NİSÂ Suresi 44. ayeti dinle
  • 4/NİSÂ - 44

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُوا نَصِيبًا مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُرِيدُونَ أَنْ تَضِلُّوا السَّبِيلَ
E lem tera ilâllezîne ûtû nasîben minel kitâbi yeşterûned dalâlete ve yurîdûne en tedıllus sebîl(sebîle).
Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Dalâleti satın alıyorlar ve sizin de yoldan (Allah'ın yolundan) sapmanızı (dalâlete düşmenizi) istiyorlar.

1.e: mi?
2.lem tere: görmedin
3.ilâ ellezîne: onları
4.ûtû: verildi
5.nasîben: nasip, hisse, pay
6.min el kitâbi: kitaptan
7.yeşterûne: satın alıyorlar
8.ed dalâlete: dalâleti, sapıklığı
9.ve yurîdûne: ve istiyorlar
10.en tedıllu: dalâlette kalmanızı, sapmanızı
11.es sebîle: yol


AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim bu Kitap’tan nasip verilenler? Kitap sahipleri. Hristiyanlar ve Yahudiler, onların çoğu. Bir kısmı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar, bir kısmı kendi mürşidlerine tâbî olmuşlar. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatın aynını yaşıyorlar. Ama büyük kesim burada söylendiği gibi, kendilerine Kitap’tan bir nasip verildiği halde, kendileri o nasiplerini almamışlar, Allah’ın yolundan sapmışlar ve sahâbenin de yoldan sapmasını istiyorlar.

Öyleyse Allah’ın indirdiği mukaddes kitaplar, Hz. İbrâhîm’in hanif dîni yani teslim dînidir. Hz. Musa’ya indirilen Tevrat, Hz. İsa’ya indirilen İncil ve Hz. Muhammed (S.A.V)’e indirilen Kur’ân-ı Kerim 7 safha ve 4 teslimi içerir.

Her peygamber öldükten sonra, şeytan onun bıraktığı mirasın yok olması ve insanlar tarafından kabul edilmemesi için elinden gelen bütün gayreti ardına koymuyor. Yüzyıllar geçtikçe insanlar Allahû Tealâ’nın emirlerini uygulamamaya başlıyorlar. Neticede toplumun büyük kısmı bu emirleri uygulamayanları oluşturuyor.

Ama her peygamberden bu tarafa, asırlar boyunca tâbiiyetini devam ettirerek 7 safha ve 4 teslimi yaşayan küçük gruplar hep olmuştur.

Öyleyse Allahû Tealâ ne diyordu? “Şu kendilerine Kitap’ta bir nasip verilenleri görmez misin?” Ellerinde Kitap var. Kitap’ta Allah’a teslimleri kesin şekilde emrolunuyor, Peygamberlerinin Allah’a teslim olduğu kesin, ona tâbî olanların Allahû Tealâ’ya teslim olduğu kesin. Buna rağmen nasıl şimdi İslâm’ın büyük kısmı Allah’a teslim olmuyorlarsa, onların da büyük kısmı Peygamber Efendimiz (S.A.V) geldiği zaman aynı standartlar içindeydi. Büyük kısım Allah’ın teslim emirlerini yaşamıyordu. Allahû Tealâ’nın nasiplerini almıyorlar. Nasipleri ne? Allah’a ulaşmayı dileseler, 1. kat cennetin sahipleri olacaklar, 1. grup nasip. Mürşidlerine ulaşsalar, 2. kat cennetin sahipleri olacaklar, 2. grup nasip. Allah’ın sözü gereği mutlaka ruhları Allah’a ulaşacaktır, böylece 3. kat cennetin sahipleri olacaklar ve 3. grup nasibi alacaklar.

Nasiplerini almıyorlar, alamıyorlar. Allahû Tealâ: “Dalâleti satın alıyorlar ve sizin de dalâlette olmanızı istiyorlar.” diyor

Öyleyse bu insanlar, devrin kâinattaki en büyük mürşidi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuyorlar. Kendi mürşidlerine tâbî olsalar -aralarında mutlaka var- ona da tâbî olmuyorlar. Tâbî olmadıkları için dalâletteler. 10 âyet-i kerime böyle söylüyor:

  1. Kasas-50: “Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.”
  2. Tâhâ-123: “(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
  3. Kehf-17: “Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.”
  4. Câsiye-23: “Hevâsını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı.”
  5. Cuma-2: “Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.”
  6. Âli İmrân-164: "Andolsun ki Allah, müminlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir nimet olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Ondan evvel (resûle tâbî olmadan evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler."
  7. Ahkâf-32: “Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.”
  8. Nahl-36: “Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve tâguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu.”
  9. Zumer-23: “İşte bu, Allah'ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.”
  10. A’râf-186: “Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terk eder (bırakır).”