Allahû Tealâ oradan illiyyîne ve siccîne ulaştırmış. Olay tamamlanmış olmadan bu mümkün değildir. O zaman Allahû Tealâ’nın zamandan münezzeh olduğu, bizim zaman standartlarımızdan münezzeh olduğu kesinlik kazanıyor.
O, insanı yaratmıştır. Dilediği zaman öldürür. Ölüm hükmü de Allah’a aittir. Bir insan ölmek istediği için ölebilir mi? Allahû Tealâ destur verirse ölüm gerçekleşir. Ölüm kişi için mutlak olarak bir kaderdir. Kişi intihar ederse Allahû Tealâ onu ölmesine müsaade ettiği bir kişi olarak tanımladığı için ölür. Diyelim boğaz köprüsünden intihar etmek için kişi denize atladı; iki kişi atladı; birisi öldü, birisi ölmedi. İkisi de intihar etmek için, ölmek için atladılar. Ama Allahû Tealâ birisinin ömrünü orada bitirdi, diğerininkini bitirmedi. Teşebbüs başka şey, sonuç başka şey.
Öyleyse ölüm ve hayatın muhtevasında insanlar hükümferma değildir. Allah duruma hâkimdir. Öldü zannedilen insan bir de bakıyorsunuz diriliyor. Şeyh Şamil’in vücudunda 100’den fazla yara olduğu ifade ediliyor ama ölmemiş. Savaştan sonra yaşamaya devam etmiş.
Sevgili kardeşlerim, Allah öldürmedikçe öldürmez. Böyle bir dizaynda hüküm sahibi olan Allah’tır. Ölüm olayı için diyor ki:
Onlar; savaşa iştirak edenlerin bir kısmı mutlaka şehit olur. Ölenler için diyorlar ki münafıklar: “Eğer bizim kardeşlerimiz savaşa iştirak etmeselerdi, ölmeyeceklerdi.”
Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar tam o dakikada ve orada, öldükleri yerde öleceklerdi. Nerede olurlarsa olsunlar oraya götürüleceklerdi ve orada ve o dakikada öleceklerdi.”
3/ÂLİ İMRÂN-154: Summe enzele aleykum min ba’dil gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayral hakkı zannel câhiliyyeh(câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ minel emri min şey’(şey’in), kul innel emre kullehu lillâh(lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek(leke), yekûlûne lev kâne lenâ minel emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Sonra (Allah), bu gamın arkasından sizin üzerinize sükûnet veren bir uyku indirdi, içinizden bir grubu sarıp kaplıyordu ve diğer grup, canlarını önemsemişti (canlarının kaygısına düştüler). Allah'a karşı cahiliyye zannı ile haksız zanda bulunuyorlar: "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) var mı?" diyorlar. (Onlara): "Muhakkak ki emirlerin hepsi Allah'ındır." de. İçlerinde sana açıklamadıkları bir şey saklıyorlar. "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) olsaydı, burada öldürülmezdik." diyorlar. Eğer siz, evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine katl (öldürülmeleri) yazılmış olanlar, yatacakları (ölüp düşecekleri) yere mutlaka çıkıp giderlerdi. (Bu) Allah'ın sizin sinelerinizde olanı sınamak ve kalplerinizde olandan (şüpheden), sizi temize çıkarmak (fitneden kurtarmak) içindir. Ve Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-156: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît(yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Ey âmenû olanlar! Siz, yeryüzünde sefere çıkmış veya gâzi olan (savaşa katılan) kardeşleri için "Eğer bizim yanımızda olsaydılar ölmezler ve öldürülmezlerdi." diyen kâfirler gibi olmayın! Allah, bunu onların kalplerinde bir hasret (pişmanlık) kılmak için yaptı. Ve Allah yaşatır ve öldürür. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
Öyleyse ölüm, Allahû Tealâ tarafından zaman ve mekân koordinatları kesinleşmiş bir hüviyet taşır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’ya ne kadar hamd etsek, şükretsek azdır. Niçin? Evvelâ bizleri insan olarak yarattığı cihetle. İnsan, Allahû Tealâ’nın indinde kâinattaki en üstün mahlûktur. Çünkü bütün kâinatı insan için yarattığını söylüyor. Diyor ki Câsiye-13’te:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
“Bütün göklerde ve bütün arzlarda olan her şeyi sizler için yarattım ve sizlerin emrine musahhar kıldım, ey insanlar!” diyor.
Her şey insan için yaratılmış ve biz insanların emrine hasredilmiş, emrine amade kılınmış.
İşte Allahû Tealâ dilese kâinat adını verdiğimiz bu sistemi bir anda yok eder. Nitekim her şeyin bir sonunun olacağını söylüyor Allahû Tealâ.
55/RAHMÂN-26: Kullu men aleyhâ fân(fânin).
Bütün kişiler (insanlar ve cinler) fanidir (yok olucudur).
55/RAHMÂN-27: Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm(ikrâmi).
Ve celâl ve ikram sahibi Rabbinin Vechi (Zatı) bâki kalacaktır.
“Her şey fani olacaktır. Yalnız senin Rabbin olan Allah’ın Zat’ı bâki kalacaktır.” diyor Allahû Tealâ.
Evvelâ bilmediğimiz bir şey var: Acaba şu anda yaşayan insanların ve Allahû Tealâ tarafından yaratılan bu sistemin kıyâmet adındaki bir olguyla yok edilmesi söz konusu olduktan sonra, Allahû Tealâ bütün insanları kıyâmetle yok ettikten sonra, öldürdükten sonra tekrar hayata alıyor, onları tekrar hayata getiriyor, insanlar ölüyor ama zaman geriye doğru döndüğü için kıyâmet günü herkes tekrar canlanıyor. Acaba kıyâmetten sonraki cennet veya cehennem hayatı tamamlanınca Allahû Tealâ yeni bir kâinat yaratır mı? Bu bir soru işareti. Allahû Tealâ dilerse elbette yaratır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah var etmenin, yok etmenin sahibidir. Zamanı bizim ölçülerimize göre mutlak olarak sıfırlayabilen bir hızın sahibidir. Her şeyi yaratmaya kadirdir. Her şeye hükmetmeye kadirdir. Zamanı durdurmaya, hızlandırmaya, yavaşlatmaya kadirdir. Zamanı yok etmeye kadirdir. Sonsuz hızın sahibidir. Zamandan da mekândan da münezzehtir.
Sevgili kardeşlerim, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir sohbetimizi daha tamamlamayı Allahû Tealâ nasip kıldı. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine, hem de dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R