SOHBETİN ADI: SOHBET
TARİHİ: 17.07.2006
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, dinleyenler, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Allah insanları yaratan tek yaratıcı; kâinatı yaratan tek yaratıcı. Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, unutmayın! Allah, insanı bir tek sebebe dayalı olarak yaratmıştır. O sebep, insanın mutluluğudur. Başka bir sebep yok.
Yarattığı bütün mahlûkat arasında, Allah’ın en çok sevdiği mahlûku insandır. Câsiye Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
“Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım her şeyi, katımdan insanın emrine musahhar kıldım (emrine amade kıldım).” diyor.
Bütün göklerde bütün arzlarda Allah’ın yarattığı her şey. Onun için Allahû Tealâ: “Göklerdeki insanlar, yerlerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar.” diyor.
21/ENBİYÂ-16: Ve mâ halaknâs semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne).
Biz; yeri, göğü ve ikisinin arasındaki şeyleri, oyun (eğlence) olsun diye yaratmadık.
21/ENBİYÂ-19: Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn(yestahsirûne).
Semalardaki (göklerdeki) ve arzdaki (yerdeki) bütün kişiler, O’nundur. Ve O’nun katında olan kişiler (huzur namazını kılanlar), O’na ibadet etmekten kibirlenmezler ve onlar yorulmazlar.
Allah’ın İndi’nde sevgili kardeşlerim, insan adı verilen bir mahlûkun varlığını görüyoruz. Şu anda Hz. İsa, şu anda ondan çok daha evvel orada olan Hz. İdris orada, cennetteler. Hz. İdris Allahû Tealâ’ya diyor ki: “Ya Rabbi, ben orasını merak ediyorum, beni oraya al.” Allahû Tealâ alıyor. O da oraya; cennete ulaştıktan sonra diyor ki: “Ya Rabbi, ben buradan çıkmak istemiyorum.” Allahû Tealâ da talebini kabul ediyor. İşte sonra Hz. İsa’nın oraya alındığını görüyoruz. İkisi de hayattalar ama bir garip hayat sevgili kardeşlerim. Çünkü Allahû Tealâ: diyor ki: “Buradaki bir gün, sizin âleminizde bin yıl gibidir.” diyor.
32/SECDE-5: Yudebbirul emre mines semâi ilel ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Gökten arza kadar emri (Allah’tan gelen ve Allah’a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O’na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.
Bir güne mukabil, bin yıl. Yani Hz. İsa’nın doğumundan sonra iki bin yıl geçmiş; yani orada, Allahû Tealâ’nın İndi’nde sadece iki gün, sadece iki gün. İki bin yıla karşılık iki gün. Allah ile olan onların beraberliği, tekrar bu tarafa olan dönmelerini engellemez. Hz. İsa’nın tekrar döneceği kesin.
Öyleyse sevgili izleyenler,dinleyenler, hepinizi mutlu olmaya davet etmekle vazifelendik. Allah’ın hepinizden istediği tek şey, dünya mutluluğunu yaşamanız, ahirette de mutlaka Allah’ın cennetine girmenizdir. Allahû Tealâ herkesin cennetine girmesini ister. Hedefi budur ama kanunlarını da koymuş. Kim Allah’ın cennetine girerse bunu hak etmiş olması gerek. Kim cehenneme girerse onun da bunu hak etmiş olması gerek.
Şimdi iki tane örneğe gelin beraberce bakalım: Bir insan var, Allah’a mülâki olmayı yani ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemiş, bir ay sonra ölmüş. Şimdi sual: Bu kişi Allah’ın cennetine mi girer yoksa cehenneme mi girer? Allah’a ulaşmayı dilediği kesin mi? Evet, kesin. Kalben bu kişi mutlak olarak: “Ya Rabbi,” demiş, “ben Sana ulaşmayı diliyorum. Sana vasıl olmayı diliyorum. Bu kalpten bir dilek.” diyor kişi. Gerçekten kalpten Allah’a mülâki olmayı dilemiş. İşte böyle bu durumda Allah’a mülâki olmayı dileyen bu kişi, cennete girer muhakkak.
Söyleyin bakalım, neden? Sadece bir dilek; Allah’a mülâki olma talebi; ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemek.
İsterseniz bir adım daha evvele gidelim: Allah’a mülâki olmayı dilemeyen bir insan ölseydi, ne olurdu? O kişi kıyâmet gününde cennete mi girerdi, cehennemde mi kalırdı? Allah’a ulaşmayı dilememiş ama 80 yıllık ömrünün 65 yılını ibadetle geçirmiş. Bu kişi nereye gider? Hiç ibadet etmemiş, Allah’a mülâki olmayı dilemiş; ömrü de vefa etmemiş, bir ay sonra Allah’a mülâki olamadan da ölmüş kişi; ruhunu Allah’a ulaştıramadan ölmüş. Bu iki kişiden normal ölçülerin sahibi olan insanlar için, 65 yıl ibadet eden, İslam’ın 5 şartını yerine getiren kişi mutlaka cennete girer; öyle zannedilir. Oysaki öyle değil. Sevgili kardeşlerim, öyle değil. Bu kişinin gideceği yer ne yazık ki cennet değildir; Allah’a mülâki olmayı dilemediği için.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor:
“Hiç kimse ibadetleri ile cennete giremez.”
“Sen de mi Ey Allah’ın Resûl’ü?”
“Ben de ama Allah beni rahmetine gark etti.”
Acaba ne demek istiyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)? Onun ötesinde bir şeylerin varlığını bize anlatıyor. Kur’ân da aynı şeyi anlatıyor. Onun ötesinde bir şeyler var; kurtuluşa medar olacak veya kurtuluşu mümkün kılmayacak. Şimdi o bir ay ibadet… Allah’a ulaşmayı dileyen ve ondan sonra sadece bir ay yaşayabilen, sonra da ölen birisi; ruhunu da Allah’a ulaştıramadan ölmüş kişi. Allah’a ulaşmayı dilemiş ve de ömrü Allah’a ulaşmaya vefa etmemiş, ölmüş kişi ama Allah’a mülâki olmayı dilemiş; ne olur? Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ ne olacağını söylüyor, diyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Ey îmân edenler! Allah’a karşı takva sahibi olun ki; Allah sizin günahlarınızı örtsün ve size furkanlar versin. Sonra da günahlarınızı sevaba çevirsin (size mağfiret etsin).”
Allahû Tealâ burada mü’minlerden bahsediyor: “Ey inananlar!” diyor, “yâ eyyuhâllezîne âmenû.”
“Ey âmenû olanlar (îmân edenler, Allah’a inananlar)!”
Bu kişi Allah’a inanıyor ama henüz Allah’a mülâki olmayı dilememiş.
“Dileyin ki,” diyor, “takva sahibi olasınız.”
Gerçekten Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan takva sahibi olamaz mı? Olamaz. Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetleri bunu kesinleştiriyor. Diyor ki Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).”
“(Allah’a mülâki olmayı dile; ruhunu Allah’a ulaştırmayı dile) Allah’a yönel ve Allah’a karşı takva sahibi ol! Ve namaz kıl ve müşriklerden olma.”
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindeki ile ferahlanırlar.
Şimdi ne görüyoruz? Eğer bu kişi, Allah’a mülâki olmayı dilemeseydi, şirkte kalacaktı. Bu bildiğiniz gibi gizli şirk. Allah’a mülâki olmayı dilemeyen, Allah’a ruhunu hayattayken ulaştırmayı dilemeyen kişi şirktedir. Bu şirk elbette açık şirk değildir. Bu kişi puta falan tapmıyor. Bu kişinin hatası sadece Allah’a mülâki olmayı dilememesi.
Allah’a mülâki olmayı dilememek kişiyi gizli şirkte bırakıyor ve kişi takva sahibi olamıyor. Öyleyse bu kişi takva sahibi olmasaydı; Allah’a ulaşmayı dilemeyerek takva sahibi olmasaydı şirkte kalacaktı. Şirkte kalan da cehenneme gidecek olan kişi. Bütün şirktekiler, müşrikler; onların gidecekleri yer kesinlikle cehennem. Allahû Tealâ bu konuda neler söylüyor sevgili kardeşlerim? Kişi Allah’a mülâki olmayı dilemediyse, takva sahibi olamıyorsa ve şirkteyse, gideceği yer cehennemse bu kişi Allah’a mülâki olmayı dilediği takdirde hem şirkten kurtulacak hem takva sahibi olacak. Gideceği yer de cehennem olmayacak.
İşte Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın söylediği: “Ey âmenû olanlar…”
Buradaki âmenû olan kişi Allah’a inanıyor ama Allah’a mülâki olmayı dilememiş. Nereden anlıyoruz? “Takva sahibi ol ki,” diyor Allahû Tealâ. “Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun ki Allah size, sizin günahlarınız örtsün ve size furkanlar versin.”
Günahların örtülmesi, takva sahibi olan kişi için geçerli. Öyleyse âmenû olanlar, iki guruba ayrılıyor. Bir; îmân sahibi, inanıyor Allahû Tealâ’ya ama Allah’a mülâki olmayı dilememiş. O, takva sahibi değil ve cehennemden kurtulması da mümkün değil. Yani Allah’a kişinin inanması, onu hiçbir şekilde cehennemden kurtaramıyor Allah’a mülâki olmayı dilemedikçe.
Sevgili kardeşlerim, kavrama dikkat edin; son derece önemli bir kavram. Kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilerse takva sahibi olabiliyor ve bu ilk takva. Neden? Çünkü Allah’a ulaşmayı bu kişi dilemezse şirkte. Şirkteyse gideceği yer cehennem. Onu cehennemden kurtaracak olduğuna göre takvaların ilki. Daha aşağısında takva sahibi olmak yok, daha aşağıda cehennem var. Ama her iki grup da inanıyor. Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişi de Allah’a inanıyor; Allah’a mülâki olmayı dileyen kişi de Allah’a inanıyor ama mülâki olmayı dilemeyen kişi, inanmasına rağmen Allah’a cehennemden kurtulamaz. Ama
Allah’a mülâki olmayı dileyen kişi mutlaka cehennemden kurtulur. Çünkü o kişi takva sahibi olmuştur. Allahû Tealâ buyuruyor ki Kaf Suresinin 31, 32 ve 33. âyetlerinde:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).
“ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin, hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).”
“Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte vaad olunduğunuz cennet, bütün evvâb olanlar için ve hafîz olanlar için.”
Hafîz olan, başının üzerinde devrin imamını muhafız olarak taşıyan yani Allah’a ulaşmayı dilemekle kalmamış, mürşidine de ulaşmış; ulaşınca, başında oluşan devrin imamının ruhu sebebiyle o kişi bu hüviyete girmiş. Başının üzerinde devrin imamının ruhu oluşmuş. O zaman hafîz olmuş, muhafaza altına alınmış.
Peki, bu kişi ne zaman evvâb olur, ne zaman hafîz olur? Evvâb olan kişi sığınağa sığınmış;
ruhu vücudundan ayrılmış ve Allah’a ulaşmış. Bu, 22. basamağı ifade eder. 21. basamakta ruh Allah’a ulaşır. Allah’ın Zat’ında yok olduğu zaman, o kişi 22. basamaktadır.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilere baktığımızda, Allah’ın her tarafta kurtuluş kapıları açtığını görüyoruz ve her konunun başlangıç noktası hep aynı nokta: Allah’a mülâki olmayı dilemek; ruhu Allah’a ulaştırmayı dilemek. Dilemeyen kişinin cehennemden kurtulması mümkün değil.
Şimdi biz, dileyen kişiden bahsediyoruz. Kişi dilemiş; Allah’a mülâki olmayı dilemiş. Dileyen kişi ne oluyordu Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesine göre? Takva sahibi oluyordu. Dileyen kişinin, takva sahibi olan kişinin Allah günahlarını örtüyor. Örterse ne olur? Örterse o kişi mutlaka Allah’ın cennetine girer.
İşte Allahû Tealâ açık bir şekilde Mu’minun Suresinin 102 ve 103. âyetlerinde şunu ispat ediyor, şunu kesinleştiriyor: “Kimin sevapları günahlarından fazla olursa onlar felâha ermiştir.”
Mu’minûn-102:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
“Kimin de sevap tartıları az olursa (hafif gelirse), günahları daha fazlaysa onlar hüsranda olanlardır. Onların gidecekleri yer cehennemdir. Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.”
Mu’minûn-103:
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Şimdi eğer Allahû Tealâ, Allah’a mülâki olmayı dileyen kişinin günahlarını örtüyorsa ne olur? Günah hanesinde mizanın sol tarafı, kırmızı rakamlarla günahlarının son rakamına kadar hepsini gösterir. Toplam da vardır. Ve yeşil rakamlarla sağ taraf da sevapları gösterir. Günahlarla sevaplar karşılaşır. Eğer sevaplar çoksa bakiye yeşil rakamlarla sağ tarafta yer alır. Eğer günah tartıları fazlaysa (günah dereceleri fazlaysa) kırmızı bakiye oluşur ve sol tarafta yer alır.
İşte sevgili kardeşlerim, görüyoruz ki kişinin Allah günahlarını örtüyor. Günahları örtülen kişinin durumu nedir? Günahı örtülen kişi, hiç günahı kalmamış demektir. Mutlaka sevapları olacağı için -olmaması mümkün değil, bir insanın hiç sevabının olmaması mümkün değil- bu kişi mutlak olarak Allah’ın cennetine girecektir. Ne yapmıştır? Allah’a mülâki olmayı dilemiştir; ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemiştir bu kişi. Öyleyse sevgili kardeşlerim, bir insanın Allah’a mülâki olmayı dilemesi, demek ki onun günahlarının örtülmesine sebebiyet veriyor; Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi gereğince.
Şimdi madalyanın öbür tarafına bakalım, gelin beraberce. Diğer kişi; 80 yaşında ölen ve 65 yıl İslâm’ın 5 şartını eksiksiz yerine getiren birisi var ve ölmüş. Ne olur? İşte peşin olarak söylüyorum: Bu kişinin gideceği yer, Allah’a mülâki olmayı dilemediği için cehennemdir. Şimdi, “Hak mı bu, adalet mi bu?” gibi laflar edecek olanlara cevabımız var: Adaletin sahibi de hakkın sahibi de Allah’tır. Öyleyse O, kanunlarını koyar ve mutlak olarak uygular. Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Kanunlarını koyar; o kadar insanlardan yanadır ki insanlara der ki: “Ey insanoğlu! Sizden sadece bir tek şey istiyorum. Bana mülâki olmayı (ruhunuzu ölmeden evvel Bana ulaştırmayı) dileyeceksiniz. Dilediğiniz anda,” diyor, “siz devre dışı kalırsınız. Ben, sizi Kendime ulaştırırım.” Ama bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesinin ötesinde; ulaşabilmesi için namaz kılması lâzım, oruç tutması lâzım, zekât vermesi lâzım, eğer parası varsa hacca gitmesi lâzım, kelime-i şahadet getirmesi lâzım, zikir yapması lâzım ve bunların hepsinden, toplamından daha önemli; Allah’a mülâki olmayı dilemesi lâzım.
Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişinin durumunu beraberce gördük.
Allah’a mülâki olmayı dileyen kişinin durumunu gördük. Bu kişi Allah’a mülâki olmayı dilediği için, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilediği için gideceği yer Allah’ın cenneti. Çünkü Allah onun günahlarını örtüyor, Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi gereğince.
Şimdi beraberce Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyetlerine bakıyoruz:
Allahû Tealâ diyor ki:
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
“Size amellerini hasara uğratanların durumunu söyleyeyim mi? Onlar en güzelini yaptıklarını zannediyorlardı. Kim Allah’a mülâki olmayı (yani ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı) inkâr ederse onların amelleri boşa gider.” diyor Allahû Tealâ.
“Kim Allah’a mülâki olmayı (ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı) inkâr ederse onların amelleri boşa gider.”
Ne demek bu? O kişi cehenneme gider demek. İnsanları kurtaracak olan şey, Allah’a ulaşmayı dilemektir. O noktadan sonra kurtuluşa ulaşır. Bu kişi, şimdi o söylediğimiz adamı değerlendirelim. 80 yaşında ölmüş, 65 yıl İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirmiş. Allah’a mülâki olmayı dilemiş mi? Hayır, dilememiş. Dilememişse bu kişinin gideceği yer Allah’ın cenneti değildir. Dilememişse onun amelleri boşa gider. 65 yıl yaptığı, o İslâm’ın 5 şartına müteallik bütün ameller boşa gitmiştir; heba olmuştur.
Öyleyse iki tane olay var. Birisi: Allah’a mülâki olmayı dileyen kişi. Dilediği zaman Allahû Tealâ kalbine bakar. Kalbinde gerçekten böyle bir talep varsa, kişi Allah’a mülâki olmayı dilemişse o zaman Allahû Tealâ o kişinin günahlarını örtüyor. Günahları örtülen kişi, sevapları günahlarından daha fazla olacağı için ki günahları sıfır olmuş, günahları yok. 3-4 derecelik bir sevabı olsa… Olmaması mümkün değil. Kim bilir kaç bin sevabı olur bir insanın, kaç milyon sevabı olur? Hiç amel yapmasa da bu kişinin mutlaka her saniye derecat kazanması veya kaybetmesi söz konusudur (bir kişinin). Birisine iyilik edersiniz, derecat kazanırsınız. Namaz kılarsanız, derecat kazanırsınız. Her yaptığınız güzel amelden derecat kazanırsınız. Bu kişinin amelleri olmasa bile, başka sebeplerden mutlaka derecat kazanmıştır. Bir derececik kazansa bile, gideceği yer Allah’ın cennetidir ki; kazanmaması eşyanın tabiatına aykırıdır. Oysaki Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişinin amelleri boşa gidiyor. Amelleri sebebiyle kazandığı bütün dereceler, Allahû Tealâ tarafından sıfırlanıyor. Allah’ın bir küçücük dileğe; Allah’a mülâki olmayı dilemeye ne kadar değer verdiğini görüyoruz sevgili kardeşlerim.
Öyleyse muhteva nedir? İşte bir karşılaştırma yaptık beraberce. 80 yaşında ölmüş adam. 65 yıl İslâm’ın 5 şartını yerine getirmiş ve “Allahû Tealâ beni 3. kat cennetine mi alır acaba, 4. kat cennetine mi alır?” diye, bu tarzdaki düşüncelerin içinde ölüyor ama gideceği yer cehennem; amelleri boşa gittiği için. Neden? Allah’a mülâki olmayı dilememiş. Sevgili kardeşlerim, o zaman duralım ve düşünelim. Ne olmuş da insanlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den 14 asır sonra dînlerini unutmuşlar, kitle halinde cehenneme doğru yol alıyorlar? Kur’ân’da bu söylediklerimiz var. Bir ülke düşünün ki; Osmanlı devrinde dünyadaki en az suç işlenen ülke. Bir ülke düşünün ki; artık en çok suç işlenen, belki iki ülkeden bir tanesi. Aynı insanlar, aynı soy; sadece dînlerini unutmuşlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkileriniz mi? O ilişkiler, bütün insanlar için mutlaka Kur’ân’ın bilinmesine bağımlı bir kurtuluş müjdesi verir kişiye veya bir cehennem azabı ihtarı. Sadece amellerin, ameller sebebiyle kazanılan derecelerin yok edilmesi (silinmesi) veya günahların örtülmesi iki ayrı konu. Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse onun günahları örtülür. Kim Allah’a mülâki olmayı dilemezse onun amelleri boşa gider.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, hidayet asrının en önemli olayı Allah’a mülâki olmayı dilemektir. İşte dilemeyen kişi söylediğimiz gibi, amelleri boşa gideceği için cehenneme gider. Başka, daha açık ve kesin şekilde söylüyor mu Allahû Tealâ, Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişinin cehenneme gideceğini? Tabiî. “Sadece Allah’a ulaşmayı dilemediği için gideceği yer cehennem.” diyor Allahû Tealâ. İşte Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne), ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).”
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Onlar ki muhakkak surette (kesin surette) Bize mülâki olmayı dilemezler.” Ne demek mülâki olmak? Yani: “Ruhlarını hayatta iken Bize ilka etmeyi (ulaştırmayı) dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatı ile mutmain olurlar (doyuma ulaşırlar). Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer ateştir (cehennemdir).” diyor Allahû Tealâ.
“Onların gidecekler yer ateştir (cehennemdir).” diyor.
Öyleyse o olayı bir defa daha düşünelim: O 80 yaşında ölen kişi, Allah’a mülâki olmayı dilemediği cihetle (sadece Allah’a mülâki olmayı dilemediği için) cehenneme gidecek. Gideceği yer, Allah’a mülâki olmayı dilemeyen herkesin gideceği yer mutlak olarak ateştir (cehennemdir).
Sakın, “Ne olacak yani cehenneme gidersek? Bir süre cehennemde Allah bizi leblebi gibi kavurduktan sonra, onca sevap kazanmış olacağız İslâm’ın 5 şartını yaptığımız için. Ondan sonra Allahû Tealâ mutlaka bizi, cehennemden sonra cennetine alacak, hesapsız rızıklandıracak.” Sevgili kardeşlerim, hep hayallerle yaşıyorsunuz. Sizlerin, Allah’a mülâki olmayı dilemeyenlerin cennete girmeniz hiçbir zaman mümkün olmayacak. Çünkü cehennemden çıkıp da cehennemde bir süre ceza çektikten sonra oradan çıkıp da cennete girmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
Kur’ân-ı Kerim’de tam 29 tane âyet-i kerime, cehenneme cezalanmak üzere girenlerin bir daha oradan çıkmasının mümkün olmadığını söylüyor Allahû Tealâ. Tam 29 tane âyet-i kerime. Ve cehenneme girenin cehennemden çıkacağına dair hiçbir âyet-i kerime yok. Cehennemden çıkıp da cennete girileceğine dair hiçbir âyet-i kerime mevcut değildir.
Bir âyet-i kerimede Allahû Tealâ: “Kim ne kadar günah işlerse onu görecektir. Ne kadar da sevap isterse onu görecektir,” âyet-i kerimesi, “Cehennemde kalacaktır veya cennette kalacaktır mânâsını almıyor, mânâsını ihtiva etmiyor.
99/ZİLZÂL-7: Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh(yerehu).
Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.
99/ZİLZÂL-8: Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh(yerehu).
Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür.
Kıyâmet günü herkes mahşer meydanında toplandıktan sonra, nefsler fizik vücutlara girdikten sonra bütün insanlar bir çekim gücüyle İndi İlâhi’deki kendi kuşlarına ulaşacaklardır. Bu bildiğimiz kartal veya serçe kuşu değil, bu hayat filminiz. Herkes sadece elektronik sistemlerle, sadece kendi hayat filmine çekilir.
Hayat filmi boşlukta oynar; bir ekrana falan ihtiyaç göstermez, üç boyutludur. Hayat filmi ikidir.
1- Yaptığınız amelleri, işlediğiniz her türlü ameli size gösterir Allahû Tealâ. Ömrünüz boyunca hangi amelleri işlediyseniz hepsini gösterir.
2- Bir de o amelleri gerçekleştirirken neler yapmışsanız, onları düşünce platformunda tasarlayarak mı yaptınız, yoksa başkasına bir zarar verdiğiz de bunda bir tasarı, bir taammüt olayı mevcut değil mi? Bunun için de Allahû Tealâ’nın kiramen katibîn melekleri düşüncelerinizi de filme çekerler.
Bir üç boyutlu düşüncelerinizin göstergesi var, bir de gene 3 boyutlu amellerinizin göstergesi var. Düşünürken de hep şekillerle, bu gözlerle gördüğümüz dünya hayatındaki insanlarla düşünürüz. Onları düşünürüz gözümüzün önünde canlandırarak. Her düşünceniz, aksiyonlarınızla beraber aynı zaman parçası içerisinde hangi işlemi yaptınız, ne yaptınız, ne düşünerek yaptınız; bunlar amel defterinizde mutlak olarak yer alır.
İşte bu sebeple elinize teslim edilen; kıyâmet günü elinize teslim edilen mizanınız sizin hiçbir şekilde yanılmayacak bir hesapla hesaplaşmanıza müncer olur. Netice olarak bu çıkar ortaya. Elinize verilen mizan, sonsuz sayıda işlevin derecelerini gösterir. Ve orada, amel defterinizde o olay sebebiyle yazılan rakamla elinizdeki mizanın o olayı görerek, oradaki işlevleri bir anda otomatik olarak değerlendirerek ortaya koyduğu iki rakam birbirine hep eşittir. Hem elinizdeki mizanın o olayı görerek elektronik sistemle sonsuz hızla yaptığı hesaplamanın sonunda ortaya çıkardığı rakamla orada; amel defterinizde görülen rakam hep aynıdır. Çünkü aynı mizan, sizin taammüt miktarınız ne kadarsa o kadar suçu size işleyerek muhteşem bir tablo oluşturur. Görürsünüz ki kıl kadar size zulmedilmesi mümkün değildir; yanlışlık yapılması mümkün değildir. Bütün amelleriniz orada görünür ve hepsinin neticesi de ortadadır.
Öyleyse sonuç: “Kimin kaybettiği dereceler, kazandığı derecelerden fazlaysa onun gideceği yer cehennemdir; ebediyyen kalmak üzere. O kişi hüsrandadır.” Mu'minun Suresi 103. âyet-i kerime.
İşte insanlar orada, hem kazandıkları dereceleri hem kaybettikleri dereceleri kıl kadar kendilerine zulmedilmeksizin orada görürler. İşte o âyet-i kerime; “İnsanlar ne kadar hata etmişlerse onu görürler, ne kadar sevap kazanmışsa onu görürler,” mânâsına gelen âyet-i kerime bunu ifade eder sadece. Yoksa görmekten murat, onu yaşamak değildir. Görmek başka şey, yaşamak başka şeydir. Ama bütün hayatınızı mutlak olarak göreceksiniz kıyâmet günü. Ne siz birisini aldatabilirsiniz ne başkaları sizi aldatabilir ne de herhangi bir şekilde sizin yaptığınız şeyler üzerinde en ufak bir haksızlık vücuda gelebilir.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, görüyorsunuz ki; Allah’a ulaşmayı dilemek insanı cehennemden kurtaran muhteşem bir hediyedir. Allah’ın muhteşem bir hediyesidir. Adeta bedavadan 3. kat cennetin kişiye tahsis edilmesidir. O kişi ne yapmıştır? Sadece Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Geri kalan her şeyi Allah yapmıştır. O kişiyi mürşidine ulaştırmıştır. O kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmıştır. Allah’a ulaşmayı dilediği an, Allah’a mülâki olmayı dilediği an 1. kat cennetin sahibi olmuştur kişi. Ruhunu, mürşidine ulaşıp da tâbî olduğu zaman -birincisi 3. basamakta oluyor, 14. basamakta kişi mürşidine tâbî oluyor- 2. kat cennetin sahibi kişi. Ve mutlaka Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırıyor. O ulaştırmıyor; Allah onun ruhunu Kendisine ulaştırıyor. Ve bu, o kişinin 21. basamağa ulaşmasını ifade ediyor ruhu Allah’a ulaştığı zaman. Bu da 3. kat cenneti ona kazandırıyor.
Ne yapmıştır bu kişi? Hiçbir şey yapmamıştır. Onun yaptığı her şeyi, Allah ona yaptırmıştır ve emanetleri ona öyle derecat kazandırmıştır ki; o kişi bütün ibadetleri sevmiştir. Hayatının en zevkli 7-8 ayını geçirmiştir. Belki de pencereleri açıp “mutluyum” diye bağırmak geçmiştir içinden. Ve bu kişi sevgili kardeşlerim, 3. kat cennetin sahibi olur; bir hiç karşılığı. Bir tek talebin karşılığı; Allah’a mülâki olmayı dilemek; 3. kat cennet. Bu noktada nefsinin kalbi %51 nurla dolacağı için o kişinin davranış biçimlerinin %51’i pozitife dönüşmüştür. O kişi her gün kazandığı dereceleri, kaybettiği derecelerden fazla olan birisi olacaktır. O kişi her gün mutluluğu, mutsuzluktan daha çok yaşayan birisi olarak hayatını devam ettirecektir. Ölünce de 3. kat cennete mutlaka gidecektir; bu seviyeden aşağıya zikri düşmediği sürece.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir sohbeti sizlerle beraber tamamlamayı Yüce Rabbimiz nasip kıldı. Allahû Tealâ’nın hepinizi, hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R