}
Rûm Suresi 50-60 (Âyetlerin Sırları) 29.02.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107666

SOHBETİN ADI: RÛM SURESİ 50-60 (Âyetlerin Sırları)

SOHBETİN TARİH: 29.02.2004


Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bir Kur’ân Tefsiri dersinde inşaallah birlikteyiz. Üniversitemizin temel derslerinden birisi; Kur’ân-ı Kerim Tefsiri. Bir defa daha söyleyelim: Kur’ân’ın tefsiri demek, Kur’ân’ın ruhunun açıklamasıdır. Ruhu da insanlar bilemezler. Mutlaka Allah’tan öğrenmek gerekir. İşte; biz O’nun öğretisi ile karşınızdayız. Öyleyse tefsirlerimiz başkalarınınkinden mutlaka farklılık arz edecektir ve Kur’ân’ın ruhunu sizlere aktaracağız, Allah’ın bize öğrettiği ruhunu.

Rûm Suresi, 50. âyet-i kerime ile inşaallah başlıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
 

30/RÛM-50: Fenzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyil arda ba’de mevtihâ, inne zâlike le muhyîl mevtâ, ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bak. Ölümünden sonra arzı (yeryüzünü) nasıl diriltiyor? Muhakkak ki (O), ölüleri işte böyle gerçekten diriltendir ve O, herşeye kaadirdir.



fenzur (fe unzur): Bak.

ilâ âsâri: Eserlere.

rahmetillâhi (rahmeti allâhi): Allah’ın rahmeti.

keyfe: Nasıl?

yuhyi: Diriltir.

el arda: Arz, yeryüzü.

ba’de: Sonra.

mevti-hâ: Onun ölümü.

inne: Muhakkak.

zâlike: İşte bu.

le: Elbette, gerçekten.

muhyî: Dirilten.

el mevtâ: Ölüler.

ve huve: Ve o.

alâ: Üzerine.

kulli şey’in: Her şey.

kadîrun: Kaadir, gücü yeten.

Şöyle çıkıyor mânâ: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bak.”

“Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bak. Ölümden sonra arzı (yeryüzünü) nasıl diriltir? Muhakkak ki (O), ölüleri işte böyle diriltendir ve O, her şeye kaadirdir.”

Ne diyor Allahû Tealâ? Kış boyunca bütün ağaçlar, yapraklarını dökerler. Dökmeyen iğne yapraklı ağaçlar hariç, bütün ağaçlar yapraklarını dökerler. Dökerlerse ne olur? Dökerlerse bir nevî ölü durumuna girerler. Her şey kış boyunca bir nevî ölüdür, bitkiler de. Sonra Allahû Tealâ, onları göklerden gönderdiği suyla yeniden diriltir.  “İşte,” diyor Allahû Tealâ, “Nasıl Biz, yeryüzünü ölümünden sonra diriltiyorsak; kıyâmet günü de ölümünüzden sonra sizleri dirilteceğiz.” Ve aslında diriltmesi, zamanın geri dönüşüyle birinci derecede alâkalı bir konu. Zaman geri döndüğünde bizim hayatta olduğumuz devreye ulaşınca, biz zaten hayattayız o noktada. Zamanın o noktasında biz zaten hayatta olacağız.

51. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-51: Ve le in erselnâ rîhan fe raevhu musfarran le zallû min ba’dihî yekfurûn(yekfurûne).

Ve eğer Biz, rüzgârı göndersek, böylece onu (ekinleri) sararmış görseler (bile) bundan sonra mutlaka inkâra devam ederler.



ve: Ve.

le: Mutlaka.

in: Eğer.

erselnâ: Biz gönderdik.

rîhan: Rüzgâr.

fe: Böylece.

raev-hu: Onu gördü.

musfarren: Sararmış olan.

le: Mutlaka.

zallû: Olurlar, devam  ederler.

min: -dan.

ba’di-hi: Ondan sonra.

yekfurûne: İnkâr ederler.

 

“Eğer Biz, rüzgârı göndersek; böylece onu (ekinleri) sararmış görseler, bundan sonra mutlaka inkâra devam ederler.” 

“Görseler (bile) bundan sonra mutlaka inkâra devam ederler.”

“Eğer Biz, rüzgârı göndersek; böylece onu (ekinleri) sararmış görseler (bile) bundan sonra mutlaka inkâra devam ederler.” Yani: “İnsanlar Allahû Tealâ’nın ortaya koyduğu gerçekleri görmelerine rağmen, eğer inkâr edeceklerse inkârları hep devam eder.” diyor Allahû Tealâ.

Ve Rûm Suresi 52. âyet-i kerime, buyuruyor Allahû Tealâ:

30/RÛM-52: Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).

Öyleyse muhakkak ki sen ölülere duyuramazsın, arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.



fe: O zaman.

inne-ke: Muhakkak ki sen.

lâ tusmiu: Duyuramazsın, işittiremezsin.

el mevtâ: Ölüler.

ve lâ tusmiu: Ve duyuramazsın, işittiremezsin.

es summe: Sağırlar.

ed duâe: Çağrı, davet.

izâ vellev: Döndükleri zaman.

mudbirîne: Arkalarına dönenler.

 

“Öyleyse muhakkak ki sen, ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.”

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bahsediyor.

“Öyleyse muhakkak ki sen, ölülere duyuramazsın (işittiremezsin). Öyleyse arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.”

Ne davetinden bahsediyor Allahû Tealâ? Allah’a ulaşmayı dilemek. İnsanlar başlangıçta kör, sağır ve dilsizler ve bunlar ölüler. Allahû Tealâ Kur’ân’da birçok yerde, yaşamakta olan insanları eğer Allah’a ulaşmayı dilememişlerse ölüler olarak değerlendiriyor. Ölü olmasının muhtevasını ise onların kör, sağır ve dilsiz, idraksiz olmalarına bağlıyor.

En’âm Suresinin 36. âyet-i kerimesinde diyor ki:

6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).

(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra O'na döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)



“Sen muhakkak ki ölülere işittiremezsin.” diyor, “Onlar mezardaki ölüler gibidir.” diyor. “Kör, sağır ve dilsizdirler.”

35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâl emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).

Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.



Öyleyse bütün insanlar engellerle doğarlar. Görme hassalarında, işitme hassalarında ve idrak hassalarında engellerle doğarlar. Basar isimli görme hassaları; gışavet adlı bir perdeyle örtülüdür. İşitme hassaları; sem’î isimli işitme hassaları mühürlüdür. Kalpteki idrak hassası ise o da mühürlüdür.

İşte Allahû Tealâ, Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?



“Habîbim! O, hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Allah, onları ilim üzere (onların ilimleri üzere) dalâlette bırakır. Onların basarları üzerinde gışavet adlı perde vardır. Onların sem’î isimli işitme hassaları mühürlüdür. Onların kalpleri (kalplerindeki idrak hassası da) mühürlüdür. Onlar dalâlettedirler.” diyor Allahû Tealâ.

Burada da: “Ölülere duyuramazsın.” diyor, “Sağırlara da daveti duyuramazsın.” diyor.

Davet; Allah’a ulaşmayı dilemeye davettir ve böyle bir dizaynda bir sonraki âyet-i kerimeye bakıyoruz.

Rûm Suresi 53. âyet-i kerime:

30/RÛM-53: Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).

Ve sen, körleri dalâletlerinden kurtarıp hidayete erdirecek değilsin. Sen ancak âyetlerimize îmân edenlere duyurursun. İşte onlar teslim olanlardır.



ve mâ: Ve değil.

ente: Sen.

bi hâdi: Hidayete ulaştırıcı.

el umyi: Kör.

an dalâleti-him: Onların dalâletlerinden.

in: Eğer, ancak.

tusmiu: İşittirebilirsin, duyurabilirsin.

illâ: Ancak, sadece.

men: Kimse.

yu’minu: Mü’min olan, îmân eden.

bi âyâti-nâ: Âyetlerimize.

fe hum: Böylece onlar, işte onlar.

muslimûne: Teslim olanlar, müslümanlardır.

“Ve sen, körleri dalâletlerinden kurtarıp hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize îmân edecek olanlara duyurursun (sen, ancak âyetlerimize îmân edenlere duyurursun). İşte onlar, teslim olanlardır.”

fe hum muslimûn: Onlar teslim olanlardır (teslim olacak olanlardır).


Aslında âyet-i kerimedeki yazılı standartta, “Onlar teslim olanlardır (fe hum muslimûn). diyor Allahû Tealâ. Ama bu teslim; ne ruhun teslimidir ne fizik vücudun teslimidir ne nefsin teslimidir. Ama ilk teslim de burasıdır; Allah’a ulaşmayı dileyenler. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ onları, Allah’a teslim olanlar olarak kabul ediyor; ilk teslim. Kur’ân’da 7 kademe teslim söz konusu. 1. teslimde sadece kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi söz konusu. 2. teslimde mürşidine ulaşıp tâbiiyeti söz konusu. Daha Allah’a ruhunu, vechini, nefsini veya iradesini; hiçbirini teslim etmiş değil; ama Allah’ın yoluna bu kişi gönül koyduğu andan itibaren, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren o, Allah’a isyan etmiş olanlardan birisi değildir artık. Allah’a fikir platformunda, düşünce standartlarında yani kuvve ortamında (fiil ortamında değil; kuvve ortamında) Allah’a birinci teslimini tamamlamıştır; Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren.

Âyetlere îmân edenler kimdir? Âmenû olanlardır; Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Ve burada onların Allah’ın âyetlerine îmân edenler olduğunu söylüyor Allahû Tealâ.

“Âyetlerimize îmân edenlere.” Yani: “Âmenû olanlara; Allah’a ulaşmayı dileyenlere…”

Allah’ın âyetlerine îmân edenler; Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir kavramın var olduğunu biliyorlar. Ve Allah’a ulaşmayı diledikleri anda Allah’a ilk teslimlerini tamamlamışlardır. Allahû Tealâ, daha Allah’a ulaşmayı dileme safhasında olan bu insanların Allah’a teslim olduğunu söylüyor. 3. basamakta kişi, Allah’a ulaşmayı diler. Dilediği anda, Allahû Tealâ Rahîm esmasıyla tecelli eder. Ve o kişinin görme, işitme ve idrak hassalarını açar. Bu açışın sonunda kişi, 2. davete icabet etmek için hazır hâle gelir.

“Sen, ancak âyetlerimize îmân edenlere duyurursun.”

Neyi duyurur? Bir evvelki âyet-i kerimede, “Davet.” diyor Allahû Tealâ. “Sen ölülere daveti duyuramazsın. Arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.”

52’de ölüleri ve sağırları ifade ediyor. Kör, sağır ve dilsiz bu insanlar. Ölülerin sağırlığı; Rûm-52’de ifade ediliyor. Kör oldukları da 53’de ifade ediyor. Îmân etmekse kalp işidir. Yani kalpteki idrak hassasını da Allahû Tealâ’nın açmış olmasıyla îmân ediyor kişi. Ve ilk teslim burada başlıyor; Kur’ân’daki 7 teslimin ilki. 1. davete icabet: Allah’a ulaşmayı dileme daveti. Ne zaman ki Allahû Tealâ o kişiye 7 tane furkan veriyor; sadece görme hassasının üzerindeki, işitme hassasının üzerindeki, idrak etme hassasının üzerindeki engelleri kaldırmakla kalmıyor; gözdeki direkt engeli (hicab-ı mestureyi), kulaklardaki engeli (vakrayı), kalplerdeki engeli (ekinneti) alıyor Allahû Tealâ. 2. safha ve ekinnetin yerine ihbat koyuyor kalbe, 7 safhada 7 defa o kişinin günahlarını örtüyor ve günahlar tamamen örtülmüş oluyor. Bu noktadan itibaren kişi, Allah’a ulaşmayı dileme davetini tamamlamıştır. Ve artık idrak eden, işiten, bilen biridir. O, asıl davete icabet edecek hâle gelmiştir; yani ruhunu Allah’a ulaştırma davetine. 1. daveti aşmıştır; ölü iken dirilmiştir. Ve ancak diriler; işitenler Allah’ın davetine icabet edebilirler. Bu davet, 2. davettir. Bu 2. davet; Allah’a ulaşma davetidir. Allah’a yönelmek, 3. basamaktan 14. basamağa kadar devam eden bir vetiredir. Allah’a yönelmenin birinci kısmı Allah’a ulaşmayı dilemektir, 3. basamaktan 7. basamağa kadar devam eder. Bu söylediğimiz işlevler 7. basamakta tamamlanır. Bu noktada Allahû Tealâ’nın verdiği 7 tane furkanla artık gören, işiten, bilen birisi var. Ve o kişi, Allah’a ulaşmak üzere harekete geçmiş olan birisidir. 8. basamaktan 14. basamağa kadar yönelmenin ikinci kesimi devam ediyor. Allah’a ulaşmayı dileme davetine kişi, icabet etmiştir ve furkanları almıştır. Günahları tamamen örtülmüştür. İkinci fasla geçmiştir; Allah’ın asıl davetine, Allah’a ulaşma davetine icabet edecek hâle gelmiştir. Allah’a ulaşmayı dileme davetine icabet eden kişi, furkanları aldıktan sonra Allah’a ulaşma davetine ehil hâle geliyor. Allah’a ulaşma davetine ehil hâle geliyor. 

Öyleyse âyetlerdeki dizayna, inceliğe dikkat edin sevgili kardeşlerim. Öylesine güzel bir dizaynı var ki Allahû Tealâ’nın. Ve kim bu, Allah’a ulaşma davetine icabet eder de Allah’a yönelirse Allah, onu mutlaka 12 tane ihsanla mürşidine ulaştırır. Bu, Allah’a yönelme faslının tamam olmasıdır. Bundan sonra ulaşma faslı başlayacaktır.

Allah razı olsun.

Rûm Suresi 54. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-54: Allâhullezî halakakum min da’fin summe ceale min ba’di da’fin kuvveten summe ceale min ba’di kuvvetin da’fen ve şeybeh(şeybeten), yahluku mâ yeşâu, ve huvel alîmul kadîr(kadîru).

O Allah ki, sizi güçsüz (zayıf) bir şeyden (nutfeden) yarattı. Sonra zayıflığın ardından (sizi) kuvvetli kıldı. Sonra (sizi), kuvvetin ardından zayıf ve ihtiyar kıldı. O (Allah), dilediğini yaratır. Ve O; Âlim’dir (en iyi bilen), Kaadir’dir (herşeye gücü yeten).



allâhu: Allah.

ellezî: Ki o.

halaka-kum: Sizi yarattı.

min da’fin: Güçsüz, zayıf.

summe: Sonra.

ceale: Yarattı, kıldı.

min ba’di: Sonradan, sonra.

da’fin: Güçsüz, zayıf.

kuvveten: Kuvvet, güç.

summe: Sonra.

ceale: Kıldı, verdi.

min ba’di: Sonradan, sonra.

kuvvetin: Kuvvet, güç.

da’fen: Zayıflık, kuvvetsizlik.

ve şeybeten: Ve yaşlılık.

yahluku: Yaratır.

mâ: Şey.

yeşâu: Diler.

ve huve: Ve o.

el alîmu: En iyi bilen.

el kadîru: Kaadir olan, gücü yeten.

Şöyle çıkıyor sonuç: “O Allah ki; sizi güçsüz (zayıf) bir şeyden (nutfeden) yarattı.”

Bir sperm, bir ovum ve insanın yaratılışı.

“Sonra (bu) zayıflığın ardından (sizi) kuvvetli kıldı.”

Yani çocukluk çağı, ondan sonra gençlik çağı ve kişinin gücünü giderek arttırdığı bir devre.
 

“Sonra (sizi), kuvvetin ardından zayıf ve ihtiyar kıldı.”

İşte ihtiyarlık; kuvvetin adım adım gerilemesini ifade ediyor.

“O (Allah), dilediğini yaratır. Ve O, Âlim’dir (en iyi bilen), Kaadir’dir (her şeye güç yetirendir, her şeye gücü yetendir).”

Öyleyse gerçekten düşünelim: Bir nutfeden insan, bebek olarak doğuyor, güçsüz. Büyük insanların yanında gücü çok güdük olan, zayıf olan bir varlık. Sonra çocukluk devresini gene güçsüz olarak geçiriyor. Gençlik devresinde güçleniyor. En güçlü devresini yaşıyor. Sonra orta yaşlılık; gücün biraz azalması ve yaşlılık; gücün daha çok azalması ve güç itibarıyla kişinin zayıflaması. Bu standartlarda bir yaratılış sisteminin var olduğunu söylemiş oluyor Allahû Tealâ.

Ve Rûm Suresinin 55. âyet-i kerimesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

30/RÛM-55: Ve yevme tekûmus sâatu yuksimul mucrimûne mâ lebisû gayra sâah(sâatin), kezâlike kânû yu’fekûn(yu’fekûne).

Ve o saatin geldiği (kıyâmetin koptuğu) gün, mücrimler bir saatten fazla (mezarda) kalmadıklarına yemin ederler. İşte böyle döndürülüyorlardı (ölümden hayata döndürülüyorlardı).

 

ve yevme: Ve o gün.

tekûmu: Olur, gerçekleşir.

es sâatu: Saat (kıyâmet saati, kıyâmetin vakti).

yuksimu: Yemin eder.

el mucrimûne: Mücrimler, suçlular.

mâ lebisû: Kalmadılar.

gayra: Başka (fazla), dışında.

sâatin: Bir saat.

kezâlike: Böylece.

kânû: Oldular.

yu’fekûne: Döndürülüyorlar(dı).


“Ve o saatin geldiği (kıyâmetin koptuğu) gün, mücrimler bir saatten fazla (mezarda) kalmadıklarına yemin ederler. İşte böyle döndürülüyorlardı (yanılıyorlardı).”

Aslında döndürülüyorlardı. Buradaki bir, ikinci hüviyeti daha var konunun: Ölümden hayata döndürülüyorlardı. Zaten söyledikleri şey de ölü olarak kalmaları konusunda bir şey. Hem yanılmaları söz konusu hem de ölümden hayata döndürülmeleri. Yani nasıl oluyor sevgili kardeşlerim? Oradaki dizayna baktığımız zaman şunu görüyoruz: İsterse Âdem (A.S) zamanında ölsün bir kişi, isterse kıyâmetin kopmasından bir evvelki gün ölsün, isterse kıyâmet günü ölsün; zaman hepsi için aynıdır. Uyandırılmaları, hayata geri dönmeleri, zaman kendi yaşadıkları güne geri döndüğünde gerçekleşecektir. Ve geri döndüğü zaman da zaten onlar hayatta olacaklardır. Bu sebeple öldükleri zamanla hayatta olan devreyi yeniden canlandırıldıklarında, zaman onların canlı olduğu zaman ulaştığında; onlar zaten canlı hüviyette oluyorlar.
 
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler ve binlerce yıl ölü olarak kalanla bir gün ölü olarak kalan, birkaç saat ölü olarak kalan kişiler arasında bir farklılık yok. Her ikisinde de zaman geliyor. Çok hızlı geçen zaman süratle başa doğru yürüyor. Öyleyse binlerce yıl ölü kalanla, bir gün veya birkaç saat ölü kalan insan aynı şeyi hissediyor. Hepsi hayata geri döndürülmüş durumda oldukları için öldükleri anla o an arasındaki farkın, bir saat veya birkaç saat olduğunu söylüyorlar.

Ve 56. âyet-i kerime:

30/RÛM-56: Ve kâlellezîne ûtûl ilme vel îmâne lekad lebistum fî kitâbillâhi ilâ yevmil ba’si fe hâzâ yevmul ba’si ve lâkinnekum kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Ve ilim ve îmân verilenler: "Andolsun ki Allah’ın Kitabı’ndaki beas (yeniden diriliş) gününe kadar (mezarda) kaldınız." dediler. İşte bu beas (yeniden diriliş) günüdür. Lâkin siz bilmiyordunuz.

ve kâle: Ve dedi.

ellezîne: O kimseler, onlar.

ûtû: Verilenler.

el ilme: İlim.

ve el îmâne: Ve îmân.

lekad: Andolsun ki.

lebistum: Siz kaldınız.

fî: İçinde.

kitâbi allâhi: Allah’ın Kitab’ı.

ilâ yevmi: Güne kadar.

el ba’si: Beas edilme, yeniden dirilme.

fe hâzâ: İşte bu.

yevmu: Gün.

el ba’si: Dirilme.

ve lâkinne-kum: Ve lâkin siz, fakat siz.

kuntum: Siz oldunuz.

lâ ta’lemûne: Siz bilmiyorsunuz.      
                              

Şöyle bir cümle oluşuyor:

“İlim ve îmân verilenler: ‘Andolsun ki Allah’ın Kitabı’ndaki beas (yeniden diriliş) gününe kadar (mezarda) kaldınız.’ dediler. İşte bu beas (yeniden diriliş) günüdür. Lâkin siz bilmiyordunuz.”

“Kendilerine ilim ve îmân verilenler: ‘Andolsun ki Allah’ın Kitabı’ndaki beas gününe kadar (yeniden dirilme gününe kadar) kaldınız.” Nerede kaldınız? “Mezarda kaldınız, derler.” Ama ölü oldukları için geçen süreyi bilmemeleri de tabiî.

“Ama siz (lâkin siz) bilmiyordunuz.” neticesine ulaşıyoruz.

Ve Rûm Suresi 57. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-57: Fe yevmeizin lâ yenfeullezîne zalemû ma’ziratuhum ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).

O zaman izin günü (kıyâmet günü), zalimlere mazeretleri (özürleri) fayda vermeyecek. Ve onlardan (Allah’ı) razı etmeleri de istenmez.



fe: O zaman.

yevme: Gün.

izin: İzin.

lâ yenfeu: Fayda vermeyecek.

ellezîne: Onlar.

zalemû: Zulmedenler.

ma’ziratu-hum: Onların mazeretleri.

ve lâ: Ve yoktur, olmaz.

hum: Onlar.

yusta’tebûne: Onlardan razı etmeleri istenir.


“O zaman izin günü (kıyâmet günü), zâlimlere mazeretleri (özürleri) fayda vermeyecek. Ve onlardan (Allah’ı) razı etmeleri de istenmez.”

“Allah’ın razı olması konusundaki talepleri kabul edilmez.” hüviyetine ulaşıyoruz.

Burada Allahû Tealâ, oraya başına koyduğu “ve lâ” kelimesi ile “Razı etmeleri istenir, istenmez.” hüviyetine dönüşüyor. Yani Allah’ın kendilerinden razı olması taleplerinin kabul edilmeyeceği ifade edilmiş oluyor.

58. âyet-i kerime, Rûm Suresi:

Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

30/RÛM-58: Ve lekad darebnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli mesel(meselin), ve le in ci’tehum bi âyetin le yekûlennellezîne keferû in entum illâ mubtılûn(mubtılûne).

Ve andolsun ki, bu Kur’ân’da insanlar için bütün meselelerden örnekler verdik. Ve eğer onlara bir âyet getirsen, kâfirler mutlaka: "Siz sadece batılla uğraşan kimselersiniz." derler.

  

ve lekad: Ve andolsun.

darebnâ: Biz örnekler, misaller verdik.

li en nâsi: İnsanlar için, insanlara.

fî: İçinde.

hâzâ: Bu.

el kur’âni: Kur’ân.

min kulli meselin: Bütün meselelerden.

ve le: Ve mutlaka.

in: Eğer.

ci’te-hum bi: Onlara getirdin.

âyetin: Bir âyet.        

le: Mutlaka.

yekûle: Derler.

enne ellezîne: Muhakkak ki o kimseler, onlar.

keferû: İnkâr ettiler.

in: Eğer, ancak.

entum: Siz.

illâ: Ancak, sadece.

mubtılûne: Bâtılla uğraşan kimse.


“Ve andolsun ki; bu Kur’ân’da insanlar için bütün meselelere örnekler verdik. Ve eğer onlara bir âyet getirsen, kâfirler mutlaka: ‘Siz sadece bâtılla uğraşan kimselersiniz.’ derler.”

Bütün resûllerle, nebîlerle kavimler arasındaki ilişkilerin başlangıcı hep bu olmuştur. Hep onların arasında dînlerini unutmuş olan insanlar; resûlün batılla uğraştığını iddia ederler. Çünkü onların ilmi bunu ihata eder. Bütün devirlerde bütün insanlar, Allahû Tealâ’nın indirdiklerinden haberdar değildir. Bir kısmı haberdar olacaktır. Hepsi haberdar olacaktır; ama bir kısmı gerçeği kabul edecektir.  Büyük kısım, sahip oldukları emaniyye ilim sebebiyle Allah’ın resûle söylettiklerini kabul etmeyeceklerdir. Ve tabii gidecekleri yer, bu sebeple cehennem olacaktır. Ama söyledikleri şey hep aynı olmuştur: “Siz batılla uğraşıyorsunuz, siz dalâlettesiniz.” derler.

Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetlerini hatırlayalım:
 

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).

(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).

Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).

Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.



Ne diyordu? “Cehennem bekçileri cehenneme girenlere derler ki: ‘Size Allah’ın nezirleri gelip de buraya (cehenneme) geleceğinizi söylemediler mi? Sizi ikaz etmediler mi? Uyarmadılar mı cehenneme geleceğinizi söyleyerek?’ Onlar da derler ki: Uyardılar. Ama biz, onlara inanmadık.”

1. özellik: “Biz onlara inanmadık.”
2. özellik: “Allah hiçbir şey indirmemiştir, dedik.” Yani: “Allah’ın kitaplarına da inanmadık.”
3. özellik: “Biz, sizi mutlak olarak dalâlette görüyoruz. Siz dalâlettesiniz, dedik.” (3.özellik.)

Ve aynı kişi diyor ki: “Eğer biz, o resûlün söylediklerini işitmiş ve itaat etmiş, işitmiş ve idrak etmiş olsaydık (akletmek; akıl etmiş olsaydık; işitmiş ve akıl etmiş olsaydık)…” Akletmek, görmeyi ve idrak etmeyi içeriyor. “O zaman burada, cehennemde mi olurduk?” diyorlar.

İşitmiş ve akıl etmiş olsalardı; o zaman davete işittikleri anda, davete icabet etmiş olacaklardı. Akıl etmiş oldukları anda da 2. davete icabet etmek için hazır hâle geleceklerdi.

1. davet: Allah’a ulaşmayı dileme daveti.
2. davet: Allah’a davet.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım
, Allahû Tealâ bütün misalleri Kur’ân-ı Kerim’e koyduğunu söylüyor. “İnsanlar için bütün meselelere örnekler verdik.” diyor Allahû Tealâ. Ama Allahû Tealâ: “Sana,” diyor, “Bir âyet indirdiği zaman onlar derler ki: Siz, sadece batılla uğraşanlarsınız.” Her devirde böyle söylenir Allahû Tealâ’nın resûllerine.

Ve Rûm Suresinin 59. âyet-i kerimesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-59: Kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbillezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle tabeder (mühürler).

kezâlike: Böylece, işte böyle.
yatbaullâhu (yatbau allâhu): Allah tabeder, mühürler.

alâ: Üzerini.
kulûbi: Kalpler.
ellezîne: O kimseler.
lâ ya’lemûne: Bilmezler.

İşte Allahû Tealâ bu insanlara: “Bilmeyenler.” diyor. Her devirde hep resûllere bunlar söylenmiştir. O bilmeyenler; resûlün âyeti Allah’tan aldığını inkâr ederler. Ve bunun üzerine de Allah, onların kalplerini mühürler.

“Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle tabeder (mühürler).”

Kalplerin mühürlenmesi söz konusu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e inkâr edenler için neler yapmıştı Allahû Tealâ? Hatırlayalım, İsrâ-45 ve 46’da Allahû Tealâ diyor ki:

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.



“Sen Allah’ın İsmi’ni (Allah’ın tekliğini) zikrederek onlara Kur’ân’ı kıraat ettiğin zaman; o Allah’a ulaşmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilemeyenler (ulaşmaya inanmayanlar, ahirete inanmayanlar), onların kulaklarına vakra koyarız. Seni işitmelerine mâni oluruz. Onlarla senin arana hicab-ı mesture koyarız (onların gözleri üzerine hicab-ı mesture adlı bir perde koyarız). Ve onların kalplerine ekinnet koyarız ki; seni idrak edemesinler diye.” diyor Allahû Tealâ, “Ve sen sözlerini bitirdiğin zaman, onlar nefretle arkalarını dönerler.”

İşte aynı olay burada var: “Allah onların kalplerini, senin tebliğine karşı isyan ettikleri için, üstelik seni yalancılıkla suçladıkları için, ‘Batılla uğraşıyorsun.’ dedikleri için; Allah onların kalplerini mühürler.” diyor.

Ve Rûm Suresinin 60. âyet-i kerimesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-60: Fâsbir inne va’dallâhi hakkun ve lâ yestahıffennekellezîne lâ yûkınûn(yûkınûne).

Öyleyse sabret, muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Ve yakîn hasıl etmemiş olanlar (kesin bilgi sahibi olmayanlar), sakın seni hafifliğe sürüklemesinler.


Kelimeler:

fâsbir (fe isbir): O zaman, artık, öyleyse sabret.     

inne: Muhakkak ki.

va’dallâhi (va’de allâhi): Allah’ın vaadi.

hakkun: Haktır.

ve lâ yestehıffenneke: Ve sakın seni hafifliğe sürüklemesin.

ellezîne: O kimseler, onlar.

lâ yûkınûne: Yakîn hâsıl etmeyenler.

 

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler; insanlar ne zaman yakîn hâsıl etmiş olacaklar? Ne zaman Allah’a ruhlarını ölmeden evvel ulaştıracaklarına kesin olarak inanıyorlarsa onlar, yakîn hâsıl edenlerdir. Bakara Suresi 46. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, huşû sahibi olanlar için diyor ki:

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.



“İnnellezîne…”

“Onlar,” diyor Allahû Tealâ, “Yakîn hâsıl ederek kesin şekilde Allah’a mülâki olacaklarına inanırlar. Ve ölümden sonra da tekrar Allah’a ruhlarının ulaşacağına gene (muhakkak surette) inanırlar.”

İşte bu inanç, yakîn hâsıl etmenin inancıdır. Ve bu inancı olmayanlardan bahsediyor Allahû Tealâ burada.

“Öyleyse sabret, muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Ve yakîn hâsıl etmemiş olanlar, sakın seni hafifliğe sürüklemesin.”

Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi; Allah’a ulaşmaya (ölmeden evvel ulaşmaya) inanmayan kişi, yakîn hâsıl etmemiş olan kişidir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Bir Kur’ân Tefsiri konumuz inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Allah, hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali  M İ H R