}
Kur'ân-ı Kerim'e Göre Kalp Temizliği Nedir? 12.08.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108295

SOHBETİN ADI: KALP
TARİH: 12.08.2004


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allah hepinizden razı olsun. Her şeyin gene en güzel olduğu standartlarda inşallah bir beraberliği yaşıyoruz. Sizlere bu akşam kalbi anlatmak istiyorum: Kalp.

Tasavvufun yedi kademeli gök katlarının işaretlenmesinde kalp birinci sırada yer alır. Yedi gök katına paralel bir zikir artışı söz konusudur ve birinci nokta sol göğsümüzün altıdır. Burada 15.000’e kadar zikir çekeceksiniz. Bunun adı “KALP’tir. Bununla başlar her şey. Sonrası sağ tarafı, RUH. Sonrası sol göğsünüzün üzeri SIR. Sağ göğsün üzeri HAFÎ. Köprücük kemiklerinizin birleştiği yer AHVA. Kaşlarınızın birleştiği yer LETAİF-İ NEFS, saçlarınızın alnınızla birleştiği yer LETAİF-İ RUH.

Tasavvufta yedi tane gök katına tekabül eden bir zikir artışı söz konusudur. On beş binden sonraki zikirleriniz iki bin iki bin artarak gidecektir. 15, 17, 19, 21, 23, 25, 27 ve daha yukarısı. Bu, zikrin özellikle “vird” adı verilen dizaynıdır. Dikkat edin ki o beyaz çarşafı üzerinize çektiğiniz zaman dünyadan ayrılmış olursunuz. Her zaman onu usul haline getirin. Gecenin bir vakti kalkıp zikrinizi yaparken beyaz bir çarşafı tamamen sizi örtecek şekilde hiçbir yeriniz açık kalmayacak şekilde örtmesini temin edin. Zikrinizi, virdinizi ondan sonra açın.

Allah’ın bütün güzelliklerinin nasıl yaşandığını, Allahû Tealâ’nın kalp gözünüzü nasıl açtığını göreceksiniz. İşte yolculuk böyle başlıyor kalpten. Kalpten kalbe yol vardır; bu insanlar için geçerli ama kalpten Allah’a da yol vardır. Allah bir insan olmadığı için bizim gibi bir kalbe tabiatıyla ihtiyacı yok. Her zerresiyle görür, her zerresiyle işitir, her zerresiyle bilir. Bütün hisler O’ndadır. Ve insanı iki defa hayata hazırlar.

Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman:

1- Gözlerinizin üzerindeki hicab-ı mesture,
2- Basar isimli görme hassanızın üzerindeki gişavet,
3- Kulaklarınızdaki vakra,
4- İşitme hassanızın (sem’î hassanızın) üzerindeki mühür,
5- Kalbinizdeki ekinnet,  
6- Kalbinizin üzerindeki mühür alınır.
7- Allahû Tealâ kalbinize ihbat koyar.

Bu, Allah’a göre siz bir ölüyken hayata geçirilmenizdir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin Allah’tan aldıkları furkanlarla gerçekleşir. Bu birinci defa hayata gelmenizdir. Diyebilirsiniz ki: “Ama ben ondan evvel de görüyordum, ondan evvel de işitiyordum. Ondan evvel de idrak ediyordum, matematikte falan bayağı iyiydim.” Başka bir idrak sevgili kardeşlerim Allahû Tealâ’nın söylediği; başka bir görme, başka bir işitme. Matematikte çok iyi olabilirsiniz ama irşad makamında olan birisini gördüğünüz zaman acaba ne hissedersiniz? Boş gözlerle ona bakarsınız, o sizin için aynı yaştaki herhangi bir insandan bir farklılık ifade etmez. İşte bu Allahû Tealâ’ya göre körlüktür. Ne zaman kalp gözünüzü açarsa, ne zaman baş gözünüzün üzerindeki engeli (hicab-ı mestureyi) alırsa, o zaman irşad makamını herhangi bir kişiden ayırt etmeye başlayacaksınız. Bu ayırt etme noktasında artık o sizin için irşad makamının sahibidir. Ondan almanız lâzım gelen çok şeyler vardır.
 
İlk aldığınız şey cereyandır. Allah’ın cereyanı. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allah’ın cereyanı nereden gelmiş? O’nun fizik standartlarda bir insan mürşidi olmadı. O bir peygamberdi. Unutmayın! Bütün peygamberlerin mürşidi Cebrail (A.S.)’dır. Hz. İsa’yla da Hz. Musa’yla da Hz. İbrâhîm’le de  Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le de yakın ilişkileri söz konusu olmuştur. Bütün peygamberlerle o ilişki çok boyutlu olarak devam etmiştir.

Öyleyse peygamberlerin dışındaki herkes dünya üzerinde bir mürşide tabî olmak mecburiyetindedir. Tâbiiyetin temelinde Allahû Tealâ’nın yaptığı şey, irşad makamını görmek, işitmek ve idrak etmektir. Allahû Tealâ bunu sağlıyor. Ama asıl olan Allah’ın cereyanının kula geçmesidir.

Ne zaman ki Allah’a ulaşmayı diledikten sonra ki bu noktada Allahû Tealâ size yedi tane furkan verir. Bunlar yedi tane ihsandır. Bu ihsanlar on ikiye tamamlanır. Allah kalbinize ulaşır. Kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünüzden kalbinize nur yolu açar. Ve göğsünüzü yararak açar. Sonra zikir yapmaya başlarsınız. Allah’ın nurları Allah’ın katından gelen rahmet ve fazl isimli iki nur göğsünüze ulaşır, göğsünüzdeki yarıktan geçerek kalbinize ulaşır ama kalbinize sadece rahmet nurları girer. %2’lik nur birikimi gerçekleşir burada. Bu ilk adımdır, kalbinize ulaşan ilk adım. Ne oldu? Manevî kalbiniz görev yapmaya başladı.

Bir, vücudunuza temiz kanı pompalayan ve kirlenerek geri dönen kanı tekrar kalbinize ulaştıran bir sistem. Nefes alıp verdikçe havadan aldığınız oksijen kirlenmiş olan kanınızın temizlenmesini sağlar, bu temizlenen kan bütün vücudunuza tekrar pompalanacaktır. Kalbiniz devamlı olarak çift atışla atar;

1- Kanı çeker.
2- Kanı tekrar geriye gönderir.

Temizlenmiş kanı geriye gönderir ve tekrar kirlenmiş olan kanı kalbinize ulaştırır. Böylece devamlı bir hareket söz konusudur. Fizik vücudunuzun en önemli uzvu kalptir. Çünkü kalbiniz çalışmazsa yaşayamazsınız. Hayatınız sona erer. Bugün insanın bir uzvunu kaybetmesi normal şartlarda onun ölmesine sebebiyet vermez ama kimin kalbi durursa o kişi ölür. Öyleyse hayatiyetin simgelendiği alan kalbimizdir. Hayatınızın varlığını devam ettiren faktör; kalbiniz çalışıyorsa varsınız, hayattasınız.

Şu fizik vücudunuz var ya sevgili kardeşlerim, sadece bir vasıtadır. Aklınızın bu dünyada, bu fizik âlemde şuur kazanması için bir vasıtadır. Aklınız fizik vücudunuzu kullanabilmek için beyninize kumanda eder. Düşünce, beyninizin ürünü değildir, düşünce aklınızın ürünüdür. Aklınız beyninize kumanda etmek suretiyle beyniniz vasıtasıyla fizik vücudunuzu kullanır, fizik vücudunuzu kullanan aklınızdır. Akıl, siz uyanıkken, şuurluyken vücudunuza kumanda eder. Uykuya vardığınız zaman (1), bayıldığınız zaman (2), öldüğünüz zaman (3), nefsinize kumanda eder. Nefsinizin aktif olabilmesi aklınızın ona kumanda etmesiyle mümkündür,  yoksa fizik vücudunuzun içinde bir esirdir.

Nefsinizin de bir kalbi var sevgili kardeşlerim ve önemli olan işte o nefsinizin kalbidir. O nefsinizin öyle bir kalbi var ki, onun öyle vücuda kan taşımakla kanı temizlemekle falan alâkası yok. Ama sizin onu temizlemeniz lâzım. Çünkü nefsinizin kalbi doğduğunuz anda %100 afetlerle donatılır. Nefsinizin kalbinde %100 afetler vardır. Öfke, kin, düşmanlık, haset, nefret, isyan, iptilâlar, cimrilik... Her türlü negatif faktör nefsinizin 19 afetini teşekkül ettirir.

İşte Kur'ân-ı Kerim kalpten bahsettiği zaman aslında genel çerçevede nefsinizin kalbinden bahseder. Kalbi temiz olan bir insandan bahsettiği zaman Kur'ân-ı Kerim, kalbini tezkiye etmiş bir insan söz konusudur. Tezkiyetün nefs; nefsin tezkiyesi, temizlenmesi nefsimizin kalbinin yarısının aklanmasını ifade eder ama nefsimizin tasfiye edilmesi, nefsimizin kalbinin bütününün temizlenmesini ifade eder. Neden temizlenecek? Afetlerden. Afetlerin özellikleri nelerdir? Nefsimizin kalbini dolduran afetlerin özellikleri:

1- Allah’ın bütün emirlerine mutlaka karşı çıkarlar.
2- Allah’ın yasaklarını da mutlaka işlemek isterler.

Bütün insanlar hayata dengede olarak gönderilirler. Bu dengeye dikkatle bakın sevgili kardeşlerim. Denge, ne kadar karanlık varsa o kadar aydınlık. İşte nefsinizin o, %100 kapkaranlık olan kalbine karşı ruhunuz da bir kalbin sahibidir. Gene etten yapılmış bir kalp değil. Allahû Tealâ’nın etten yarattığı bir kalp değil ama muhtevasında sadece hasletler olan bir kalbe sahiptir ruhunuz.

Öyleyse nefsinizin de kalbi var, ruhunuzun da kalbi var, fizik vücudunuzun da kalbi var. Fizik vücudunuzun kalbi, vücudunuza kanı pompalayan ve onu tekrar geri çeken, temizleyen, temizlenmiş olan kanı tekrar dağıtan bir özellik taşır. Bu sonsuz bir vetiredir. Devamlı olarak vücudunuza temizlenmiş olan kan pompalanır, kirlenmiş olan kan da kalbinize tekrar geri çekilir. Bu işlem varsa hayattasınız.

Sevgili kardeşlerim! Ruhunuzun kalbi %100 hasletlerden oluşur, dedik. Peki, bu kalpteki hasletlerin özelliği ne? Özelliği, nefsinizin afetlerinin tam zıttı olan özellikler. Yani? Yani ruhunuzun kalbi Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yerine getirmek isteyen, yasak ettiği şeyleri ise asla işlemek istemeyen bir özelliğin sahibidir. Ruhunuzun kalbi de %100 doludur; hasletlerle. Nefsinizin kalbi de %100 doludur ama afetlerle. Öyleyse farklılıkları ne? İki zıt kardeşi iç dünyanızda taşırsınız. Nefsinizin kalbinde %100 Allah’ın emirlerine karşı çıkan (isyan eden), gene %100 Allah’ın bütün yasaklarını işlemek isteyen bir afetler manzumesi söz konusudur. Ruhunuzun kalbinde ise Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemek istemeyen bir özellik taşıyan hasletler.

Denge tamamdır. Biri %100 hasletlerle biri %100 afetlerle doludur. Yani Allah’ın emirlerini yapmak isteyenle yapmak istemeyen sistem dengede bir aradadır. Allah’ın yasaklarını işlemek isteyenle, işlemek istemeyen sistem bir aradadır ve bir denge oluşmuştur. Bu dengeli vücudu kullanacak olan akıldır.

Sevgili kardeşlerim! Aklınız hangi ortamda şuur kazanmışsa, o şuur kazandığı ortama göre hareket eder. Eğer aklınızın şuur kazandığı ortam, Allah’ın bütün emirlerinin yasak edildiği, yasaklarının da tamamen serbest bırakıldığı bir ortamsa, o zaman aklınız orada kazandığı şuurun tesiri altında olacaktır. Böyle bir dizaynda sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Aklınız nefsinizin taleplerine, nefsinizin kalbinin taleplerine yeşil ışık yakacaktır. O taleplerin oluşmasını gerçekleştirecektir.

Aklınız nefsinize kapıları açtıkça, nefsinizden gelen emirleri gerçekleştirdikçe siz huzursuz bir insansınız. Neden acaba? Aklınızın, nefsinizin Allah’ın emirlerine isyan eden bir talebini gerçekleştirmesi ve Allah’ın yasak ettiği bir fiili nefsinizin işlemesine müsaade etmesi… Her ikisinde de kişi, günah işler. Adına günah dersiniz, seyyiat dersiniz. Allah’ın yasak ettiği fiillerin Kur'ân’da birçok ifadesi var. Yasak edilmiş fiil dersiniz. Şimdi böyle bir dizaynda sevgili kardeşlerim, Allah’ın yasak ettiği bir fiili nefsinizin işlemesi söz konusu oldu, işlediniz. Bu fiilin arkasından Allah size azap eder. Azabı hissedersiniz, neden olduğunu bilemezsiniz ama bir sıkıntı duyarsınız. Herkese göre değişen bir seviyede bir sıkıntı. Bu, Allah’ın azabıdır. Arkasından da ruhunuz nefsinize sıkıntı verir. Bu da bir huzursuzluk konusudur. Her Allah’ın yasak ettiği fiili aklın işleme müsaadesi verdiği vücutta, o fiilin arkasından mutlaka Allah’ın da ruhun da işlevleri girer devreye ve kişi bu sebeple huzursuz olur. Bu sebeple sıkıntılı olur, üzülür.

Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerinize dikkat edin. Bu ilişkilerde sizler için her zaman mutluluk da söz konusu olabilir, her olaydan sonra bir büyük ferahlık duymak da söz konusu olabilir ki bu, büyük bir mutluluktur. Demin anlattığımız gibi her olaydan sonra bir huzursuzluk duymak da söz konusu olur. Art arda iki huzursuzluk.

Öyleyse ister Allah’ın emrettiği bir hususu yerine getirmeyin, isterseniz Allah’ın yasak ettiği bir fiili işleyin, her ikisinde de azap edilirsiniz ve neden sıkıldığınızı anlamadan sıkılırsınız, üzülürsünüz. İşte Allahû Tealâ’nın size verdiği bu sıkıntı, üzüntü hali, Allah’ın insanları cezalandırmasıdır. Böylece insanlar mutluluğu yaşayamazlar. Ve mutluluk, %100 nefsinizin  kalbiyle alâkalı bir konudur. Neden ruhunuzun kalbiyle alâkalı bir konu değildir? Çünkü  ruhunuzun kalbi hiç değişmez. Doğuşunuzdan itibaren ruhunuzun kalbi %100 hasletlerle doludur. Mürşidinize ulaşıp da ruhunuzun sizi terk ettiği noktaya kadar ruh vücudunuzdadır  ve %100 hasletlerle doludur, hiç değişmez. Sonra da vücudunuzdan ayrılır. Bu noktaya kadar karşı karşıya gelen iki faktör vardı; nefsinizin afetleriyle ruhunuzun hasletleri. Birbirinin zıttı olan iki tane ayrı statü.

Nefsinizin taleplerine dur diyecek olan onun zıttı olan şeyi aklınızdan isteyecek olan ruhunuzdur. Peki, ruhunuz 14. basamakta vücudunuzu terk eder, Allah’a doğru yola çıkar; o zaman ne olacak? O zaman Allah’ın koruması altına giriyorsunuz. Allah’ın mutlak bir koruma sistemi var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren o kişi mutluluğu yaşamaya başlar. Nefsiyle ruhunun dengede olduğundan çok daha üst boyutta bir mutluluğu yaşamaya başlar. İyi ama nasıl yaşayacak? Ruhu vücudunu terk etmiş, mürşidinin önünde tâbî olduğu an geriye sadece nefsi kalmış. Nefsin bütün afetleri vücuda kumanda etmek için sabırsızlanıyor. Ama dikkat edin ki nefsinizin kalbine hâkim olan iblistir. Nefsinize Allah’ın yasak ettiği bütün fiilleri yaptırmak için onu davet eden, Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamak için de çeşitli engeller çıkaran ve aklı ikna ederek hep Allah’ın yasak ettiği fiilleri işleten veya emrettiği güzellikleri işletmeyen, hep bütün insanlarla beraber bulunan şeytanlardır.

Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerimizde bu muhteva sizi hep düşündürmeli! Nefsiniz, ruhunuz, aklınız bir bütündür. Ruhunuz ayrıldığı andan itibaren Allah’ın koruması altına giriyorsunuz. Buna mukabil Allah’ın garantisi var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse,  Allah sadece onları Kendisine ulaştırır ama mutlaka ulaştırır. Allah’ın sözünde hulf olmaz. Hilâf yoktur. Söz vermiştir, mutlaka sözünü yerine getirir. Şimdi farklılığı beraberce gözden geçirelim. Kalpten bahsediyoruz. Nefsin kalbi %100 afetlerle dolu ve mürşidinize ulaşıyorsunuz. Sadece %2 rahmet birikimiyle, nefsinizin kalbi %98 afetlerle dolu. Ve de Allahû Tealâ bu noktada sizi kontrolü altına alır. Şeytanla, tagutla; insan şeytanlarla, cin şeytanlarla ve şeytan olarak yaratılan şeytanlarla aranıza bir engel koyuyor Allahû Tealâ, şeytanın size hiçbir şekilde müdahale etmesine müsaade etmiyor. Ve geçici bir süre, ruhunuzu Allah’a ulaştırıncaya kadar bir büyük mutluluk yaşıyorsunuz. Çünkü Allah’ın koruyucu kanatlarının altındasınız. Allahû Tealâ’ya kanat izafe etmek; tabiatıyla böyle bir şey söz konusu değil. Allahû Tealâ öyle bir hızın sahibidir ki, o hız zamanı sıfırlayabilen hızdır. Bu yüzden Allahû Tealâ zamandan münezzehtir. Yani sıfır zaman aralığında Allahû Tealâ, yarattığı kâinatın her noktasında bulunabilir. Yetmez, kâinatın dışında da yoklukta dilediği noktada bulunabilir. Bir noktadan bir noktaya gitmek için Allah zamanı hiç kullanmaz. zamanı sıfırlayabilecek olan sonsuz hızın sahibi olduğu için.

Sevgili kardeşlerim! Muhtevaya dikkatle bakın. Allahû Tealâ şeytanla aranıza giriyor. Sizi koruması altına alıyor. Bunun mânâsı ne? Bunun mânâsı, siz tagutun kulu idiniz, artık Allah’ın kulu oldunuz. Hadi gelin bakalım âyet-i kerime ne diyor? Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Sahâbe tagutun kuluyken, insan ve cin şeytanların kuluyken Allah’ın kulu olmuşlar. Allahû Tealâ: “Kullarımı müjdele.” diyor.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir tek dileğiniz sizi tagutun kuluyken Allah’ın kulu etmeye yeter. Çünkü Allahû Tealâ derhal devreye girer. Girdiği andan itibaren artık siz Allah’ın kontrolü altındasınız. Ve tagutun size emretmesine, sizin Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemenize, Allah’ın ibadetlerini sevdirerek mani olur. Namaz kılmak sizin için bir zevk haline gelir, oruç tutarken açlık duymamaya başlarsınız. Her Perşembe oruç tutarsınız. Zikir yapmak en büyük zevkinizi oluşturur. Zikir yapmaktan büyük haz duyuyorsunuz. En çok hoşunuza giden şey zikir yapmaktır. Bir gün kalp gözünüz zikir yaparken açılacaktır sevgili kardeşlerim. Hepiniz için Allahû Tealâ bunu vaat etmiş. Daimî zikre ulaşan herkes ulûl'elbab olur. Yani 5 duyunun ötesindeki Allah’ın gösterdiklerini görebilen, işittirdiklerini işitebilen birisi olur. Allah’ın söylediklerini duyan, gösterdiklerini gören, başındaki gözlerle değil kalbindeki gözle gören, kalbiyle gören kişi olur. Bu kalp, nefsin kalbidir. Daimî zikirde kişinin nefsinin kalbi tamamen temizlenmiş olur.

Biz konunun başındayız daha, kişi mürşidine daha yeni tâbî oluyor. Nefsinin kalbi %98 karanlıkla dolu. Çünkü mürşidine ulaşmadan evvel o kişi zikir yaptı ve nefsinin kalbine %2 rahmet nuru girdi. Daha fazlası giremez rahmet nurunun, fazl ise hiç giremez; o kişi mürşidine tâbî olduğu güne kadar. %2 rahmet, kişiyi huşû sahibi yapar. Huşû sahibi olan kişi Allah’tan mürşidini sormak hakkını kazanır. Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterecektir. Tâbiiyetle beraber Allah’ın o kişi üzerindeki kontrolü tahakkuk eder. Allah artık o kişiyi kontrolü altına almıştır. Muhafazası altına da almıştır. Kişi, tagutun kulu olmaktan kurtulmuştur. Şeytanın kulu, tagutun kulu aynı istikamette kullanılır. Allahû Tealâ Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde diyor ki:

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).

Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa münkerle ve fuhuşla emrolunur. Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa içinizden hiçbiriniz nefsini tezkiye edemezsiniz.”

 “Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder.” diyor Allahû Tealâ. İşte Allah’ın dilediği kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açarken bunu söylüyor En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde.

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi): Allah kimi Kendisine hidayet etmeyi; ulaştırmayı dilerse onların göğsünü yarar; şerh eder ve İslâm’a yani Allah’a teslim olmaya açar.” diyor.

İslâm’a açılması, teslime açılmasıdır. İslâm, Allah’a teslim olmak demektir. Ve başka bir dîn zaten hiç olmamıştır. Kimlermiş bunlar? Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişiler. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da derhâl onu Kendisine ulaştırmayı diler. Ve dilediği andan itibaren sözü de var, mutlaka yerine getirecek. Allahû Tealâ, şeytanın o kişiye engel olmasına kesinlikle müsaade etmez. Süre, birkaç aydan başlayarak altı aya kadar uzayabilir. Ve normal standartlarda 33.000 bin zikre ulaşan ve davranışlarında belli bir değişme olan, oruçlardan hoşlanan, oruç tuttuğu zaman açlık duymamaya başlayan, zikir yaparken, namaz kılarken zevk alan kişi, 33.000 bin zikirde genel çerçeve içerisinde Allah’a ulaşmıştır.

Bir kısım kardeşlerimiz bize soruyorlar: “Biz Allah’a ulaştık mı?” diye. Biz de onlara şimdi söyleyeceğimizi söyleyelim. Bunu siz anlayabilirsiniz. Evvelâ böyle bir suali mürşidden sormak âdâba uygun değildir. Ayrıca daha evvel soran birkaç kişiye niçin sorduklarını sorduk. Acaba dedik, Bizden alacağın teyidle başkalarına “Ben Allah’a ulaştım yani ben sizden üstünüm” diye bir mesaj mı vermek istiyorsun? Böyle bir talebi Allahû Tealâ kabul etmez. Bu istikamette bizim sana cevabımız ulaşmaz. Ama kendisinden herkese sadece iyilik ulaşan bir insan düşünün. Kimseye üstünlük taslamıyor ama çevresince çok seviliyor. İşte o sevilen kişinin sevilme sebebi, kendisini Allah’a, Allah’ın ulaştırmasıyla başlar.

Kim ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra bu muhtevayı devam ettirebilirse, mutlaka daha sonra fizik vücudunu Allah’a teslim edecektir. Daha sonra nefsini Allah’a teslim edecektir. Daha sonra iradesini Allah’a teslim edecektir. Ve ruhun Allah’a tesliminde nefsin kalbindeki nur birikimi %51 iken fizik vücudunun tesliminde bu rakam %81’e ulaşır. Nefsin tesliminde ise %100’e ulaşır. Sadece onlar, yollarına devam edip de Allah’ı kendilerine fizik vücudun tesliminde de vekil kılanlardır. Nefsin tesliminde de vekil kılanlardır. İrşada ulaşmakta da vekil kılanlardır. İradelerini Allah’a teslimde de vekil kılanlardır. Burada değişen kalp yapısıdır. Kişinin nefsinin kalbindeki nurlar devamlı bir artış gösterecektir. Bu artış o kişi için çok önemlidir. Çünkü o kişinin ruhu %51 nurla (%49 fazl, %2 rahmet nuruyla) dolduğu zaman o kişinin ruhu Allah’a ulaşmış olur. Burası vuslat noktasıdır. Nefsin kalbinin yarıdan fazlasının nurla dolduğu noktadır. Bu noktada o kişinin nefsinin kalbinde %51 nur birikimi olduğu için nefsin artık, %50’den fazlası Allah’ın emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, %49’u  yasak ettiği fiilleri işlemeye gene meyal olan; yönelik olan bir yapı ifade eder. Ve de kişi bu noktaya zikrini arttırdıkça ulaşır. Saydığımız kademelerde zikrini arttırdıkça ulaşır. Kişinin ruhunun Allah’a ulaştığı noktadan itibaren kişi için tehlike de başlar. O nokta, o kişinin Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerini (7 kademedir), bu kademeleri aşmasıyla mümkündür. Başlangıçtaki %2 rahmet nurunun ötesinde, her katta o kişi %7 nur alarak görevlerini yapar. Giderek kalbindeki nurlar artar. %49+%2= %51 nurla ruh Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ında da yok olur. O kişi fenâfillah olur. Allah’ın Zat’ında yok olmuş birisi. İşte burası o kişinin nefsinin kalbinin %51 nurlarla kaplandığı yerdir. Bu noktadan sonrası artık hep kalbin nuru artarak devam edecektir.

O kişiye Allah’ın katında taht verildiği zaman nefsin kalbindeki nurlar, %61’e ulaşmıştır. O kişi  %71 nura ulaştığı zaman zikri günün yarısına ulaşmıştır. Ve dünyaya karşı zahid olmayı başarmıştır. %81 nura ulaştığı zaman fizik vücut Allah’a teslim olur. Bu fizik vücudun Allah’a teslimidir. Ne zaman bu kişi daimî zikre ulaşırsa, nefsinin kalbi karanlıkların girmesine o kişi hayatta kaldığı sürece kapalı kalacaktır. Bu ise o kişinin kalbinde Allah’tan gelen ve kalbi dolduran nurların tamamen yerleşmesini ifade eder, %100.  O kişinin kalbi nurlarla %100 dolar, %98 fazl, %2 rahmet nuru. Kim daimî zikre ulaşırsa, kalbi %100 Allah’ın nurlarıyla dolar. Bu noktadan sonra kalpte farklı bir müessese oluşacaktır. Bu noktada kişi ulûl'elbab olmuştur.
 
1- Daimî zikrin sahibidir.
2- Bu sebeple kalbinde hiçbir afet kalmamıştır.
3- Bunun mükâfatı olarak kalp gözü açılmıştır.
4- Kalp kulağı da açılmıştır.
5- Bu kişi ehl-i tezekkür olmuştur. Allah ile her şeyi konuşabilir bir hüviyet kazanır.
6- Ehl-i hayır olmuştur. Devamlı zikirde olduğu için her an derecat kazanmaktadır yani her an hayır kazanmaktadır.
7- Ehl-i hikmet olmuştur. Hem hükümlerinde adaleti tam olarak gerçekleştirir; Allah’tan sorarak hüküm vereceği için hem de âyetleri gördüğü zaman 28 basamaktan hangisine ait olduğunu derhal sezebilir.

Bu yedi özelliğin sahibi olan kişiye yerlerin melekûtu gösterilmeye başlanır. Yedi kat yerlerin melekûtu gösterildikçe, her yer katında kişinin kalbi bir mertebe müzeyyen olur. Yerlerin melekûtu tamamlandığı zaman bu kişinin kalbi tamamen afetlerden kurtulduktan sonra, yedi mertebede müzeyyen olmuştur. Ondan sonra göklerin melekûtu gösterilir, gene 7 kat gökyüzü. Ve kalp bu sefer de yedi mertebe daha müzeyyen olur. Toplam 14 mertebe müzeyyen olur.

O kişi ulûl'elbab makamından sonra göklerin melekûtu gösterildiği sürece ihlâs makamındadır. Tamamen muhlis olmuştur. Kalbi halis olmuştur kişinin. Bu noktadan sonra ihlâs makamı biter.  Sidretül Münteha gösterildiği zaman kişi, Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Tövbe-i Nasuh daveti, o kişinin ihlâs makamını bitirip, salâh makamının sahibi olmasını ifade eder. Burada 4 mertebe daha kalbi müzeyyen olacaktır. Ve kişi irşada ulaşmış olacaktır. Geriye iradenin teslimi kalır. İradenin Allah’a teslimiyle kalp bir mertebe daha müzeyyen olacaktır. 19 mertebe müzeyyen olan bir kalp, o makamı ifade eder. “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle tayini yapılan irşad makamının. Normal standartlarda olan herkesin ulaşabileceği en güzel standart, en üst seviye standart burasıdır. Bunun ötesi resûllere ve nebîlere aittir.

Görüyorsunuz ki her şey kalbinizle alâkalıdır. Kalbiniz Allah’ın en çok değer verdiği yerinizdir. Allah için kalp yapınız önemlidir. Kalbinizi temizleyin. Kalbinizde zikir ile zikrinizi devamlı arttırmak suretiyle afetleri temizleyin. Ve Allah’ın bütün güzelliklerini en büyük zevklerle yaşamak için yola çıkın. Göreceksiniz ki dünya yaşanmaya değer bir gezegendir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sizlerle birlikte olmak, Allah’ın bir büyük ni’meti. İşte bir beraberliği daha inşaallah burada tamamladık. Allahû Tealâ’nın hepinizi sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek “kalp” konulu sohbetimizi burada tamamlıyoruz. Allah kalplerinizi temizlemekle kalmasın, müzeyyen kılsın dileklerimizle dualarımızla sözlerimizi inşallah burada tamamlıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R