}
Huşû Nedir? 18.11.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108690

 

 

SOHBETİN ADI: HUŞÛ
TARİHİ: 18.11.2004


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Huşû

Nasıl Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane âmenû olmak varsa, 7 safha hidayet varsa, 7 safha takva varsa, huşû da Kur’ân-ı Kerim’de 7 ayrı safhayı içeriyor.

Biliyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerinizin 1. safhası Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman herşey lehinize döner. O güne kadar açılmayan kapılar size açılmaya başlar. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, 1. huşûnun sahibidir. O kişi gaybta Rahmân’a huşû duyan birisidir. Allahû Tealâ diyor ki Kaf-33’te:

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.

Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).


“Gaybte Rahmân’a huşû duyan ve Allah’a dönük bir kalple gelenler…” Tabiî Allah’ın huzuruna gelenler… Kalpleri Allah’a dönüyor.

Allahû Tealâ Yâsîn Suresinin 11. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

36/YÂSÎN-11: İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).

Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile müjdele.


“İnnemâ tunziru menittebeaz zikre: Muhakkak ki sen inzar edersin, uyarırsın. Zikre ittiba edeni, zikre tâbî olanı uyarırsın.” diyor Allahû Tealâ.

“ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi): Ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın.” diyor.

“fe beşşirhu bi mağfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin): Öyleyse onu mağfiret ile yani günahların sevaba çevrilmesi ile ve kerim ecir ile müjdele.”

Gaybte Rahmân’a huşû duymak; 1. huşû. Kişi Allah ile olan ilişkilerinde daha yolun başında. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin huşûsu. Kişi Allah hakkında kalp gözüyle hiçbir şey görmemiş, o konuda bir fikriyatı da yok. Ama Rahmân’a huşû duyan birisinin mağfiret ile müjdelenmesi söz konusu yani günahların sevaba çevrilmesi ile. Öyleyse huşû sahibi, Allah’a ulaşmayı dilemiş, günahları örtülmüş. Mürşidine ulaştığı zaman günahları sevaba çevrilecek. Günahları sevaba çevrilmeden evvelki bir devreden bahsediyor Allahû Tealâ, Yâsîn Suresinin 11. âyet-i kerimesinde.

Öyleyse ne oluyor?

1. basamakta olayları yaşıyoruz. Bütün insanlar yaşar.
2. basamakta olayları değerlendiriyoruz. Herkes değerlendirir.

2. basamakta kim kendisi Allah’ın yoluna girmediği gibi başka insanların da Allah’ın yoluna girmesini engellemeye kalkıyorsa Allahû Tealâ onlar hariç, onların dışındaki herkesi seçer. Bu seçilenler ne olur? Seçilenler arasından bir kısmı, ne yazık ki bu rakam çok azdır, Allah’a ulaşmayı diler.

İşte Allahû Tealâ diyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştırır.”

İşte o Allahû Tealâ’nın seçtiklerinden bir kısmı huşû sahibi olurlar. Seçilenlerden kim Allah’a ulaşmayı dilerse sadece onlar huşû sahipleridir. Ve Allahû Tealâ onların kalbini Allah’a çevirir.

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 3. basamaktadır. Allah onun üzerine Rahmân esması ile tecelli eder; 4. basamak. 5., 6. ve 7. basamaklarda Allah o kişinin kör olan gözlerini açar ve görme hassasının üzerindeki gışaveti alır. Sağır olan kulaklarındaki vakrayı alır ve işitme hassasının üzerindeki mührü açar ve kalbindeki ekinneti alır. Yerine ihbat koyar. Kalbin idrak etmesini sağlar. O noktadan itibaren kişi gören, işiten ve idrak eden biridir.

Bu kişi zikre tâbî olmuştur. Zikir, Kur’ân-ı Kerim. Oradaki tâbiiyet, Kur’ân-ı Kerim’deki temel emri anlamıştır, yerine getirmiştir. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Öyleyse o Allah’a ulaşmayı dileyen birisidir. Zikre tâbî ise, Kur’ân’a tâbî ise, tâbiiyet Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Ve Allahû Tealâ ona “kerim ecir” dediği bir ücret verir.

Nedir bu “kerim ecir” dediği ücret Allahû Tealâ’nın? Kişinin günahlarını örtmesi, derecat ücreti. Ne kadar günahı varsa kişinin o kadar derecat vererek kişinin günahlarını mutlaka Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre örter.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


İşte Allahû Tealâ’nın verdiği o 7 tane furkana paralel olarak, bazılarına 4 furkan vererek, bazılarına sadece 1 furkan vererek Allahû Tealâ onun bütün günahlarını örtüyor. İşte bu Allahû Tealâ’nın kerim ücretidir. İkram edilmiş olan bir ücretidir. Neden ikram? Kişi hak etmemiş ki. Sadece bir dilek, sevgili kardeşlerim. Kişi bunu hak etmek konusunda hiçbir muktesebatın sahibi değil. Sadece bir tek dileği var kişinin. Allah’a ulaşmayı diliyor, o kadar. Allahû Tealâ onun derhal bütün günahlarını örtüyor.

Böyle bir sebeple, bir tek dilekle Allahû Tealâ onun bütün günahlarını örttüğüne göre Allahû Tealâ’nın verdiği bir ikramdır bu. Kerim ücret; ikram edilen mükâfat. İkram edilen ücret, diyor.
Neyin karşılığı? Dileğin karşılığı, Allah’a ulaşma dileğinin karşılığı.

Yâsîn Suresinin 11. âyet-i kerimesi: “Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın.” Zikre tâbî olduğuna göre Allah’a ulaşmayı mutlaka dilemiş kişi ve bu kişi gaybta Rahmân’a huşû duyan birisi. “Onu mağfiret ile ve kerim ecir ile müjdele.” Önce kerim ecir geliyor, mağfiret de ondan sonra geliyor.

Sonra kişinin kalbine Allahû Tealâ ulaşıyor, kişinin kalbinin nur kapısını Allah’a çeviriyor ve bu Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi 1. safhayı içeriyor.

Gelelim bu 7. basamaktan sonraki olaylara. Allah kişinin kalbine ulaşıyor, kalbin nur kapısını Allah’a çeviriyor. Sonra o kişinin göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor. En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde diyor ki:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi): Allah Kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onların göğsünü yarar ve teslime açar yani İslâm’a açar. Yani o kişilerin Allah’a teslim olması için göğüslerinden kalplerine bir nur yolu açar.” diyor.

2. safhada 2. huşû söz konusu. Bakara Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimeleri bu huşûyu anlatıyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


Allahû Tealâ’nın Bakara-45 ve 46’daki huşûdan muradı: “vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne). Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).”

2. kademedeki huşûnun dizaynına bakıyoruz. 1. kademede kişi sadece Allah’a ulaşmayı diliyor. Allah’a inanıyor. İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasının farz olduğuna inanıyor ve Allah’a ulaşmayı diliyor kişi ve 1. huşûnun sahibi oluyor.

Ama 2. huşû daha ötede bir olay. 2. huşûda kişi için farklı bir olay var. Orada o kişi Allah’a inanıyor, Allah’a insan ruhunun ölmeden evvel ulaşacağına inanıyor, bunun üzerine farz olduğuna inanıyor. Bir ilâve daha var ve kendisinin bunu mutlaka gerçekleştireceğine inanıyor. İşte bu kişi 2. huşûdaki kişidir.

1. huşû Allah’a ulaşmayı dilemeye davet edilenin, Allah’a ulaşmayı dilediği kademeyi ifade ediyor. 2.’si kişinin Allah’a yöneldiğini ifade ediyor. Yani sadece Allah’a ulaşmayı dilemeye davetin icabeti değil, Allah’a ulaşma davetine icabet 7. basamaktan sonra başlıyor. 14. basamağa kadar 7. basamaktan, kişinin mürşidine ulaşıncaya kadar geçen safhada bu müesseseyi çalıştırıyor. Allah kalbine ulaşıyor, göğsünden kalbine nur yolunu açıyor, kişi zikir yapıyor, Allah’ın nurları o kişinin kalbine giriyor, kalbinde yerleşmeye başlıyor. %2’yi bulduğu zaman kişi huşû sahibi oluyor.

İşte Allahû Tealâ bu huşû müessesesi için şunu söylüyor. Hadîd-16:

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.


“O kişinin kalbinde Allah’ın zikri ile ve bu zikirle Hakk’tan inen şeyle, nurla huşû oluşması zamanı gelmedi mi?” diyor.

Allah’ın katından inen rahmet, fazl ve salâvâttan rahmet nurları, o kişinin kalbinde %2 yerleşiyor ve bu yerleşme kişiyi huşû sahibi yapıyor. Kişi kendi kendine huşû sahibi olmuyor, Allah’ın katından gelen rahmet kişiyi huşû sahibi yapıyor.

Bir kişinin uyarılması, Allah’tan yardım aldığını ifade eder. Kişi Allah’a yönelmiş, Allah’a ulaşmayı dilemiş yani zikre tâbî olmuş1. huşû için.

2. huşûda ise köprünün altından bir hayli sular geçmiş durumda. Kişinin nefsinin kalbine %2 rahmet birikimi gelmiş, yerleşmiş. Henüz bu kişi mürşidine ulaşmamış, ulaşsa o %2’nin ötesinde fazl birikimi başlayacak. Fazl birikimi; kişi ruhunu Allah’a ulaştırdığı noktada 2. huşûda. 2. huşû ile kişi mürşidine ulaşıyor.

1. huşûda Allah’a ulaşmayı diliyor. 2. huşûda mürşidine ulaşıyor.

Öyleyse Bakara-46’da Allahû Tealâ huşû sahibi olanları anlatıyor:

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


“O huşû sahipleri ki onlar Allah’a mülâki olacaklarına, ruhlarını ölmeden Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde, yakîn hasıl ederek inanırlar. Ölümden sonra da ruhlarının tekrar Allah’a rücû edeceğine, geri döneceğine yine yakîn hasıl ederek inanırlar.”

İşte bu insanlar 2. huşûnun sahipleridir. Bu nokta, o kişinin kalbinde %2 rahmet nurunun bulunduğu noktadaki huşûyu ifade ediyor.

Kişi nefsinin kalbindeki %2 nura ulaşınca hacet namazını kılıyor, Allah’tan mürşidini soruyor, Allah ona mutlaka mürşidini gösteriyor. Çünkü emri var: “Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun. Allah’tan, Allah’a ulaştırmaya vesile olan kişiyi isteyin.” emri var Allahû Tealâ’nın.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


Kişi bu emri yerine getiriyor ve mürşidini istiyor Allahû Tealâ’dan.

Öyleyse buradaki muhtevaya bakıyoruz. Bu muhtevada kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş ve ruhunu Allah’a mutlaka ulaştıracağından emin olmuş. Kesin şekilde ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştıracağına inanıyor kişi. Bu onu 2. huşûya ulaştırır.

3. safhada ruh Allah’a ulaşıyor. Ne oluyor kişi mürşidine ulaştığında? Başının üzerine devrin imamının ruhu geliyor. O kişinin ruhuna diyor ki: “Sen vücudu terket.”

Ruh vücuttan ayrılıyor. O kişinin kalbine Allah îmânı yazıyor. Îmânı yazdığı için kişi nefs tezkiyesine başlıyor. Yani Allah’ın katından gelen salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurları kalbe ulaşıyor. Fazıllar îmân kelimesinin etrafına yerleşmeye başlıyor. Ve bu yerleşme sebebiyle kişi gök katlarını aşacak birer birer. Her %7 nefsin kalbinde, îmân kelimesinin etrafında fazl toplanması söz konusu olduğunda o kişinin ruhu bir gök katı yükselir.

İlk %7 nur birikimiyle kişi Nefs-i Emmare’dedir; 1. gök katına ulaşır. 2. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame’de, 2. gök katı. Nefs-i Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde 3., 4., 5., 6., 7. defa nefsin kalbindeki fazılların %7 %7 artışı; %49 fazl, %2 de rahmetle o kişinin nefsinin kalbinde %51 nur birikimiyle yani nurların karanlıklara, zulmete galip geldiği noktada insan ruhu Allah’a ulaşır. Burası nefsimizi tezkiye ettiğimiz yerdir. Ruhumuzun da Allah’a ulaştığı yerdir.

İşte burada yeni bir huşûnun varlığını görüyoruz. Çünkü Nâziât Suresinin 19. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

79/NÂZİÂT-19: Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.

Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol.


“Hz. Musa firavuna dedi ki: ‘İster misin seni, nefsini tezkiye edip hidayete, Rabbine ulaştırayım yani hidayete erdireyim ve böylece huşû sahibi olasın?”

Demek ki ruhumuzun Allah’a ulaştığı noktada da yeni bir huşû var. Ruhumuzun Allah’a ulaştığı noktada nefsimizin kalbinde %49 fazl birikimi, %2 de rahmet birikimi ile nefsimizin kalbi %51 nurlarla dolmuş vaziyette. Bu %51 nur standardı içinde kişi Allah’a ulaşıyor. Görüyoruz ki Nâziât Suresinin 19. âyet-i kerimesinde, yeni bir huşû, ruhun Allah’a ulaşması ile Rabb’e ulaşması ile hidayete ermesi.

Nâziât Suresinin 19. âyet-i kerimesi, insan ruhunun Allah’a ulaşması konusunda da kesin bir ayrı delildir.

“ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ: Ve seni hidayete erdireyim, ulaştırayım.
ilâ rabbike: Rabbine.

“Seni Rabbine ulaştırayım.” diyor. Açık ve kesin. Nâziât Suresi 19. âyet-i kerime.

fe tahşa: Ve huşû sahibi olasın.

İşte ruhumuzun Allah’a ulaştığı noktada nefsimizin kalbindeki %51 nur birikimi ile ruhumuz 7. gök katını aşıyor, 7 tane âlemi aşıyor, Sidretül Münteha’dan dikey bir yolculukla Allah’ın Zat’ına ulaşıyor, Allah’ın Zat’ında yok oluyor.

Nâziât Suresinin 19. âyet-i kerimesi, Kur’ân-ı Kerim’de önemli bir âyet-i kerime. Açık bir şekilde Hz. Musa firavuna: “İster misin seni Rabbine ulaştırayım?” diyor. “O zaman huşû sahibi olasın.” Yani Rabbe ulaşmanın kişisel bir hedefle, kişisel bir muhteva ile gerçekleşemediği, mutlaka mürşidin devreye girmesi gerektiği, Nâziât-19’da kesinleşmiş. Ve Allah’a ulaşma, vasıl etme, Rabbe ulaşma bir defa daha kesin bir şekilde yer almış. Allahû Tealâ açıkça Allah’a ulaşmaktan bahsediyor. Allah’a insan ruhunun ulaşmasından bahsediyor. Ve böylece ulaşan kişi huşû sahibi oluyor.

Sonra 21. basamakta ruhumuz Allah’a ulaştı, 22. basamakta Allah’ın Zat’ında yok oldu. Ne oldu? Ruhumuz Allah’a ulaştı. Burada ruhun 7 gök katını aşıp Allah’ın Zat’ına ulaşması söz konusu.

Sonra o kişinin zikri daha çok artacak, nefsinin kalbindeki nurlar %61’i aşacak. O noktada o kişiye Allahû Tealâ bir taht ihsan edecek. Ruhunu Allah’a ulaştırmış, ruhu Allah’ın Zat’ında yok olmuş olan o kişi, bir ruhu vücuda getirilerek İndi İlâhi’de bir taht sahibi kılınıyor. Burada kişi Beka makamındadır.

Sonra kişi günün yarısından daha fazla zikretmeye başlıyor. Ve yeni bir makamın sahibi; zahid oluyor, zühd makamının sahibi. Sonra da fizik vücudunu Allah’a teslim ediyor. Fizik vücudunu Allah’a teslim etmesi 5. safhayı işaret ediyor. Burada ruhun Allah’a teslim olması 3. safha ve fizik vücudun Allah’a teslim olması 4. safha.

Fizik vücutlarını Allah’a teslim edenlerin farklı bir huşûyla huşû duymaları söz konusu. Fizik vücudunun tesliminde insanın içinden bir huşûnun artışı söz konusudur. Ve fizik vücudu Allah’a teslim olan insanlar, ağlama ihtiyacı duyarlar. İşte bunlar İsrâ Suresinin 109. âyet-i kerimesinde:

17/İSRÂ-109: Ve yahırrûne lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ(huşûan).

Ve çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar. Ve huşûları artarak ağlarlar.


“Ve çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar. Ve huşûları artarak ağlarlar.” diyor Allahû Tealâ.

Bunlar fizik vücutlarını Allah’a teslim etmiş olanlar.

Burada ne oluyor, 5. safhada? Kişinin nefsindeki fazıllar ve rahmet nuru toplamı %81’i aşıyor. Bu noktadan itibaren kişi fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir. Yeni bir huşû sahibidir kişi. Fizik vücudunu Allah’a teslim edenlerin huşû sahibi olması. İnsanların huşûdan ağladıkları nokta. Daha sonra fizik vücudunu kişinin Allah’a teslim etmesi noktasına bakıyoruz. Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler. Her safha farklı bir huşûyu ifade ediyor.

Allahû Tealâ Mâide Suresinin 83. âyet-i kerimesinde, bu fizik vücudun tesliminden sonraki huşûdan bahsediyor:

5/MÂİDE-83: Ve izâ semiû mâ unzile ilâr resûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arafû minel hakk(hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).

Ve Resûl'e indirileni (Kur'ân'ı) işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere arif olduklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Rabb'imiz, biz îmân ettik (âmenû olduk), artık bizi şâhitlerle beraber yaz...” derler.


“ve izâ semiû mâ unzile iler resûli: Resûl’e indirileni yani Kur’ân’ı, Resûl’e indirilen şeyi işittikleri zaman.
terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arefû minel hakk(hakkı): Hakk’tan inen şeylere arif oldukları için gözlerinin kanlı yaşla dolup taştığını görürsün.” diyor Allahû Tealâ.

Neden? “Hakk’tan inen şeylere arif olduklarından dolayı.” “mimmâ arefû minel hakk(hakkı): Hakk’tan olan şeylere arif oldukları için.” Yani kalp gözleri açıldığı için, kalp kulakları açıldığı için.

“yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne): Rabbimiz biz îmân ettik, âmenû olduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz, derler.”

Burada şahit oluyorlar, yerlerin melekûtuna sahip olan insanlar, göklerin melekûtuna sahip olan insanlar. Ulûl’elbab makamı ve ihlâs makamı. Ulûl’elbab makamında yerlerin melekûtu söz konusudur, ihlâs makamında göklerin melekûtu söz konusudur. “Hakk’tan inen şeylere arif oldukları için.” Yani irfana ulaşmışlar, kalp gözleri, kalp kulakları açılmış. Demek ki nefsin teslimi olayı ile karşı karşıyayız.

Fizik vücudun tesliminden sonra nefsin teslimi yani nefsin kalbinin halis olması. Mâide Suresinin 83. âyet-i kerimesi, buradaki huşûyu anlatıyor. Bu hüviyetteki insanları Allahû Tealâ huşû sahibi olarak değerlendiriyor, Âli İmrân-199’da:

3/ÂLİ İMRÂN-199: Ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).

Ve muhakkak ki kitap ehlinden öyle kimseler var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene mutlaka îmân ederler. Allah'a karşı huşû duyarlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar. İşte onlar, onların mükâfatları, Rab'lerinin katındadır. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.


“ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim: Ve hiç şüphesiz Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; size ve kendilerine indirilene ve Allah'a îmân ederler.
yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim: Kendilerine indirilene, size indirilene ve Allah’a îmân ederler.
hâşiîne lillâhi: Ve Allah için huşû duyarlar, huşû sahibi olurlar.
lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen): Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar.
ulâike lehum ecruhum inde rabbihim: Rabb’lerinin indinde ecirleri olanlar.”

Yani Rabb’lerinin indinde ecirleri olanlar yani yerlerin melekûtunu görmüşler, göklerin de melekûtunu görüyorlar. Ecirleri görecekleri melekût Rabb’lerinin indinde. Demek ki Rabb’lerinin indini de gördükleri bir noktadan bahsediyor Allahû Tealâ. Bu 6. safha. Aslında 5. safha demek daha doğru olur.

1. safhada Allah’a ulaşmayı dilemek var.
2. safhada mürşide ulaşmak.
3. safhada ruhu Allah’a ulaştırmak.
4. safhada fizik vücudu Allah’a teslim etmek.

Öyleyse burada nefs Allah’a teslim olduğuna göre 5. safha oluyor.

Ve Allahû Tealâ bir sonraki safha için diyor ki Ahzâb-35’te:

33/AHZÂB-35: İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum vel hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).

Gerçekten İslâm olan (Allah’a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.


“Allah’a teslim olan erkekler ve kadınlar…”

“innel muslimîne vel muslimâti: Rabb’lerine huşû duyan erkekler ve kadınlar.” diyor. Hangi standartlarda? Allah’a teslim olan erkekler ve kadınlar. Yani ruhlarını da vechlerini de nefslerini de Allah’a teslim edenler ve Allah’tan azîm bir ecir alacak olanlar.

Ahzâb Suresinin 35. âyet-i kerimesi.

Rabb’lerine huşû duyan erkekler ve kadınlar. Özellikleri: Allah’a teslimlerini tamamlamış olanlar. Ruhlarını, vechlerini, nefslerini teslim etmişler. Ve anlaşılıyor ki burada, irşada da ulaşmış kişiler. İşte burada nefsin teslimi söz konusu.

Sonra Allahû Tealâ Beyyine Suresinin 8. âyet-i kerimesinde: “Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye rabbeh(rabbehu).” diyor Allahû Tealâ.

98/BEYYİNE-8: Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye rabbeh(rabbehu).

Rab’leri Katı’nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O’ndan (Allah’tan) razıdır. İşte bu, Rabbine huşû duyan kimseler içindir.


Adn cennetlerine gidecek olan, iradelerini Allah’a teslim etmiş kişiler için Beyyine Suresinin 8. âyet-i kerimesi, iradenin teslimini içeriyor. Buradaki Cennet-i Adn, peygamber olmayanların gideceği bir Adn cenneti. “Onların mükâfatları Cenneti Adn’dır.” diyor Beyyine Suresinin 8. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ. “Altlarından ırmaklar akan Adn cennetine gideceklerdir ve orada ebediyyen kalacaklardır. Onlar Allah’tan razı olmuştur. Allah da onlardan razı olmuştur. Ve Onlar Rabb’lerine huşû duyanlardır.” diyor.

Ve peygamberler için gidilecek olan Adn cennetleri ise Enbiyâ-90’da şöyle anlatılıyor:

21/ENBİYÂ-90: Festecebnâ lehu, ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevcehu, innehum kânû yusâriûne fîl hayrâti ve yed’ûnenâ ragaben ve reheben, ve kânû lenâ hâşiîn(hâşiîne).

Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Ve ona, Yahya (A.S)’ı hibe (armağan) ettik. Ve onun için, zevcesini de ıslâh ettik (çocuğu olabilecek duruma getirdik). Muhakkak ki onlar, hayırlarda yarışırlardı. Ve Bize, rağbet ederek ve korkarak dua ederlerdi. Ve onlar, Bize huşû duyanlardı.


“Bunun üzerine ona icabet ettik. (Yani duasını kabul ettik.) Ve O’na, Yahya (A.S)’ı hibe ettik, armağan ettik. Ve O’nun için zevcesini de ıslâh ettik. Yani çocuğu olabilecek duruma getirdik. Muhakkak ki onlar hayırlarda yarışırlardı.”

“Onlar hayırlarda yarışırlardı.” Hayırlarda yarışan peygamberler…

“Ve Bize rağbet ederek, korkarak dua ederlerdi. Ve onlar, Bize huşû duyanlardı.”

Burada peygamberlerin huşû duymalarından bahsediyor. Burası 8. safha oluyor.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, görülüyor ki huşû müessesesi içinde gene 7 tane normal standartlarda safha söz konusu. Burada peygamberlere dair olanı devreye almasaydık ta gene 7 tane huşû yeterli olacaktı. Öyleyse huşû müessesini en güzel şekilde dizayn etmek gerek.

Allah’a ulaşmayı dilediğimiz zaman 1. huşûnun sahibiyiz. Kişi sadece Allah’a ulaşmayı dilemiş. Böyle bir insanın özelliği gaybte Rahmân’a huşû duyması. Yani huşû duyduğuna göre Allah’ın emrini yerine getirmek için sebep oluşuyor kişide ve o kişi Allah’a ulaşmayı diliyor. Allah’a ulaşmayı dileyen birisi var. Bu noktadaki huşû, 1. kademedeki huşûyu oluşturuyor.

Sonra kişi mürşidine ulaşıyor. Mürşidine ulaşmadan evvel 2. huşûnun sahibi oluyor. Nefsinin kalbinde %2 nur birikiyor ve mürşidine böyle ulaşıyor. 2. huşû oluşuyor, kişi mürşidine ulaşıyor.

Sonra 3. huşû oluşuyor. Kişinin ruhu Allah’a ulaşıyor. Önce 3. huşû ve arkasından ruhun Allah’a ulaşması.

Allahû Tealâ Nâziât-19’da diyor ki:

79/NÂZİÂT-19: Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.

Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol.


“İster misin seni Rabbine ulaştırayım ve o zaman huşû sahibi ol?”

Bu, Allahû Tealâ’ya ulaştığı zaman kişinin huşû sahibi olması.

Öyleyse her huşû diğerinden farklı bir özelliğin sahibi. 2. huşûdakiler ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inananlar. Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesindeki huşû.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


“illâ alel hâşiîn” diyor Allahû Tealâ. “Huşû sahipleri hariç.” Vasıf veriyor: “O huşû sahipleri ki; ruhlarını Allah’a mülâki kılacaklarına, hayattayken ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanırlar.”

Bu kadarı zaten yeterli oluyor. Bundan sonrası ölümden sonra ruhun ulaşmasına ait. Ona da inanırlar. Ama önemli olan bu kişilerin ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına dair duydukları kesin inanç. Bu inancın sahipleri için mürşide ulaşıp tâbiiyet söz konusu. Çünkü burada, Bakara-45’te istianenin istenmesi, mürşide ulaşma yardımının istenmesi söz konusu. Bu yardımın herkese verilmediği, mümkün olmadığı, ama Allah’a mutlaka ulaşacağına inanan huşû sahiplerinin buna ehil olduğu ifade ediliyor.

Gördüğünüz gibi her safhada ayrı bir huşû müessesesi var. Ne zaman bir insan Allah’a ulaşırsa, Allah’a ulaşan kişi de Nâziât Suresinin 19. âyet-i kerimesine göre huşû sahibi oluyor.

Sonra fizik vücudunu Allah’a teslim edenlerin huşû müessesesi. Mu’minûn-57’de:

23/MU'MİNÛN-57: İnnellezîne hum min haşyeti rabbihim muşfikûn(muşfikûne).

Muhakkak ki onlar, Rab’lerinin haşyetinden korkanlardır.


“Onlar Rabb’lerinin haşyetinden…” “Onlar çeneleri üstüne kapanıp huşûları artarak ağlarlar.” diyor Allahû Tealâ.

Fizik vücutlarının yerlere kapanıp fizik vücutlarının huşûya ulaşması söz konusu. Yere kapanan fizik vücuttur. Çeneleri üstüne, alınları üzerine kapanan insanlar. Fizik vücutları huşûya ulaşmış.

Ve 5. safhada nefslerini Allah’a teslim edenler. Onların mükâfatları Rabb’leri katında olanlar. Yani Rabb’lerinin katını artık görebilenler. Rabb’lerinin katında ecri olan huşû sahipleri. Allah’a huşû duyuyorlar, onların mükâfatları Rabb’lerinin katında. Allahû Tealâ’nın katında mükâfatı var. Allah’ın katını görmek yetkisinin sahibi olmuş kişi. Böyle bir şey için göklerin melekûtunu görmesi lâzım ve bu tabiî nefsin teslimini ifade ediyor.

Âli İmrân Suresinin 199. âyet-i kerimesi:

3/ÂLİ İMRÂN-199: Ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).

Ve muhakkak ki kitap ehlinden öyle kimseler var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene mutlaka îmân ederler. Allah'a karşı huşû duyarlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar. İşte onlar, onların mükâfatları, Rab'lerinin katındadır. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.


Ve Mâide Suresinin 83. âyet-i kerimesinde ise irşada ulaşma noktasındaki bir dizayn veriliyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

5/MÂİDE-83: Ve izâ semiû mâ unzile ilâr resûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arafû minel hakk(hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).

Ve Resûl'e indirileni (Kur'ân'ı) işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere arif olduklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Rabb'imiz, biz îmân ettik (âmenû olduk), artık bizi şâhitlerle beraber yaz...” derler.


“ve izâ semiû mâ unzile iler resûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arefû minel hakk(hakkı): Allah’tan hak olana, Hakk’tan olan şeylere arif oldukları için gözlerinin kanlı yaşlar dolup taştığını görürsün.” diyor. Ve “Bizi şahidlerle beraber yaz.” ifadesi var.

Böylece Mâide-83’teki şahitliğin Allah’a şahit olmak olduğunu görüyoruz. Öyleyse 6. safhada Allah’a teslim olan erkekler ve kadınlar. Azîm bir ecir ve bunlar Allahû Tealâ’ya huşû duyuyor. Teslim olmuşlar, huşûları var ama şahitlerle beraber olanlar, iradelerini de Allah’a teslim edenler. Bir azîm ecir var. Allah’a teslim olanların bu teslimlerinde bir sonraki kademede tamamlanacak olan bir farklılık var.

Ahzâb-35’te Allahû Tealâ:

33/AHZÂB-35: İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum vel hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).

Gerçekten İslâm olan (Allah’a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.


“Muhakkak ki onlar Allah’a teslim olan erkekler ve kadınlardır.” diyor.
Aynı zamanda “Mü’min erkeklerle kadınlardır.” diyor.
“Kanitin olanlardır onlar.” diyor.
“Onlar huşû duyanlardır.” diyor.
“Sabredenlerdir.” diyor.
“Oruç tutanlardır.” diyor.

Onlar için Allahû Tealâ’nın söylediği şeyler ardarda gelince irşada ulaşmış olan insanların durumunu anlıyoruz. Ahzâb-35’te irşada ulaşanların durumu anlatılıyor, Mâide-83’te ise Hakk’a şahid olanlar, iradelerini de Allah’a teslim etmiş olanlar var. Peki bu iradelerini de Allah’a teslim edenler, şahitlerle beraber olanlar Beyyinne-8’de de anlatılıyor. “Onların mükâfatı Rabb’lerinin indindeki Cenneti Adn’dır.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse peygamberlere ait olan Adn cenneti ise Enbiyâ-90’da anlatılıyor. Gene huşû sahibi olan insanlar ama onlar huşû sahibi olan peygamberlerdir, 8 safhada.

Öyleyse 7 tane huşû kademesi herkes için geçerli, 8.’si Adn cennetlerinin 2. kısmı, sadece peygamberler ve huzur namazının imamları için geçerli.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha sizlerle birlikte bir huşû müessesesini gözden geçirmeyi Allahû Tealâ nasip kıldı bize. Hepinizi Allahû Tealâ’nın huzurunda selâmlıyorum. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden diliyorum.

İmam İskender Ali M İ H R