TARİHİ: 01.03.2004
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili kardeşlerim! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde, mutluluk konusunda birlikteyiz.
Sizlere hep mutluluktan bahsediyoruz; mutluluk, saadet ve istiyoruz ki tam Allah’ın istediği gibi her an mutlu olasınız sevgili kardeşlerim.
Bizi yaratan Allah, bir tek hedefe yönelik olarak yaratmış; mutluluk. Bu dünyada mutlu olmak, kıyâmetten sonra cennette mutlu olmak. Allah’ın insan adı verilen en üstün mahlûkuna gösterdiği hedef budur. Allahû Tealâ hepimizi Allah’a kul olalım diye yaratmış.
Zâriyat-56’da Allahû Tealâ buyuruyor ki:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil Bize kul olsunlar diye yarattık.”
Öyleyse kul olmak, mutluluğun başlangıç noktası. Ne zaman Allah’a kul oluruz? Allah’a kul olunca mutlu olacağımıza göre hemen kul olmanın yolunu aramaya başlamamız lâzım. Aslında Allah’a kul olmak inanılmaz derecede kolay olan bir husus. Yani? Yani kim Allah’a ulaşmayı dilerse, şu kalbiyle Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, dilediği anda o Allah’a kul olmuştur. Taguta kul olmaktan kurtulmuştur. Bu kadar kolay mı? Evet. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım bu kadar kolay.
Allah’a kul olmak; taguta kul olmaktan kurtulmak demek. Unutmayın, bütün insanlar doğuşlarından itibaren taguta kuldurlar. Allahû Tealâ Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa onlar münkerle ve fuhuşla şeytan tarafından emredilirler.”
Tagut da, şeytanlar; insan ve cin şeytanlar. İnsanlar sadece iki bölümde mütalâa ediliyor;
* Allah’ın dostları
* Şeytanın dostları
Aynı noktada Allah’a kul olmak da teşekkül ediyor. Allah’a dost olduğumuz noktayla Allah’a kul olduğumuz nokta aynı nokta. Bakın ne diyor Allahû Tealâ Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
“Allah; âmenû olanların, Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerin dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır.”
Dikkat edin! Mü’min olduğunuz nokta Allah’a dost olduğunuz noktadır. Aynı zamanda Allah’ın kulu olduğunuz noktadır. Bu, mutluluğun başlangıç noktası. Sadece bir dilek. Mutlaka Allah’ın cennetine girersiniz.
Sevgili kardeşlerim! Son derece ciddi bir olaydan bahsediyoruz. Şaka değil! Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o (Allah’a ulaşmayı dileyen kişi), Allah’ın dostu olur, Allah’ın kulu olur, Allah’ın cennetine mutlaka gider. Dilemezse şu dünya üzerinde ne yaparsa yapsın onu yaptığı hiçbir şey cehennemden kurtaramaz. O kişinin Allah’ın cennetine girebilmesi mutlaka bu talebi gerçekleştirmesiyle mümkün. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Eğer dilemezseniz kendinizi cehenneme başka birisi değil, siz kendiniz mahkûm etmiş olursunuz.
Öyleyse neden sevgili kardeşlerim? Neden Allah’ın cennetine girmek varken cehennem? Neden Allahû Tealâ her şeyi bu kadar kolaylaştırmışken illâ O’na karşı çıkmak ve kendinizi mahvetmek, şu dünyada da mutlu olamamak ve de cehenneme gitmek? Yazık değil mi size sevgili kardeşlerim?
Buradan size sesleniyorum. Ta kalbimizden Allahû Tealâ’nın size gönderdiği bir davet bu. Allah’a ulaşmayı dileyin. Kalpten kalbe yol vardır. Ama bu ifadede eksiklik var; kalpten kalbe giden yol Allah’tan geçerek karşı tarafa ulaşır ve bu sebeple de kuvveti artarak gider. Allah için birbirini sevenler gerçek sevenlerdir. Öyleyse işte bir Allah dostu size bunu söylüyor, Allah’ın kendisine emrettiği, size söylenmesini emrettiği Kur’ân emri. Neymiş, neymiş? Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilediğiniz zaman tamam, mutlak olarak Allah’ın cennetine girersiniz.
Kimisi böyle bir şeyi hiç duymadığını söylüyor. Olabilir. Kimisi, “Eski köye yeni adet.” diyor. Böyle de düşünülebilir. Ama aslında en eski köyün âdeti bu. Yani Allahû Tealâ bütün mukaddes kitaplarda aynı şeyi söylemiş; Allah’a ulaşmayı dilemek meselenin özünü, çekirdeğini ve mutlak kurtuluşu oluşturuyor. Bütün peygamberlerine Allahû Tealâ’nın yazdırdığı şeriat kitaplarının özü budur; Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan bir manevi hayat.
Allah’a ulaşmayı dilemek, Allahû Tealâ’nın son peygamberine indirdiği son şeriat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’in temel hükmüdür ve o hükümle size sesleniyoruz ki Allah’a ulaşmayı dilemeyen kendisine yazık eder. Neden yazık eder? Çünkü o kişi;
Dalâlettedir, madde-1.
Takva sahibi değildir, madde-2.
Küfürdedir yani mü’min değildir, madde-3
Allah’ın âyetlerinden gâfildir, madde- 4.
Tagutun dostudur, madde-5.
Tagutun kuludur, madde-6.
Sıratı Müstâkîm’in üzerinde değildir, 7.
Dalâlettedir, 8.
Sevgili kardeşlerim! Bu kişi aynı zamanda şirktedir. Bu kişinin gideceği yer de cehennemdir; 9 ve 10.
Ne oldu? Bir Allah’a ulaşmayı dilemedi kişi, dilemediyse kendisini cehenneme mahkûm etti. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Siz Allah’a ulaşmayı dileyin, Allah’tan ne kadar sayısız yardım geleceğini kendiniz görün.
Dilemiyorsanız sorabilir miyiz, neden? Kendinizi cehenneme mahkûm etmek için hangi açıdan bir sebep bulabiliyorsunuz? Bu dünyada mutlu olamamak hangi açıdan sizi cezbediyor? Bütün manevi tekâmülünüz Allah’a ulaşmayı dilemenize bağlı. Eğer dilemiyorsanız şeytanın sizi bu söylediklerimizin hiçbirini anlamayacak bir pozisyona sokmuş olması lâzım. Kendi kendinize sorun, “zeki bir insan mıyım yoksa değil miyim?” diye. Söylediklerimizi dinleyin ve kendiniz karar verin.
İşte sözümüzün başı odur ki Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan kendisini cehenneme mahkûm etmiştir, dünya saadetine ulaşması da hiçbir şekilde mümkün değildir. O kişi için ne cennet saadeti vardır ne de dünya saadeti. Alelade bir insan gibi yaşar, ölür, gider; ne bu dünyada mutlu olur ne de cehennemden kendisini kurtarabilir.
Sevgili kardeşlerim! Çok zor bir şey mi istiyor Allahû Tealâ sizden? Sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Bu size Allah’ın cennetinin kapılarını açıyor. Bir kısmınıza inanılmaz gibi gelebilir. Gelebilir ama Kur’ân bunları yazıyor. Allah’a ulaşmayı dileyen mutlak olarak kurtuluşa ulaşır.
Öyleyse biz Allah’ın davetini sizlere ulaştırmakla vazifeliyiz, hep vazifemizi yaparız. Siz; ya kulaklarınızı tıkarsınız, ya sırtınızı dönersiniz ama ya da Allah’a ulaşmayı dilersiniz. Dilediğiniz zaman, o zaman ne demek istediğimizi anlayacaksınız; mutluluğu yaşamaya hemen başlarsınız. Allah’tan öyle yardımlar alırsınız ki hiç sevmediğiniz namazı birdenbire sevmeye başlarsınız. Oruç tutarsınız, karnınızın acıkmadığını ve susamadığınızı görürsünüz, zikir yaptığınız zaman kalbinize bir şeylerin dolduğunu, mutluluğun kalbinizden bütün vücudunuza yayıldığını hissedersiniz.
Belki eskiden de bunları yapıyordunuz ama bunları hiç yaşamıyordunuz. Sizin gibi Allah’a ulaşmayı dileyenlerle kalp kalbe çok güzel bir dostluğun içine girersiniz. Unutmayın! Biz insanlar sosyal mahlûklarız yani başka insanlarla beraber olmak mecburiyetinde olan insanlar. Herkesin birbirine ihtiyacı vardır. Herkes çalışır, kazandığı parayla kendi ihtiyaçlarını karşılar. Bunlar genel olarak hep başkalarının oluşturduğu şeylerdir. Öyleyse herkes birbirine muhtaç.
Sevgili kardeşlerim! Allah’ın indinde insan olarak yaratıldığınız cihetle, hepiniz mutluluğun sahibi olmak için yaratıldınız. Kâinatın en üstün mahlûklarısınız. Âdem (A.S) yaratıldığı zaman, yaratıldığı noktada Allahû Tealâ bütün meleklere ve aralarında bulunan iblise de diyor ki: “Ben onu yarattım, ona hayat verdim ve ona ruhumdan üfürdüm. Hadi bakalım, şimdi onun önünde secde edin.” Öyleyse insan adı verilen bu mahlûk, bütün meleklerden üstün. Bütün cinlerden de üstün.
Dikkat edin ki ne meleklerden ne de cinlerden Allahû Tealâ nebî yani peygamber yaratmamıştır. Resûl yaratmıştır. Resûl melekler; kiramen kâtiben melekleri resûl meleklerdir, ölüm melekleri resûl meleklerdir ve Allah’ın risâletle vazifeli kıldığı resûl melekleri de var gene risâletle vazifeli kıldığı resûl cinler de var. Ama nebî, ne cin var ne melek var. Sadece insanlar nebîdir. Nebî olabilir.
Nübüvvet peygamberlik makamıdır. Ve son nebî Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
“Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir. O Allah’ın Resûl’üdür ve Nebîlerin de Hatemi’dir, sonuncusudur, mührüdür.”
Nübüvvetin, peygamberliğin; Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile bittiği açıklanıyor. Ama O’ndan sonra risâletin devam edeceği de Kur’ân-ı Kerim hükümlerinde yer alıyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra da bütün kavimlerde nasıl ondan evvel ve onun zamanında bütün kavimlerde resûl varsa, O’ndan bugüne kadar geçen devrede de bütün kavimlerde resûller hiç eksilmeden hep mevcut olmuşlarsa, bugün de bütün kavimlerde resûller yaşıyorsa ama 1400 seneden beri artık peygamber mevcut değilse… Hz. İsa ile Peygamber Efendimiz arasında da 600 yıl gene nebî hiç oluşmamış, vücuda getirilmemiş. Allahû Tealâ tarafından nübüvet görevi kimseye verilmemiş ve Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’ta Hz. İsa’nın geleceği, Hz. İsa’ya indirilen İncil’de Ahmet ismiyle Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in geleceği yazılmış.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le Kur’ân-ı Kerim’de de nübüvvetin, peygamberliğin sona erdiği ama risâletin devam edeceği kesin şekilde ifade buyruluyor. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra da resûllerin geleceği hem Furkân Suresinin 27, 28, 29, 30. âyetlerinde açıklanmış. Hem de Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14 âyetlerinde açıklanmış.
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse sizlere Allah’ın emrini tebliğ ediyoruz. Mutlu olmak istemiyor musunuz söyleyin bana? Niçin dünyaya gönderildiğinizi hiç merak etmiyor musunuz? Siz Allah’ın en kıymetli varlıklarısınız, insansınız. Bütün melekler ve şeytanı temsil eden, şeytanları temsil eden iblis de orada; aynı zamanda cinlerden de birisi. Ve bütün melekler secde ediyor Âdem (A.S)’a, o secde etmiyor. Ama Allahû Tealâ’nın emri secde etmek olduğuna göre Âdem (A.S)’a mı secde edilecekti? Hayır, Allahû Tealâ: “Ona ruh verdim” diyor, bünyesinde bulunan o kendisindeki ruha secde ediliyor. O ruh da Allah’ı temsil ediyor.
Dikkat edin sevgili kardeşlerim; bütün yaratılan mahlûkatı gözden geçirirseniz ne meleklerin bünyesinde ne cinlerin bünyesinde ruh bulunmadığını, Allahû Tealâ’nın onlara ruh üfürmediğini sadece insana üfürdüğünü göreceksiniz. Öyleyse siz üstünsünüz. Meleklerden de cinlerden de peygamber oluşmadığı için üstünsünüz.
Peygamber yalnız biz insanlardan oluşur. Ama peygamberlik müessesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile beraber sona ermiştir, bitmiştir. Ama o noktadan sonra bütün kavimlerde resûller aralıksız olarak gene gelmeye, vazifelerini yapmaya devam edeceklerdir. Ama nübüvvet? Hayır! Artık 1400 seneden beri olmadığı gibi, bugün de olmadığı gibi kıyâmete kadar da peygamber olmayacaktır.
Öyleyse üstün olan sizsiniz. Siz sevgili kardeşlerim! Bu bapta, bu muhtevaya dikkatle bakın. Allahû Tealâ sizi mutluluğa davet ediyor. Peki, ne olur mu diyorsunuz? Allah’a ulaşmayı dilemezsek ne olur? Dilemezseniz söylediğimiz şeyler söz konusu. 10 ayrı cepheden baktık olaya ama hem cennet saadetine ulaşamazsınız; hiçbir zaman Allah’ın cennetine giremezsiniz, gideceğiniz yer cehennemdir. Yetmez! Hem de dünya saadetine ulaşamazsınız, neye sahip olursanız olun şu dünya adı verilen gezegende ki başka bir gezegende de yaşamış olsaydınız aynı şey olacaktı; mutlu olamazsınız; dünya saadetini de yaşayamazsınız. Neden? Allah’ın, Yaratıcının kanunu öyle olduğu için. O, hepinizi o kadar çok seviyor ki şu insanların çoğunun çok fena şekilde korktuğu cehennemden kullarını vareste kılmak için, ayrı kılmak için, kullarını cehenneme göndermemek için inanılmaz derecede kolay bir formül koymuş Kur’ân-ı Kerim’e. Diyor ki: “Ey insanlar! Bana ulaşmayı dileyin. Bana mülâkî olmayı, ruhunuzu ölmeden evvel Bana ulaştırmayı dileyin, sizi cennetime alayım.” diyor Allahû Tealâ. Sadece bir dilek. Geri kalanını siz yapmayacaksınız, Allah yapacak. Bu dileğe “Allah’a yönelme” diyor Allahû Tealâ. Üzerinize de hepimizin üzerine farz kılmış. Zumer-54’te diyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize azap gelmeden önce.”
İster kabir azabı olarak değerlendirin, ister cehennem azabı olarak değerlendirin kıyâmet günü, ikisinden de evvel olduğuna göre bu dünya hayatında yapın diyor bunu. “Üzerinize azab gelmeden önce Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin.” Sonra ne diyor? “Ve O’na, Allah’a teslim olun.”
Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesi bir bütünü ifade ediyor. Nasıl bir bütün? Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayan ruhun, vechin yani fizik vücudun, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi ile noktalanan yeni bir müessese. Yedi safhada dört teslim içeren bir dizayn.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ sizleri insan olarak yarattı. Kâinatın en üstün varlığı olarak yarattı ve sizden bir tek şey istiyor. Mutlu olmak istiyorsanız, cehennemden kurtulmak istiyorsanız ki o da mutlu olmanın ikinci safhası. Önce bu dünya mutluluğu sonra da cennet mutluluğu. O zaman inanılmayacak kadar kolay bir sebeple Allahû Tealâ size bu dünyada da mutluluğu vermeye hazır, size mutluluğu yaşatmaya hazır; kıyâmet günü de sizi cennetine almaya hazır.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım; Allah ile olan ilişkilerinizde muhtevaya dikkatle bakın. Sizi o kadar çok seviyor ki bir tek dileğiniz O’nu (Allahû Tealâ’yı) verdiği sözü yerine getirmeye mutlaka ulaştırıyor.
Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki Allahû Tealâ:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse onları Kendisine ulaştırır.”
Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ onu söylüyor.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
“Allah dilediğini dalâlette bırakır ama kim Allah’a âmenû olursa, Allah’a yönelirse onu Kendisine ulaştırır.” diyor.
Allah’a yönelmek, münîb olmak. İşte Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ’nın söylediği kelime, “ve enîbû” kelimesi.
Aynı kelime, aynı kökten gelen bir başka kelime Rûm Suresinin 32. âyet-i kerimesinde ifade buyrulmuş:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Ona baktığımız zaman Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde “munîbîne ileyhi vettekûhu.” diyor, “O’na yönel, Allah’a yönel ve O’na karşı takva sahibi ol.”
Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse takva sahibi olamaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir. Sevgili kardeşlerim! Allah’ın dizaynı bu dizayn. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde diyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“Onlar muhakkak ki Bize ulaşmayı, mülâkî olmayı, ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatıyla mutmain olurlar, onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibariyle ateştir.” diyor Allahû Tealâ.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Anlıyor musunuz ne söylediğimi? Allah’a ulaşmayı dileyin; Allah’a yönelin. Üzerinize 12 defa farz kılınmış; Allah’a yönelmek ve Allah’a ulaşmak. Öyleyse Allah’a ulaşmanız, Allah’a ulaşmayı dilemeniz; ikisi de üzerinize farz kılınmış. Olmazsa o zaman Allah’ın âyetlerinden- dünyadaki ilminiz neyi ifade ederse etsin, dünyada hangi seviye bir ilmin sahibi olursanız olun- Allahû Tealâ sizi “Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır” diye değerlendiriyor. Allah’ın kitabında öyle kayıt ediliyorsunuz.
Sevgili kardeşlerim! Ne kaybedersiniz? Bir dilek. Şu kalbinizden Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Sonra siz bize telefonlarla ulaşmaya çalışacaksınız; “Bu mutluluk varmış da biz nasıl bundan haberdar olmadık? Neden bize bunu, bu bilgiyi ulaştırmadılar?” diye hayıflanacaksınız hayatınızın daha evvelki devreleri için. Ama kimseyi suçlamayın. Onlar da bunu size söyleyemezlerdi çünkü bilmiyorlardı.
Dîn adamları dînlerini Kur’ân-ı Kerim’den değil insanların yazdığı kitaplardan öğrendiler ve müfredat programlarında o öğrendikleri nesneler yazılı sadece, öğrendikleri şeyler. Aralarında çok üst seviye fıkıh âlimleri var, kelâm âlimleri var. Çeşitli branşlarda çok iyi seviye öğrenim görmüşler, kıymetli ilim adamları ama Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu bilmiyorlar. Bilmemek de haklılar mı? Evet, çünkü onlara öğretilmedi. Ve onlar öğrendiklerini öğretebilirler. Bunun için ücret alırlar devletten; profesör oldukları için, doçent oldukları için ama öğrettikleri şey kendi öğrendikleri müfredat programının gerekleridir. Oysaki bütün o ilimleri bir kenara bırakın ve size söylediğimiz bu basit şeyi düşünün. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın hiçbir zaman cehennemden kurtulması mümkün değil. Allah’a ulaşmayı dileyen bir insanın ise cehenneme gitmesi mümkün değil.
Sevgili kardeşlerim! Dikkat ediyor musunuz sözüme? Bir tek dilekten bahsediyorum size. Vakit geçirmeyin. Bir an evvel mutluluğa adım atın. Allah’a ulaşmayı dileyin; o zaman Allah’a çok hamdedecek, çok şükredeceksiniz sizi insan olarak yarattığı için, o muhteşem mutluluğu size yaşattığı için.
Ne olur? Bir defa, madde-1: Neden Allah’a ulaşmayı dileyen kişi cennete gidermiş? Neden dilemeyen kişi cehenneme gidermiş? Neden cehenneme gittiğini anlattık. “Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi cehenneme gider.” diyor Allahû Tealâ, açık ve kesin; Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri. Üstelik de “Dilemeyenler Benim âyetlerimden de gâfildir.” diyor.
“Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri (onları) Kendisine ulaştırır.” diyor. Hem Ra’d-27’de hem de Şûrâ-13’te onları Kendisine ulaştıracağını söylüyor. Onların ruhlarını Kendisine mülâkî kılacağını, Kendisine ulaştıracağını; onları Kendisine hidayet edeceğini, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracağını söylüyor Allahû Tealâ.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Sevgili kardeşlerim! Öyleyse neden? Halâ anlamıyor musunuz? Eğer Allah’a ulaşmayı dilemiyorsanız, o zaman Allahû Tealâ sizi tagutun dostu olarak mütâlea ediyor ki realite böyle olduğu için zaten siz, size düşeni bir türlü yapıp Allah’a ulaşmayı dileyemiyorsunuz. Şeytan size devamlı tesirde.
Bakın, Bakara-257’de ne diyordu Allahû Tealâ?
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
“Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur. Onları yani onların kalplerini zulmetten nura çıkarır.” Zikir yaparlar nefslerinin kalbi nurla dolar.
“vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu: o kâfirlere gelince, onlar da Allah’ın değil tagutun dostlarıdır; insan ve cin şeytanların dostlarıdır.”
Onlar da tagut tarafından, kalpleri nurlanmış olsaydı bile tekrar karanlığa götürülecekti.
“yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti): onları nurdan zulmete götürür, onlar da tagut tarafından nurdan zulmete götürülürler.” diyor Bakara Suresi 257. âyet-i kerime.
Öyleyse kimmiş Allah’ın dostları? Âmenû olanlar.
Âmenû olan kimdir? Allah’a ulaşmayı dileyen kişi. Onlara “âmenû olan” diyor Allahû Tealâ. Yani bu âmenû olan kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği cihetle mü’minler zümresinin içindedir. O, mü’min olmak şerefine ermiştir.
Hâlâ biliyoruz ki içinizden %90’ı; “Ben Allah’a inanıyorum, öyleyse mü’minim.” diye düşünür, böyle olduğuna hatta emindir. Ama hiç kimse Allah’a inanıyor diye mü’min olamaz. Mü’min olabilmeniz için Allah’a inanmanız yetmez. O, Allah’a müracaat edeceksiniz; “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum” diye. Hem de sözle “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum” demeniz yetmez. Kalbiniz isteyecek bunu.
Allahû Tealâ hep kalbinize bakar. Kalbinizdeki talebi sadece görmez; hem görür hem işitir hem bilir. “allâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).” diyor, “Allah, kullarını görücüdür, görendir.”
“Allah sem’îdir” diyor Allahû Tealâ, “İşitendir.” Allah’ın El âlîm sıfatı, esması Allah’ın bilen olduğunu söylüyor. “Allah kalplerde olanı bilir” diyor.
Öyleyse sevgili kardeşlerim; biz size mutluluğun reçetesini veriyoruz ama bu sizin dileğinize bağlı bir şey. İsterseniz kendinizi mutlu edebilirsiniz, isterseniz mutsuz. Hiç kimse başkaları sebebiyle değil kendi sebebiyle mutsuz olmanın dışında bir hükme tâbî olmaz. Kim mutluysa, o kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilemiştir de mutlu olmuştur. Kim de mutsuzsa, o da gene kendi iradesi ile Allah’a ulaşmayı dilememiş de mutsuz olmuştur.
İşte sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda Allah’ın sizin için tayin ettiği muhtevaya dikkat edin. Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden mutluluğa ulaşamaz. Dilerseniz ne olur? Dilerseniz, Allahû Tealâ üzerinizde Rahmân esması ile tecelli eder. Bu tecelli; eğer Allah’a ulaşmayı dilemiyorsanız, henüz gözleriniz Allah’ın ilmine karşı kördür. Görme hassanızın üzerinde gışavet adlı bir perde vardır. Kulaklarınız bir vakrayla örtülüdür, sağırdır. Aynı zamanda işitme hassanız, sem’î hassanız mühürlüdür. Kalbiniz mühürlüdür ve kalbinizde idrake manî olan ekinnet vardır.
İşte Allahû Tealâ bu faktörlerin hepsini sizden kaldıracaktır. Hassalar üzerindeki ve uzuvlar üzerindeki engelleri alan Allah, bu engelleri aldıktan sonra nefsinizin kalbinin içine ihbat koyar, sizi muhbit kılar. Böylece yedi tane furkan alırsınız Allahû Tealâ’dan.
Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Allah’a âmenû olun ki; Allah’a ulaşmayı dileyin ki Allah size furkanlar versin ve günahlarınızı örtsün.”
Ne yapıyor Allahû Tealâ? Bu furkanların verilmesi 5-6 dakikalık bir olay. 5-6 dakika içinde kör, sağır ve dilsiz olan insanoğlu Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde yani kalbiyle dilediği takdirde Allahû Tealâ aynı anda biliyor, işitiyor ve görüyor kalbindeki talebi. Derhal tecelliye başlıyor Rahmân esmasıyla. Bu tecelli yedi ayrı cepheden kişiyi etkiliyor. Onu; gören, işiten, bilen insan hüviyetine sokuyor. Yetmez! Bu yedi furkanın her birinde Allahû Tealâ onun günahlarının yedide biri kadar sevap hanesine sevap yazıyor. Neticede günahlarını örtmüş oluyor.
Ne olur? Şu olur; kimin sevapları günahlarından fazlaysa onun gideceği yer, Allah’ın cennetidir. Mu’minûn-102:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
Mu’minûn-103:
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Kimin de günahları sevaplarından fazlaysa onların gideceği yer cehennemdir, ebediyyen kalmak üzere. Onlar hüsranda olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sadece iki çeşit insan var; günahları sevaplarından fazla olanlar. Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel herkesin günahları sevaplarından fazladır. Nadir insan çıkar ama onlar eğer gerçekten hem Allah’a ulaşmayı dilememişlerse hem de sevapları günahlarından fazlaysa, belki birkaç trilyonda bir insan, onların da sevaplarını azaltıyor Allahû Tealâ. Hucurât-14’te diyor ki:
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûl'üne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.”
“Allah’a ulaşmayı dileyin ki Allah sizin sevaplarınızı azaltmasın, kazandığınız dereceleri azaltmasın.”
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Belki bu söylediklerimle oyalanacak zamanınızın olmadığını düşünürsünüz. Ama bu hayat bir gün sona erecek. O zaman cehennemde kafanızı çok taşlara vurursunuz. Ayrıca yalnız sizin mutlu olmanız için size bilgi aktarmakla vazifelendirildik.
Sevgili kardeşlerim! Eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes cehenneme gidecekse, Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın cennetine girecekse; hangi sebeple girecekse? Sevapları günahlarını aşacağı için. Herkesin biraz sevabı vardır, mutlaka vardır. Olmayan insan olmamıştır, olmayacaktır insanlık tarihi boyunca ve böyle bir dizaynda o kişinin bütün günahlarını Allahû Tealâ örttüğü zaman ne olur? O kişinin sevapları günahlarını aşar, gideceği yer de Allah’ın cenneti olur. Kesin olarak o kişi Allah’ın cennetine girer.
Peki sevgili kardeşlerim, olay bu kadar açık ve kesinse ve sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin Allahû Tealâ günahlarını örtüyorsa; dilemeyenlerin ise kaybettiği dereceler daima kazandığı derecelerden fazla olduğu için cehenneme gidecekse o zaman kendinize zulmetmiyor musunuz? Yoksa size ukalâlık ettiğimizi mi düşünüyorsunuz? Sizler için olduğumuza yoksa inanmıyor musunuz sevgili kardeşlerim?
Diyorum ki ne kaybedersiniz? Allah’a ulaşmayı dilerseniz ne kaybedersiniz? Eğer Allahû Tealâ sizi bu kadar çok seviyorsa ve sadece bir dilekle sizi cennetine almayı garanti etmişse, bunu söylüyorsak size… Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin sevapları günahlarından fazladır. İşte Allahû Tealâ hüsranda olanların tarifini veriyor Mu’minûn-103’te: “Kimin kıyâmet günü günahları sevaplarından fazlaysa onlar cehenneme gireceklerdir, ebediyyen cehennemde kalacaklardır, onlar hüsranda olanlardandır.” diyor. Kimmiş hüsranda olanlar? Günahları sevaplarından fazla olanlar.
Şimdi Vel Asr Suresine bakıyoruz beraberce:
103/ASR-1: Vel asri.
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
“Asra yemin olsun ki (zamana yemin olsun ki) insanlar, hüsrandadırlar.” Yani insanların hepsi cehenneme girecekler.
“illellezîne âmenû: ama âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler hariç (onlar hüsranda değildir).” diyor Allahû Tealâ. Hüsranda değilse kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden fazla olanlar. Hangi âyete dayalı? Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine dayalı. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onların günahlarını örtüyor. Örtmüşse, o kişinin sevapları günahlarını aşmış oluyor. İşte bu bir kurtuluş reçetesi.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bize bunları öğretmiş. Şimdi biz size diyoruz ki, siz kendiniz yapacaksınız. Allah’a ulaşmayı dileyen veya dilemeyen sizsiniz. Dilediğiniz takdirde gideceğiniz yer Allah’ın cennetiyse, dilemediğiniz takdirde mutlaka Allahû Tealâ cehenneme gönderecekse bu âyetler gereğince; o zaman bütün bunları dinleyen, bizden dinleyen bir kişinin Allah’a ulaşmayı dilememesi akıllılık mı sizce; kendini bile bile cehenneme mahkûm etmesi?
Söyleyin kendi kendinize, kendinizi hesaba çekin. Unutmayın! Bir insan sadece kendi kararları ile cehennem gidebilir. Cennete giren insanın cennete girmesine (Allah’a ulaşmayı o kişi dilemişse) gene kendisi sebep olmuştur. Hiç kimse başka birinin cehenneme gitmesine sebebiyet veremez, o kişi cehenneme sadece kendi yaptıkları sebebiyle girer.
Dikkat edin! Allah’ın kanunu;
*Kaybettiğiniz derecelerin kazandığınız derecelerden fazla olması halinde gideceğiniz yerin cehennem olmasıdır.
*Kazandığınız derecelerin kaybettiklerinizden fazla olması halinde cennete gidecek olmanızdır.
Dikkat edin ki kaybettiğiniz dereceleri sadece kendi iradenizle yaptığınız olaylar sebebiyle kaybedersiniz. Hiç kimse size ne yaparsa yapsın sizin derecat kaybetmenize sebebiyet veremez. Siz kendi iradenizle neye karar verirseniz, neyi yaparsanız sadece o yaptıklarınız sebebi ile negatif derece kazanabilirsiniz. Başka birisi size bir kötülük ederse o kişi derecat kaybeder ama siz onun kaybettiği derecatı kazanırsınız. Öyleyse başka birinin yaptığı kötülük sizi cehenneme sevk edemez, bilâkis derecat kazandırır. Ama başka birisi size iyilik ederse bundan derecat kazanmazsınız ama o kazanır, size iyilik ettiği için.
Sevgili kardeşlerim! Önemli mi derecat? Evet, kıyâmet günü dereceleriniz size gösterilerek bir görüntüyü oluşturacak, hayat filminizi göreceksiniz; üç boyutlu olarak boşlukta oynayacak. Her saniye derecat kazandığınızı veya kaybettiğinizi göreceksiniz, hayatınızın her saniyesinde.
Böyle bir dizaynda sevgili kardeşlerim, diyoruz ki: “A benim canım, sevgili kardeşim! Neden Allah’a ulaşmayı dilemiyorsun? Bir dilek, sadece bir dilek. Seni mutlaka Allah’ın cennetine götürecek olan Allah’ın garantisi altında. Söylediğimiz âyetleri dîn âlimlerinden gidin, öğrenin ve kendinize yazık etmeyin.”
Sevgili kardeşlerim bizi ne üzüyor biliyor musunuz? Şu 70 milyona yaklaşan Türkiye halkının çok büyük bir kısmı bu söylediklerimizi bilmediği için cehenneme gidecekler. İşte bu bizim kalbimize bir azap olarak oturuyor. Bundan derin bir sorumluluk hissi duyuyoruz. Çünkü dîn öğreticilerinin büyük kısmı bu hakikâti sizlere ulaştırmıyor.
Sevgili kardeşlerim! Onları suçlamıyoruz. Bilmiyorlardı, öğrendikleri zaman da onların gururlarına ağır geliyor bu. Onu da takdir ediyoruz. Ama Allah’ın katındaki sorumluluklarını azaltmaz ki onların. Sevgili kardeşlerim! Onlar, sizlere öğretmediler. Öğretmiyorlar diye sorumlular ama kendinizden sorumlu olan asıl sizsiniz. Siz Allah’a ulaşmayı dilemedikçe Allah’ın cennetine giremezsiniz, mutluluğu yaşayamazsınız. Yazık etmiyor musunuz kendinize sevgili kardeşlerim? Yazık etmiyor musunuz? Söyler misiniz bize bizim kazancımız ne siz Allah’a ulaşmayı dileseniz, dilemeseniz? Dilemezseniz üzerimize düşen görevi size ulaştıramamış olurduk.
Her gün yeni kitleler sözlerimizi işitiyor ve bu sözleri dikkate alanlar, sadece onlar kurtuluşa ulaşabilecekler. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes mutlaka Allah’ın cennetine girer. Öyleyse sevgili kardeşlerim, neden kendinize zulmediyorsunuz, buna hakkınız var mı? Bir sorun bakalım kendi kendinize, buna hakkınız var mı? Allah’a ulaşmayı dilemeyerek kendinize zulmediyorsunuz.
60 milyondan fazla insan bu ülkede cehenneme gidecekse bu bilgiye, salt bu bilgiye sahip olmadıkları için gidecekler. Bilseler ki bir taleple, bir Allah’a ulaşmayı dilemekle Allahû Tealâ mutlaka onları cennetine alacak, neden dilemesinler? Ben de size soruyorum; neden dilemiyorsunuz?
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir zikir sohbetinde birlikte olduk. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, hepinizin Allah’a ulaşmayı mutlaka dilemenizi yüce Rabbimizden niyaz ederek, Allahû Tealâ’nın size bunu mümkün kılmasını yüce Rabbimizden niyaz ederek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R