}
Vuslat 16.07.1998
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 101775


SOHBETİN ADI: VUSLAT
TARİHİ: 16.07.1998

SORU: Efendi Hazretleri, Yunus Emre’nin şiirlerinde bahsettiği vuslat diye bir kavram var. Ve bu Kur’ân-ı Kerim’ın farzları arasında geçiyor. Allahû Tealâ’nın bize farz kıldığı emirleri arasında geçiyor. Bu vuslata ulaşırken seyr-i sülûk diye bizlere Kur’ân-ı Kerim’den öğrettiğiniz bir yolculuk var. İnşaallah bize vuslat ve seyr-i sülûk’tan bahseder misiniz?

CEVAP: Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bizleri Allah’ın zikir sohbetini yapmak üzere Rabbimiz bir araya getirdi.

Vuslat olayı, seyr-i sülûk olayı Allahû Tealâ’nın bir ihsanıdır. Kur’ân-ı Kerim’de bu konu kalın çizgilerle “hidayet” adını alıyor; “hidayete ermek.” Biliyorsunuz ki 14. basamakta mürşidimize ulaşırız.

Birer cümleyle anlatırsak:

1. basamakta olayları yaşarız.
2. basamakta olayları değerlendiririz.
3. basamakta Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilersek, 3. basamağa ulaşırız, yoksa ulaşamayız.

Ulaşmışsak:

4. basamakta, Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder.
5. basamakta, irşad makamıyla aranızdaki hicab-ı mestureyi alır.
6. basamakta, kulaklarınızdaki vakrayı alır.
7. basamakta, kalbinizdeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar.
8. basamakta, sünnetullah kalbinize ulaşır.
9. basamakta, kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirir.
10. basamakta, Allah göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açar.
11. basamakta, yaptığınız zikirle kalbinize kadar ulaşan nurlar kalbinize sızar.
12. basamakta, %2 nur birikimi gerçekleştiririz ve huşû sahibi oluruz.
13. basamakta, hacet namazını kılarız; Allahû Tealâ mutlaka (huşûya ulaştığımız için) bize mürşidimizi gösterir.
14. basamakta, mürşidimize ulaşırız. Önünde diz çöküp tövbe ederiz.

Ve neler olur? İşte maceramız burada başlıyor. Biliyorsunuz ki bir insan, mürşidine ulaşmadan evvel dalâlettedir. 10 âyet-i kerime mürşidine ulaşamayan kişinin dalâlette olduğunu söylüyor ve 8 grup âyet-i kerime de dalâlette olanların cehenneme gideceğini söylüyor. TabiÎ bizim sevgili dîn bilginlerimiz de yani devrimizin sâdatları; “Mürşid yoktur.” diyorlar. “Mürşid, Kur’ân-ı Kerim’dir.” diyorlar. Ve Allah’ın insanlar üzerinde farz kıldığı hususu inkâr ediyorlar.

Allahû Tealâ hidayeti yani bir başka açıdan vuslatı tarif ediyor; Âli İmrân-73:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


“innel hudâ hudallâh.”

inne: Muhakkak ki.
el hudâ: Hidayet.
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır.

Bakara-120, aynı tarif. Daha net olarak görülüyor:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ.”

inne: Muhakkak ki (şüphesiz ki).
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak.
huvel: İşte o.
el hudâ: Hidayettir.

Öyleyse Allah’a ulaşmak; insan ruhunun Allah’a ulaşması.

Evvelâ gene zamanımızın sevgili bilginleri, dîn âlimleri bu konuda da kesin ifadeler kullanılıyorlar, diyorlar ki: “İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur. Azrail (A.S) gelir, ruhumuzu bizden alır, ölürüz. Ancak öldükten sonra Azrail (A.S) vasıtasıyla ruhumuz Allah’a ulaşır.” Yoksa bizim ifade ettiğimiz anlamda bir vuslatın mevcut olmadığını az bir devre, kesim söylüyor. Onların bu söylediği şeyi Kur’ân-ı Kerim tam 73 tane âyet-i kerimeyle doğruluyor. 73 âyet-i kerime, insan ruhunun ölmeden evvel ulaşmasıyla alâkalı. Bu konuda bir kitap çıkardık. Ve çıkardığımız kitapta ülkemizde satılan 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde bu 73 âyet-i kerime konusunda yazılanları birer birer aldık. Her bir âyetin 23 tane açıklaması başkalarına ait. Bir açıklaması da Rabbimizin gösterdiği şekilde bize ait. Ve hidayetin nasıl gizlendiğini ve insanların Allah’a ulaşmaktan nasıl men edildiğini gördük.

Şimdi konumuz, bu hidayetin muhtevası. Hidayet, vuslata ulaştıran bir fenomendir. Her ne kadar bizim sevgili dîn adamlarımız hidayet deyince yalnız onun adına “doğru yol” demişlerse de realitede hidayet, yol falan değildir; insan ruhunun Allah’a ulaşması olayıdır, macerasıdır, güzelliğidir. Yaşanmaya değer bir konu.

Öyleyse ruhumuzun Allah’a verdiği bir yemin var, bu yeminin adı; misak. Ra’d-20, 21, 22 diyor ki:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


“Onlar, Allah’a verdikleri yeminleri, misakleri ve ahdleri yerine getirirler, ifa ederler. Ve özellikle misaklerini bozmazlar (yerine getirirler).” Ne yaparlar? “Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar. Ve kötü hesaptan, cehenneme gitmekten korkarlar (korktukları için ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır ve Allah’a karşı huşû duyarlar). Ve onlar, Allah’a ulaşmayı sabırla dileyenlerdir.”

İşte görüyorsunuz ki kimler Allah’a ulaşırlar, kimler ruhlarını Allah’a ulaştırır? Allah’a ulaşmayı sabırla dileyenler. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse ancak onlar, ruhlarını Allahû Tealâ’ya ulaştırabilir. İşte ulaşma müessesesinin bu yemini (yeminin adı misak), ezelde Allahû Tealâ’ya vermişiz ve bu misaki yerine getiren kişinin mutlaka Allah’ın cennetine gideceğini görüyoruz.

Âli İmrân-76’da Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).

Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.


“Kim Allah’a verdiği misaki gerçekleştirirse o kişi, takva sahibidir.”

Ve bakıyoruz ki takva sahiplerinin de gideceği yer mutlaka Allah’ın cenneti. Öyleyse ezelde ruhumuz Allah’a bir misak vermiş. Bu misak üzerimize tam 9 defa farz kılınmış.

1. farz; Mâide-7 ile tahakkuk ediyor. Allahû Tealâ diyor ki:

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).

Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


“Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre sizlerden yemin istiyorum ey nefsler, misak istiyorum ey ruhlar, ahd istiyorum ey fizik vücutlar. Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz diyoruz ki: “semi’nâ: İşittik.” Allahû Tealâ buyuruyor: “Öyleyse itaat edin.”

Nefsimiz Allahû Tealâ’ya yemin veriyor tezkiye olacağına dair; nefsimizin kalbine Allah’ın nurlarının %50’den fazla yerleşmesine dair. Ruhumuz misak veriyor, biz ölmeden evvel vücudumuzdan ayrılıp Allah’a ulaşacağına dair. Ve fizik vücudumuz ahd veriyor, şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacağına dair.

Allahû Tealâ soruyor: “İtaat ettiniz mi?” Diyoruz ki: “ata’nâ: İtaat ettik.” Allahû Tealâ buyuruyor: “Öyleyse yeminleriniz, bu yeminler, misakler ve ahdler hepsi üzerinize farz kılındı, size yüklendi. Hepiniz sorumluluk taşıyorsunuz.”

En’âm Suresi 152. âyet-i kerime de 2. farzı gösteriyor.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.


“Allah’a verdiğiniz yemini de misaki de ahdi de yerine getirin.” diyor Allahû Tealâ.

Bundan başka, bu 2 tane 3 yeminimizi birden üzerimize farz kılan 2 farzdan başka ki bunların arasında tabiatıyla misakimiz de yer alıyor, daha 7 defa Allahû Tealâ ruhumuzu ölmeden Allah’a ulaştırmamızı üzerimize farz kılmış.

Ve buyuruyor ki, Zumer-54:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


“Üzerinize azap gelmeden (kabir azabı gelmeden) Allah’a dönün yani ruhunuzu Allah’a döndürün.”

Ve Allah’a döndürdüğünüz ruhunuzun daha sonra Allah’a teslimi söz konusu.

Allahû Tealâ 2. âyette, Rûm-31’de diyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a dön; ruhunu Allah’a döndür ve takva sahibi ol.

3. âyet, Zâriyât-50:

51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).

Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.


fe firrû ilâllâhi: Öyleyse Allah’a firar et. Allah’a kaç ve Allah’a sığın (Allah senin ruhuna sığınak olsun, meab olsun).

Lokmân Suresinin 15. âyet-i kerimesi:

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.


“vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye): Kim Bana ulaşmışsa sen de onun yoluna uy, sen de onun yoluna tâbî ol.” buyuruyor Allahû Tealâ.

Allahû Tealâ, aynı yolu takip ederek (Sıratı Mustakîm’i takip ederek) Allah’a ulaşmayı emrediyor, vuslatı emrediyor, seyr-i sülûk’u emrediyor.

Ve 6. âyet, Yûnus Suresi 25. âyet-i kerime. Allahû Tealâ buyuruyor:

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).

Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.


“Allah insanları teslim yurduna, selam yurduna çağırır. Kimi oraya ulaştıracaksa onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”

Sıratı Mustakîm ise Nisâ-175’de Allahû Tealâ’nın söylediği gibi Allah’a ulaştıran yoldur. Diyor ki orada:

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).

Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).


“Kim Allah’a sarılmayı dilerse Allah, onları rahmetinin ve fazlının içine alır ve onları Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”

7. âyet-i kerime; Muzzemmil-8:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a dön.”

Ne gördük? Allahû Tealâ tam 9 defa ruhumuzun Allah’a ulaşmasını, biz hayattayken ulaşmasını üzerimize farz kılmış. Neden hayattayken diyoruz? Çünkü öldükten sonra Allah’ın emirlerini yerine getirecek olan bir iradenin sahibi değiliz. Artık ölmüşüz, Allah’ın hiçbir emrini yerine getirmek imkânımız yok. Öyleyse hayattayken bunu yerine getirmek imkânımız varken Allahû Tealâ üzerimize ruhumuzu ölmeden Allah’a ulaştırmayı yani vuslatı yani seyr-i sülûk’u tam 9 defa farz kılıyor. İşte bu noktadan yola çıkıyoruz ve hemen sonuca gidiyoruz; bundan 14 asır evvel bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Ulaştırmışlar mı? İşte Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar sözü dinlerler ve sözün kavmin ahsen olanına tâbî olurlar.” Yani Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylendiği için ahsen; çünkü kendisi ahsen. Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylendiği için ahsen; çünkü kalbinde Kur’ân-ı Kerim’in bütünü var. Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylendiği için ahsen; çünkü ona Allah söyletiyor.

Ahseni dinleyenlerin ne yapacağını söylüyor Allahû Tealâ: “Onların hepsi hidayete erdiler.” diyor.

Öyleyse kavli dinleyen, kavlin ahsen olanına tâbî olanlar, onlar hidayete ermişler, sahâbenin hepsi hidayete ermiş. Ruhlarını hepsi Allah’a ulaştırmış, seyr-i sülûk isimli yolculuğu tamamlamışlar.

Nedir bu seyr-i sülûk, ne zaman başlar, nerede devam eder, fetih nedir, her katta hangi işlemler görülür; işte size bugün bunlardan bahsetmek istiyorum. 14. basamağa kadar anlatmıştım birer cümleyle. Konunun genişliğini hepiniz biliyorsunuz zaten. Biz şimdi başlangıcını özet olarak verdik. Nerden başlayacağız? Vuslatın başlangıç noktasından. Mürşidimize ulaştık ne olur? Konumuzla alâkalı kesimleri söyleyelim sadece. Mürşidin ruhu gelir, başınızın üzerinde yerini alır. İşte Mu’min Suresi 15. âyet-i kerime Allahû Tealâ buyuruyor. Diyor ki Mu’min-15’de:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların üzerlerine (başlarının üzerine) emrinden bir ruh ulaştırır. O kişinin ruhuna, o kişiye Allah’a ulaşma gününün; yevm’et telâk’ın geldiğini haber vermek üzere.”

Bu ruh başımızın üzerine geldiği an Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre Allah kalbimizin içine îmânı yazar ve mü’min oluruz. Diyor ki:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


“Onların başlarının üzerine Kat’ımızdan bir ruh göndeririz ve o ruhla onları destekleriz.” Arkasından diyor ki: “ketebe fî kulûbihimul îmâne: Ve onların kalplerinin içine îmânı yazarız.”

İşte Allah’ın Kat’ından gönderdiği ruh, mürşidimizin ruhu başımızın üzerine gelip yerleştiği zaman bizim ruhumuz vücudumuzdan ayrılıyor ve Allah’a ulaşmak üzere Sıratı Mustakîm’e ulaşıyor. Kalbimizin içine Allahû Tealâ îmânı yazıyor ve ruhumuz vücudumuzdan ayrılıyor. Nereden biliyoruz ayrıldığını? İşte Nebe Suresinin 38. âyet-i kerimesi:

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).

O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.


“Arşı tutan bütün melekler ve zamanın halifesinin ruhu oradadır.”

Bir tövbe merasimi vücut bulur, kendilerine izin verilen iki kişi konuşur; birisi sözleri söyler, diğeri de tekrar eder. Sonunda mürid (Allah’a ulaşmayı murad eden kişi), mürşidin elini öpecek; “lâ ilâhe illâllah Muhammedun Resûlullah.” diyerek tövbesini tamamlayacaktır.

Bu tövbeden sonra ne olur? Nebe-39, onu söylüyor. Söylediği şey, açık ve kesin:

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.


“İşte o gün Hakk günüdür. O gün dileyen kişi; Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allah’a ulaştıran yolu (Sıratı Mustakîm’i) kendisine yol ittihaz eder (yani ruhu vücudundan ayrılıp hidayet yoluna adım atar).”

Kişi böylece hidayete adım atmıştır. Hidayete ermemiştir, hidayete adım atmıştır. Bunun mânâsı, seyr-i sülûk’a başlamıştır. İşte kişinin seyr-i sülûk’a başladığı nokta burasıdır. Hangi nokta? Mürşidine ulaştığı, mürşidinin ruhunun gelip başının üzerine yerleştiği, kendi ruhunun da vücudundan ayrılarak Sıratı Mustakîm’e ulaştığı nokta.

Allahû Tealâ yeminlerin yerine getirilmesinin hep Sıratı Mustakîm’le gerçekleşeceğini söylüyor. İşte En'âm-152, Allahû Tealâ diyor ki:

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.


Allahû Tealâ: “Allah’a verdiğiniz yeminleri yerine getirin.” diyor. Arkasından da diyor ki:

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).

Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.


“hazâ Sıratı Mustakîm: İşte bu Sıratı Mustakîm’dir.”

Çünkü Allah’a verdiğimiz 3 yeminin içinde ruhumuzun misaki de var. Ruhumuzun misaki, Sıratı Mustakîm üzerinden yapılan seyr-i sülûk isimli bir yolculukla insan ruhunun Allah’a ulaşması demektir. Böyle bir olguyu gerçekleştirmek, bir insan için mutlaka elzemdir, Allahû Tealâ’nın 9 defa üzerimize farz kıldığı bir vesiledir. Bu, olmazsa olmaz. Hani bir söz vardır ya: “Olmazsa olmaz.” İşte bu, olmazsa olmaz.

Ruhunuzu Allah’a doğru yola çıkarmadıkça, Allah’a ulaştırmadıkça normal standartlarda eğer yaşıyorsanız, hayattaysanız Allah’ın cennetinin sahibi olamazsınız.

Öyleyse olaya bakalım; mürşidimizin ruhu başımızın üzerine geldi; yerleşti, bizim ruhumuz vücudumuzdan ayrıldı, ne olurmuş? Ruhumuz Allah’a ulaşan Sıratı Mustakîm’i kendisine yol ittihaz edermiş. Nebe-39, böyle söylüyor. Sonra, eğer ruhumuz böylece Allahû Tealâ’ya varırsa ki hayatta olursak varmaması mümkün değil, kimin ruhu Allahû Tealâ’nın müsaadesiyle Sıratı Mustakîm’e ulaşmışsa, o kişi hayattaysa o kişinin ruhunun Allah’a varmaması hiçbir şekilde mümkün değildir. Dünya üzerinde hiçbir kuvvet, şeytanın bütün hileleri dâhil hiçbir kuvvet ruhumuzu Allah’a ulaşmaktan menedemez. Çünkü Allah’ın sözü var. Kim Allah’a ulaşmayı diler de ruhunu Sıratı Mustakîm’e ulaştırırsa, Sıratı Mustakîm üzerinden o ruh mutlaka Allah’ın Zat’ına ulaşır. Hiçbir kuvvet onu engelleyemez.

İşte böyle olduğu için buna lâyık olmayanlar, bir süre sonra irşad makamından şüpheye düşerler ve Allahû Tealâ hem kalplerine yazdığı îmân kelimesini alır hem de ruhunu tekrar o kişiye geri gönderir.

Öyleyse böyle bir dizayn içerisinde Allah’ın bir hedefi var; ruhumuzun bizim irademizle, bizim isteğimizle, tarafımızdan istenerek Allahû Tealâ’ya doğru yola çıkması olayı. İşte bu seyr-i sülûk’tur. Allahû Tealâ Nisâ-175’de de seyr-i sülûk’u anlatıyor aslında, diyor ki: “Kim Allah’a sarılmayı dilerse Allah, onları rahmetinin ve fazlının içine alır. Ve onları Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”

Ne demek rahmetinin ve fazlının içine almak? Kişi zikir yapıyor, zikir yapınca Allah’ın rahmeti ve fazlı, hatta bir de sâlâvat o kişinin göğsüne, göğsünden yolu takip ederek kalbine ulaşıyor, kalbinden içeri giriyor, îmân kelimesinin etrafında yerleşmeye başlıyor. Bu yerleşmeye paralel bir olguyla karşı karşıyayız. Nasıl bir işlem bu? Mürşidinize ulaştığınız gün Allahû Tealâ kalbinizin mührünü açıyor, kalbinizin 6. şartı gerçekleşiyor. Ve kalbinizin içine îmânı yazıyor, kalbimizdeki 7. şart gerçekleşiyor.

1. şart neydi? Allah’ın ihbatı koyması yani ekinneti alması.
2.’si; ihbatı koyması.
3.’sü, sünetullahın kalbimize ulaşarak kalbimizin nur kapısını Allah’a çevirmesi.
4.’sü, Allah’ın göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açması.
5.’si, %2 nur birikimiyle zikrin sonunda huşûya ulaşmamız. Böylece mürşidimizi sorma hakkı kazanıyoruz. Allah mürşidimizi gösteriyor ve mürşidimize ulaşıyoruz.
Ve 6. ihsan gerçekleşiyor; Allah kalbimizin mührünü açıyor, o güne kadar kalbimiz mühürlü ve içinde de ne yazık ki küfür yazıyor. O gün, mürşidimize ulaştığımız gün küfür kelimesi kalbimizden siliniyor ve kalbimizin içine Allah, îmânı yazıyor. 7 tane işlem gerçekleşiyor.

Bundan sonra yaptığınız zikirle Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve sâlâvat isimli 3 ayrı nur göğsümüze, göğsümüzden kalbimize geliyor. Ve kalbimize ulaşan bu nurlar, îmân kelimesinin etrafında fazlın toplanmasına sebebiyet veriyor. Fazl, orda toplanırken sayısal bir yüzde birikimi söz konusu.

Nefsinizin kalbindeki nurlar, ne zaman %7’ye yükselirse bunun mânâsı; ruhumuzun 1. gök katına kadar yükselme imkânına sahip olmasıdır.

Öyleyse bir daha %7 nur birikimi neyi sağlar? Nefs-i Levvame’yi sağlar; nefsimizi levmettiğimiz bir kademe bu. Ama ruhumuzun da 2. gök katına ulaşmasını sağlar.

Bir daha %7 nur birikimi, Nefs-i Mülhime’yi sağlar. Allah’tan ilham almaya başladığımız nefs kademesi ve ruhumuz 3. gök katına kadar yükselebilir.

Bir daha %7 nur birikimi, Nefs-i Mutmainne’yi sağlar, doyuma ulaşırız, Allah’ın verdiklerinin hepsinin bizim için yeterli olduğunun kesin şekilde farkına varırız, ruhumuz 4. gök katına ulaşmıştır. Sonra, biz Allah’tan razı oluruz, Radiye 5. kademe. Ruhumuz 5. kata ulaşır. Sonra, Allah bizden razı olur, 6. kademe. Ruhumuz 6. kata ulaşır. Sonra, tezkiye oluruz ve ruhumuz 7. gök katında fetih gerçekleştirir, 7. gök katına ulaşır. 7. gök katının 7 tane âlemini geçer ve Sidretül Müntaha’yı aşarak yokluğa geçer, yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşır. İşte bu 7 tane nefs kademesi boyunca ruhumuzun 7 kat yükselişi, Allah’a doğru yükselişi ve Allah’ın Zat’ına vasıl olması.

Bir kardeşimiz soruyor: “Allah nerde? Allah’ın bir mekânı var mıdır?” Allah’ın bir mekânı yoktur. Mekâna ihtiyacı olmadığı için Allah yokluktadır. Ama yokluğun neresinde diye soruyorsanız; bütün bu gök katlarını aşması lâzım insan ruhunun, Allah’a ulaşması için. Evvela Sıratı Mustakîm üzerinde 7 katlık bir yolculuk yapacak. Unutmayın, 7. kat bütün bu yıldızların göremediğiniz yani bütün kâinatı oluşturan yıldızların ötesidir, Sıratı Mustakîm’in 1. katı. Allahû Tealâ diyor ki: “Yıldızları zemin katın tavanı yaptık.” Ondan sonra da aynı mesafenin 7 defa daha aşılması söz konusu yani Allahû Tealâ bizim mantık ölçülerimize göre sonsuz uzaklıkta. 7 tane katın bitiminden sonra yokluğa geçiliyor, varlıklar âlemi aşağıda kalmıştır. Artık yokluktayız, ruhunuz Allah’ın Zat’ına yoklukta ulaşıyor. Allah kâinatı yaratmadan evvel vardı, yokluktaydı. Kâinatı yarattı, gene yoklukta çünkü O’nun bir mekâna ihtiyacı yoktur. Seyr-i sülûk böyle bir yolculuğun sonunda Allah’ın Zat’ına insan ruhunun varması, Allah’ın Zat’ında ifna olması, yok olması, asıl ifadesiyle Allah’ın Zat’ının ruhumuza meab olması, sığınak olmasıdır.

Öyleyse yolculuk başlıyor, mürşidimize ulaştığımız gün ruhumuz vücudumuzdan ayrılarak Sıratı Mustakîm’i kendisine yol ediniyor. Nebe Suresi 39. âyet-i kerime, âyet-i kerimeyi tekrar ediyorum; “zâlikel yevmul hakku, femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ: İşte o gün, Hakk günüdür. Hakk’a ulaşmak için yola çıkıldığı için. O gün dileyen kişi (Hakk’a ulaşmayı dileyen kişi) kendisine Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’i yol ittihaz eder. Ve kim ruhunu Allah’a ulaştırırsa, Allah’ın Zat’ı o kişinin ruhuna meab olur.” diyor Allahû Tealâ.

İşte oradayız, mürşidimizin ruhu gelmiş, bizim ruhumuza demiş ki: “Senin yevm’et telâk’ın yani Allah’a ulaşma günün geldi.” Ruhumuz, mürşidimizin ruhunun arkasına takılıyor vücudumuzdan ayrılarak ki artık vücudumuza dönmeyecektir, ana dergâha ulaşıyor. Veya ana dergahlardan birine ulaşıyor. Burada 10’arlık insan ruhları sırasında, her biri organize bir rahle var, her rahlenin üzerinde de Kur’ân-ı Kerim ve 10’arlık insan sıralarının, insan ruhları sıralarının bir yerine bizim ruhumuz da gelip yerleşiyor. Ve o sıranın en sonundaki kişi bir sonraki sıranın sağ başına geçiyor, böylece sıranın başındakilerin ve sonundakilerin hepsi yer değiştiriyor. Netice, dergâha ulaşmamız hâli.

Ruhumuz dergâha ulaştı, ne yapar? Her sabah sağ kanat velîsi Hz. Ebûbekir’in (ana dergâhtaki müderristir) elini öperek arka taraftaki kürsünün; Hz. Ebûbekir’in kürsüsünün arka tarafındaki duvar ki, o duvarın bir noktası altın kapıyla tamamlanır, altın kapının bulunduğu duvarın en sağ tarafında secde eder, sonra onun yanındaki kişi, onun yanındaki kişi, onun yanındaki kişi böylece velî namzetleri, evliya namzetleri hepsi sırayla yerlerini alırlar. Sol kanat velîsi, sağ kanat velîsinin hemen arkasından sol taraftaki yerini zaten almıştır, erkeklerde de tamamlanınca secdede, hanımlar da yerini alır sol tarafta ve en solda Hanım Sultan yerini alır ve seyr-i sülûk için her şey hazırdır.

Seyr-i sülük, bir altın kapıdan başlar. Bu kapı arka tarafta secdeye varılan duvarın sol tarafındadır, yerden yaklaşık 4 metre yüksekliktedir, 1 metreden daha geniştir ve aşağıya doğru tek kanat halinde iner, üzerinde büyük baklava dilimleri vardır. Üzerinde hiçbir kapı tokmağı veya el mevcut değildir. Sağ kanat velîsi uçarak oraya ulaştığı zaman kapı ardına kadar açılır, uçarak ordan yukarıya yükselir. Sağ kanat velîsi, sol kanat velîsi ve Hanım Sultan, sonra bütün evliya namzetleri birer birer yükselirler. Böyle bir dizayn içerisinde Allahû Tealâ’nın güzellikleri söz konusu. Yolculuk başlamıştır, zemin kattan; ana dergâhın zemin katından.

Peki, başka dergâhlara gelenler ne oluyor? Onlar her sabah, sabah namazını kendi dergâhlarında kıldıktan sonra (bu olay sabah namazından sonra cereyan eder, söylediğimiz seyr-i sülûk) mutlaka ana dergâha ulaşırlar, ana dergâhta o secde edenler arasında dünyanın her tarafındaki dergâhlardan seyr-i sülûk’da olanlar oraya ulaşırlar. Bu işleme, Allah’a ulaşma işlemine Kur’ân-ı Kerim, “seyr-i sülük” adını veriyor. Allahû Tealâ’nın kullandığı isim bu.

Ruhumuzun Allah’a ulaşması, vuslat halidir, Allah’a vasıl olma halidir ve ulaştığınız zaman hidayete ereriz. Hidayete adım atmak nasıl gerçekleşiyor? Ne zaman ruhumuz, mürşidimizin ruhu başımızın üzerine geldikten sonra vücudumuzdan ayrılmış da dergâha ulaşmışsa, mürşidimizin dergâhına ulaşmışsa seyr-i sülûk başlamış demektir, orası Sıratı Mustakîm’in ayağı sayılır. Neden? Çünkü bütün dergâhlardan Sıratı Mustakîm’in başlangıç noktası olan halifenin yani zamanın imamının (halife ve zamanın imamı aynı kişidir) bulunduğu ana dergâha ulaşan, yeryüzüne sattına paralel görünmez yollar vardır. Bu yolların adına Kur’ân-ı Kerim’de “sebîl” diyor Allahû Tealâ. Bu sebîller üzerinden insanların ruhları ana dergâha ulaşır, her sabah namazından sonra. Ve söylediğimiz işlem cereyan eder. En sağdaki Hz. Ebûbekir’in elini öperek toplanırlar, secdeye gelirler, secdeden sonra da seyr-i sülûk başlar. Altın kapı sağ kanat velîsinin ulaşmasıyla açılır, o yükselince arkadan sol kanat velîsi ve arkadan diğerleri teker teker yükselirler, sonra sağdan sola bir saf halinde 1. kata ulaşırlar.

Öyleyse her sabah ana dergâhtan seyr-i sülûk başlar. Hatta diğer dergâhlardan ana dergâha ulaşmak bile seyr-i sülûk’un bir başlangıcıdır, Sıratı Mustakîm’e ulaştıran yoldur. Sıratı Mustakîm’in o zaman başlangıç noktası, her ne kadar ana dergâhsa da yolculuk her mürşidin bulunduğu, Allah’a yolculuğa gönderen her mürşidin bulunduğu dergâhtan başlar. Seyr-i sülûk’un başlangıç noktası da her müride göre değişir. Ama hepsi için müşterek bir tanım vermek gerekirse seyr-i sülük, altın kapıdan başlar. İşte bu altın kapı, zemin kattadır. Yalnız bir tek altın kapı vardır, Sıratı Mustakîm’in başlangıç noktası, o sadece zamanın imamına aittir, zamanın halifesine aittir.

1. katta mı? Sadece secde edilir. Secde tamamlanınca oradan 2. kata yükselinir. 2. kat; çok büyük bir salon düşünün, önü tamamen şeffaf cam olsun, bu salonun yaklaşık 2 metre veya 3 metre camın iç tarafında suvarılma havuzları var. 2,5 metre yükseklikte yaklaşık olarak etrafları cam olan şeffaf havuzlar. Buradaki şeffaf camlar, bazen insanların ruhlarını geçiren bazen de geçirmeyen bir özel statüye sahip. Öyle bir şekilde inşa edilmişler ki, öyle bir dizayndalar ki hem ruhlar oradan serbestçe geçebiliyor hem de üzerinde yürümek istedikleri zaman yürüyebiliyorlar. Neyin? Suvarılma havuzlarının.

Suvarılma havuzlarının her birisi, yaklaşık 70-80 cm genişlikte, derinlikleri de o kadar ve yan yana dizilmiş birçok suvarılma havuzu şeffaf, turuncuya yakın bir renkte, şeffaf bir su ile su gibi sıvı ile doldurulmuş durumda. Ne olur? Sağ kanat velîsi sağda olmak üzere, dışardan bakıyorsak olaya; herkesin arkası bize dönüktür yani yüzleri suvarılma havuzlarına dönüktür ve sağdan başlayan bir sıra sola kadar uzanır. Yüzlerce evliya namzedi orada hazır vaziyette beklerler. Ve salonun sol tarafına doğru bitiş noktasından itibaren bir koridor var, bir hol var; o holün başında Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le zamanın halifesi beraberce hazır bulunurlar. Ve sağ kanat velîsinden başlayarak gene aynı sırayla el öpme işlemi cereyan eder ve el öpmenin arkasından uçarak o koridorun arka tarafına kadar uzanır, koridorun arkası yaklaşık 15-20 metre mesafededir. Ve bu koridorun sol tarafı bir nevi ameliyat odasına açılır, sağ tarafı ise secde mahalline açılır. Ama ikisinde de normal standartlarda kapı yok, sol tarafta, daha ilerde bir kapı var, sağ tarafta hiç kapı yok. Ve kapısız olan bu geçitten sağdaki suvarılma havuzları bölümüne uçarak girerler. Sağ kanat velîsi en sağda secde eder, sol kanat velîsi en solda secde eder. Hanım Sultan onların arasında değildir. Hanım Sultan, arkada suvarılma havuzlarının (2,5 metreye yakın yükseklikte suvarılma havuzlarının) en solunda secde halindedir, suvarılma havuzlarının üzerindeki cam platformun üzerinde. Ve böyle bir dizaynda sağ kanat velîsinden itibaren bütün evliya namzetleri; sağda erkekler, solda hanımlar olmak üzere secde edilir. Bu secde işlemi tamamlandıktan, bir süre secdede kalındıktan sonra sağ kanat velîsi uçarak sağ tarafta en sağdaki suvarılma havuzunun üzerindeki cam platformda secdeye gelir. Sol kanat velîsi de erkekler nereye kadar devam edecekse (o havuzların içine birer birer giren erkekler, nereye kadar devam edecekse) son erkeğin olacağı yerde secde halindedir. Üç kişi secde halinde oluyor bu noktada. Sağ kanat velîsi sağda, sol kanat velîsi, ortanın sol tarafında bir yerde ve Hanım Sultan en solda. Bundan sonra secdede olanlar birer birer uçarak suvarılma havuzlarına gelirler. Sağ kanat velîsi bulunduğu yerden sola geçer bir kademe. 2. havuza geçer, ilk kişi gelir; en sağdaki havuzdan içeriye girer. Sağ kanat velîsi onu, başından sıvının içine doğru ittirir. Öyle ki ruh suyun içine girdikten sonra, suvarılma havuzunun içine girdikten sonra üzerinde bir karış, iki karış belki daha fazla boşluk kalır. Boşluk dediğim yani su daha yukarı kadar çıkar. İnsan ruhları nefes almadığı için burda tabiatıyla bir problem yok. Sonra, tekrar sağa çekilen sağ kanat velîsinin boş bıraktığı 2. havuza giren 2. kişi oraya girer, başından gene bastırılır. Hepsi, havuzlarına girip yerleşirler ve sağ kanat velîsi, sağdan sola doğru arkadan bakıyoruz havuzlara yani dışarıdan bakıyoruz bu bakışa göre. Sağ kanat velîsi en soldaki kişinin başının üzerine bastırdıktan sonra onun bir solundakinin, daha sonra onun solundakinin birer birer başlarına bastırarak sola doğru yaklaşırken, sol kanat velîsi de her bir oradaki erkeklerin başlarını bu havuzların içine bastırarak sağa doğru gelir ve bir noktada ikisi yaklaşırlar birbirine; son noktada beraber olurlar, sonra tekrar eski yerlerine dönerler. Hanım Sultan da bulunduğu noktadan soldan itibaren sağa doğru herkesin başına birer birer bastırarak sağa kadar gelir, sonra tekrar yerine döner. Yukarıdaki sağ kanat velîsi, sol kanat velîsi, Hanım Sultan başlangıçta ait oldukları yerdedirler, bütün evliya namzetleri de suvarılma işlemine tâbî olanların hepsi suvarılma havuzlarının içindedir. Bu 7. kata kadar çıkabilenlerin sülûku’nun 2. kat merasimidir.

Bir de 7. kata çıkabilenler, fethini tamamlamış olanlar var. Onların da seyr-i sülûk’u söz konusu. Bunlar, Hz. Ebûbekir’in müderrislik ettiği yerin sol tarafında ama yerden yüksekte olan bir başka bölümde zamanın halifesi tarafından müderrislik yapılarak yetiştirilirler. Bu yetiştirilenler ayrı statüye tâbîdirler. Onların el öpme merasimleri söz konusu değildir. Yani Hz. Ebûbekir’in elini öpmeden evvel, bu merasimler ika edilmeden evvel onların hepsi secde edip Sıratı Mustakîm üzerinden yola çıkmışlardır. Yani Hz. Ebûbekir’in önünde yapılan, zemin kattan başlayan 6. kata kadar devam edecek olan seyr-i sülûk yolculuğunun dışında bir yolculuk bu. Bunlar, 6 katlarını tamamlamışlar, fethi de tamamlamışlar, fetihten sonraki 7. katın âlemlerinde olanlar. Bunlar, aşağıdaki seyr-i sülûk başlamadan evvel zamanın halifesinin elini öperek doğrudan doğruya Sıratı Mustakîm’in başlangıç noktasından, altın kapıdan içeri girip 1. kata giderler secde ederler, 2. katta bu söylediğimiz salonun sağ tarafında bir salon daha var, o salonda Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le zamanın halifesini beklerler. Bu bekleme ne kadar sürer? El öpme merasiminin sol tarafı tamamlanıncaya kadar sürer. Soldakiler secde ede dursunlar, secdeden sonra gelip havuzlara yerleşe dursunlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le zamanın halifesi uçarak sağ taraftaki salona geçerler. Peygamber Efendimiz (S.A.V) sağda, zamanın halifesi de solda olmak üzere onları seyr-i sülûk’un 2. bölümüne götürürler.

Demek ki 6. kata kadar çıkarılanlar; sağ kanat velîsi, sol kanat velîsi ve hanım sultan tarafından çıkarılıyor. Ama 7. kata ulaşabilmiş olanlar, zamanın halifesi ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından 7. kata kadar çıkarılıyor. Bunlar, bu 2. grup Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber çıkanlar, her katta sadece secde ederler. 2. katta bu secdeyi yaptıkları gibi bu salonda 3. kata yükselirler, orada da secde ederler. Sonra mihenk menfezinden yukarı çıkarlar ve Beyt-ül Makdes’in aslında saflar oluşturarak secde ederler. Kubbeden yükselirler, Beyt-ül Haram’ın aslında gene saflar oluşturarak secde ederler. Sonra Allah’ın boyasıyla boyanma işleminin yapıldığı sıbgatullah bölmesinde sadece orada hazır bulunurlar birkaç saniye ve secdeden sonra tekrar, 7. katın fetih kapısına yükselirler. Ve fetih kapısından geçerek âlemlere dağılırlar. Bu dağıldıkları âlemler; evvelâ kader hücrelerini aşamayanlar orada kalır, fetih kesiminde kalır. Aşanlar ümmülkitaba ulaşırlar, orda kalanlar kalır, ötekiler daha sonraki âlemlere gider, en son ulaştıkları yer zikir hücreleridir. En son ulaşabilenler zikir hücresine ulaşırlar ve hücrelere dağılırlar. Bunlar zamanın halifesiyle birlikte olan 7. katı aşabilmiş olanlardır.

Şimdi biz 7. kata kadar olan maceraya beraberce bakalım; ne oldu, ne gördük? Suvarılma havuzlarında nasıl insanların muhteva değiştirdiğini gördük. İlk defa oraya ulaşan herkes, o bahsettiğimiz koridor var ya; koridorun sağ tarafı secde mahalline açılıyordu, koridorun sol tarafı bir nevî ameliyathaneye açılır. Orada başınızın üzerinden zulmet derisi çıkartılır. 2. kattaki en önemli olay, suvarılma havuzlarıdır ama onun kadar değerli bir başka olay da oraya ulaşan herkesin zulmet derisinin vücudundan alınmasıdır. Gerçekten siyaha yakın koyu kahverengi renkte bir karanlık nesne çıkar içinizden; başınızdan alınır. Ferahladığınızı, rahatladığınızı, huzura kavuştuğunuzu hissedersiniz. Bu ameliyat, kalp gözü açık olanların hepsine gösterilmiştir. Bu, zulmet derisinin alınması işlemidir.

Bundan sonra ne olur? 3. kata; secde yapılarak bütün suvarılma havuzlarındakiler uçarak secde mahalline tekrar geri dönerler ve buradan 3. kata yükselirler. 3. katta sadece zemin katta değil 3. katta, 2 katlı bir binanın iç tarafında bir secde işlemi yapılır. Uçarak üst kata uçulur ve orada saflar halinde secdeye gelinir. 3. kattaki secde burada tamamlanmıştır. Secdeden sonra gene uçarak mihenk menfezine ulaşılır. Mihenk menfezi, sonsuz uzunlukta bir silindirdir; içi boş bir silindir, genişliği 80cm-90cm veya 1 metre büyüklüğü olan, bir kişinin rahatça içinden uçarak geçebileceği bir silindir. Öyle bir sonsuz uzaklıktadır ki ucundaki ışığı nokta halinde görebilirsiniz ve sizi 3. kattan alıp 4. kata ulaştıracaktır. Sıra, aynı sıradır. Aynı sıra dâhilinde herkes yukarı doğru yükselirken bir evvelkinin ayakları bir sonrakinin başının üzerindedir. Hiç kimsenin ayakları kendisinden sonra gelenin başına değemez. Arada 25-30 cm’lik bir mesafe hep kalır. Ve herkes sonsuz hızla hareket eder bu yükselişte; çünkü sonsuz uzaklıktaki bir yukarı çıkışa, sonsuz hızla devam ediyor insanlar.

4. katta; Beyt-ül Makdes’in aslı vardır yani Mescid-i Aksa’nın aslı vardır. Orada saflar halinde secde edilir. Bu saflar halindeki secdenin ön safları kubbeden 5. kata yükselirler.
5. katta; Beyt-ül Haram’ın aslı var. 5. kat, Beyt-ül Haram’ın aslının bulunduğu yer. Orada ön safta yükselenler yeniden saflar oluştururlar ve secde ederler. Bu secdeden sonra, bunların da ön safları ordan ayrılarak bir sonraki kata çıkarlar. Ve bu 6. kat; çok özel bir kat. Bir defa kapısı özel, niçin kapısı özel? Çünkü bu kapı, kapıdan içeri kim girerse onun şeklini alır. Aslında bildiğimiz tarzda bir kapı, açılıp kapanan bir kapı yok, hep açıktır. Bir kapı yok orda ama her girenin şeklini alan bir kapı çerçevesi, bir kapı çevresi var. Mesela iri kıyım birisinin oraya girdiğini düşünün; kapı büyüyor, onun şeklini alıyor, siluetini yani başı, omuzları, bacakları onların hepsini dıştan çevreleyen bir kapı modeli. Daha sonraki giren kişi de ufak tefek olsun; bu sefer kapı küçülüp o ufak tefek adamın şeklini alıyor. Her seferinde son giren kimse onun şeklini kapı alıyor. İçerisi aydınlık, dışarısı karanlık. İçeride ne var? Yerden yaklaşık 3 metre yükseklikte, 1,5 metre genişliğinde bir buz kalıbı düşünün; aynı buz kalıbına benziyor ama ışık saçıyor, buz kalıbından farklı. Nasıl bir ışık? Beyaz bir ışık ama çok açık yeşilimsi beyaz bir ışık. Aşağıda herkes ayakta sıralanıyor; sağ kanat velîsi sağ taraftaki kontrol noktasında yukarıda, sol kanat velîsi sol taraftaki kontrol noktasında o da yukarıda, diğerleri aşağıda buz kalıbının karşısında sıralanmış durumda. Bu kalıptan çıkan nurlar, oradaki bütün ruhların yüzlerini ve ellerini açıkta kalan kesimlerini çatlatıyor. Bu çatlamalar herkeste mutlaka tahakkuk ediyor ve çatlamalara rağmen ışık, ışınlarını göndermeye devam ediyor. Bir süre orada hareketsiz kalınıyor ve nurun etkisini alıyor bütün ruhlar. Sonra ne oluyor? Hepsini oturtuyorlar ve Allahû Tealâ’nın özel vazifeli melekleri gelip onların başlarının üzerine, hanımların başlarını kıvırcık yapmak üzere kullandıkları aletlere benzer, oranın özel bir sistemi onların başlarının üzerine geliyor ve hepsinin yüzlerini ve ellerini çatlaklarını gidererek ama Allah’ın boyasında boyalı halde bırakarak işlemini tamamlıyor.

İşte günlerden bir gün, bu insan ruhlarından birinin ne yüzü ne de eli çatlamıyor. O, fetih için hazırdır. Boşlukta duran bir kürsü, Cebrail (A.S)’ın kürsüsüdür. Oradan alınan kılıç bu kişiye veriliyor. Elbiseleri özel bir elbise haline getiriliyor. Bu elbise, Kafkas dansları yapan, Kafkasların elbiselerine benzer bir hüviyette. Kılıcı sağ eline alan; fetih için hazır olan Allahû Tealâ’nın evliya namzedi, kılıcı havaya kaldırarak kubbeden yukarıya doğru dikey olarak yükseliyor. Ulaştığı yer, 7. kat. 7. katın mermer basamaklı, 7 tane beyaz mermerden oluşan 1,5 metre genişliğinde veya biraz daha geniş bir 7 basamaklı mermer grubunun üzerinde tırabzan var sağ ve sol tarafında. Tırabzan yüksekliği, yaklaşık 1 metre ve 7 tane basamağı aşıyor. Yukarıdaki sahanlığa geliyor, sahanlığın ileri doğru uzantısı 1 metre, yaklaşık genişliği de 1,5 metre veya biraz daha fazla. Ama bir özelliği var; sağ tırabzandan sol tırabzana doğru 7 tane halkadan oluşan bir zincir var. Zincirin kalınlığı, bilek kalınlığında; hatta kol kalınlığında ve bu zincirler 7 tane zincir halkası birbirine bağlı. Allah’ın evliya namzedi gelip elindeki kılıçla o zincire 1 defa vuruyor ve zincir ikiye ayrılıyor. Zincir ikiye ayrılır ayrılmaz da arkadaki bir altın kapı açılıyor. Bu kapıyı gördüğünüz zaman sakın şaşırmayın; çünkü zemin katta gördüğünüz, halifenin dergâhında gördüğünüz kapıyla %100 aynı, hiçbir farklılığı yok. Zincir ikiye ayrıldığı anda arkadaki kapı açılıyor ve kılıçla beraber kişi kapıdan içeriye uçarak giriyor. İşte bu işlem, fetih işlemidir. Levhi Mahfuzun fethi, 7. katın fethi.

Burdaki işlemi tamamlandıktan sonra bütün insanlar için söz konusu olan şey, yukarı doğru yükselmektir. Yükseldiğiniz an zamanın 0 noktasıdır. Sol tarafınız geçmiştir, taşlarla örülmüş bir duvar geçmişinizi temsil eder. Geçmişle gelecek arasındaki anı yaşamakta olduğunuz nokta orasıdır. Sağa döndüğünüz zaman kader hücrelerini göreceksiniz; altıgen, sarıyla turuncu arasında bal rengi bir renkte sonsuza kadar uzanan kader hücreleri, her biri 24 saatlik bir zaman parçasını ifade eder. Yalnız kendi kader hücreleriniz üzerinden yolculuk yapabilirsiniz. Bu yolculuk sonsuz bir uzaklığa kadar uzar.

İşte kim fethi tamamlarsa onun ilk mahalî burasıdır yani kader hücrelerinden evvelki kesim, fetih kesimi. Sonra 2. bölüm kader hücreleri; sonsuza kadar devam eden bu kader hücrelerini aşmak mecburiyetindesiniz. Öyle sonsuz bir hızla hareket edersiniz ki kader hücrelerini mutlaka aşarsınız ve ümmülkitab’a ulaşırsınız.

2. âlem; ümmülkitap. 10 katlı bir apartman büyüklüğünde boşlukta duran; hiçbir şeye dayanmaksızın duran iki sayfası açık olan bir kitap göreceksiniz. Bu kitabın muhtevasında bütün diğer kitaplar mevcut. Allah’ın bütün peygamberlere indirdiği şeriat kitaplarıyla, evliyalarına yazdırdığı sohbet kitapları, bu ümmülkitab’ın içinde. Ve ümmülkitab’ın altında bir kürsü var. Bu kürsünün etrafında yaklaşık 60 kişi var, kürsü dikdörtgen biçiminde ve kürsünün altında vazifeli olan zamanın halifesi ve etrafında kürsünün dört tarafını öğrenmekte olan ümmülkitab’a ulaşabilmiş olan Allah’ın evliya namzetleri toplanıyor orada, vazife görüyorlar.

Sonra başka âlemlerden geçeceksiniz, onlar hakkında bilgi vermemiz emredilmiyor ama son âlemi söyleyebiliriz; son âlem, zikir hücreleri. Zikir hücrelerinin önünde kocaman bir avlu var; bu avlunun sağ tarafında zikir hücrelerinin bulunduğu çok kocaman, çok büyük bir salon var ama bu salon diğer salonlar kadar aydınlık değil, loş. Bu loş salonun içine girdiğiniz zaman muntazamlıktan hiç etkilenmiyorsunuz. Son derece muntazam bir dizayn içerisinde ileri doğru uzanan zikir hücreleri ve sola doğru uzanan zikir hücrelerini görüyorsunuz. Çok muntazam bir şekilde aynı aralıklarla dizayn edilmiş, denizanaları nasıl şeffafsa aynı şeffaflık içinde 2,20 metre yüksekliğinde küreler söz konusu. Bunların içinde özel olarak oturmuş zikir yapan insanlar var, insan ruhları var, her birisi bir hücrenin içinde. Yüzlerce hücre sola doğru uzanıyor, bir o kadar da ileri doğru uzanıyor. Ve bu çok kocaman olan salonun içinde bütün bu hücrelerdeki insanlar, namazdan sonra mutlaka sabah namazının arkasından aşağıda kılınan sabah namazının aynı İndi İlahî’de de kılınıyor. İndi İlâhi’de kılınan sabah namazından sonra zikir hücrelerindekiler oradan çıkıyorlar ve bu bölümün önünde bir ay vücuda getiriyorlar, bir hilal vücuda getiriyorlar. Hilalin en ön sırası en kıdemlilerden oluşuyor, 2. sıra baştakilerden bir sonra başlıyor. 3. sıra baştakilerden iki sıra sonra başlıyor ve böylece bir hilal oluşuyor. Hilalin iki noktasının birleştiği yerde de 3 kişi; zamanın imamı, arkasında 2 kişi daha aşağıya iniyorlar ve her gün bu zikir hücrelerinin müntesiplerine sohbet yapıyorlar. Bu sohbeti dinleyen insanlar, sohbetten sonra tekrar zikir hücrelerine geri dönüyorlar. Ve günlerden bir gün zikir hücrelerinden birisinin zikri tamamlanıyor. İşte o kişi oradan ayrılarak Sidretül Münteha’ya ulaşıyor, kökleri yerde olmayan, gökte olan bir ağaç bu ve o ağacı aşıyor o ruh, yokluğa geçiyor, yoklukta Allah’ın Zat’ına doğru harekete geçiyor ve kısa bir sürede Allah’ın Zat’ına ulaşıyor, Allah’ın Zat’ında kayboluyor, ifna oluyor, yok oluyor. Allah’ın Zat’ı bu kişinin ruhuna meab oluyor, sığınak oluyor. İşte böyle insanlara Allahû Tealâ, “evvab” diyor. Kaf Suresinin 32. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu söylüyor.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


“Cennet takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.” Kimler için? “Başlarının üzerinde muhafız taşıyanlarla, mürşide ulaşmış olanlarla, ruhlarını Allah’a ulaştırabilenler için.” diyor Allahû Tealâ.

İşte bu olay, bir vuslat olayıdır. Allah’ın Zat’ında ruh yok olmuştur, ifna olmuştur. Burası, velayetin 1. makamıdır. Ruh Allah’a teslim olmuştur. Seyr-i sülûk olayı bu dizayn içerisinde vuslatla noktalanan bir güzelliktir, yaşanmaya değer muhteşem bir maceradır. Bunu yaşadığınız zaman mutluluktan uçacaksınız.

Allahû Tealâ hepinizi; ulaşmayanları vuslata ulaştırsın dileklerimizle.

İmam İskender Ali M İ H R