}
Tevbe 71-72 (Âyetlerin Sırları) 28.11.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111755

SOHBETİN ADI: ÂYETLERIN SIRLARI - TEVBE SURESİ 71 VE 72. ÂYETLER
TARİHİ: 28.11.2007

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ın bir gönül sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Âyetlerin sırları.

Sizlere Tevbe Suresinin 71 ve 72. âyetleriyle ulaşmak istiyoruz inşaallah.

Allahû Tealâ Tevbe-71'de şöyle buyuruyor:

9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’din, ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûlehu, ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).

Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma’ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O’nun Resûl'üne itaat ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.


Vel mu'minûne: Mü'min erkekler.
vel mu'minâtu
: Ve mü'min kadınlar.
ba'duhum
: Bazıları.
evlîyâu
: Dostlarıdır.
ba'd
:
Diğerlerinin.

Türkçe'mize "Onlar birbirlerinin dostlarıdır." diye çevirmemiz lâzım. "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, onlar birbirinin dostlarıdır." Allah'ın huzurundaki dostluktan bahsediyoruz. Burada birbirinin evliyası olmak, dostu olmak, mü'min kelimesinin seviyesine göredir.

Allah'a ulaşmayı dileyen kişi mü'mindir. Allah'a ulaşmayı dilemeyen ama Allah'a inanan kişi gene mü'mindir. Öyleyse 8 kademe bir mü'minler dizaynı var. Allah'a ulaşmayı dilemeyen ama Allah'a inanan bir kişi, inandığı cihetle mü'mindir. Çünkü îmân inanç demektir, mü'min de inanan demektir. Sonra, gene mü'min ama hak mü'min, ama takva sahibi mü'min. Bu mü'min, Allah'a ruhunu hayattayken ulaştırmayı dileyen birisidir. Birincisinden çok önemli bir farkı var. Çünkü birisi cehennemden kurtulamaz. Eğer Allah'a ulaşmayı dilememişse Allah'a inanmasına rağmen gideceği yer cehennemdir. Diğeri Allah'a inanan ama Allah'a ulaşmayı dileyen hak mü'mindir. O zaman 2 kademe mü'min oldu. Bu kişi Allah'a ulaşmayı diledikten sonra Allah onu mutlaka mürşidine ulaştırır.

Mürşidine tâbî olan kişi, 7 safhanın ikincisindedir. Birincisi Allah'a ulaşmayı dilemek, ilk safha; 3. basamakta tecelli eder. 14. basamakta kişi mürşidine ulaşır. Evvelâ Allahû Tealâ o  kişinin, Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin gözlerindeki ve görme hassasındaki engelleri alır. Kulaklarındaki ve sem'i adlı işitme hassasındaki engelleri alır. Sonra kalbindeki ve idrak hassasındaki engelleri alır, Allahû Tealâ yerine ihbat koyar. 7 kademe, bu kişi yolunda ilerler. Bu kişi için Allahû Tealâ'nın o kişinin kalbine ulaşması, kalbinin nur kapısını Allah'a çevirmesi, göğsünü yarması, göğsünden kalbine nur yolu açması, bunların hepsi ardarda gelen olaylar dizisidir.

3. basamakta Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, bu muhteva içerisinde 11 basamak ilerler. 14. basamak onun mürşidine ulaştığı yerdir. Hacet namazını kılacaktır. Allah'tan mürşidini soracaktır. Allah'ın kendisine gösterdiği hak mürşide ulaşıp önünde tâbî olacaktır. Bu tâbiiyet ruhunun vücudundan ayrılmasını intaç eder.

Burada 14. basamakta başlayan bu ruhun Allah'a doğru yaptığı seyr-i sülûk, 7 tane gök katını aşarak devam eder. Ruh, diğer ruhlarla birlikte önce 1. gök katına, sonra 2., 3., 4., 5., 6., 7. gök katına ulaşır. 7. gök katında 7 tane âlemden geçer. Zikir hücrelerindeki zikir sürecini tamamlar. Sidretül Münteha'ya ulaşır. Oradan Allah'ın Zat'ına dikey bir yolculukla ulaşır. Allah'ın Zat'ında yok olur. Bu vuslattır.

Bu kişi bu âyet-i kerimede geçen mü'minlerden olmuş mudur? Hayır, olmamıştır. Âyet-i kerimenin gerisinde Allahû Tealâ öyle bir mü'minden bahsediyor ki:

ye'murûne bil ma'rûfi: Onlar ma'rufla emrederler.

Allah'ın emrettiği, bir insanı manevî tekâmülün bütün noktalarını aşırtacak olan, zirveye ulaştıracak olan emri bil ma'ruf yaparlar, ma'rufla emrederler. Kişiyi irfan sahibi yapmak üzere...

Urf kelimesi, arif kelimesi, irfan kelimesi aynı kökten geliyor. İrfanın var olduğu yerde o kişinin özellikleri oluşur. İrfan nerede vardır? Kalp gözünün açıldığı yerde vardır. Kalp kulağının açıldığı yerde vardır. Allah ile tezekkürün mümkün olduğu yerde vardır. Burası irfanın muhtevası içindedir. Arif olan kişi, irfanın sahibi olan kişidir. Onlar irfana sahip olduktan başka Allah'ın irşada memur ve mezun kıldığı kişilerdir.

ye'murûne bil ma'rûfi: Ma'rufla emrederler.
ve yenhevne anil munkeri
: Ve münkerden nehyederler.

Öyleyse bu mü'minler, söylediğimiz ilk sıradaki Allah'a ulaşmayı dileyen, cennete gidecek olan mü'minlerdendir. Evvelâ cennete giremeyen mü'minler, Allah'a inanan ama Allah'a ulaşmayı dilemeyen mü'minlerdir.

Cennetin 1. kademesine gidebilecek olanlar, Allah'a inanan ama Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir.

2. katına gidebilecek olanlar, mürşidine ulaşıp tâbî olanlardır.

3. katına gidebilecek olanlar hakkında Allahû Tealâ, mürşidlerine ulaştıkları zaman vücutlarından ayrılan ruhlarını fena, beka, zühd, muhsinler makamlarına geçip ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamlarını tamamlayan ve salâh makamında irşada memur ve mezun kılınan bir kişiden bahsediyor. Ma'rufla emretmesi için kişinin bu yetkinin sahibi olması lâzımdır.

ve yenhevne anil munkeri: Ve münkerden nehyederler." diyor.

Münkeri de yasaklarlar. Öyleyse öyle bir mevkide ki; kendilerine tâbî olanların münkeri yapmasına izin vermezler, ma'rufla da emrederler. Onların daimî zikre ulaşmaları için ellerinden gelen bütün gayreti gösterirler. Kendilerine tâbî olanların daimî zikre ulaşmalarını isterler.

ve yukîmûnas salâte: Salatı (namazı) ikame ederler, namazı kılarlar.
ve yu'tûnez zekâte
: Ve zekâtı verirler.
ve yutîûnallâhe:
Allah'a itaat ederler.
ve resûleh(resûlehu
)
: O'nun resûlüne itaat ederler.
ulâike
: İşte onlar.
se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu
)
: Allah onlara rahmet edecektir. (Baştaki "se" gelecek zaman ekidir.
yerhamuhum:
Onlara Allah rahmet edecektir.

Yani onlar evvelâ %2 rahmet nurları alacaktır. Ondan sonra %98 fazl alacaklardır. Nefslerinin kalbi başlangıçta %2 rahmet, sonra %98 fazl nuru alacaktır.

innallâhe azîzun hakîm(hakîmun): Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
ulâike se yerhamuhumullâh:
İşte onlara Allah merhamet, rahmet edecektir.

Hem Allah'ın merhametine sığınmış olurlar. Aynı kökten gelen bir kelimedir. Ama buradaki muhtevada onların yapacakları zikir sebebiyle kalplerine evvelâ %2 rahmet girecektir. Sonra %98'e kadar ulaşan bir fazl birikimi ile kişi ulûl'elbab makamına ulaşacaktır. Tövbe-i Nasuh'a davet edilecektir. Muhlis olacak, ondan sonra da o kişinin günahları örtülecek, başının üzerine salâh nuru verilecek, günahları sevaba çevrilecek ve Allahû Tealâ'nın huzurunda iradesi Allahû Tealâ tarafından teslim alınacaktır. Ancak o teslimden sonra kişi irşada memur ve mezun kılınacaktır.

İşte sevgili kardeşlerim, Tevbe Suresinin 71. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ'nın bir sözü:

"ye'murûne bil ma'rûfi: Ma'rufla emrederler.
ve yenhevne anil munkeri
:
Ve münkerden nehyederler." ifadesi, bunların irşad seviyesinde olduğunu gösteriyor. İrşad seviyesi ancak bir kişinin iradesini Allah'a teslim etmesiyle gerçekleşir.

Öyleyse sahâbe irşad olmuş mu? Evet, irşad makamının sahibi olmuş. Zaten gene bu Surenin 100. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


"O sabikûn-el evvelîn var ya; evvelki sabikûnlar, sabikûn olanlar, hayırlarda yapılan müsabakalarda ön saflarda gelenler, bu müsabakaları kazananlar."

"Sâbık" eski mânâsına da gelen bir kelimedir.

Tevbe-100'de Allahû Tealâ diyor ki: "O sabikûn-el evvelîn var ya; evvelki sabikûnlar, hayırlarda yapılan müsabakalarda başı çekenler, onlardan bir kısmı ensardandı, bir kısmı da muhacirîndendi. Bir de onlara tâbî olan tâbiîndendi. Onlara ihsanla tâbî olanlardandı."

Tâbiiyet müessesesine bakın: Bir kişi bir mürşide gider, elini öper ve de söylediğini tekrar eder ve de tâbî olduğunu zanneder. Oysaki tâbiiyet müessesesinde kişinin kalbinde mutlaka ruhunu Allah'a ulaştırma dileğinin var olması lâzımdır. Bu dilek kalbinde olan birisi boy abdestini alır, gece saat 12'den sonra hacet namazını kılar ve Allah'a sorar: "Benim mürşidim kim? Kimden feyz alacağım?" diye. Önüne gelen kişi, önüne gelen mürşide ulaşmaz. Ulaşanlardan bazıları belki gerçekten o mürşide ulaşabilirler. Yani ulaşmaları lâzım gelen mürşide ulaşabilirler. Ama büyük kısmı, ulaşması lâzımgelen mürşidden belki başka birine ulaşmıştır. Çünkü kişi Allah'tan sormazsa, o zaman yanlış olur. Allah'ın iradesiyle değil, kişi kendi iradesiyle karar vermiş olur.

Allah'ın yoluna kendi iradesiyle hükmedecek olan kişi ulaşamaz. Allah'ın yolunda da ilerleyemez. Evvelâ seçimi doğru yapıp yapmadığı belli değildir. Doğru yaptığını kabul edelim. Gerçekten o mürşidin onun mürşidi olduğunu düşünelim ama kendi iradesiyle hareket etmeye devam ederse neticede hedeflere ulaşması mümkün değildir. İnsanlar bir başka iradenin, Allah'tan emir alan iradenin üstünlüğünü kabul etmek mecburiyetindedir.

İşte buradaki ifadeye baktığımız zaman Allahû Tealâ'nın onlara rahmet edeceği açık bir şekilde yer alıyor.

Bir sonraki âyet-i kerimeye bakıyoruz; Tevbe-72:

9/TEVBE-72: Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adnin, ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara orada ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler (vardır). Ve (bunların) en büyüğü, Allah’tan bir rızadır (Allah’ın razı olmasıdır). İşte o, fevz-ül azîmdir (en büyük kurtuluştur).


Vaadallâhu: Allah'ın vaadidir.,
el mu'minîne
: Mü'min erkeklere.
vel mu'minâti
: Ve mü'min kadınlara.
cennâtin
:
Cennetler.
tecrî
: Akan, cereyan eden.
min tahtihe
: Altından.
el enhâru
: Nehirler.

Öyleyse Allahû Tealâ onlara öyle cennetler vaat etmiştir ki; o cennetlerde onların oturdukları tahtların altından nehirler akacaktır. "Tecrî; akacak, akar. Enhâru; nehirler akar." "Allahû Tealâ onlara altlarından nehirler akan tahtlar vaat etti." Allah'ın vaadi, altlarından nehirler akan tahtlardır.

hâlidîne fîhâ: Orada ebediyyen kalacaktır.
ve mesâkine
: Meskenler vardır.
tayyibeten
: Tayyip, güzel, temiz meskenler vardır.
fî cennâti adn
: Adn cennetlerinde.

İşte ikinci bir kesin işaret. Adn cennetleri sadece 7. makam olan salâh makamının müntesiplerine verilir. Salâh makamına ulaşmadan hiç kimse Adn cennetlerine giremez.

Bir kimsenin Adn cennetlerine girebilmesi, onun ruhunu Allah'a ulaştırmasından, fizik vücudunu Allah'a teslim etmesinden, nefsini Allah'a teslim etmesinden, muhlislerden oluşundan yani Tövbe-i Nasuh ile tövbe etmesinden sonra Allahû Tealâ'nın onun iradesini de teslim almasıyla şekillenen bir husustur. Sonra da o kişinin günahları bir defa daha örtülür, bir defa daha sevaba çevrilir. Başının üzerine salâh nuru verilir ve kişinin iradesi Allahû Tealâ tarafından teslim alınır. Sadece onlar "İrşada memur ve mezun kılındın." cümlesiyle irşad makamının sahibi olurlar. İradeleri Allah'ın iradesine bağlanır. Onlar işte burada bahsedilen gerçek mürşidlerdir. İrşad makamının hakiki sahipleridir.

İrşad makamına Allahû Tealâ'nın "İrşada memur ve mezun kılındın." diye, bu ifadeyi kullanarak tayin ettiği insanlar; sadece onlar Allah'ın irşad makamına tayin ettikleridir. Böyle bir şey için ise o kişinin mutlaka kalp kulağının, kalp gözünün açık olması lâzımdır. Mutlaka Allah'ın Zat'ını görmüş olması lâzımdır. Allah'ın irşad makamına tayin ettiği bütün insanlarda bu yetenek vardır. Allah onların kalp gözlerini açar. Allah onların kalp kulaklarını açar. Kalp gözlerine 7 tane gök katının bütün özelliklerini gösterir. Sidretül Münteha'yı gösterir. Kendi Zat'ını da gösterir. Allah'ın Zat'ı bir sırdır. Gören, kimseye bir şey söyleyemez.

Tevbe-71 ve 72, kesin bir hüküm taşıyor. Adn cennetleri, mutlaka sadece ma'rufla emreden ve münkerden nehyedenlere aittir. E, herkes münkerden nehyedebilir. "Ya kardeşim, senin bu yaptığın yanlış. Sen bunu yapma." diyebilir. Ve ma'rufla da emredebilir. Der ki: "Bak şöyle şöyle şöyle yapman lâzım: Allah'a ulaşmayı dilemen lâzım. Mürşidine ulaşman lâzım." Ama bunları diyenlerin hiçbirisi iradelerini Allah'a teslim etmedikçe burada geçen ma'rufla emreden ve münkerden nehyedenler olamazlar. Gene burada geçen fevzül azîmin sahibi olup Adn cennetine gönderilmezler. Bir insanın Adn cennetine girebilmesi için mutlaka salâh makamının sahibi olması gerekir. Salâh makamına ulaşamayan hiç kimse bu hedefe ulaşamaz.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Âyetlerin sırları demekten muradımız bu zaten. Bu âyet-i kerimenin muhtevasına bakan herkes, eğer bu ilmin sahibi değilse bu söylediklerimizi buradan çıkartamaz. Dışarıdan bakıldığı zaman münkerden nehyetmek, ma'rufla emretmek herkes için mümkün gibi görünür. Allah'ın yasak ettiği fiillerden insanları men etmeye çalışan, emrettiği şeyleri de yaptırmaya çalışan herkes, bu vasfın içine girer gibi görünüyor. Oysaki münkerden nehyeden, ma'rufla emredebilen kişinin, ma'rufun, irfanın bütün standartlarını yaşaması lâzımdır.

Bir insanın kalp gözü ve kalp kulağı açılmadan o kişi irfan sahibi olamaz, arif olamaz. Arif olan; kalp gözü ve kalp kulağıyla işiten ve görendir. Ama arif olmanın da kademeleri vardır. Ulûl'elbab makamında bir kişinin kalp gözü açılabildiği gibi, ondan evvel de hangi makamda olduğu hiç belli olmaz, bir anda Allahû Tealâ kişinin kalp gözünü açabilir. Ama bu onun ma'rufla emretmesine, münkerden nehyetmesine zemin hazırlayamaz. O noktada bu imkânın sahibi değildir. Ne zaman bir kişi daimî zikre ulaşır, ulûl'elbab olur, arkasından bir kesin delil geliyor. Tövbe-i Nasuh'a muhatap olmak. Allahû Tealâ o kişiye Tövbe-i Nasuh'la tövbe ettirir. Bu demektir ki; salâh makamının yolu açılmıştır ve de işlemler ardarda tamamlanır. Kişinin günahlarının örtülmesi, başının üzerine salâh nurunun verilmesi...

Sevgili kardeşlerim! Salâh nuru, daire şeklinde bir nurdur. Sadece onların, salâh makamının sahiplerinin başının üzerinde bulunur. Hani bir resim vardı, hatırlayacaksınız; biz bir konferansta ya konferanstan çıkarken ya konferansa girerken, Ankara'da bizi çeken bir fotoğraf makinesi, o başımızın üzerindeki salâh nurunu da çekmişti de onun tartışması olmuştu. Şu meşhur bizim Yaşar Nuri Öztürk ve hempasıyla olan konuşmalarımızda...

Sevgili kardeşlerim! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; o fotoğrafın sadece fotoğrafı değil, filmi de elimizde. Herkes açık ve kesin bir şekilde filmde de aynı şeyin varlığını görür.

Öyleyse bu öğretim Allah'ın öğretisidir. Allahû Tealâ'ya sonsuz hamdediyoruz, şükrediyoruz, böyle bir dizaynda bunları bize öğrettiği için, bizi o makamlardan birer birer geçirdiği için.

Şimdi soruyoruz: Gerçekten âyetler sır taşıyor mu? Bu iki âyeti, Tevbe-71 ve 72'yi okuyup da bu neticeleri çıkartabilecek kaç kişi var acaba? İşte sır budur. Kur'ân-ı Kerim'in sırları bunlar. Bunu yaşamayan kişi ancak biz ona anlatırsak, öğretirsek bu hakikatleri bilir ve neyin, nerede, nasıl yerleştirildiğini net olarak görür. Bakınız, kaç türlü bilgiyi gerektiriyor. Ma'rufla emredip münkerden nehyetmenin sadece mürşidlere ait olan bir görev olması söz konusu; madde bir. Sonra Adn cennetlerinin sadece salâh makamının sahiplerine verildiğini kişinin bilmesi lâzım. Adn cennetleri en üstün, 7. kademe cennettir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bu ilmi bize sadece ilim olarak vermedi. Bütün kademeleri birer birer yaşadık. Şunu evvelâ açıkça söyleyelim: Daimî zikre biz gelmedik, bizim gayretimizle daimî zikre ulaşmadık, Allah bizi ulaştırdı. Onun ötesine yani tespihe biz gelmedik, Allah bizi ulaştırdı. Ondan evvel Tövbe-i Nasuh'a biz ulaşmadık, Allah bizi davet etti.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'inin gerçek mânâsını Allah'ın öğrettiği kişiler bilir. İşte Allahû Tealâ sadece birkaç kelime ile işaretini öyle bir ortaya koyar ki; kişinin âyette bahsedilen rütbesi, hüviyeti nedir; onu Allah'ın dostu bir bakışta görür.

Sevgili kardeşlerim! Unutmayın! 8500 sayfadan daha fazla olan, 8500 küsur sayfalık 19 ciltten oluşan Kur'ân-ı Kerim'i hamdolsun ki tamamladık. Bu, İslâm tarihinde ilk defa vücuda gelen bir olaydır. Bu çağa aittir, hidayet çağına aittir. 8500 sayfalık bir Kur'ân açıklaması. 8500 küsuru da var.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkilerinizde Allah için olun. Yaşadıkça her makamın muhtevasını en güzel şekilde anlayacaksınız. Asıl anlayanlar, o makamları birer birer yaşayanlardır.

Öyleyse ulûl'elbab makamında ne olur? Ulûl'elbab makamında kişi daimî zikre ulaşmıştır. Daimî zikre ulaşan kişinin kalp gözü açılmıştır ve kalp kulağı açılmıştır. Ulûl'elbab makamında olan bir kişinin Allah ile tezekkür etmesi söz konusudur. Her an Allah ile konuşur. Ehli hayır olması söz konusudur. Çünkü daimî zikrin sahibidir. Ehli hüküm ve ehli hikmet olması söz konusudur. Kur'ân âyetlerine baktığı zaman hangi kademeye ait olduğunu bir bakışta anlar, ehli hikmettir. Öbür taraftan hâkim veya hakem olarak bir karar verdiği zaman Allah'tan sorarak yapacağı için mutlaka ehli hükümdür. Hükmü Allah'ın hükmü olduğu için. Burası ulûl'elbab makamıdır.

Oysaki Tevbe Suresinin 71 ve 72. âyetleri, salâh makamında irşada ulaşmış birisinden bahsediyor. Öyleyse arada bir makam daha var; ihlâs makamı. İhlâs makamında, bir insanın ihlâs makamını yaşaması, onun Tövbe-i Nasuh'a Allahû Tealâ tarafından davet edilmesiyle mümkündür. Bu tövbe ihlâs makamının işaretidir. İhlâs makamı Tövbe-i Nasuh ile bir tövbe yaptırır ki; bu tövbe Allah'ın katında yapılan bir tövbedir. Bu tövbe bozulamaz, bozulması mümkün değildir. Çünkü Allahû Tealâ ulûl'elbab makamında evvelâ kişinin nefsinin kalbindeki bütün afetleri alıyor. İhlâs makamında böyle bir bütüne sahip olan kişinin Allah'a yemin vermesi söz konusudur, Allah'ın çizdiği çerçevenin bütünüyle tatbik edileceğine dair.

Tövbe-i Nasuh, kişiyi salâh makamına ulaştırır. Salâh makamında da irşada tayin edilmek hemen gerçekleşmez. Kişinin günahları örtülecektir. Başının üzerine salâh nurunun gelmesi için 2. adım atılacaktır. Allahû Tealâ başının üzerine salâh nurunu verecektir. Önce o kişinin günahlarının sevaba çevrilmesi, örtülmesi, sonra salâh nuru verilmesi, kişinin salihlerden olması, sonra da günahların sevaba çevrilmesi. Sonra asıl önemli işlev, kişiyi salâh makamının gerçek sahibi olan, irşad kademesine ulaştıracak olan, son muhteva; iradesinin Allah'a teslimi.

Bu noktadan itibaren kişi o güne kadar daimî zikirdeyken, kendi iradesiyle zikir yaparken o noktadan itibaren artık onun iradesi değil, külli irade veya İlâhi İrade o kişinin zikrini gerçekleştirecektir. Bu sebeple onun zikri daimî zikir değildir, artık tespihtir. İşte böyle bir dizaynın bütünlenmesi halinde kişi Allahû Tealâ tarafından "İrşada memur ve mezun kılındın." cümlesiyle irşad makamının sahibi olur. Onlar münkerden nehyederler, onlar ma'rufla emrederler. Onlar bir sonraki âyet-i kerimede -Tevbe-72'de- yer alan Adn cennetine gidecek olanlardır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyor musunuz, âyetler her açıdan sırlarla dolu. Bu muhtevayı yaşamayan bir insanın bunları bir bakışta bilmesi, yıllarca süren, 20-30 yıl süren bir tecrübenin neticesinde belki oluşabilir. Ama bunu burada geçen muhtevayı yaşayanlar en iyi bilir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir defa daha bir gönül sohbetini tamamlıyoruz, âyetlerin sırları başlığı altında. Görüyorsunuz ki; birkaç kelime ile Allahû Tealâ öyle bir resim çiziyor ki; orada o söylenenlerin hangi kademeyi ifade ettiği, 28 basamaklık bir dizayn içerisinde 28. basamağın 5. kademesine işaret ettiği, irşad makamına işaret ettiği, bu söylenen sözler arasındaki açık ifadelerden kesin şekilde anlaşılmaktadır ama o ilmin sahibi olmak kaydıyla. Bu ilim Allah'tan öğrenilir ve Allah'ın öğrettiklerinden öğrenilir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R