SOHBETİN ADI: TAKVA (İSLÂMDAN KOPAN KAVRAMLAR)
TARİH: 03.08.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Sevgili kardeşlerim, bu seferki konumuz, takva.
Hepiniz biliyorsunuz ki takva; çekinmek, sakınmak, hatta korkmak anlamına gelen bir kelimedir. Bu sebeple birtakım insanlar, korku arttıkça Allah'a daha çok yaklaşılır gibi bir kanaatin arkasında yer almaktadırlar. Ama realite o değil. Korktukça değil, Allah’ı sevdikçe, Allah'a aşık oldukça, Allah’a nihayette hayran oldukça insan manevî istikamette yücelir. Seven, sevdiğine koşar. Takvanın ölçüsü sevmektir. Büyüyen takva, Allah'a karşı büyüyen bir sevgiyi kesin bir şekilde dile getirir. Allahû Tealâ bu konuyu çok açık bir şekilde dile getiriyor, Yûnus Suresinin 62, 63, 64. âyetlerinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
e lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: O Allah'ın evliyası var ya, onlara korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar.
lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati: “Onlara dünya hayatında da sonraki hayatta da (ahiret hayatında da) müjdeler vardır.” diyor Allahû Tealâ.
İşte sevgili kardeşlerim, ifade son derece açık; Yûnus-62, 63, 64. Allah'ın evliyası ne demek? Allah’ın velîleri, Allah’ın dostları. Dost dosttan korkar mı? Hayır, huşû duyar. Hayır, sevgi duyar. İnsanlar Allah’ı evvelâ severler. Sonra, evvelâ hoşlanmakla başlar iş.
*Evvelâ insanlar Allah’tan hoşlanmaya başlarlar.
*Sonra Allah’ı severler; 2. safha.
*Sonra Allah'a aşık olurlar; 3. safha
*Ve 4. safhada da Allah'a hayran olurlar.
Allah'ın dostlarıyla Allah arasında korku yoktur, sevgi vardır. Onlara korku yoktur. Bir defa daha söyleyelim âyet-i kerimeyi:
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
e lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: O Allah’ın evliyası, Allah’ın dostları var ya” diyor Allahû Tealâ, “onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”
Neden korku yoktur? Ne dünyada korku vardır ne de ahirette korku vardır. Kim Allah'ın dostluğunu kazanmışsa, ruhunu, vechini, nefsini, iradesini giderek dostluk ve sevgi büyüyerek teslim etmişse, o Allah'a hayran olan birisidir. Gideceği yer Adn cennetleridir. Neden korksun ki?
Ha, bu Allah'ın dostları, Allah ile olan ilişkilerinde bir tek şeyden çok korkarlar, çok korkarlar; Allah'ın üzerlerindeki sevgisinin azalmasından korkarlar. Hep hayatlarını Allah'ın kendilerine olan o büyük sevgisini korumaya adarlar. En çok korktukları şey, Allah’ın o muhteşem sevgisinin kaybedilmesi korkusudur. Allah'ın cezalandırması korkusu değil, demin söylediğimiz âyet-i kerime böyle bir korkunun onlar için asla geçerli olmadığını kesin olarak söylüyor.
Âmenû olmak müessesesi, 7 safhalık bir müessesedir:
*Allah'a ulaşmayı dilersiniz, 3. basamakta âmenû olursunuz. Bu 1. safhadır.
*14. basamakta mürşidinize ulaşırsınız, tâbî olursunuz. 2. takvanın sahibi olursunuz, bu 2. safhadır.
*Ruhunuzu Allah'a ulaştırırsınız, Allah'ın Zat’ında ruhunuz yok olur; 3. takvanın sahibi olursunuz. Allah'a daha büyük bir sevgiyle bağlanırsınız.
*25. basamakta fizik vücudunuzu Allah'a teslim edersiniz; 4. takvanın sahibi olursunuz ve sevginiz daha çok artar, hayır, korkunuz değil.
*Nefsinizi Allah'a teslim edersiniz, 26. basamak; daimî zikrin sahibi olursunuz. Daimî zikrin sahibi olduğunuz için nefsinizin kalbinde hiçbir afet kalmaz. Kalp gözünüz açılır, kalp kulağınız açılır. Allah'ın size gösterdiği şeyleri görmeye başlarsınız ve söylediklerinin hepsini işitirsiniz. Allah’la karşılıklı konuşmak yetkisinin sahibi olursunuz.
Her ne kadar bizim sevgili âlimlerimiz “Allah ile konuşulmaz.” derlerse de “Allah kimseyle konuşmaz.” derlerse de o kitabî bilgilerin karanlığı altında Allah'a yaklaşamayan insanların sözleridir bunlar. Ama kim Allah'a mülâki olmayı dilerse, o kişi 14. basamakta Allah tarafından bir mürşide ulaştırılacaktır. Tâbî olduğu andan itibaren artık önündeki yol açılmıştır. O, Allah'ın yolunda gidecektir. Ruhunu, vechini, nefsini Allah'a teslim edecektir. Nefsini teslim ettiği anda bu söylediğimiz ulûl'elbab makamının sahibi olacaktır.
Daha ötesi, bir takva daha:
*Muhlisler takvasına ulaşacaktır. O kişi muhlis olacaktır ve bir takva daha. Burası 27. basamaktır.
*28. basamakta son takvaya ulaşılır. Burası iradenin de Allah'a teslim edildiği yerdir. Burası 7. ve son takvayı ihtiva eder.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerimiz dediğimiz zaman, bu ilişkileri lâzım gelen biçim ve boyutta yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz. 7 tane safha söz konusu, tam 7 safha. Her biri daha üst takvayı ve Allah'a giderek daha çok aşık olmayı, Allah’ı daha çok sevmeyi ve Allah'a hayran olmayı oluşturan bir basamaktır. Her biri ayrı bir basamak. Ve neticede Allah'a iradenizi de teslim ettiğiniz için sadece hayranlık duyabilirsiniz. Korkmak mı? Hayır, O’na hayran olmak.
Sevgili kardeşlerim, hiç dost dosttan korkar mı? Dost, ona en büyük yardımcıdır, mutluluğunun anahtarıdır ve sahibidir. Açık bir şekilde Allahû Tealâ diyor ki:
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
“Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.”
Sevgili kardeşlerim, Kur’ân, aslî unsurlarının bütünü itibariyle unutulmuş bir Allah hakikatidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilmiş, 23 yıl boyunca ve Kur’ân tamamlanmış, O da Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, bütün güzellikleri Allah ile ilişkisinin devamı boyunca yaşadıktan sonra.
Sevgili kardeşlerim, öyleyse bütün insanlar için Allah'ın bütün güzellikleri duruyor ve Allah’la kulu arasındaki en güzel olgu, sevgi adını alır. Siz Allah'a lâyık oldukça Allah'ın size karşı sevgisi artar. Sizin de O’na karşı sevginizi Allahû Tealâ adım adım hayranlığa çevirir.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, öyle bir gün gelecektir ki; Allah'a hayran olacaksınız. O, sizi bütün takvalardan geçirecek.
Gördük ki; Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, o takva sahibidir. Âmenû olan herkes, âmenû olduğu halde takva sahibi olmuştur. Ve eğer âmenû olmazsa kişi, takva sahibi olamaz. İşte Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn: Allah'a yönel, Allah'a ulaşmayı dile ve Allah'a karşı takva sahibi ol.” buyuruyor Allahû Tealâ, “Allah’a karşı takva sahibi ol.” Ondan sonra diyor: “Ve namaz kıl ve müşriklerden olma.”
Peki, ondan sonra ne diyor? Ondan sonra diyor ki:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
Kim onlar? Allahû Tealâ: “Müşrikler” diyor Allahû Tealâ. Bu, gizli şirkin muhtevasını taşır. Açık şirk, putlara tapmaktır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki:
“Benim ümmetim açık şirke girmez.” diyor, “böyle bir şeyden korkmuyorum.” “Ama” diyor, “gizli şirkten korkuyorum.”
İşte Kur'ân-ı Kerim’de gizli şirk olarak bu geçiyor: Kim Allah’a yönelmezse, Allah'a ulaşmayı dilemezse o kişi gizli şirktedir, takva sahibi olamaz.
Öyleyse Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine baktığımız zaman bir tablo görüyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Ey âmenû olanlar, ey îmân edenler! Allah'a karşı takva sahibi olun ki; Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Daha sonra da günahlarınızı sevaba çevirsin.” diyor Allahû Tealâ.
Ne diyor ne diyor Allahû Tealâ?
“Ey âmenû olanlar!”
Yani kişiler îmân sahibi. İnanıyorlar Allahû Tealâ’ya ama takva sahibi olamamışlar. İşte, Allah'a inanan bir kişinin inanması, tek başına neticeye götürmüyor. Bu neticeye ulaşabilmesi için kişinin Allah'a mülâki olmayı dilemesi lâzım. Dilerse ne olur? Dilerse takva sahibi olur.
İşte Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah'a yönel ki takva sahibi ol. Allah'a yönel, Allah'a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol.”
Bundan evvel başka bir takva var mı, yoksa bu ilk takva mı? Bu ilk takva. Neden? Çünkü bundan evvelki kademe, gizli şirkte oldukları kademe insanların, Allah'a yönelmeyenlerin kademesi, gizli şirkte oldukları kademe, mutlaka gidecekleri yer cehennem. Allah'a ulaşmayı dilemeyenler, gizli şirkte olanlardır ve gidecekleri yerin cehennem olduğuna bir defa daha bakalım beraberce. Allahû Tealâ ne diyor Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde?
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn. Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn: Bize, onlar ki muhakkak surette, kesin surette Bize mülâki olmayı dilemezler.” diyor Allahû Tealâ. “Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onların gidecekleri yer,” diyor Allahû Tealâ, “kazandıkları dereceler itibariyle cehennemdir, ateştir ve onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor.
Allah'a mülâki olmayı dilemeyen insanların gideceği yer cehennem. Allah'a mülâki olmayı dilemeyen insanlar, Allah'ın âyetlerinden gâfildirler. İşte takva sahibi olmayanlar da onlardır. Neden? Çünkü takva sahipleri cehennemden kurtulanlardır. Bu anlatılan insanlar cehenneme gideceklerine göre Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlar. Onların hiçbirisi takva sahibi olamaz
Şimdi Enfâl-29’la ilişkisine bakalım. Allahû Tealâ diyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olun.”
İşte bir insan âmenû olabilir. Allah'a inanan herkes âmenûdur, yani mü’mindir başka bir ifadeyle. Mü’min, inanan demektir. Îmân, inanç mânâsına geliyor. Mü’min de îmâna sahip olan kişi, yani inanca sahip olan kişi, yani inanan. Ama inananların bir bölümü Allah'ın cennetine girecek, onlar takva sahipleri. Bir bölümü cehenneme girecek, onlar takva sahipleri değil. O takva sahibi olan bölüm, Allah'a ulaşmayı dileyenlerden oluşuyor. Diğerleri takva sahibi değil. Allah'a inanıyorlar ama cehennemden kurtulmaları mümkün değil.
Sevgili kardeşlerim, 14 asırda Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in asla söylemediği birçok hurafe, dînimize katılmış ve dîn mahvedilmiştir. İşte bunlardan birisi de: “Kalbinde zerre kadar îmânı olan kişi cehenneme girer, biraz yandıktan sonra Allahû Tealâ onu mutlaka cehennemden alır ve cennete ulaştırır.” Bu yalandır. Böyle bir hadîsi yok Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in. Bu bir mevzû hadîstir, uydurma hadistir, hadîs değildir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki:
“Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur’ân’a bakın. Hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” diyor.
Olabilir mi sevgili kardeşlerim? Kalbine Allah îmânı yazmış, gene aynı kalbe Kur’ân’ı indirmiş; hiç Kur’ân’a aykırı bir şey o kalbe gelip yerleşebilir mi ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) böyle bir şey söylesin: “Kalbinde zerre kadar îmân olan kişi cehenneme girip yandıktan bir süre sonra çıkacak ve cennete girecektir.” Kur’ân’da asla böyle bir şey yok. Tam 29 tane âyet-i kerime Kur’ân-ı Kerim’de cehenneme giren kişinin cehennemden bir daha çıkamayacağını söylüyor sevgili kardeşlerim. Tekrar ediyorum: Tam 29 tane âyet-i kerime Kur’ân-ı Kerim’de cehenneme giren kişinin cehennemden çıkmasının asla mümkün olmadığını söylüyor. Cehenneme, o cehennemde cezalandırılmak üzere giren hiç kimse ki onlar burunları yere sürtünerek girenlerdir, cehennemi gezdikten sonra çıkacak olanlarsa, uçarak cehenneme girenlerdir. Birbirinden çok farklı iki tane grup söz konusu:
Birinci grup, burunları sürtünerek, burunları yere sürtünerek, cehennemin kapısı biraz yükseltildikten sonra burunları yere sürtünerek girenlerin hiçbirisi cehennemden çıkamazlar. Onlar cehennemde cezalandırılmak üzere girenlerdir. Diğerleri, cehenneme uçarak girenler, aslında cennete girecek olan ama Allah'a şükretmeleri için, hamdetmeleri için Allah’ın kendilerine cehennemi gösterdiği kişilerdir. Onlar cehennemi görecek ve tüyleri ürperecek ve de Allah'a sonsuz hamd ve şükrederek cehennemden çıkıp cennete ulaşacaklardır. Onlar sadece, onlar cehenneme cezalandırılmak üzere girenler değildir. Onlar cehenneme Allah’ın cehennem konusunda gösterdiklerini görmek için girenlerdir.
İşte sevgili kardeşlerim, görülüyor ki; Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin. Ve Allah’a mülâki olmayı dileyen kişi gördük ki; Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesine göre takva sahibi olur. Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde de îmân etmenin yetmediğini, mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemek gerektiğini görüyoruz.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Sadece günahları örtülenler kurtulacaklardır. Onlar da Allah'a karşı takva sahibi olanlardır.
Takva sahibi olanları gördük. Âmenû olanlar deyince, iki grup insan var. Yûnus-62, 63, 64’te âmenû olanlardan kurtulacak olanların, yani îmân edenlerden kurtulacak olanların mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğunu görüyoruz. Eğer dilemezlerse Allah'a inanmaları onları kurtaramıyor.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
“O Allah'ın evliyası ya, onlara korku yoktur. Onlar, mahzun da olmayacaklardır. Onlar âmenû olanlardır ve takva sahibi olanlardır.”
Âmenû olmanın ikinci safhası; takva sahibi olan âmenû olanlar. İşte bu 1. safha. Peki, sonra kişi, Allah'a ulaşmayı dileyen bu kişi çeşitli safhalardan geçiyor. Allahû Tealâ göğsünden kalbine nur yolu açıyor, kişi zikir yapmaya başlıyor, Allah’ın nuru geliyor kalbine. Neticede bu kişi mürşidine ulaşıp tâbî oluyor. İşte 14. basamaktaki bu tâbiiyet, o kişiyi 2. takvaya ulaştırır. Allahû Tealâ Mâide-35’te diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar! (Yani birinci takvanın sahipleri)!
Ne olmuş âmenû olan bu kişi? Allah'a ulaşmayı dilemiş. Dilemiş ki; Allahû Tealâ bunu, şimdi söyleyeceğimizi söylüyor:
“Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olun. İkinci defa takva sahibi olun ve sizi Allah'a ulaştırmaya vesile olacak kişiyi Allah’tan isteyin ki o kişiye ulaşırsanız, tâbî olduğunuz anda ikinci takvanın sahibisiniz.” demiş oluyor Allahû Tealâ.
İşte kim hacet namazını kılarak, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi hacet namazını kılarak Allah’tan mürşidini sorarsa, Allahû Tealâ mutlaka o kişiye mürşidini gösterir. Kişi gidip tâbî olduğu anda ikinci takvanın sahibidir. O kişi onu Allah'a ulaştırmaya vesile olacak kişidir. Bu, hacet namazıyla Allahû Tealâ’dan istenir. İşte Allahû Tealâ Bakara-45 ve 46’da bunu söylüyor:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
“vesteînû bis sabri ves salâti ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne). Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn: Allah'tan sabırla ve namazla (bu namaz hacet namazıdır) irşad makamını isteyin.” diyor Allahû Telâ.
“Sabırla ve namazla, hacet namazıyla isteyin.”
İstiane. İstiane, Allah'tan mürşidi istemektir.
vesteînû bis sabri ves salâti: Sabırla ve namazla (bu namaz, hacet namazı) mürşidinizi isteyin.” diyor Allahû Tealâ.
“Bu, kebîretun bir iştir, büyük bir iştir, kebir bir iştir ama huşû sahipleri için zor değildir.” diyor Allahû Tealâ. Sonra da tarifi vermiş:
“O huşû sahipleri ki; onlar Allah’a mülâki olacaklarına yakîn hâsıl ederek inananlardır.” diyor Allahû Tealâ. “Kesin şekilde inanırlar ki; Allah'a mülâki olacaklardır, yani Allah'a ruhlarını mutlaka ulaştıracaklardır. Sonra da ölümden sonra da ruhları tekrar Allahû Tealâ’ya geri dönecektir.”
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, öyleyse Allah ile olan ilişkilerde takvalar söz konusu. Kişi mürşidne ulaşıyor, 2. takvanın sahibi. Sonra? Sonra ruhunu Allah’a ulaştırıyor ve kim ruhunu Allah'a hayattayken ulaştırırsa, o kişi 3. takvanın sahibidir. Tâbiiyet, Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış, vuslatsa bir müjde herkes için. Allahû Tealâ buyuruyor ki Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah, dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah'a ulaşmayı dilerse, onları Kendisine ulaştırır.”
Allah'a ulaşanlarsa takva sahipleridir. Allahû Tealâ Râ’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde: “Allah, dalâlette olanları bırakır ama onlardan kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor. Onlar takva sahipleri, Allah'ın, Kendisine ulaştırarak takva sahibi kıldığı insanlar:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Öyleyse bir insanın Allah'a ulaşması halinde takva sahibi olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:
“Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.”
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
“ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîd. Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz.”
“İşte” diyor Allahû Tealâ, “bütün evvab olanlara ve hafîz olanlara. Onlar ki; takva sahipleridir, cennet onlara uzak olmayarak yaklaştırıldı.”
Burada takva sahiplerinin, başlarının üzerinde devrin imamının ruhunun bulunanlarından bahsediliyor. Evvab olanlar; meaba erişmiş olanlar. Allahû Tealâ Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde diyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ: İşte o gün Hakk günüdür. O gün Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah Kendisine ulaştırır. Onlar, Allah’a ulaşan bir yolu kendilerine yol ittihaz ederler ve Allah'ın Zat’ında yok olurlar. Allah onların zatına meab olur.” diyor, “sığınak olur.” diyor. “Onların ruhuna meab olur.” diyor, “sığınak olur.”
İşte bu Allah'ın Zat’ına ulaşanlar, takva sahipleri. Peki, Allah'ın Zat’ına ulaşmak gerçekten Allah'ın Zat’ına mı ulaşmaktır? Allahû Tealâ diyor ki Âli İmrân-14’te:
3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.
vallâhu indehu husnul meâb: Allah, Allah'ın katındaki en güzel sığınaktır. Allah'ın Zat’ı, Allah'ın katındaki en güzel sığınaktır.
Sevgili kardeşlerim, 21. basamakta ruh Allah'a ulaşıyor. Bu da vuslat takvası olur. Söylediğimiz takva âyeti, vuslat takvasını ifade ediyor. Evvab olanlara; evvab olan takva sahipleri. Sonra fizik vücudu Allah'a teslim etmek gelir. Basamaklardan 25. basamakta fizik vücut da Allah'a teslim olur. İşte fizik vücudun teslimi, kişiyi bir sonraki takvaya ulaştırır. Bu, muhsinler takvasıdır.
“O kişi ki vechini Allah'a teslim etmiş ve takva sahibi olmuştur.” diyor Allahû Tealâ. “Ondan daha ahsen kim vardır?” diyor:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
Bu fizik vücudun Allah'a teslimi ve kişinin bu teslim sırasında takva sahibi olması, bir yeni takva. “Muhsinler takvası” diyoruz. Allahû Tealâ 25. basamakta gerçekleşen bu olaydaki fizik vücudunu Allah'a teslim etmiş olan kişiye “muhsin” diyor.
Kur'ân-ı Kerim’de ne zaman muhsin kelimesini görürseniz, o mutlaka fizik vücudunu da Allah'a teslim etmiş birisidir. Sevgili kardeşlerim, bu fizik vücudun teslimi, bizi mutlaka daha sonra nefsin teslimine götürecektir. Allahû Tealâ daimî zikre ulaşan kişinin bu teslimi gerçekleştirdiğini ifade ediyor.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun.” dediğimiz zaman, fizik vücudunu Allah'a teslim eden birisini Allahû Tealâ söylemiş oluyor.
Ama Allahû Tealâ: “Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de onlar hep Allah'ı zikrederler.” dediği zaman, yeni bir takvayı işaret ediyor. Kim ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'ı zikreder? Onlar ulûl'elbabdır, daimî zikrin sahipleridir. Bu ise yeni bir takvanın ifadesidir. Burada Allahû Tealâ’ya ruhlarını, vechlerini ve nefslerini de teslim edenler geliyor. Bu kişi daimî zikrin sahibi, adı ulûl'elbab. Bu sebeple bu takvaya ulûl'elbab takvası diyoruz, ulûl'elbab makamına ulaşanların takvası. “Onlar için fizik vücutlarından sonra nefslerini de Allah'a teslim etmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ:
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“li ulîl elbâb yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Ulûl'elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de Allah'ı zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ.
Ve Allahû Tealâ: “fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn.” diyor: “Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”
21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
Neden? Çünkü zikir ehli öyle bir takvanın sahibidir ki; bu takvada Allahû Tealâ o kişinin nefsini teslim almıştır. Onlar, ulûl'elbab olmuşlardır, daimî zikrin sahipleridir. Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de Allah'ı zikrederler. Bunlar o takvanın sahipleridir.
Muhlisler takvası ise bundan sonraki takvayı ifade eder. Kim nefsini Allah'a teslim ettikten sonra muhlis olursa, yani Tövbe-i Nasuh’a dayalı olarak Allahû Tealâ’nın Tövbe-i Nasuh’unu gerçekleştirirse, bu noktada yeni bir takvaya daha ulaşmıştır. Bu, muhlisler takvasıdır. Hanifler olarak kişi bir muhlis sıfatıyla, nefsinin kalbindeki bütün afetleri yok ettikten sonra Tövbe-i Nasuh’unu da gerçekleştirmiş olan bir mü’min sıfatıyla takva sahibi olur. Buradaki takva, o kişinin bir muhlis olduğunu ifade eder, 7 tane gök katını da gördüğünü ifade eder. Bu noktadaki takva, muhlisler takvasıdır. Nefsin kalbi halis olmuştur. Ve bundan sonraki takva, son takvadır, bihakkın takva.
Allahû Tealâ Âli İmrân-102’de diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
“Onlar nasıl bihakkın takvayla takva sahibi oldularsa siz de onlar gibi bu hakkatukatihi takvanın sahibi olun.” diyor, farz kılıyor insanların üzerine hakkatukatihi takvanın sahibi olmalarını.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, takva sahibi olma, burada son takvayı ifade ediyor. Hakkatukatihi takva, bihakkın takva; iradesini de Allah'a teslim edenlerin takvasıdır.
Böylece sevgili kardeşlerim, insanın manevî hayatında başlangıçtan itibaren 7 tane takva oluşur:
*3. basamakta o kişi âmenûlar takvasının sahibi olur, Allah'a ulaşmayı dilediği anda.
*14. basamakta mürşidine ulaşır, tâbiiyetini gerçekleştirir ve burada 2. takvanın sahibi olur; tâbiiyet takvası. Basamak-14.
*21. basamakta bu kişi ruhunu Allah'a ulaştırıp teslim eder ve sığınağa sığınanların, ruhunu Allah'a ulaştırıp Allah'ın Zat’ının o kişinin ruhuna meab olduğu yeni bir takva sahibi olur. Evvab takva, evvablar takvası. Allah'a ruhlarını ulaştırıp, ruhen Allah'a sığınmış olanların takvası oluşur; 21. basamak, sığınma 22. basamak.
*25. basamakta muhsinler takvası; fizik vücudun Allah'a teslimiyle gerçekleşen takva.
*26. basamakta muhlisler takvası; nefsi de Allah’a teslim edip halis olduktan sonra kişinin Tövbe-i Nasuh’unu gerçekleştirdiği noktadaki durumunu ifade ediyor, muhlisler takvası, 6. takva.
*Ve nihayet hakkatukatihi takva; iradesini de Allah'a teslim ederek, Allahû Tealâ tarafından irşad makamına “İrşada memur ve mezun kılındın.” diye Allahû Tealâ’nın takva sahibi kıldığı kişi. Burası son takvadır, hakkatukatihi takvadır. Bütün sahâbenin bu takvaya ulaştıklarını, irşad makamına tayin olduklarını ve irşad ettiklerini görüyoruz. Tevbe Suresi 100. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya, onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir kısmı da ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor.
Anlaşılıyor ki; ister ensar olsun, ister muhacirîn, hepsi bihakkın takvanın sahibi olmuşlar (hakkatukatihi takvanın) irşad makamına tayin edilmişler Allahû Tealâ tarafından ve irşad makamının gereklerini yapmışlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde, takva bahsinde birlikte olduk. Sözlerimizi burada tamamlıyoruz inşaallah.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R